• Sonuç bulunamadı

II. MİHR Ü VEFÂ MESNEVİLERİ

II.2. Türk Edebiyatındaki Mihr ü Vefâ Mesnevileri

II.2.5 Mensur Mihr ü Vefâ Mesnevileri

1.2. Mesnevinin Anlatmaya Bağlı Bir Tür Olarak İncelenmesi

1.2.7. Bakış Açısı ve Anlatıcı

1.2.7.1. Dil ve Üslup

Düz bir metinle edebî bir metni birbirinden ayıran en önemli unsur dildir. Bir göstergeler sistemi olarak dil, edebî eserin varolması ve boyut kazanması için aslolan en önemli ögedir.

Edebî dil; mecaz, benzetme ve motif gibi estetik ifadelerin yoğun olarak kullanıldığı dilidir. Bu yönüyle günlük dilden ayrılır. Doğrudan anlatma yerine dolaylı anlatma esastır. Müphemliklerle doludur ve edebî zevke uygun olarak pek çok keyfi kullanıma rastlanır.

Edebî dil, çağrışım değerleriyle üst bir dil olduğunu her haliyle belli eder. Yazarın kendi kendine yeten dili şahsi bir dildir. Yazı, kollektif karakterlidir ve sanatçının içinde yaşadığı kültürden beslenir (Aktaş, 1998: 11).

Edebî eser, yazarın aynasıdır. Onun dili, görüntüsü, yorumu, bakış açısıdır. Bir yazarı tanımanın en kestirme yolu, onu eserlerinden yolu çıkarak tanımaktır. Her ne kadar sanatçı gerçek kimliğini eserde saklamaya çalışırsa da kendinden pek çok şeyi de yansıtır. Bu bakımdan bir edebî eseri incelemek; sanatçıya ait hemen her unsuru incelemek anlamına gelir. Onun kimlik ve kişiliğini, dil ve üslubunu, yaşadığı dönemi ve bağlı olduğu akımı incelemek demektir.

Mihr ü Vefâ mesnevisi, dil bakımından genel olarak Eski Anadolu Türkçesinin özelliklerini taşımaktadır. Dil, her ne kadar Arapça, Farsça ve Türkçe kelimelerden müteşekkil de olsa dönemin dil anlayışına uygun; ancak süslü ve ağır olmayan bir yapıdadır.

Mesnevide şahıs eklerine bakıldığında I. teklik şahıs için “-vAn, -Am, -In” eklerinin kullanıldığını görmekteyiz:

Bu yaña dinle óÀlindiyemanı / Muóabbet úulzümündediyemanı (5577) Eserde I. çokluk şahıs eki olarak “-vUz, -Uz” ekinin kullanıldığını görmekteyiz: Yolı bunda úoyalumoúıyavuz/ Dime idüp ta‘allül yaòşi yavuz (5766)

Neyiçünúorúaruzbiz kÀfiriden / Bize raómet olan òod òÀsirìnden (1672) Budur lÀzım ki ‘arsa başlaya öz / Dıraòt-ı ‘ıyşiçün ùÀlişleyevüz(5676)

II. çokluk şahıs eki, Eski Andolu Türkçesindeki gibi, “-sIz” şeklinde kullanılmıştır. Yazarın dönemin dil özelliklerine bağlı olduğunu görmekteyiz:

Vezìr eydür ki dinleñ hasb-i óÀli / Ki tÀ fehmidesizbu kìl ü úÀli (1334) Didi geh geh gelüñ bu yirlerde siz / Ri‘Àyet nicesi olurbilüñsiz

Mesnevide emir çekim ekleri şahıslara göre, “-AyIn, -gIl, -n” şeklindedir. Örneklerde bu bariz olarak görülmektedir:

Dilek idüp didi ãÀúìolayın/ Úadeóden ‘ömriñe bÀúìolayın(5373) Tevaúúufsuzbulayınanı Ànì / Bulam cÀnÀnı geşt idem cihÀnı (4273) Ki ya Rabeylegilmeràÿb u manôÿr / Bula tÀ iştihÀrı ola meşhÿr (23) Didi ey DÀyebilgilóÀlümi sen / Gör istiúbÀl iden aóvÀlimi sen (2953) Ùutup birbirünüñ ‘aşúına bÀde / Dadi hÀtif kivermeñ‘ömri bÀda (5819) Ne var ise içinde yükledüñ tìz / Giceúalmañbecìd oluñ seóer-òìz (5775)

