• Sonuç bulunamadı

II. MİHR Ü VEFÂ MESNEVİLERİ

II.2. Türk Edebiyatındaki Mihr ü Vefâ Mesnevileri

II.2.5 Mensur Mihr ü Vefâ Mesnevileri

1.2. Mesnevinin Anlatmaya Bağlı Bir Tür Olarak İncelenmesi

1.2.2.1. Mesnevinin Vak’a Çerçevesinde Birimlere Ayrılması

Vak’a, kendisini oluşturan küçük vak’a parçalarının birleşmesinden oluşur. Vak’a parçaları bölüm etrafında birleşebileceği gibi, daha alt seviyede metin halkası ve mana birlikleri çevresinde de bir araya gelebilir. Her vak’adaki bölüm, metin halkası ya da mana birliği, yalnız başına ele alındığında daha küçük boyutlu birer vak’a özelliği taşıyabilirler (İçli, 2009: 82).

Vak’a birimleri; kişiler, şeyler, durumlar ve olgular arasındaki ilişki ağlarından oluşur. İlişkiler ağı, ya olumlu bir biçimde seyreden olaylar biçiminde ya da “çatışma”ya dayalı olarak gelişebilir. Anlatıda yer alan olayların düzenlenmesidir bir bakıma. Olayı birimlere ayırmak, anlatıyı anlamlandırmak, bağlantılar kurmak için gereklidir (Çetin, 2003: 234)

Mihr ü Vefâ mesnevisi, belli bölümlere ayrılmıştır. Anlatıcının kendince yaptığı başlıklandırma bu bağlamda önemlidir. Ancak olayı birimlere ve anlam halkalarına ayırarak bakmak metnin bütünselliği açısından gereklidir. İncelememizde bölüm ve halkalar tespit ederek vak’ayı anlamaya ve anlatmaya çalıştık.

Bölüm 1: Vefâ’ya Dair

B1 H1 (Vefâ’nın Kaderi/Aşk Yolculuğu)

 Yunan ülkesi padişahı

Mesnevinin başında, kahramanın/Vefâ’nın babası hakkında bilgi verilir. Onun gücü, zenginliği ve adaleti gözler önüne serilir. Taymus, Hz. Ömer örneğinde olduğu gibi kurt ile kuzunun beraber yaşadığı Yunan ülkenin padişahı olarak tanıtılır:

Var idi anda bir şÀh-ı cihÀn-baòş / Úamer-tÀc u melek-baòş u felek-raòş(1189) Dime yoú milki çoú YÿnÀnı ãanma / Aña var óaddile pÀyÀnı ãanma(1190) Úapusı òalúı üçyüzbiñ eridi Gören düşmÀnlaruñ úalbi eridi(1193)

Varidi on sekiz biñ úaddi şimşÀd / Birinüñ bendesi biñ serv-i azÀd(1194) Şu resme eylerdi ‘adl u dÀdı / Ki ùolmışdı zamÀna ‘ıyş u şÀdı(1211) ZamÀnında cihÀn emn u emÀndur / äanasın şìr u Àhÿ tev’emÀndur(1212) Çün aãlan gibi taòtın eyledi yurt / Iraúdan baúar oldı úoyuna úurt(1214)

 Vefâ’nın kardeşleri ve Vefâ’nın tanıtılması

Taymus’un tanıtılmasından sonra oğulları Vefâ ve kardeşlerinin tanıtılmasına geçilir. Ancak anlatıcı taraftır. Babasının tercihinin küçük oğul Vefâ olduğunu söyler. Bu bir anlamda Vefâ’nın kaderini tayinle alakalıdır. İleride yaşanacakların küçük bir ipucu niteliğini taşır:

Varidi cÀmi‘ olmış üç ‘ıyÀli / KemÀl ile cemÀl ile celÀli(1221) Egerçi ol üçi key mu‘teberdür / NihÀyetde biri ãÀóib-hünerdür(1222) Büyük şeh-zÀdenüñ adı äafÀdur / Daòi ortancanuñ ‘AfÀdur(1223) VefÀ ŞÀh oldı gencinüñ adı / Atasınuñ hem olidi murÀdı(1224)

 Vefâ’nın tanıtılması

Anlatıcı, doğrudan tanıtımlar yaparak kişi tasvirine başlamaktadır Kahramanın kim ve nasıl olacağını, hangi özelliklere sahip olduğunu okuyucuya hissettirmektedir. Birim Vefâ’nın portre tasviriyle başlamaktadır:

BeyÀø-ı cebhesi ser-nÀme-i óüsn / Ki yazmış úaşlarına òÀme-i hüsn Úara çeşmini görmiş óüsn şÀhı / Úara yaslu saçlu saçı geymiş siyÀhı áubÀra saçı òaùùı ki celìdür / Güneş gibi ‘ayÀn gün gicelidür

İki ruòsÀrı bir tÀze gülistÀn /Õeúan çÀhın yaratmış bülbül-i cÀn İki çeşmi ãan iki Türk-i ser-mest / Verüp elden düşüp ayaàa bì-dest İki ruòsÀrıdur iki ùabaú gül / Lebi nÿş olmaduú ãan bir úadeó mül Elif-bìni úaşıdur nÿn el-Àn / Dişinüñ şìni beñlerle ‘aceb şÀn

Dehen açılmaduú bir dÀne àonca / MedÀr olmış yoà iken nÀz u àunca (1230- 1237)

Vefâ’nın detaylı anlatımına karşın kardeşleri ile ilgili bir ayrıntı verilmez. Vefâ, geleneksel anlayışa uygun oarak “en güzel şekilde” yaratılmıştır. Kahramanın portresi, anlatının ruhuna uygun olmalıdır. Zira anlatılan vak’anın özelliklerine uygun çizilemeyen karakter veya tipler anlatıcının zaafı olarak görülmektedir.

 Vefâ’nın babasının hastalanması

Her birey iyi veya kötü talihi hesaba katar (Eliade,1994: 127). Taymus’un hastalığı ve ölüm döşeğindeki vasiyeti, olayın ilk düğümünü oluşturur. Zira ülkenin hangi şehzadeye bırakılacağı, kendisinden sonra kimin tahta çıkacağı ve en önemlisi kahramanın yazgısı buna bağlıdır. Taymus, bir bakıma kader çizgisinde bir kırılma yaratacak küçük bir oyun oynar. Bu oyun, şehzadelerin hayat serüvenini etkileyecek bir düğüme sahiptir:

Meger bir ãubó kim bu dehr-i pür-úahr / Úadeódür diyü ãundı kÀse-i zehr Nice DÀrÀları derden çıúardı / Nice serverleri serden çıúardı

‘Aceb bì-mihrdür bu çarò-ı şer-keş /Olur gÀh ÀbdÀr u şÀh-ı Àteş ÚażÀdan nÀgehÀni şÀh-ı ‘Àlem / Görür kim òaùırı pür-derd ü pür-àam Hücÿm itmiş seúÀmet gevdesine / Ne gevde úalmış u ansuz ne sìne Görür kim başınuñ artup ãudÀ‘ı / Diler cÀnı ide cisme vidÀ‘ı

Gelince gitme fikrin dilde Ànì /İdüp evlÀdını cem‘ itdi Ànì

Ölüm ceyşi aúın ãalmış eline / Aña zor ile idüp àaøb u kine(1255-1262)

 Padişah’ın ölümü ve vasiyetin aydınlığa kavuşması

Padişah ölüm döşeğindeyken ekâbir toplanır ve padişaha vasiyetinin ne olduğunu, kimin tahta uygun olacağını sorarlar. Padişah, her şehzade için bir küp bıraktığını ve vasiyetinin bu küplere göre yorumlanması gerektiğini belirtir:

Birin ta‘yìn idüñ şeh-zÀdelerden/ Başına başúa ol ÀzÀdelerden Ne óÀãıl ãoñra olmaúdan òacÀlet / O mÀbeyne düşe nÀgeh ‘adÀvet Didi sulùÀn ki itdüm ben anı fikr / Degül lÀzım ki her fikr olına õikr RevÀn olduàı vaútin tende cÀnum / Olısar ÀşikÀre her nihÀnum Úodum üç küp òazìnemde nihÀni / Görür siz öldügümden ãoñra ani CesÀmetde biri àÀlib birine / Üçin taúsìm idüñ yirlü yirine

Büyük a‘lÀya vü ednÀ ãaàìre / Oluñ ‘adl üzre meyl itmeñ kebìre Bilirsüz çünki “el-úasÀmmü fi‘n-nÀr” / İdüñ ‘Àrı ki “en-nÀru ve lÀ ‘Àr” Ne sırrile size remz eyledüm ben / Mübeyyen olıcaú ola mu‘ayyen Bunı didi vü aúdı úanlu yaşı / Ki la‘l oldı sarÀyuñ içi ùaşı(1271-1280)

Taymus, son nefesini vermeden önce küçük oğlu Vefâ’yı çağırtır ve ona bu dünyada adaletle hükmetmesini, mala mülke meyilli olmaması gerektiğini söyler ve şu nasihatta bulunur:

Olup ‘Àdil idesin ‘adl u dÀdı / CihÀnı ùoldursun ‘ıyş u şÀdì(1301) CihÀnda olmaàil meyyÀl mÀla / Eger ìãÀl ide óadd-i kemÀle(1302)

Padişahın ölümünden sonra mahzene bırakılan küplerin yanına gidilir. Büyük, orta ve küçük küplerde farklı malzemeler vardır. İşin sırrı burada gizlenmiştir. Büyük küp temiz toprak, orta küp kemik, küçük küp altın ile doludur:

Ùurur ortada üç òum-ı mu‘aôôam / Velìkin birbirinden farúı var hem O küp kim cümleden óacmi uludur / Derÿnı òÀk-ı pÀk ile ùoludur Ol örtildi açıldı òumm-i vuãtÀ / İçi ‘azm ile memlÿ lìk ‘uzmÀ Üçünci küp ãaàir illÀ ki maòzÿn / İçi memlÿ anuñ ser-cümle altun Ayaú düz basmayup óayrÀn olurlar / Egüp baş cümle ser-gerdÀn olurlar Bu sırruñ irmeyüp keyfiyyetine / Nedür tÀ kemm ü keyfiyyeti ne(1326-1331) Küp, bir semboldür aslında. Fromm’a göre semboller kişiye veya belirli toplumlara özgüdür. Rastlantısal semboller, çok dar bir çerçeveye seslenmektedirler ve onu yalnızca sembollerin anlamını bilenler anlayabilir (Fromm, 1992: 31). Küp sembolü bu bağlamda dar bir çerçeveye hitap etmektedir. Zira sadece vezirin açıklayabileceği bir semboldür. Vasiyetin netleşmesi ve bu küplerin ne anlama geldiğini padişahın filozof veziri tarafından açıklanır:

Vezìr eydür ki dinleñ hasb-i óÀli / Ki tÀ fehm idesiz bu kìl ü úÀli Dimiş sırrile sulùÀn remzi ôÀhir / Ki ol remz oldı baña şimdi bÀhir Ol ulu küp ki ùopraú ùolmışdı / Büyük şeh-zÀdeyiçün olmışdı İkinci oàlıyiçün òumm-i vusùÀ / Ol ortada ol üçden ola i‘ùÀ Ne kim var üstüòˇÀn ider işÀret / BehÀyim birle àılmÀna işÀret Üçünci küp ki pürdür cümleten zer / Felekde her biri raòşende aòter VefÀya anı lÀyıú gördi düstÿr / TamÀm idüp úamuya virdi destÿr Üçin üç şÀha úısmet úıldı úÀøì / Naãìbine olur her biri rÀøì

