• Sonuç bulunamadı

A. Şerhu’l-Usûli’l-Hamsede İşlenen Ana Konular

4. el-Menzile beyne’l-menzileteyn

Yaşanan siyasî olayların ve savaşların etkisiyle gündeme gelen ve “iki yer arasında bir yer anlamına gelen” el-menzile beyne’l-menzileteyn ifadesi Mu’tezile mezhebinde “fısk” mertebesini ifade etmektedir. Bu ilke büyük günah işleyen kimsenin mü’min, kâfir ya da münâfık olarak isimlendirilip isimlendirilemeyeceğine dair münakaşalara bağlı olarak gelişmiştir.293 Mu’tezile’den daha önce bu konuda bir grup büyük günah sahibininin küfre düştüğü, bir grup ise imanda devam ettiği görüşünü benimsemişlerdi. Küfre düştüğünü savunan grup Hâriciler, imanda devam ettiğini söyleyen grup ise Mürcie idi.294

El-menzile beyne’l-menzileteyn ilkesi büyük günah işleyen kimsenin durumu ile ilgilidir. Büyük günah işleyen birinin yapmış olduğu bu günah sebebiyle imandan çıkmış olacağı ve küfür bağlamında bir günaha sahip olmadığı için de kâfir olmayacağı, kişinin durumunun iman ve küfür arasında bir noktada bulunacağı manasına gelmektedir. Bu da “fısk mertebesi”olarak tanımlanır.295 Bu kişi için amelin imandan bir cüz sayılması sebebiyle imandan çıktığını söylenir fakat küfre girdiği söylenemez. Çünkü onun kâfir demeye engel kelime-i şehadet veya iyi amelleri bulunur.296 “İki yer arasında bir yer” anlamına gelen el- menzile beyne’l-menzileteynde bulunan kimseye Mu’tezile “fâsık” demektedir. Bu durumdaki kişi şayet ölmeden önce işlemiş olduğu günahlarından tövbe etmezse ebedî olarak cehennemde kalır. Fakat bu kişi kâfir ile aynı konumda olmayacağı için çekeceği azap kâfirlerinkinden daha az olacaktır.297Mu’tezile bu ilkeyle büyük günah sahibinin amelin imandan bir cüz olması ilkesi gereği imandan çıkacağını ileri sürmüştür. Fakat yukarda da belirttiğimiz gibi bu haliyle küfürde de sayılmayacağını benimsemiştir. Bu büyük günah sahibi ölene kadar mü’min sayılır, uygun şekilde tevbe ederse imana dönmüş sayılır, tevbesiz ölürse kâfir sayılır. Yani bir kimse Allah’a peygamberlerine ve kitaplarına iman eder, helali helal kabul edip, haramı haram sayar ve bu şekilde iman etmesine rağmen büyük günah

293 Ünverdi, "Mu’tezile’nin İnanç Sistemi; Usûl-i Hamse/Beş İlke ve Arka Planı", 11.

294Çelebi, “Mu’tezile’nin Klasik İslâm Düşüncesindeki Yeri ve Modern Döneme Etkileri”, 10. 295 Gölcük & Toprak, Kelâm, 46.

296Bakan, “Kadı Abdülcebbâr’a göre Sünnet”, 202.

işlerse, ne mü’min ne de kâfir olur o kişi fâsık olur. O bu günahı sebebiyle imandan çıkmaz, fakat mutlak olarak da imanda değildir.298

Kadı Abdülcebbâr; bu konunun esmâ ve ahkâm hakkında olduğunu 299 belirtmiştir. Bazen “El-esmâ ve’l-ahkâm” başlığında incelenen bu konu genellikle “el-menzile beyne’l- menzileteyn” şeklinde isimlendirilir. Abdülcebbâr; “başka bir deyişle büyük günah sahibin iki

isim arasında bir isim ve iki hüküm arasında bir hüküm konusudur” şeklinde tanımlar. Bu