Mesnevide aruz vezni gereği Arapça ve Farsça kelimelerin aslî okunuşlarında ses değişikliğine gidildiğini, çoğunlukla ünlü türemesi hadisesinin olduğunu görmekteyiz. Eserin kahramanlarından Mihr’in vezin gereği “Mihir” şeklinde birkaç kez geçtiği görülmektedir:

HemÀn-dem seyr içün atlandı fi‘l-óÀl /Mihiratlanmıyacaú dir ki òoş óÀl (5928) Mihirde DÀye birle tÀbi‘ oldı / O matbÿ‘ olması çün şÀyi‘ oldı (2252)

Fikirdezülf ü boynı ôulmet ü nÿr / Birisi kÀfir anuñ biri kÀfÿr (3830) Niceler yandılar tÀb-ı ciğerden /Zehirleriçdiler Àb-ı ciğerden (4288)

Türkçe kelimlerle tamlama yapmak, bunları eserde kullanmak yine sanatçıya ait başka bir dil ve üslup özelliği olarak karşımıza çıkmaktadır:

Bu güftÀrı çün ortancı işitdi / KenÀra úaãd idüp‘azm-ı işitdi (3054) VeyÀòÿd her birisancÀà-i İslÀm / ŞehÀdet barmaàı ìmÀnı i‘lÀm (3484)

Eski Türkçede söylemek, rivayet etmek anlamlarında kullanılan “Ay-“ (aydur, eydür)fiili mesnevide aynen korunmuştur:

RikÀbın ùutdı indürdi o şÀhı / Gören bu mÀhıeydürmÀha mÀhı (560) Vezìreydürki dinleñ hasb-i óÀli / Ki tÀ fehm idesiz bu kìl ü úÀli (1334)

Mesnevide “Soğuk” ve “ısı” sözcükleri eski kullanımlarıyla dikkat çeker. “Issı” sözcüğünde aynı zamanda ikizleşmenin olduğunu görmekteyiz:

äovuk issibir oldı dilde derdüm / Ki şÀhid eşk-i germ u Àh-ı gerdüm (4036) Eski Türkiye Türkçesinin bir özelliği olan ötümlüleşme mesnevide de dikkat çeker. Özellikle kelime başlarıda kullanılan sert ünsüzlerden “p” ve “t” sesi buna örnek gösterilebilir:

Ùurup ãÀúì oturdı çünki çengi / Çalar herbarmaàı evtÀr u çengi (4134) Çü ùoldı baóre ol seyyÀó u àavvÀã / Çıúardı nicedürlügevher-i òÀã (2117) KemÀlin bulabişmişmihr-i evvel / Düşer úurã-ı úamer ãoñra mu‘aùùal

Eski Anadolu Türkçesinde görülen sızıcılaşma hadisesinin örnekleri de mesnevide görülebilmektedir. “ú” ve “ò” değişimi buna örnek olarak gösterilebilir (Şahin, 2003: 43)

Çün sen yanumdasın yanumdaúoròu/ Olupúoròuyıladil niceúoròu(4330) Bunı dirken irer çeşmineuyòu/ Ki bì-òˇab idi bir úaç gün o meh-rÿ (4957) Mesnevide kullanılan kiplere bakıldığında dikkati çeken bazı hususlar mevcuttur. Gelecek zaman eki olarak, “-IsAr” kullanımı bunlardan biridir:

RevÀn olduàı vaútin tende cÀnum /OlısarÀşikÀre her nihÀnum (1274) Úafesden murà-ı rÿóuñ ura pervÀz /OlısarÀşinÀlar birle dem-sÀz (2808)

Eski Anadolu Türkçesinin bir özelliği olarak öğrenilen geçmiş zaman kipi için “-UpdUr” ekinin kullanımı görülmektedir:

Saña ‘Àşıúolupdur cÀn u dilden / Degüldür ãanma ‘aşúı Àb u gilden (2907) Nice fÀżıl olup şi‘ rile meşhÿr /Úalupduradları şi‘r ile meõkÿr (1151) ÙırÀz-ı çaròa aùlas mÀh u òurşìd /İdüpdür kim ile iúbÀl ü te‘yìd (86)