Büyük şeh-zÀde çün yirde şehen-şÀh / Olup alçaú baş egdi çarò-ı gümrÀh Getürmişdi şu deñlü ‘adl ile dÀd / Ki gitmişdi cihÀndan dÀd u feryÀd Çün ol ortancısı şeh-zÀdelerden / Úulı ‘Àlem özi ÀzÀdelerden

Ùavar u òayl ile arturdı dÀrÀt / O şükre rÿz u şeb iderdi ùÀ‘Àt Naôar eyle VefÀnuñ úısmetine / Filorì birle gör kim úısmeti ne Budur derd ehl-i dünyÀ cismine cÀn / Olur kÀfir úatında dìn u ìmÀn HemÀn-dem ‘ıyşiçün ãaldı bisÀùı / Úamu rindÀneyidi inbisÀùı(1334-1348)

 Vefâ’ya yolun görünmesi/kader yolculuğu

Vefâ, dostlarla gününü gün edip, işret meclislerde hazırı tüketince ortada kalır. İyi günün dostları onu terketmiş ve yalnız bırakmışlardır. Kimsenin yüzüne bakacak durumu kalmadığından ülkeyi terketmeye karar verir. İlk çıkıştan sonra kahraman bir dizi imtihana tabi tutulacaktır:

Bunı çün didi cem‘ itdi evbÀş / Nedìm ü muùrib ü ‘ayyÀş u úallÀş BinÀ itdi nice úaãr u revÀúı / CihÀnı ùutdı ùÀú u ùumùurÀúı

Eline alduàınca çengì çengi / Ki içmiş olsa cÀm-ı lÀle-rengi İderdi ol úadar in‘Àm u iósÀn / Ki yüzbiñde birin şeró itmez insÀn Gice gündüz iderdi ‘ıyş u ‘işret / Dün ü gün óÀliyidi õevú u soóbet Çü bu óÀl üzre geçdi nice yıl şÀd / Avucda úaldı altun yirine bÀd Telef oldı dükendi sìm ile zer / Bedenden zÀyil oldı úuvvet ü fer

Úanı pÀyı izine yüz sürenler / Úamusı iz ãapıtdılar ser-À-ser(1357-1358)

 Kader yolculuğunda Remmal’in rolü

Vefâ, hata yaptığına pişmandır ancak atasözündeki gerçek gün yüzüne çıkmış ve “son pişmanlığın bir faydası” olmamıştır. Vefâ, iç muhabesini yapar ve kaderin bir cilvesi olarak ülkeyi terketmenin bir gereklilik olduğuna karar verir.

Kahramanın yola çıkması, bireyselleşme sürecinin başlangıcı anlamına gelir. Epik anlatılarda kahramanın olgunlaşması için ilk yapacağı şey, bulunduğu çevreden ayarılmasıdır. Kahraman, çıktığı yolda ruhi olgunluğa kavuşmadan dönemez. Bir bakıma “ayrılma-olgunlaşma-dönüş” döngüsünün ilk basamağı başlamaktadır. Bu yolculuk, masallardaki “uzaklaşma” motifi ile de açıklanabilir.

Yolculuk, içinde kavuşma iştiyakını taşıyan çetin bir süreçtir. Yol, belalarla ve zahmetli engellerle doludur. Vuslat, kahramanın ödülüdür. Kahraman ödüle ulaşmak için bazı zorlukları, keskin değişimleri tecrübe etmek zorundadır (Özkan, 2009: 1756).

Remmal, kahramanın içsel çağrısını yönlendiren, kahramanın erginleşme sürecine olumlu katkılar sunan bir güçtür.

