• Sonuç bulunamadı

Merih Bey, gözlüklerini çıkarıp bir kağıt mendili gözünün al-

al-tındaki torbalanmalara ve şişkin göz kapaklarına bastırdıktan son-ra, ufak tefek, kel kafalı adama;

"Buyrun Tahir Bey" der, "görüntüleri yöneteceğinize göre si-zinle yer değiştirelim."

Tahir Bey, Merih Bey'den boşalan, masanın ardındaki döner

koltuğa geçer. Bilgisayarda bir yerleri tıklar. Merih Bey de onun

oturduğu koltuğa, Deniz' in karşısına geçmiştir. Karşı duvardaki ekranda, Deniz' in fotoğrafı ve künyesi belirir. Merih Bey;

"Koltuğunuzu şöyle çevirelim, Deniz Bey" der, "ekranı rahatça görebilmeniz için ... " Koltuğunu çevirmesi için Deniz'e yardım

eder. Şimdi, Deniz'in koltuğuyla Merih Bey' in koltuğu neredeyse yan yanadır.

"Eveeet, sanırım fotoğraf size ait. Burada biraz daha genç gö-rünüyorsunuz. Künyede bir hata?"

Deniz'den ses çıkmayınca;

"Demek künye de tamam" der Merih Bey; "şimdi şöyle eskilere

doğru gidelim bakalım, Tahir Bey. .. "

Tahir bey; tıklar.

Orta yaşlı bir adamın fotoğrafı görünür ekranda. Fotoğrafın

al-tında "Selçuk Elverdi" adı okunmaktadır.

"Rahmetli babanız ... Geçelim ... "

Yeni bir görüntü. Karlı bir havada, muhtemelen okulun bahçe-sinde el sallayan temel okul öğrencilerinin fotoğrafı. Kırmızı bir ok, öğrencilerden birini işaret etmektedir.

"Soldan üçüncü sizsiniz, öyle değil mi? .. Geçelim ... "

Bir başka görüntü. Bu fotoğrafın bir mitingde çekilmiş olması

muhtemeldir. Merih Bey şöyle der:

"Ha, aklıma gelmişken sorabilir miyim? Baba adınız Elverdi

ol-duğu halde, yirmili yaşlarınıza gelince neden mahkeme kanalıyla değiştirip İnal yaptınız? .. "

"İnsanın akrabalarını seçmesi mümkün değil, ne yazık ki, ama

soyadını değiştirmek yasal hakkı..."

''Aaa ... Elbette, değiştiremezsiniz demedim ki, desem de bir

yararı yok zaten. Yasal hakkınızı kullanıp değiştirmişsiniz. Ben sa-dece neden değiştirdiğinizi sormuştum. Yanıtlamak istemeyebi-lirsiniz elbette."

"Söyledim ya, birtakım akrabalarımın geçmişte, çok eskilerde

yaptıkları birtakım şeylerden hoşnutsuzdum. Daha açıkçasını

söyleyeyim ... Devrimcileri ipe gönderen Ali Elverdi isimli kişi

ba-bamın büyük amcası olurmuş ... "

"Yani? .. "

"Yani ... bir cellatla aynı soyadım taşımak istemedim ... "

Sessizlik. Merih Bey, kaleminin düğmesine çık çık basıp durur.

Sonra;

"Evet, anlaşıldı" der, "yani geçmişte idam edilen devrimcilerle fikir ortaklığınız olduğunu kabul ediyorsunuz ... "

"Bakın, o zamanın devrimcileriyle fikri ortaklığım olmasaydı

da babamın büyük a,mcasının eyleminden hoşlanmaz, soyadımı değiştirirdim. Ama sizi ilgilendiren bölümünü netleştireyim. O dönemin devrimcilerine büyük saygı duyarım. Fikirlerinin ne

ka-darına katılırım, o ayrı bir sorundur."

''Anlıyorum efendim" der Merih Bey, "şu anda zaten herhangi bir kayıtta bulunmuyoruz. Lütfen rahat olun, gördüğüm kadarıyla

zaten rahatsınız ve fikirlerinizi gizlemek gibi bir kaygınız yok. Bu

açıklığınız için size teşekkür ederim ... "

"Teşekkür etmenize gerek yok. Fikirlerimi hiçbir zaman ve

hiçbir koşulda saklamam. Yani bunu size yapılmış bir iyilik olarak değerlendirmeyin

lütfen ... "

''Anladım ... Peki, bu görüntü sanırım lise sıralarındayken yer

aldığınız bir gösteriyle ilgili. Elinizde tuttuğunuz nedir öyle, sopa

mı?"