Mesnevide edatların kullanımında ciddi bir farklılık yoktur. Ancak “ile/birle” edatının kullanımı Eski Anadolu Türkçesi özelliklerine göredir:

Saúın àayrüñ úanadıbirleuçma / Çün oú her serv-úÀmet yÀri úuçma (1303) Ne yüzbirlevaram iòvÀnuma ben / Geçersem varayım biñ cÀn u serden (1365) Zarf-fiil (gerundium) kullanımında yine Eski Anadolu Türkçesine ait kullanımların olduğunu görmekteyiz. Bunlardan bazıları aşağıdaki gibidir:

Ki MevlÀ ismi ‘abde õikr u tesbìó /Olıcaúúanúı aómaú ide taúbìó (3996) Dilüm zülfüñ kemendiidelibend / Olupdur rişte-i cÀn aña peyvend

Yapım eklerine bakıldığında fonetik ve morfoloji bakımından henüz bir netliğin olmadığını, düzlük-yuvarlaklık uyumuna dikkat edilmediğini görmekteyiz:

Úılıç günyüzlübir maóbÿb-ı devrÀn / Gören kÀfir olur anı MüselmÀn (936) Didi ya Rab görem mi hìç ol ayı / Úarındaşum güneşyüzliVefÀyı (5705) O şÀdìye bu ‘aúl u fehm irmez / Demek ister ki anı dörtgözligörmez (5902) Mesnevide bir üslup özelliği olarak atasözü ve deyim kullanımı oldukça yaygındır. İktibaslarda âyet ve hadisler kadar atasözleri ve deyimlerin de kullanıldığını görmekteyiz:

İrişdiler anuñçün süre mesrÿr / Degül BaàdÀd ‘Àşıú olana dÿr(6032) Gören düşnÀm-ı la‘lin dir vefÀsız / Meåeldür gerçi bal olmaz belÀsız(6247) Çü baóre köpri yapılmaz meåeldür / Deñiz óibri dimek fülke maóaldür(2161) İdilmiş olmamak key nÀ-maóaldür / Ölen ardınca ölmüş yoú meåeldür(2919) Hâşimî’de zaman zaman orijinal anlatımlar dikkat çeker. Bu anlatımlarda nazma ve ifadeye değer verdiğinin nişanesidir:

Görüñ Rÿm içre kimdür naôma úÀdir / Ki istiôhÀrı her dem ola óÀżır (1175) Bu ma‘dÿd olan ebyÀt-ı dime çoú / Olınca himmet olur nice yoú çoú(1176) Klasik şiirde harflerden yararlanarak sembolik ifadeler kullanmak, harflerin şekil özelliklerinden yola çıkarak çeşitli teşbihlerde bulunmak bir üslup özelliğidir. Mesnevide bu tür kullanıma da rastlıyoruz:

Saçını gördi baş egdi aña cìm / DehÀne halúa úıldı úaddin mìm(6261) Elif úaddiyle mìm olsa hem-dem / Olurdı derd-i ‘aşúı ‘Àşıúa em(6273)

Mesnevide ahenkli söyleyiş için kafiye ve redif kullanımı önemsenmiştir. Özellikle cinas kullanımı en belirgin özelliklerinden biridir. Sanatçı mesnevide hemen her kafiye çeşidini kullanır:

Ölüm sözini ùabl-ı a‘lÀ vü dÿnuñ / Úoyar êarb-ı kulaàına ‘adÿnuñ(1807) Atıldı òarbeler çün irdi cenge / Ki baş cÀn almaàiçün girdi cenge(1839) Úalan zen ùoàrı sancÀú üzre ir tìz / ‘Adÿ úalbine gir çün tìr-i ser-tìz(2022) Çıúardı şeh úodı pìşindedìnÀr/ Saúın dime aña dìnÀredi nÀr

Bazen sadece redifin kullanıldığını kafiyeye yer verilmediğini de görmekteyiz. Bu durum oldukça ilginç bir tercih olarak karşımıza çıkmaktadır:

Meåeldür el benüm dÀmen senüñçün / Ne iderseñ åevÀb ola senünçüñ(3671) İşitdi çün VefÀnuñ geldügin ol / Göge irgürdü gÿyÀ geldügin ol(5186)

Hâşimî, Nevâî’yi örnek aldığını, ondan etkilendiğini, onun büyük bir üstad olduğunu söyler. Ona göre Nevâî, sözün sancaktarı, şiirin öncüsü, kelam meydanının kahramanıdır:

