• Sonuç bulunamadı

MELVİN SEEMAN’A GÖRE YABANCILAŞMA

Melvin Seman modern toplum ya da sanayi toplumu içerisinde işe yabancılaşmanın tipik bir olgu olduğunu söylemektedir. Ona göre ileri kapitalist toplumlarda var olan yapı ve ilişkiler çerçevesinde birey toplum etkileşimi, özellikle bireylerin kendilerini ve toplumu algılamaları alanında önemli sorunlar doğurmaktadır. Tolan'a göre (1981: 126) Seeman, sadece yabancılaşma kavramı üzerinde değil anomi kavramı üzerinde de durmuş bu iki kavramı birleştirme çabası içine girmiştir. Ayrıca yabancılaşma kavramını değer yargısından bağımsız hale getirmeye çalışmıştır. Çünkü o yabancılaşmadan söz etmek için sosyalist olma zorunluluğunun olmadığına inanmaktadır. Melvin Seeman, 1959'da yazdığı 'Yabancılaşmanın Anlamı' adlı makalesinde beş ayrı yabancılaşma kategorisinin olduğunu belirtmiştir. Bunlar:

1) Tecrit Edilme Duygusu (Toplumsal Yalıtım) : Tecrit edilme, toplum tarafından yüksek değer verilen şeylere bireylerin olması gerekenden daha az değer vermelerinden kaynaklanan bir durumdur. Bu durumda kişi yalnızca yasal araçları reddetmekle kalmayıp grubun hedeflerini de reddediyorsa o zaman yalnızlık daha da artmaktadır (Akgün, 1999: 16).

Bireyin toplum içerisindeki bireylerle etkileşim kurabilme olanağını yitirmesi anlamına gelmektedir. Başka bir ifadeyle bireyin toplumdan atıldığı veya soyutlandığı düşüncesiyle başkalarıyla anlamlı ilişki kuramaması halidir. Birey çoğu zaman da bu ilişkiyi kurmaktan çekinmektedir (Minibaş, 1993: 38). Özellikle aydınlar için geçerli olan bu hal, halk kültürünün bireysel beklenti ve yönelimlerle çelişmesini ifade eder (Tolan, 1981: 127). Başka bir ifadeyle bireyin toplumsal değerinden uzaklaşması halidir.

2 ) Kendine Yabancılaşma: Yabancılaşmanın bu boyutu, yabancılaşmanın tüm ayrıntılarını kapsamaktadır. Bireyin şimdiki durumunun, toplumsal şartların uygun olması halinde daha iyi olabileceği ve mevcut durumun kötü olduğuna inanmasından kaynaklanan hali ifade eder. Bir kişinin artık kendini daha fazla işe verememesi, kendini işe katmaması ve kendine bazı düşüncelerden dolayı yabancılaşmasıdır (Bayhan, 1997: 38). Güçsüzlük ve normsuzluk kendine yabancılaşmayı tetikleyen durumlardır.

İnsanın belli bir davranışının geleceğe yönelik beklentileri ile çakışmaması kendi varlığına yabancılaşma ile sonuçlanır. Bireyin kendi yetenek ve özgüçlerini, kendisi dışında yabancı görmesi olarak da tanımlanabilir (Tolan, 1981: 127).Kendine yabancılaşma, kişinin kendi özünden uzaklaşmasıyla kendisine ve eylemlerine nesnel bir biçimde, sanki bir ustanın elinden çıkmış bir nesneye bakar gibi yaklaşmasıyla belirlenen bilinç haline karşılık gelir. Buradan hareketle kendine yabancılaşma kişinin kendi beniyle ya da zihin halleriyle, kendisi arasına duygusal bakımdan mesafe bırakması durumunu, kişinin gerçek beniyle olan içsel temasını yitirdiğini anlamasının sonucu olan kendinden kopma halini ifade eder.

