• Sonuç bulunamadı

III. KAYNAKLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ

1.1. MEKKȊ-MEDENȊ SȖRELER ve ÖZELLİKLERİ

1.1.1. Mekkî-Medenî Kavramlarının Tanımı ve Kapsamı

“Kur’ân’ı anlamak” demek, bir dil’i, dil’le ifade edilmiş bir sözü, anlamak demektir.4 Zira Kur’ân bizâtihî dilsel bir metindir, dille alâkalıdır; dolayısıyla Kur’ân’ı anlamak veya yorumlamak, bir söz’ü dildeki ifade şekliyle anlamak ve yorumlamak demektir.5 Bu hakikatten yola çıkarak Kur’ân’ın bir kitap değil, gerçek manada bir kelâm olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü Kur’ân sözel pasajlar halinde Hz. Muhammed’in davetinin başlangıcı ile aynı anda nâzil olmuş ve yaklaşık yirmi üç yıl sürmüştür.

Kur’ân vahyinin, yaşanan olaylara ve ihtiyaçlara paralel olarak nazil olması, onu diğer kitaplarda bulunan üslûp bütünlüğünden yoksun bırakmıştır.6 Bu durum Kur’ân’ın çelişkiden uzak, fikri insicâmı mükemmel bir ilahî kitap7 olduğu gerçeğini değiştirmez.

Elbette bu durumda suhûletten söz etmek yersiz olacaktır; lâkin çelişik olduğu sanılan ifadelerin yer aldığı sûreler kronolojik olarak/nüzul sırasına göre okunduğunda anlam kargaşası izale edilmiş olacaktır. Bu husustaki âyet ya da sûrelerin, birinin Mekkî diğerinin Medenî olduğu bilgisi, Kur’ân’ın değişim ve tahriften kurtulmuş olarak nüzûl sonrası nesillere ulaştığını anlamayı sağlar. Kur’ân’ı kavrama güçlüğü yaşayanlara

4 Dücane Cündioğlu, Kur’ân’ı Anlama’nın Anlamı, Kitapevi Yay., İstanbul, 1995, s. 18; Dücane Cündioğlu, Anlamın Buharlaşması ve Kur’ân – Hermenötik Bir Deneyim II-, İstanbul, 1995, s. 47.

5 Cündioğlu, Kur’ân’ı Anlama’nın Anlamı –Hermenötik Bir Deneyim-, s. 18.

6 Mustafa Öztürk, Kur’ân Dili ve Retoriği, Ankara Okulu Yay., Ankara, 2015, s. 16.

7 Halis Albayrak, Kur’ân’ın Bütünlüğü Üzerine, Şule Yay., İstanbul, Mayıs 2009, s. 15.

8

yardımcı eleman niteliğindeki bu ilme, Kur’ân’ı anlama, yaşama ve korumaya hâris her Müslümanın vukûfiyeti elzemdir.8

Söylemeye çalıştıklarımızın bir özeti olarak burada İzzetbegoviç’in Kur’ân tanımını zikretmek yerinde olacaktır:

Kur’ân’ın alelâde bir okuyucu ya da tahlilciye sistemsiz göründüğü ve birbirine zıt unsurları bir araya getirdiği intibâını uyandırdığı malûmdur. Ne var ki Kur’ân edebiyat değil hayattır. Ona bir düşünce tarzı değil, bir yaşama tarzı olarak bakmaya başlanır başlanmaz güçlük ortadan kalkar ve bu yanlış intibalar da değerini kaybeder. Kur’ân’ın yegane hakîki tefsîri hayat olabilir ve bildiğimiz gibi, Hz. Muhammed’in hayatı tam olarak buydu.9

Muhatabına davranışlarında yol gösterici özelliği olan Kur’ân,10 muhtevasındaki bütün konularda tek gayesi onu doğru yola iletmek olup hayatın içine inen ve inananların hayatlarını yönlendiren bir kitap olmuştur. Onun ifadelerinin uygulamaya konması söz konusu edildiğinde daha genel bir kavram olan ‘din’ kavramı karşımıza çıkar:

Din, insanlar için faydalı olacak hak, hayır, dostluk, sevgi ve merhamet gibi şeylere özendirirken zulme, zarar vermeye ve haksızlığa karşı durur, onların yapılmasını reddeder. Bütün insanların vicdanlarını bu evrensel kıymetlere yükseltmeğe, onlarla hemhal olmaya çalışır. Bu teşvik ve sakındırmanın (terğîb, terhîb) verdiği heyecanla insan, olgunluğa adım adım ilerler. Sonuçta istediğini elde edince en büyük mutluluğu elde etmiş olur.11

8 İsmail Cerrahoğlu, Tefsîr Usûlü, TDV. Yay., Ankara, 2007, s. 60.