Vefâ, yola çıkar ve bilmediği bir şehrin kapısına gelir. Gezerken orada fal bakmakta olan bir Remmal’a rastlar. Remmal, işinde oldukça başarılıdır. Yazgısını, geleceğini görmek için ondan yardım diler. Remmal falına bakar ve şehir içine girmemesini oradan geçerek karşısına çıkacak mağaraya gitmesini salık verir. Remmal, kahramanın ayrılma sürecine bir yönlendirici olarak katılmaktadır. Burada masallardaki “yasağı çiğneme” motifinin izleri vardır.

Bu aslında kahramının olgunlaşması için çıkılan yoldaki ilk eşik, ilk basamaktır. Kahraman, kaderinin ona rehber ve yardımcı olan kişileştirmeleriyle birlikte mecarasında aşırı güç bölgesinin girişindeki “eşik muhafızı”na gelinceye dek ilerlediği noktadır (Campbell, 2010: 94). Remmal, ilk rehber, ilk yönlendiricidir:

PeşimÀn oldı ol demde işine / PeşimÀn olmaàuñ ol dem işi ne Bulınmaz soñ peşimÀnlıkda aããı / Ki ‘aúl erbÀbı böyle didi naããı

Tefekkür itmese Àdem öniñde / Müfìd olmaz peşìmÀnlık soñında(1361-1363) Didi ben ne’yleyem ÀvÀre düşdüm /Umarken çÀre-i bì-çÀre düşdüm

Ne yüz birle varam iòvÀnuma ben / Geçersem varayım biñ cÀn u serden

Baña lÀzım olan şimdi seferdür / Egerçi kim sefer ‘ayn-ı saúardur(1364-1366) Gezerken gördi bir RemmÀl-i mÀhir / Gelüp cem‘ olmış aña òalú vÀfir

Nice maôlÿm olanlar dÀd bulmış / Nice biñ biñ gürisne zÀd bulmış(1374-1375) VefÀ dir muùlÀúa bu ‘Àmı òÀã it / Muúayyed göñlimi àamdan òalÀã it

Bölüm 2: Mihr’e Dair B2 H1(Mihr’in İmtihanı)

 Mihr’le ilk karşılaşma

Mihr, Hızır’ın telkiniyle Vefâ’yı beklemektedir. Vefâ, Mihr’i görür görmez âşık olur. Bu ilk karşılaşmada Mihr’in güzelliği Vefâ’nın gözüyle verilir. Mihr, nitelikleri, güzelliği ve özlemleriyle kahramana eş olmaya uygun biridir. Kadın, kahraman için yaşam kaynağıdır. Kadın/aşk, kahramanı kendi hapishanesinden kurtaran yazgının imgesidir:

Ne meh kim ÀfitÀb-ı çarò-ı a‘lÀ / Úatında õerre belki daòi ednÀ Saçıdur başda ãan serdÀr-ı devrÀn / MuùarrÀ ùurresidür ‘anber-efşÀn O şÀhuñ her úılı bir bende bendi / VeyÀòÿd ãanki mecnÿnlar kemendi

Kaçan kim úıl üstine düzine / CihÀn bir úıl úadar gelmez gözine(1410-1413)

 Mihr’in tanıtılması

Anlatılarda kahramanların genel özelliklerinin anlatıcı tarafından analtılması bir üslup özelliğidir. Mihr, klasik edebiyattaki ideal maşuk olarak tanıtılır. Boyu, saçı, yanağı, gözü, kaşı, kirpiği, sinesi, ayrı ayrı ve detaylı biçimde tasvir edilir. Bu tasvir, hem mübalağalı hem de sanat değeri oldukça yüksek olan bir tasvirdir:

Cebìni levh-i Úÿr’Àn-ı mu‘aôôam / CemÀli devr-i şi‘riyle mükerrem Getürmiş bürúa‘ını ol dil-efrÿz / Yüzi aúalnı açuúdur şeb u rÿz Çekilmiş ãanki rÀh-ı keh-keşÀndur / KevÀkibanda bì-nÀm u nişÀndur Ki zìrÀ cebhe-i bì-óÀldur bu / Yazılmış noúùasuz òoş óÀldur bu

Yüzinüñ mÀhı üzre alnı òurşìd / CemÀlin görse óayrÀn ola nÀhìd(1422-1426) Mihr’in kaşları önce tak’a sonra teşbih yoluyla en çok kullanılan harf sembolizmindeki gibi “ra” ya ve “nun”a benzetilmektedir:

İki ebrÿ-yı miskin ãan iki ùÀú / Anun her biri bì-çift olmadı ùÀú äanasın iki nÿndur nÿr u nÀra / Yañaàı üzre düşmişdür kenÀra Eger kÀfir göre bu nÿr u nÀrı / Daòi añmaaya hergìz nÿr u nÀrı

VeyÀ ãan iki rÀdur nÀz gÿne / VeyÀòÿd iki nÿndandur nümÿne(1428-1431) Mihr’in gözleri, kirpikleri ve yanakları ayrı bir güzellikte ve her biri bir mazmun olarak karşımıza çıkmaktadır. Anlatıcı, aslında ilerideki vak’a halklarına da zemin hazırlamaktadır. Böyle bir güzelliğe sahip olan maşukun âşık için başa bela olduğunu da vurgulamak istemektedir:

Úara çeşmi ki pür-şÿr u şeàabdur / äanasın düzd-i ‘ayyarı ‘arabdur

Gözü ãan manôar oldı ùÀú úaşı / Gice gündüz şeb u rÿz oldı nÀşì(1433-1434) äaf-ı müjgÀn kim iki ùarafdur / Dil ü cÀn ol sihÀmiçün hedefdür

VeyÀòÿd iki ãaf kÀfir sipehdür / Ki ìmÀn ile dìn andan tebehdür(1446-1447) İki ‘Àrıø ãanasın kìş-i bahreyn / Düşüp bìni çü berzaò oldı mÀbeyn

Ya bìni úaş ile tìr u kemÀndur / ÒalÀã-ı cÀn u dil vehm ü gümÀndur(1455-1456) İki ruòsÀrıdur Àb-ı leùÀfet / Bulur sükker lebi andan óalÀvet(1462)

Klasik şiirde sevgilinin güzellik unsurları anlatılırken ağız ve dudaklara özelde bir ihtimam gösterilir. Ağız, sırları ifşa eden bir uzuv iken, dudaklar âşıklara hayat bağışlayan ve telmih yoluyla Hz. İsa’nın can bağışlayan nefesine teşbih edilir. Mesnevide anlatıcı Mihr’i tanıtırken de bu geleneğin dışına çıkmaz:

DehÀnı bir ùılısm-ı siór mÀnend / Velì siór-i óelÀldür ey ÒudÀvend

Ki olmış cÀn ile peyvend idüp bir / Kimüñ cÀnı ola ifşÀ ide sır(1469-1470) Lebi ser-çeşme-i ervÀó-ı ‘uşşÀú / ÓayÀt andan bulur ‘uşşÀú-ı müştÀú ÓayÀt Àbı olupdur anda cÿşÀn / Ùaùanlar şìreveş olur òurÿşÀn

Sevgilinin el ve pazuları ayrı bir güzelliktedir. Onlar genellikle Hz. Musa’nın “yed-i beyza”sına benzetilmektedir:

İki bÀzÿsı iki sìmden med / Úad-i bÀlÀsınuñ üstinde mümted(1498) Yed-i beyøÀ olupdur ãan o sÀ‘id / Olup devrÀn o bÀzÿya müsÀ‘id Ki òasm ilzÀmına olmaúda mÀhir / Olur i‘cÀz-ı MÿsÀ anda ôÀhir