3) Güçsüzlük: Bireyin kendi davranışının istediği sonuçları elde edemeyeceğini ya da aradığı desteği bulamayacağına ilişkin olumsuz algılamasından, beklentisinden kaynaklanan duygudur (Akgün, 1999: 16). Birey güçsüzlük duygusu ile varmak istediği hedeflere varamayacağını hisseder. Tolan'a göre (1981: 127) “Bu kavram, bireyin kendi ürünleri ve üretim sürecinde kullandığı araçların sonuçları üzerinde kontrol hakkının olmaması anlamında kullanılmıştır. Marksist anlamda kişinin üretim araçlarından kopması türünden nesnel bir kavram olarak değil, ruh halini anlamaya yönelik öznel bir kavram olarak anlaşılması gerekir. Bu duygu bireyin yalnız başına bir şey yapamayacağı duygusu olarak da tanımlanabilir.

Güçsüzlük bireyin kendi yaşamıyla ilgili kontrolün kaybolduğunu hissetmesi haline denmektedir. Güçsüzlük durumunda olan birey kendi davranışlarını ortaya koymak yerine onlara tepki vermekle yetinir. Birey bu durumda kendisini yönlendirmez, başkaları tarafından yönlendirilir. Olaylar karşısında kontrolünü yitiren birey güçsüzlük yaşamaktadır.

4) Normsuzluk (Kuralsızlık) : Bu kavram normların belirlediği başarı hedeflerine erişmek için toplum tarafından onaylanmayan davranışların benimsenmesi anlamına gelir (Tolan, 1981: 127). Bireyin davranışını yönetecek ilkelerin, kuralların ve bir kısım kriterlerin bulunmaması ve amaca ulaşmak için toplumca kabul edilmeyen farklı yollara başvurması olarak da tanımlanmaktadır.

Normsuzluk, toplumca belirlenen amaçlara varabilmek için gerekli yükselmeyi sağlayacak amaçların yetersizliği karşısında bireyi, topluca yukarılara tırmandıracak yoğun ve güçlü baskıların olduğu toplumlarda çoğalmaktadır. Bu durumlarda birey kanunsuz ve meşru olmayan araçlar kullanabilir. Bu anlamda kanunlardaki boşluklar normsuzluğa sebep olan önemli durumlardır (Sevgili, 2005: 82). Normsuzluk durumunda birey hedef ve amaçlarına yalnızca toplumsal olarak kabul görmeyen davranışlar sonucu ulaşabileceğine inanır.

5) Anlamsızlık: Bu durum bireyin kendi davranışlarını önceden tahmin etmede kolaylık sağlayacak olan şekilleri, formları, işaretleri, çözme becerisinde olmadığı durumlarda ortaya çıkmaktadır. Anlamsızlık bireyin neye ve hangi genel doğrulara inanacağını bilememesi halidir. Yani birey bu durumda çevresinde olan biten hiçbir şeyi anlayamaz (Tolan, 1981: 127). Anlamsızlık durumunda birey içinde kendini güçsüz hissettiği, uyum gösteremediği toplumu, dünyayı olumsuzlama süreci içine girer. Birey bu durumda yaşamın amaçsız olduğu duygusuna kapılır.

Çevresindekileri, yaşadığı dünyayı anlamlandıramayan, amaçsız gören birey kendi iç dünyasında da boşluğa düşer. Doğası gereği bir yerlere, bir 'şey'lere bağlanarak yaşamını anlamlandıran bireyin bu boşluk algısı modernleşme süreci ile birlikte iyice belirgin hale gelmiştir. Anlamsızlık, yaşanan dünyayı toplum içinde gittikçe değerini kaybeden, dünya üzerindeki herhangi bir 'şey'i sıradan bir unsur olarak algılayan bireyin tepkisi olarak değerlendirilebilir. Birey yaşamı anlamsız bulduğu sürece derin bir boşluğa düşer. Hayatı anlamsız ve değersiz bulan bireyi ya kendi dünyasında sınırlı yaşama ya da çok marjinal bir tutum olan intihar sonucu bekler.

Benzer Belgeler