ÒuãÿãÀ ehl-i naôm içre o server / Dime server di mìr-i heft-kişver(689) Odur dÀnişveri sulùÀn-ı ÀfÀú / Diken evvel süòÀn sözine sancaú(690)

Hâşimî, nükte sahibi, şiir konusunda yetenekli olduğunu ifade eder. Şiir sahasında söz sahibi olmak kolay değildir. Sanatına ve eserine güvenen şair, aşağıdaki beyitlerde bir bakıma kendi fahriyesini söyler:

Ki bu pìr ol óakìm-i nüktedÀndır / A’yÀn itdük ki çoú ãÀóib-beyÀndur(6027) CihÀn eårÀrına bulmuş vuúÿf ol / Ki üstÀd-ı VefÀdur feylesof ol(6028)

1.3. Anlatım Teknikleri

1.3.1. Anlatma-Gösterme Teknikleri

Daha çok klasik anlatılarda geçerli olan anlatma (diegesis) tekniğinde yazar- anlatıcının varlığı çok nettir. Gerektiğinde araya girer, yorum ve değerlendirmeler yapar, nasihat verir, soru sorar, hitap eder, anlatı kişilerini yargılar. Bu teknikte anlatıcı taraflıdır. Anlatıda olan biten her şey birisi tarafından aktarılır (Çetin, 2003: 139).

Mihr ü Vefâ msnevisinde ağırlıklı olarak kullanılan yöntem, anlatma esasına dayanan yazar-anlatıcı tekniğidir. Bir bakıma devir itibariyle bir vak’ayı hikâye etmeden başvurulan temel teknik kullanılmıştır. Her anlatım tekniğine ait bir anlatıcının varlığı bir mecburiyet olduğuna göre, mesnevide de anlatma tekniğine uygun bir anlatıcının konumlandırıldığını görmekteyiz.

Klasik metinlerde çoğunlukla anlatıcı ön plandadır. Bu anlatılarda anlatıcı, hikâyeyi nakleden bir konumdadır. Roman sanatı, anlatmaya dayalı bir sanattır. Anlatma ve gösterme tekniği, olaya bağlı metinlerde en çok kullanılan tekniklerden biridir (Tekin, 2001: 197).

Mesnevide okura yönelik algıları yönlendiren bir anlatıcının varlığından bahsedebiliriz. Özellikle Vefâ’nın arzusuna ortak olan rakipler söz konusu olduğunda bunu çok daha net görebilmekteyiz:

Çü evvel çeşmin açdı Zengì-i dÿn / äanasın hey‘et içre kelb-i gerdÿn

Çü Mihri bulmadı itdi feryÀd / Dir idi fikr-i ôulmın eyleyüp dÀd(5071-5072) Gösterme tekniğinde yazar – anlatıcı, olabildiğince görünmemeye, kendini belli etmemeye, arka planda kalmaya çalışır. Bu teknikte şahıs kadrosundaki kişiler, konuşma ve eylemleri itibariyle doğal süreç içinde verilirler. Kişiler, anlatıcının kenara çekilmesiyle tamamen serbest bırakılır. Anlatıcı, okuyucu ile anlatı arasından çekilir, silikleşir (Çetin, 2003: 140-142).

Gösterme tekniği, hem olay halkalarının birbiriyle uyumu, hem de yazarın kurguya gerçeklik kazandırması bakımından önemlidir. Anlatma tekniği ile beraber

kullanılan sahneleme özelliğinin başarısı, anlatıcının yeteneğine bağlıdır. Yazar- anlatıcının aradan çekilmesi demek, okuyucu ile olay kahramanlarının başbaşa kalması demektir. Okuyucu, bu tekniğin kullanıldığı yerlerde kahramanlarla doğrudan iletişim kurar. Bu bağlamda okuyucu, daha bağımsız ve objektif olarak olay akışına katılabilir.