"Evet sopa, ama pankart sopası ... Daha doğrusu bir flamanın sapı, gördüğünüz gibi ... "

"Eveeeet... öyle ya ... Hay allah ... Ne yürüyüşü olduğunu anım-sıyor musunuz, yoksa biz anımsatalım mı?"

"Ü zerinden neredeyse on yıl geçmiş ... Tam anımsayamıyo­

rum ... Ama sanırım Birleşmiş Milletler' in Endonezya'yı işgalini

protesto eden bir yürüyüştü ... "

"Karşıydınız yani? .. "

"Neye?"

"Birleşmiş Milletler Barış Gücü' nün müdahalesine ... "

"Elbette karşıydım ... Siz değil miydiniz?"

"Beni bırakın şimdi. Sizsiniz konumuz. Geçelim Tahir Bey. .. "

Tahir Bey tıklar. Bir gün önce, 8. Bölge meydanındaki olaya

ilişkin, Merih Bey' in sabah valiye gösterdiği görüntüdür ekranda-ki.

"Evet efendim ... Şimdi geçmişi bırakıp günümüze geliyoruz.

Dün akşamki olaylardan bir görüntü. Siz neredesiniz dersiniz? ..

Kendinizi tanıyabildiniz mi?"

"Ben olaylar sırasında meydanda değildim ... "

Merih Bey'in sesi, an be an daha sinik, daha alaycı bir hal

al-maktadır:

"Öyle miiii? Neredeydiniz acaba? Alibi yapabilir misiniz? Yani olaylar sırasında başka yerde olduğunuzu tanıklarla kanıtlayabilir

misiniz, Deniz Bey?"

Deniz, saatine bakar:

"Bu mümkün değil. Dün akşama kadar evde yalnızdım. Tek

başıma kitap okudum."

"Hay allah, ne aksilik ... Peki ne yapacağız şimdi?"

Sessizlik. Merih Bey kalemiyle çıt çıt oynar yeniden.

"Tahir bey, görüntüyü biraz daha netleştirmemiz mümkün ..

,,,

mu.

"Netleştirmem mümkün değil, amirim ... Ama biraz daha

yak-laştırabilirim isterseniz."

Görüntü biraz daha yaklaşır. Ama bulanıklık daha da artmıştır.

"Deniz Bey. .. Gördüğünüz gibi, burada eli tabancalı bir şahıs

var. Büyük olasılıkla güvenlik görevlilerimizi şehit eden kişi bu.

Tabancayı görüyorsunuz değil mi? Bu şahsın siz olduğunu farzet-sem ... "

Deniz güler:

"Ben de siz olduğunu farz etsem ... "

Gülerek ayağa kalkar Merih Bey, odada bir iki dolaştıktan son-ra görüntünün yanına gelir.

"Çok şakacısınız, Deniz Bey. .. Ne var ki, benim de, Tahir Be-y' in de kendimizi aklamamız çok kolay. Buradaki kişinin ne benim gibi, arkadan bağlanmış saçları var, ne de af edersiniz, Tahir bey gi-bi kel. Yani, burada bulunan üç kişiden en çok size benziyor ... "

"Siz de çok şakacısınız ... O zaman dışardan birkaç görevli daha

çağıralım da buraya, ben de suçlanmaktan kurtulayım ... Belki, ye-ni gelenlerle, fotoğraftaki bu tanınması mümkün olmayan kişinin arasında daha fazla benzerlik buluruz."

"Harika ... Harika ... Mantığınıza hayranım, .. Valla sizinle iyi bir team oluşturacağız, Deniz Bey. Zaten ben hep söylerim. Araştır­

macıyla sanık, birbirinin rakibi değil, tamamlayıcısı olmalı, bir

ta-kım ruhuyla çalışmalılar diye. Nasıl da buluyorsunuz benim

açık-!arımı. .. Haklısınız, bu yolla hiçbir şey kanıtlanamaz, fotoğraftaki kişi de zaten tanınmayacak kadar bulanık çıkmış. Bu uydu tekniği ne yazık ki hala çok geri... Peki, bunu bırakalım. Şimdi gelelim ye-niden size. Demek akşama kadar kitap okudunuz. Sonra ne oldu?"