İre ‘Àşıú eli çün dest-i yÀre / Gören teşbìh ider zerrìn-sivÀre(1501-1503)

Mihr’in sinesi, saf ve temiz bir beyazlıkla ifade edilir. Beli, “hiç”likle vasfedilerek varlıkla yokluk arasında, neredeyse hiç yokmuş kadar ince olarak tasvir edilmektedir:

Gören der sìnesin levh-i muãaffÀ / BeyÀøiyyetde ãan levn-i müneúúÀ LeùÀfet içre gÿyÀ Àb-ı ãÀfi / Ki lems-i derd-i ‘aşúa ola şÀfì(1518-1519) MiyÀnın hìçden itmiş Óaú ìcÀd / Yoà iken úudretinden itmiş ìrÀd(1524)

Sevgilinin boyu, serviye ve biraz da mübalağa ile tuba ağacına teşbih edilmiştir. Öyleki “bâlâ”sı daima âşıklara “belâ”dır:

Boyı şimşÀdu yÀrüñ serv-i ÀzÀd / CihÀnı bende yazmış kendü ÀzÀd VeyÀòÿd oldurur şimşÀd u bÀlÀ / Ki luùf-ı meddidür Tÿbìden a‘lÀ

Ne úÀmetdür ki bÀlÀsı belÀdur / Ya yire gökden inmiş ãan úażÀdur(1528-1530) Bir güzellik abidesi olarak Mihr, âşık olunacak “ideal maşuk”tur. Vefâ da Mihr’i görür görmez ona tutulur, aklı başından gider. Mihre aşkını ilan eder:

Çü gördi ‘aúlı maóv oldı VefÀnuñ / Yirüdür didi Mihr anda vefÀnuñ(1553) Başın Mihr aldı zÀnÿya VefÀnuñ / Eyitdi yiridür mihr ü vefÀnuñ

Yüzini urdı yüzine didi òÀnum / Eyitdi çün leb-À-leb oldı cÀnum Lebüm aàzunda zülfüm gerdenüñde / Cem‘ì yoà u varum hep yanuñda

FidÀ olsun cemÀluñ cismine cÀn / ÓelÀl olsun içerse la‘lüñe úan

VefÀya irdi bir bÿy-ı revÀn-baòş / RevÀn-baòş olmaya mı ol ki cÀn baòş (1596- 1599)

 Mihr’in saray hayatı

Vefâ, Mihr’e açılıp aşkını ilan ettikten sonra onun kim olduğu, neslinin kime dayandığını, bir anlamda “ins mi cin mi” olduğunu merak eder. Zira bir peri kadar güzel olan Mihr’in sıradan olmadığı aşikârdır:

Ne şehsin kim dü ‘Àlem saña bende / Benüm gibi hezÀrÀn ser-figende Perìyiseñ niçün gözde ‘ayÀnsın / ‘AyÀn ãÿretde ma‘nìde nihÀnsın

Ne yirdensin kimüñ neslìdür asluñ / Ne nev‘edür bilinsün cins ü faãluñ (1608- 1610)

Mihr, Vefâ’ya kendini anlatmaya başlar. Babasının Şah-ı Haver olduğunu, zengin ve asaletli bir padişah olduğunu anlatır. Mihr, babasının Tatarlarla yaptığı savaştan sonra açıldıkları denizde kaybolduğunu, kendisi ve dayesinin Hızır’ın yardımıyla kurtulduklarını anlatacaktır. Anlatıcı, olayın bu halkasında “geriye dönüş tekniği” ile teferruata girip Şah-ı Haver’in Tatarlarla savaşını, denize açılmalarını ve çıkan fırtınada kayboluşunu uzun uzun anlatacaktır:

ŞehÀ bil atamı sulùÀn-ı òÀver/ Bir idi ‘adliyile Àb u Àzer

Öñinde günde biñ biñ ùapÿcı / Nücÿm-ı ÀsumÀndan çoú úapucı

ZiyÀde mecmÿ‘ olmışdı òazìne / Sürÿr idi úamu úalb-i òazìne(1612-1614)