9 Aliya İzzetbegoviç, Doğu Batı Arasında İslam, Çev. Salih Şaban, Klasik Yay., İstanbul, 2011, s. 22-23.

10 Enʻâm 6/88; Tevbe 9/33; Neml 27/2.

11 Mustafa Şekip Tunç, Bir Din Felsefesine Doğru, Türkiye Yay., İstanbul, 1959, s. 12.

9

Ne var ki Kur’ân genel manada anlaşılan şekliyle bir ‘din kitabı’ değildir. Bu beklenti ile ona yönelindiğinde, Kur’ân’ın ifade biçimi karşısında insanın hayrete düşmemesi elde değildir. Kur’ân’da ayetlerin iniş sebebi olan vakıalara fazla değinilmez.

Okuyucu, öncesinde Kur’ân’ın edebi yönden nevi şahsına münhasır olduğu yönünde uyarılırsa, anlamaya engel teşkil eden zorluklardan kurtulup; bu sayede yüce kitabı anlama imkanı doğar. Kur’ân’ı idrak edebilmek, bu kitabın doğasını, temasını, gayesini bilmek ile mümkündür. Bununla birlikte anlatımdaki usûl ve üsluba, sık kullanılan ıstılaha alışkın olmak ve zaman-mekan perspektifinde ona bakmak gerekmektedir.12

Tüm bunlar neticesinde anlaşılan o ki, bir başka özelliği olarak ‘insanlığı karanlıklardan aydınlığa çıkaran’13 Kur’ân’ın, sağlıklı bir şekilde anlaşılmasında, Kur’ân tarihi konusuna ve onun yan dalı olarak Kur’ân ilimlerinin başında yer alan Mekkî-Medenî ilmini haiz olmak ehemmiyet arz etmektedir.

Mekkî-Medenî ilminin ne olduğu ile ilgili, ulûmu’l-Kur’ân ve tefsîr usulü kitaplarında ‘zaman-mekan-muhatap’ esas alınarak, üç değişik tanım yapılmaktadır.14 Meşhur kıraât alimlerinden olan Bûrhanüddîn el-Caʻberî (ö.732/1332) sûrelerin Mekkî veya Medenî olduğunu bilmenin semâî ve kıyâsî olmak üzere iki yolu olduğunu söyler.15 Yani nakil ve akıl yollarından bahsetmektedir. Nakil ile âyet ya da sûrelerin Mekkî mi

12 Mevdûdî, Tefhîmu’l-Kur’ân, Çev. Muhammed Han Kayanî, Yusuf Karaca, Nazife Şişman vd., İnsan Yay., İstanbul, 1997, c. 1, s. 16-17.

13 Bakara 2/257; Mâide 5/16; Ahzâb 33/43.

14 Bedreddîn Muhammed b. Abdillah ez-Zerkeşî, el-Burhân fî Ulûmi’l-Kur’ân, thk. Muhammed Ebû’l-Fadl İbrâhîm, Mektebetu Daru’t-Türâs, Kâhire, c. 1, s. 187; Subhî es-Salih, Mebâhis fi Ulûmi’l-Kur’ân, Daru’l-ʿİlm li’l-Melâyîn, Lübnan, 2009, s. 167; Cerrahoğlu, a.g.e., s. 59-60. Tanımlar ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. Mustafa Ünver, Tefsîr Usûlünde Mekkî-Medenî İlmi, Basılmamış Doktora Tezi, Samsun, 1998, s. 76.

15 Celâluddin es-Suyûtî, el-İtkân fi Ulûmi’l-Kur’ân, thk. Şuʿayb el-Arnavûd, Müessesetu’r-Risâle Nâşirûn, Suriye, 2008, s. 48; Subhî Salih, Mebâhis, s. 181.

10

Medenî mi olduklarına dair gelen haberler kastedilir. Ancak bu konuyla ilgili Hz.

Muhammed’den bir açıklama gelmediği çok iyi bilinmektedir. Zira Hz. Muhammed’in sağlığında sahabenin böyle bir beyâna ihtiyacı yoktur.16

Usûl alimlerimiz Mekkî-Medenî ilmini öğrenmenin selefin belleğine, hatırına bağlı olduğunu belirtmişlerdir.17 Bu sebepten rivayetlerin kapsamlı bir incelemeye tâbi tutulması gerekmektedir. Subhî Salih, bu noktaya şu ifadeleriyle dikkat çekmiştir:

Mekkî-Medenî ilmi, sebeb-i nüzul ilmine nazaran her durumda konuyla ilgili rivayetlerin kapsamlı incelemeye tâbi tutularak, âyetlerin doğru tarihlerini sorgulama neticesinde bir tahkike ihtiyaç duyar. Nüzul sebeplerini bilmek, ferdî ve ictimaî bazı ilişkilerle ilgili kısmî meselelerin görülmesini temin eder. Bir sebebe mebni inmemiş diğer Kur’ân ayetleriyle ilgilenmez. Ancak Mekkî-Medenî ilmi, Kur’ân’ı sûre sûre âyet âyet hepsini ele almayı gerekli kılar. Çünkü her sûre ve her âyet Mekkî ya da Medenî olmak durumundadır.18

Mekkî-Medenî’yi bilmenin diğer bir yolu olan “akıl” ile de ilgili konu hakkında herhangi bir haberin bulunmadığı durumlarda devreye giren içtihat/akıl yürütme kastedilmektedir.19