"Sonra?"

Merih Bey ayakta dolaşıp durmaktadır.

"Evet sonra. Toplantıda bulunduğunuzdan haberdarız. Eh biz de armut toplamıyoruz. Milisleriniz bizi bölgeye sokmadıklarını

sansalar da, gözümüz, kulağımız her yerde mevcut..."

"Bir şeyler atıştırdım ve toplantıya gittim."

"İyi ama, hiçbir yere çıkmadım demiştiniz ... Nasıl haberdar ol-dunuz toplantıdan? Ruhlar haber verdi? .. Esprilerim sizi kız­

dırmıyor değil mi?"

"Bir arkadaşım haber verdi."

"Onca yolu teperek mi?"

"Hayır, görtelle ... "

"Kim olduğunu sorabilir miyim?"

"Sorabilirsiniz ... "

"Kim?"

"Sanırım söylemek zorunda değilim. Ayrıca kendi olanakları­

nızla bunu saptamanız çok kolay. Görtelin aranan numaralarına baktığınız zaman ... Ne konuştuğumuzu da ... "

"Çok zeki ve esprili bir insansınız, Deniz Bey. Okul arkadaşla­

rınız da aynı kanıda zaten. Her neyse, gösterdiğiniz yol için teşek­

kürler, ama biz bunu zaten saptamıştık. Bir de sizden duyalım de-dik, ama olmadı. .. "

"Üzgünüm .. Güvenlik kuvvetlerine yardımcı olmak gibi etik bir ilkem yok. Tam tersine ... "

''Arkadaşınız Ali Usta, sizi aradı ve böyle böyle, gel dedi,

kayıt-lar bizde var ... "

"Evet."

"Gittiniz ... "

"Evet. Sizdeki kayıtlar da benim olay yerinde olmadığımı gös-teriyor, öyle değil mi?"

''Ama bu bir aldatmaca olabilir. Olay yerinde olursunuz, sonra da arkadaşınıza telefon ettirirsiniz. Çok basit bir hile."

"Sizin akıl yürütmeleriniz karşısında yapabileceğim hiçbir şey

yok. .. "

"Sefo'yu tanır mısınız?" diye ani bir soru.

"Tanımam" diye kısa bir yanıt.

"Yanıtınızın bu olacağını bile bile sordum ... Peki, akşamki

top-lantıdan sonra evinize döndünüz?"

"Evet, kapıda Pelin'le karşılaştım."

"Pelin Hanım yerine bir başka bayanı bekliyordunuz oysa, öyle

değil mi?"

"Yooo ... "

"Hadi canım, evinize sık sık uğrayan bir başka bayanı. .. Adını

sorsam şimdi, nasıl olsa söylemezsiniz ... Peki şunu sorsam ...

Dö-nüşte okula uğramak hiç aklınıza gelmedi mi?"

"Gece vakti mi?"

"Olur a, belki bir şey almanız gerekmiştir ya da bir şey bırak­

manız."

"Hayır, uğramadım. Doğrudan eve geldim."

"Pekiii, o zaman kritik noktaya geldik demektir ... "

Merih Bey masasına gidip, çekmeceyi açar, bir kutu çıkarır.

Kutuyu sehpaya, Deniz'in önüne yavaşça bırakır. Ayakta öylece, bir kutuya, bir Deniz'e bakar. Sonra kapağı açar. Kutunun içinde bir tabanca vardır.

"Evet, kritik soru şu, Deniz Bey: Okula hiç uğramadığınıza gö-re, bu gece Kaypakkaya

Ü

niversitesi'ne yaptığımız baskında oda-nızdaki

çekmecenizde

bulduğumuz

bu silah orada ne

arıyor?

Bu

tabancanın, iki güvenlik görevlimizin katili olduğu ve üzerinde si-zin parmak izlPrinisi-zin bulunduğu yaklaşık iki saat önce ekspertle-rimiz tarafından saptanmış bulunuyor, efendim ... "

111

I3Haziran

Komün belediye bandosu, 8. Bölge

Meydanı'nda,

bir

zaman-ların ünlü popçularından Tarkan'ın, artık klasikleşmiş, "oynama

şıkıdım şıkıdım" parçasını çalmaktadır. Çok sıcak bir gündür.