 Tatarlarla savaş ve Mihr’in babası Şah-ı Haver’in kaybolması

Tatarlarla savaş oldukça çetindir. Tatar ordusu oldukça kalabalıktır. Girdiği her yeri yakıp yıkmaktadır. Şah-ı Haver, ordusuna birlik içinde düşmana karşı cesaretle

savaşmalarını emreder. Savaş meydanında karşılaşan iki ordunun görüntüsü, iki denizin birbirine karışmasına teşbih edilmiştir:

Bil ey şeh geldi bì-óad ceyş-i TÀtÀr / Nücÿm u úum óisÀbindan da bisyÀr Yürüyüp irdigi iúlìmi yıúdı / Ne yıúmaú od bıraàup cümle yaúdı (1619-1620) Didi ey erlige şìr-i jeyÀnlar / Peleng-i ma‘reke bebr-i beyÀnlar

Bu dem ‘Àlemde merd-i òÀã olan siz / Ki rezmüñ bezmine raúúÀã olan siz Göñül bir olmaàa tedbìr idüñ siz / ‘Adÿya ted diyüp el bir idüñ siz(1660-1662) Çü ùurdı şÀh cÿş u heybetiyle / Daòi ùÀú u ùurunb u ãavletiyle

Çü meydÀn yirine geldi şehen-şÀh / Didi gökden melek “naãrun mine‘llÀh” Çalarlar ol dem ùabl u kÿsi / Bile yanımca hem ãurnÀ-yı Rÿsi

Yüzeyüz oldı çün kim iki deryÀ / äan oldı àarú heft iúlìm-i nüh yÀ(1685-1689)

 Mihr ve Daye’sinin Hızır’ın yardımıyla kurtulması

Savaş, sonrası Mihr ve beraberindekiler yedi gemiyle denize açılır. Denizde fırtına çıkar ve her bir gemi bir yana savrulur. Gemilerin tamamı kullanılmaz hâldedir. Çaresizce ne olacağını bekleyen Mihr’in yardımına Hızır yetişir. Roman ile romans ve mesnevi arasındaki en önemli fark belki de bu olağanüstü epikliklerdir. Romanda olay kendi akışı içinde ve daha yaşanabilir bir tablo ile anlatılırken mesnevi ve romanslarda “ilahî güç” devreye girer. Mihr ü Vefâ mesnevisinde “Hızır, Remmal ve Sahire” bu olağanüstü gücün temsilcileri olarak vak’a zincirinde yer alırlar. Bu kişiler, Jung’un yaşlı bilge arketipini hatırlatmaktadır. Kahramanın ihtiyaç duyduğu zamanlarda ortaya çıkan bu tipler, onlara nefes aldırmakta ve vak’a zincirine yeni bir boyut getirmektedirler:

Ol ortalıúda artup cÿş-ı tÿfÀn / Birin her bir kenÀre itdi perrÀn CüdÀ oldı yedi keştìsi Mihrüñ / Yedi seyyÀresi gibi sipihrüñ

Yedisin yir idüp úatun öñine / Bilinmez kim nedür ard u öñi ne(2192-2194) Didiler bu yire cÀy-ı maòÀfet / MaòÀfet Àòirin fehm eyle Àfet

HelÀk oldı nihÀyetsüz sefine / Sefìne birle bì-pÀyÀn defìne

ÒalÀã olmaú degül perriye ÀsÀn / Eger ‘ifrit ola olur her ÀsÀn(2225-2227) Meger Óaúdan ire ‘‘avn u ‘inÀyet / Úıla hem evliyÀ luùf u óimÀyet

İşitdi Mihr o dem úıldı namÀzı / MüsÀvì gördi nÀz ile niyÀzı

Benzer Belgeler