Taymus -Vefâ’nın babası- hasta yatağında iken Vefâ’yı çağırır ve ona nasihat eder. Bu nasihat, bir bakıma oğlunun geleceğini gören bir babanın son nasihatidir. Burada yazar-anlatıcı aradan çekilir. Sahneyi olduğu gibi müşahede ederiz:

VefÀya didi kim ey úurretü‘l-‘ayn /Yavuz gözden saña irişmesin şeyn Uçar gözde òayÀl-i çeşmi mestüñ / Düşerseñ ayaàa kim ùuùa destüñ Ne idüp neyleyem bì-çÀre düşdüñ / áarìb u bì-kes ü ÀvÀre düşdüñ Çekersen àurbet içre ger meãÀyib / áarìb olan başuñ göre àarÀyib

Gözüñe şimdi ‘Àlem bir ùabaúdur / O dem dünyÀ göresin úaç bucaúdur (1286- 1290)

Anlatmaya bağlı eserlerde genel olarak okuyucu olayları ikinci veya üçüncü ağızdan öğrenir. Birinci ağızdan öğrenme imkânı pek olmaz. Gösterme tekniğinde okuyucu bu imkânı yakalar. Gösterme tekniğinde yazar okurla eser arasından çekilerek onları başbaşa bırakır. Böylelikle hem tekdüze anlatım ortadan kalkar hem de okuyucu duygu yoğunluğunu daha rahat hissetmiş olur. Edebî anlatımlarda esas olan özelliklerden biri de budur.

1.3.2. Tasvir Tekniği

Tasvir tekniği, klasik anlatılarda en çok başvurulan yöntemlerden biridir. Olayın mekâna aksedildiği zamanlarda zorunlu olarak anlatıcı tasvir tekniğine başvurur. Olayda yer alan kişi ve eşyanın görünür olması için tasvire ihtiyaç vardır.

Roman, en basit tanımıyla bir olayı; kişi, çevre ve zaman göstererek anlatma sanatıdır. Romancı sanatını gerçekleştirirken gerçek dünyaya öykünür ve okuyucusuna küçük bir dünya sunmaya çalışır. Amaç anlattıklarına gerekçe hazırlamak, okuyucusunu kendi yarattığı atmosfere çekebilmektir. Temel niteliği itibariyle anlatma, somutlaştırma

olan tasvir, romancının kendi rengini canlandırma fırsatı bulduğu anlatma tekniğidir (Tekin, 2001: 199).

Mesnevide mekân tanıtımları ve mekânın olayla ilgisinin kurulduğu yerlerde anlatıcının sıkça başvurduğu tekniklerden biri tasvirdir. Her ne kadar şiir diline uygun olarak abartılı da olsa tasvirlerin olayı gerçeğe yaklaştırmada rolü vardır. Mihr’in Sahire tarafından kaçırıldıktan sonra gözlerini açtığı Mağrib Sarayı tasviri bu bakımdan dikkat çekicidir:

Müzeyyen her cevÀnib sìm ü zerden / Ùaşı yÀúÿt u rummÀnì güherden(3006) Uluvv-ı úadrile eflÀke hem-ser / İki úandìl mihr u mÀh-ı enver

KevÀkibveş úanÀdìl anda bì-óad / Kebìr iki ãaàÀyir lìk bì-‘ad(3001-3002) Tasvir, romanın kurmaca dünyasında yer alan kişi, zaman, olay, mekân gibi unsurları sanatın sağladığı imkânlardan yararlanarak görünür kılmaktır. Tasvir etmek, bir şeyi, olduğu gibi anlatmak, çizmek değildir. Anlatıcı, tasvir yaparken gerçeğe en yakın olacak bir tarzda bunu yapmaya gayret eder. Bu bağlamda tasvir, anlatıma daha lirik ve estetik bir değer katar:

Berì cÀnibde daòi òayl-i leşker / Aúup ol baóre ùolmış seyl-i leşker

Ne leşker gÿyìyÀ deryÀ-yı Àhen / äanasın mevcdür miàferle cevşen(1780-1781) Yukarıdaki beyitlerde olduğu gibi mesnevide anlatıcı tasviri yaparken estetik değeri dikkate alır. Alelade, sıradan, bayağı tasvirler yerine estetik boyut taşıyan tasvirlerin tercih edildiğini görmekteyiz.

Tasvir bir anlamda anlatının tamamlayıcı unsurudur. Tiyatro için dekor ne ise, tahkiyeli bir eser için de tasvir odur (Tekin, 2001: 207).