kimse kâfir de değildir mü’min de değildir, bu kimse fâsıktır görüşünü benimseyen Abdülcebbâr, bu kimseye verilecek olan hükmün ne kâfirin ne de mü’minin hükmüdür, ona ayrı tek bir hüküm verileceğini savunmaktadır. Ayrıca bu kimsenin isimlendirilmesine gelince yine aynı şekilde ne mü’min ne kâfir şeklinde isimlendirileceğini, ancak bu kimsenin fâsık olarak isimlendirileceğini ileri sürmüştür.300 Kadı Abdülcebbâr’ın büyük günah sahibini fâsık olarak isimlendirmesinin sebebi; mükellef kimsenin ya sevap ehlinden olması gerektiğini ya da ceza ehlinden olması gerektiğini belirtmesidir. Sevap hak etmiş kimse ya büyük sevap kazanmış ya da bu seviyenin altında sevap kazanmıştır. Büyük sevabı hak eden ya beşerdir ya da değildir. İnsan dışındaki bu seviyedeki varlığa melek, mukarreb ya da başka isimler verilir. Şayet beşer türünden ise resul, seçilmiş anlamına gelen mustafâ gibi isimler verilir. Daha az sevap hak eden kişilere mü’min, berr ya da bunlara benzer isimler verilir. Cezayı hak edenlere gelince; bunlar da ya büyük ceza hak edenler ya da bu seviyenin altında cezayı hak edenler olarak belirtilir. Büyük cezayı hak eden beşer türünden olsa da olmasa da kâfir ya da müşrik olarak isimlendirilir. Daha az cezayı hak eden kimseler için fâsık, fâcir ya da bunlara benzer isimler kullanılır. Bu açıklamalardan anlamaktayız ki; büyük günah işleyen kimseye mü’min ya da kâfir denmemektedir, ancak o kimse fâsık olarak adlandırılmaktadır. Kâfir diye isimlendirmek; mirasçı olamaz, kendisiyle nikâh geçerli olmaz gibi bazı hükümleri uygulamayı gerekli kılacağı için sözkonusu değildir. Bu durumları hak etmeyen kimseye bu ismi vermek doğru değildir. Bu sebeplerden ötürü büyük günah sahibine fâsık ismi verilir.301

Büyük günah işleyen kimsenin durumu konusunda Hâricîler bu kimsenin kâfir, Mürcie; mü’min, Hasan el-Basrî; münafık olduğunu savunmaktadır. Bu konuda Vâsıl b. Atâ büyük günah sahibinin fâsık olduğunu ortaya koymuştur. Yani bu görüşlerin ortasında bir yerde kalmıştır. Hasan Basrî’ye karşı bu görüşünü el-menzile beyne’l-menzileteyn şeklinde

298 Bozkuş, “Kâdî Abdülcebbâr ve “Tenzîhü’l – Kur’an ani’l – Metâin” adlı eserinin değerlendirmesi”, 369. 299 Abdülcebbâr, Şerhu’l-Usûli’l-Hamse, çev. İlyas Çelebi, 2/621.

300 Abdülcebbâr, Şerhu’l-Usûli’l-Hamse, çev. İlyas Çelebi, 2/621.

301 Abdülcebbâr, Şerhu’l-Usûli’l-Hamse, çev. İlyas Çelebi, 1/227-229. Ayrıca bk.; Ünverdi, "Mu’tezile’nin İnanç Sistemi; Usûl-i Hamse/Beş İlke ve Arka Planı", 14-15.

açıklamıştır.302 El-Menzile beyne’l-menzileteyn ilkesi Mu'tezile'nin ortaya çıkmasında çok büyük rol oynamıştır. Genel olarak orta yolu izleme politikasında olmaları sebebiyle de Mu’tezile mezhebi mensuplarına “Menâziliyye” ismi de verilmektedir.303 Vâsıl b. Atâ’nın el- menzile beyne’l-menzileteyn fikri en başka siyasî olarak ortaya çıksa da zamanla itikadî bir kimlik kazanmıştır.304

el-Menzile beyne’l-menzileteyn konusu kapsamında büyük günah sahibine iman ve küfür dışında bir ismin verilmesi (esmâ), ve bu büyük günah sahibinin kâfir olana veya mü’min kimseye uygulanan hükümler dışında başka hükümlere tabi olması nedeniyle bu mesele “el-esmâ ve’l-ahkâm” olarak isimlendirilmiştir.305