Sa-bahın erken saatlerinde gözyüzü bulutlu, hava puslu olmasına rağ­

men, saat dokuzdan sonra güneş ışınları adeta bulutların üzerine

saldırıp parça parça etmiş, güneş yeryüzüne tüm ağırlığı ile

çök-müştür.

Yine de

sıcak,

8. Bölge

meydanında bu öğle vakti hatırı

sa-yılır bir kalabalığın toplanmasını önlememiştir. Meydanı çevrele-yen demir parmaklıklara dayanan kalabalık, "Devrim Şehitleri"

anıtının önünde çeşitli parçalar çalan komün belediye bandosunu dinlemektedir. Bazıları, bandoyu daha iyi izlemek için demir

par-maklıkların altından geçerek meydanı doldurmaya başlamışlardır.

Gri renk, bir örnek elbiseler giymiş ve yakalarında, "Komün Gü-venlik Milisi"nin kısaltılmışı olan "KGM" harflerini taşıyan

silah-sız milisler, kalabalıkta hiçbir taşkınlık belirtisi olmadığı halde, insanları göğüslerinden geriye doğru iteklemekte, demir parmak-lıkları

geçmemelerini ihtar etmektedirler. Elbiselerine boya

bu-laşmış, uzun saçlarını arkadan bağlamış yaşlı bir adam milise çıkı­

şır:

"Ne itekliyorsun be oğlum ... ne oluyor?"

"Birazdan Eyalet Valisi gelecek, amca" der genç milis, "Devrim

Şehitleri" anıtının sağ tarafında kurulmuş kürsüyü göstererek,

"parmaklıkların gerisinde durun, emir böyle ... "

"Hoş geldi, sefalar getirdi" der, dudaklarında alaycı bir gülüm-seme dolaşan yaşlı adam, "şimdi mi aklına gelmişiz? .. "

Bir puro yakar, ama parmaklıkların gerisine geçmez.

Parmak-lıkları aşanların gittikçe çoğaldığını gören milisler kalabalığın da-ha fazla ilerlemesini önlemek için el ele tutuşarak barikat oluştu­

rurlar.

Derken, meydanın kürsüye yakın tarafında bir kaynaşma ve

koşuşturma olur. Meydanın caddeyle birleşen üst köşesinden bir-biri ardına gelen üç resmi, siyah limuzindir bu kaynaşmaya yol açan. Öndeki limuzinden sivilgiyiDJ.li dört koruma görevlisi iner.

Korumalar, hızla koşup sırtları ikinci limuzine, yüzleri kalabalığa

dönük olarak beklemeye başlarlar. İkinci limuzinin şoförü inip ar-ka kapıyı açar. İçerden bir bacak uzanır, ancak bacağın sahibi in-mekte zorlanıyor olmalıdır ki, orada bir süre sallanıp durur. Şoför,

içerdekine yardım etme gereği duyarak kolunu uzatır. Eyalet Vali-si Bora Karadağ şoförünün koluna tutunarak kendini dışarı doğru

çeker ve sonunda iki ayağının üzerinde dikelmeyi başarır. Sanki yere düşmüş gibi üstünü silkeleyen vali, oldukça eski moda, tüllü

şapka giymiş bir kadının arabadan inmesini bekledikten sonra ar-kasındaki üçüncü limuzine doğru yürür. Üçüncü arabadan, takım elbiseli iki adam iner. Kendisi de açık füme takım elbise giymiş

olan vali, son arabadan inenlerle el sıkıştıktan sonra, kendisine

doğru ilerleyen yaklaşık on kişilik gruba doğru döner. Grubun en önündeki uzun boylu, bıyıklı, kartal burunlu kişi, yüzünde yaltak-lanmayla ciddiyet karışımı bir ifadeyle valinin önünde durup elini

uzatır:

"Bölgemize hoş geldiniz, sayın Vali'miz ... Een Komün Beledi-yesi Başkanı Zafer Takı."

Sonra, valinin yanındaki kadının elini sıkar:

"Hoş geldiniz hanımefendi ... "

Benzer Belgeler