Mesnevide özellikle Mihr’in tanıtıldığı bölümlerde portre çizme mantığı ile hareket edilerek tasvirin derinlik kazandığını görürüz. Mihr’in güzelliği, teşbih ve tasvirle sunulmaya çalışılır:

Cebìni levh-i Úÿr’Àn-ı mu‘aôôam / CemÀli devr-i şi‘riyle mükerrem Getürmiş bürúa‘ını ol dil-efrÿz / Yüzi aú alnı açuúdur şeb u rÿz Çekilmiş ãanki rÀh-ı keh-keşÀndur / KevÀkib anda bì-nÀm u nişÀndur Ki zìrÀ cebhe-i bì-óÀldur bu / Yazılmış noúùasuz òoş óÀldur bu

Yüzinüñ mÀhı üzre alnı òurşìd / CemÀlin görse óayrÀn ola nÀhìd(1422-1426) Mesnevilerin süslü bir üslubu vardır. Duygu ve hayaller yoğundur. Çoğunlukla mübalağalara dayalı tasvirler yapılır (Çetin, 2003: 64). Zengi kalesi ile ilgili tasvirlere bakıldığında abartıyı rahatlıkla görebiliriz:

Varidi ol ùaàuñ üstinde úal‘a / Getürmişdi yaúup dünyÀ-yı úal‘a O deñlü úadr ile irmiş a‘lÀya / äanasın nerdübÀn-ı ‘arş-ı pÀya Yapusı ol óiãÀruñ şöyle a‘lÀ / BelÀ üzre belÀdur şöyle bÀlÀ

Yedi burc ile ãan kim burc-ı eflÀk / Nuhÿset necmi her Zengì-i nÀ-pÀk

Ya ãan kim kÿh-ı ÚÀf ol kÿh-ı vÀlÀ / Felekdür úal‘a kim úadri mu‘allÀ (4404- 4408)

Tasvirî anlatım tarzı, okuyan veya dinleyenleri etkileyen, onlara verilmek istenen mesajı etkili bir dille veren, öğretici bir metottur (Şentürk, 2002: 22)

Tasvir tekniğinde önemli olan gözlem ve ifadedir. Mekân veya kişilere ait özellikleri tablolaştırmak, soyut olanı somutlaştırmak anlatıcının yeteneğine bağlıdır. Betimleme, duygu ile sözün aynı düzlemde buluşmasıdır. Çizilen tabloların gerçekliği oranında anlatımın okuyucu muhayyilesinde canlanma olanağı vardır. Bu nedenle tasvir anlatımın bir parçası olarak bilinçli bir tavrın ifade bulmasıdır. Vefâ’nın Mihr’e kavuşmak üzere çıktığı yolda karşılaştığı zorluklar anlatılırken dağ ve çöl manzaraları onun psikolojik durumuna göre betimlenir:

Ne gördi gördi bir kÿh-ı ser-efrÀz / Ki geçmez itse yüz yıl murà pervÀz Daòi gördi bu bir ãaórÀ vü yÀzı / Bilinmez nice günlükdür dırÀzı

Tasvir etmek, bir şeyi “olduğu gibi” anlatmak demek değildir. Esasen bir şeyi “olduğu gibi” anlatmak mümkün olamaz. Anlatıcı, tasviri, tasvir edeceği şeyin karakteristik özelliklerini dikkate alarak gerçekleştirir ve çizdiği, anlattığı şeyi “gerçekmiş gibi” hissettirmeye çalışır.

Sanatçı, gerçeğin değil, görünenin benzetmecisidir (Ayvazoğlu, 2014: 13). Betimleme, gerçeğe uygun olarak yapılır; ancak gerçeğin kendisi değildir. Betimleme kurgudaki aslî yapıya yardımcı bir fondur.

1.3.3. Özetleme Tekniği

Mesnevi gibi klasik anlatılarda anlatıcı, eserin başında hemen her unsur için gerekli açıklamalarda bulunur, okuyucuyu merakta bırakmaz. Özetleme tekniğinde anlatıcı, gereksiz ve uzun açıklamaları bir tarafa bırakarak o an söylenmesi gerekeni kısa ve kestirmeden söyler. Bu tarz anlatım, eski tahkiyeli eserlerde sıkça kullanılmıştır.

Özet anlatı (summary narrative), olayları ayrıntılarıyla değil; ana hatlarıyla sergileme tekniğidir. Bu teknikle anlatıcı, önemli olayların geçmediği zaman dilimlerini ve gereksiz ayrıntıyı atlar (Çetin, 2003: 143).