Eserin bu bölümünde Kadı Abdülcebbâr, işlenen büyük günahların sonuçlarına değinmiş, sem’iyyât konusuna geçmiştir. Muhalifleri Mu’tezile mezhebinin kabir azabını reddettiğini ileri sürse de bu bölümde bunun tam tersi olduğu kabirde azap olacağını kabul ettikleri belirtilir ve âhiret hallerinin de gerçek olduğuna değinilir.306

Mu’tezile mezhebi el-menzile beyne’l-menzileteyn ilkesini Kur’ân-ı Kerîm’de geçen orta yollu olmayı emreden ayetlerle307, bu konuyu ihtiva eden Hadis-i Şerîflerle308, orta yollu olmanın güzelliğini anlatan sahabe sözleriyle desteklemekte ve bunları delil getirmektedir.309

Kadı Abdülcebbâr bu ilke için şu açıklamaları yapar: “Büyük günah sahibine

Haricîler gibi kâfir de demeyiz, Mürcie gibi mü’min de demeyiz. Biz zina eden veya başka büyük günah işleyen kimseye fâsık deriz, uzak durulması gerektiğini biliriz. Mü’min gibi övmeyiz ve aynı hükümde kabul etmeyiz, diğer taraftan da kâfir gibi cenaze namazını kılmamazlık etmeyiz, mezarlıklarımıza koymamazlık etmeyiz, o kişi ile evlenmeyi yasaklamayız. Bu ikisi arasında bir yerde olduğunu kabul ederiz.” Ayrıca Kadı Abdülcebbâr

bu ilkenin dini bir konu olduğunu aklî yorumlamayla belirlenecek bir durum olmadığını kabul etmektedir. Bazı iyi işlerin sevabı bazı iyi işlere göre daha çoktur ve bazı kötü işlerin cezası da başka kötü işlere göre daha fazladır. Burada belirleyici olan akıl değildir. Bu, kişinin aklına

302 Abdülcebbâr, Şerhu’l-Usûli’l-Hamse, çev. İlyas Çelebi, 1/35. 303 Çelebi, “Mu’tezile”, 31/396.

304 Aydınlı, “Mu’tezile Ekolü Teşekkülü, İlkeleri ve İslâm Düşüncesine Katkıları”, 41.

305Abdülcebbâr, Şerhu’l-Usûli’l-Hamse, çev. İlyas Çelebi, 2/615. Ayrc bk.; Çelebi, İslâm İnanç Sisteminde Akılcılık ve Kadı Abdulcebbar, 343.

306 Çelebi, “Şerhu’l-Usûi’l-Hamse”, 38/571. 307 el-Fatiha 1/5; el-Bakara 2/137; el-En’am 6/154. 308 “Orta yolu tutun, istikâmetten ayrılmayın.” (Müslim)

bırakılsaydı sadaka vermeyi kelime-i şehâdet getirmekten daha sevap, içki içmeyi onu helal saymaktan daha günah kabul ederdi. Âhirette kazanç elde edenlere bakılınca en çok mükâfatı hak edenler melekler, peygamberlerdir, seviyesi bunlarınkine ulaşamayan mü’minlerdir. Cezayı hak edenlere bakılınca da çok ceza hak edenler kâfir olanlar, onların seviyesinden daha aşağıda olanlar ise fâsık grubundadır. 310

Sonuç olarak Mu’tezile’ye göre “el-menzile beyne’l-menzileteyn” ilkesi ve “va’d ve vaîd” ilkesi; ahlâkî temele dayanmaktadır. Büyük günah işleyen kimsenin iman ve küfür arasında bir yerde olacağı ve şayet tövbe etmezse ebedî cehennemde kalacağı, Allah’ın insanın davranışlarına göre kişiyi ödüllendirmesi ve cezalandırmasının hak olduğu ileri sürülür. Bunun değişmeyeceği, kişiyi daha ahlaklı olmaya ve toplum düzenine daha yararlı birey olmaya yönelteceği kabul edilir.