Mihr ü Vefâ mesnevisinde Hâşimî, olay halkaları arasındaki bağlantıları sağlarken zaman zaman özetleme tekniğine başvurur. Daha çok sözün gereksiz uzatılmaması gerektiğini düşündüğü bölümlerde kullanır:

TamÀm it HÀşimì bu nuãó ile pend / Kimine fetó-i bÀb ü kimine bend

Görelüm nice oldı óÀl-i úıããa / Ki vardur çoú kişiye bunda hiããe(3110-3111) Özetleme tekniğinde yazar, vak’a zincirinde aksamaya yol açacak ayrıntıları, teferruatı rahatlıkla atlayabilir. Aşağıdaki beyitlerde Mihr’in tahta çıkışı ile ilgili kısım anlatılırken vak’a zincirinde merak edilen âşıklar söz konusu olduğundan konuyu bu teknikle toparlamaktadır:

Çü şahlıú óÀleti Mihre muúarrer / Olundı olmasın úıããa mükerrer

Gör imdi nice oldı óÀl-i ‘uşşÀú / Ki anlardan pür-ÀvÀz oldı ÀfÀú(5067-5068) Hâşimî, özetleme tekniğine sık sık başvurur. Mesnevideki şahıs kadrosunun geniş olması ve olay halkalarının birbiriyle bağlantılarında sorun yaşandığını hissettiği yerlerde özetleme tekniğini kullanır:

Çü anlar gitdi úıããa aña yitdi / Görelüm ol iki şeh-zÀde n’itdi(5686)

Mihr ile Vefâ’nın ilk karşılaştıkları sahnede Vefâ kendini tanıtırken sözün uzayacağını anlar ve merak ettiği Mihr’i bir an önce tanımak için kısa yoldan ve genel bir ifade ile hayatının cevr ü cefa olduğunu; dert ve bela ile dolu olduğunu anlatır:

Benüm úıããam úamu derd u belÀdur / Başından ayaàa cevr ü cefÀdur(2309) Özetleme tekniği, anlatıcı için vazgeçilmez bir yötemdir. Zira anlatıda her unsuru bütün detayılı anlatmak mümkün olmaz. Bu sebeple vak’a zincirinde zaman zaman başvurulan toparlayıcı bir tekniktir.

1.3.4. Geriye Dönüş Tekniği

Roman, zaman bakımından geçmiş, şimdi ve geleceğe açık bir türdür. Roman sanatında geçerli olan zaman “şimdi”dir. Her şey bu “şimdi” içinde kurgulanır. Ancak anlatıcı, zamanda geri giderek anlatıya sahihlik kazandırır (Tekin, 2001: 233).

Geriye dönüş tekniği, anlatıda bir olay veya bir kahraman hakkında okuyucuyu aydınlatmak gerektiğinde başvurulması gereken tekniklerden biridir. Merakta bırakılmış, ayrıntıya girilmemiş yerlerde devreye giren yöntemdir.

Vak’a zincirinde anlatıcı bölümler arası geçişkenliği sağlarken bu metottan faydalanmıştır. Klasik anlatılarda anlatıcılar, kahramanların yaşadıkları macerayı bazen bir birine paralel iki eşit vak’a gibi verirler. Macerayı sürükleyen ikili kahramanların başından geçenler anlatılırken geriye dönüş tekniğinden yararlalanılır.

Mihr’in Şah-ı Mağrib sarayına götürülmesinden sonra Vefâ’nın ölüm kalım arasındaki hali olduğu gibi ertelenir. Anlatıda uzun uzun Mihr’in buradaki durumu, Şah- ı Mağrib’in ona kavuşma arzusu anlatılır. Daha sonra Vefâ’ya dönüldüğünü görürüz:

Úoyalum Mihri Àh u çeşmi medhÿş / İdüp ol kelbe virsün òˇab-ı òargÿş Ne eyler yÀriçün gör şeh VefÀyı / Çeküp aàyÀrdan cevr ü cefÀyı(4511-4512) Mesnevide yukarıdaki anlatıma benzer bir şekilde sıkça geriye dönüş tekniğinden yararlanıldığını söylebiliriz. Hâşimî, anlatımı çeşitlendirmek ve monotonluğu kırmak üzere hem bakış açısından hem de farklı anlatım tekniklerinden

Benzer Belgeler