• Sonuç bulunamadı

III. KAYNAKLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ

1.3. ÜSLȖBU’L-KUR’ÂN OLARAK HİTAP ve ÖZELLİKLERİ

1.3.1. Kur’ân’ın Vahiy Mahsulü Oluşu

1.3. ÜSLȖBU’L-KUR’ÂN OLARAK HİTAP ve ÖZELLİKLERİ

1 .3.1. K ur’ân’ın Vahiy Ma hs ulü Oluş u

İletişim, insanlığın varlık alanına çıktığı ilk günden itibaren var olan ve zamanla yine insanlar tarafından şekillendirilen aktif bir ilerlemedir. Çünkü insan, doğumu itibariyle çevresiyle etkileşim halinde olup karşılıklı iletişim alış-verişinde bulunabilen sosyal bir varlıktır. İnsanoğlu, sahip olduğu iletişim becerileri doğrultusunda yaşamını ve toplumsal ilişkilerini belirlemekte ve onları canlı tutmaktadır. Bu yönüyle iletişim, insan

58 Zerkeşî, a.g.e., c.1, s.159.

59 Zümer 39/33.

60 Zerkeşî, a.g.e., c.1, s.160.

61 Kevser 108/3.

62 Zerkeşî, a.g.e., c.1, s.160.

21

için dış dünyayı yorumlayarak bireysel varlığının farkına varmasına, yalnızca bir biyolojik varlık olmakla kalmayıp belli bir kültürün ve toplumun üyesi olarak sosyalleşmesine ve içinde yaşamış olduğu toplumdaki ilişkilerini düzene koymasında yardımcı olan en temel unsurdur.63

İletişimin en vazgeçilmez aracı dildir. “Dil, bireyler arasında anlaşmayı sağlayan tabii bir vasıta, kendisine has kuralları olan ve ancak bu kurallar çerçevesinde gelişen canlı bir varlık, başlangıcı net bir şekilde bilinmeyen, seslerden örülmüş sosyal bir müessesedir. İnsanlar, duygularını düşüncelerini birbirlerine iletmek ve meramlarını anlatmak için, dili araç olarak kullanırlar.”64

İnsan dili, toplumu oluşturan fertlerin tanışma ve kaynaşma vasıtası olan ortak söz simgelerinin kullanımlarıyla ortaya çıkan toplumsal bir vakıadır. Yaşamsal ihtiyaçların temini, asgari düzeyde bile olsa ortak dilin kullanımıyla mümkündür. Yoksa insan, toplumu oluşturan diğer fertler ile anlaşamaz. İşte Allah’ın insanlara gönderdiği vahiy, bu vakıa üzerine bina edilmiştir; çünkü her toplumun kendine has bir dili vardır ve Allah da vahyini gönderirken o toplumun dilini kullanmıştır. Nitekim İbrâhim sûresinde şöyle denmektedir: “Biz her elçiyi, onlara açıklaması için kendi toplumunun diliyle gönderdik...”65 Zira maksadın gerçekleşebilmesi için inzâl edilen vahyin hem peygamber hem de toplum açısından anlaşılır olması gerekmektedir.66

Dilin en önemli misyonu iletişim aracı olmasıdır. Hz. Muhammed’in dilinin Arapça olmasından dolayı Kur’ân’ın da dili Arapça’dır ve bu dilin en belirgin özelliği, muktezay­ı

63 Süleyman Kaan Yalçın - Murat Şengül, “Dilin İletişim Süreci İçerisindeki Rolü ve İşlevleri”, Turkish Studies/Türkoloji Araştırmaları, Bahar, c. II, S. 2, 2007, s. 750.

64 Muharrem Ergin, Türk Dil Bilgisi, İÜEF Yay., İstanbul, 1962, s. 3.

65 İbrahim 14/4.

66 Şahin Güven, “Kur’ân Dilinin Özellikleri”, s. 8.

22

hâli gözetip ona göre söz söylemesidir. Terim olarak belâgat diye isimlendirilen bu tâbirin, Kur’ân dilinin başat kavramı olduğu söylenebilir. Yazılı bir metin incelenirken yapısı ve o yapının ifade şekli olan üslûbu birlikte değerlendirilmelidir. Kur’ân, dili ve o dilin ifade şekli yani kendine özgü üslûbuyla eşsiz bir kelamdır. Zira Kur’ân dili; lafız, lafızla tamamlanan mâna ve her ikisini bir arada toplayan nazım olmak üzere üç unsuru bünyesinde barındırır.67 Izutsu’nun şu açıklamaları, buraya kadar söylenilenler ile asıl anlatılmak istenilen ‘Kur’ân’ın vahiy mahsulü oluşu’ arasında köprü vazifesi görmektedir:

Ontoloji/varlıkbilim açısından Kur’ân’ın dünyası tanrı-merkezlidir. Tanrı, varlık dünyasının tam merkezinde yer alır ve insan olsun insan dışındaki diğer varlıklar olsun, bütün her şeyi O yaratmıştır; böyle olunca yaratılanların hepsi varlık hiyerarşisinde O’nun altında yer alırlar. Bütün yaratılmışlar arasında insan Kur’ân’da neredeyse Tanrı’dan sonra en çok önemsenen varlık pozisyonundadır.

İnsanın doğası, davranışları, psikolojisi, yükümlülükleri ve kaderi aslında Kur’ânî düşüncede Tanrı problemi kadar merkezî önemi haiz konulardır. Tüm bunların getirisi olarak Tanrı ve insan/Yaratıcı ve yaratılan arasında karşılıklı iletişim yoluyla yakın bir ilişki bulunmaktadır. İlk adımı atan Yaratıcı ile yarattığı insan arasında; a) şifahî, b) şifahî olmayan iki tip iletişim söz konusudur. Yukarıdan-aşağıya doğru olan şifahi iletişim tipi, dar ve teknik anlamda Vahiy’dir. Aşağıdan-yukarıya doğru şifahi olmayan iletişim tipi ise dua formunu alır. Yukarıdan-aşağıya olan şifahi/olmayan iletişim tipi, işaretlerin/âyât indirilmesi/tenzil ile ilgili

67 A. Cüneyt Eren, “Kur’ân Metninin Dil Özellikleri”, Ekev Akademi Dergisi, Bahar, Yıl: 18 S. 59, 2014, s.

134.

23

Tanrısal eylemdir. Aşağıdan yukarıya olan tipte ise iletişim, ritüel tapınma/salât veya daha genel anlamda ibadetler formunu alır.68

Kur’ân, sözlü iletişim tipi vahiy ürünü olarak insana inmiş olup onunla iletişim kurmayı amaçlamaktadır. Kur’ân’da, “Allah, bir insanla ancak vahiy yoluyla yahut perde arkasından ve yahut da bir elçi göndererek izniyle dilediğini vahyetmesi suretiyle konuşur.”69 âyetinde buyrulduğu üzere Allah Teâlâ vahyi dolaylı bir yolla insana iletmek suretiyle insan ile dolaylı konuşmuştur. Vahiy vakıasının bu yolla gerçekleşmesi ve dilinin de dolaylı bir üslûb içermesi, insanın yaratıcısıyla olan iletişimini kolaylaştırmaktadır. Yine dolaylı bir dil kullanımının, Kur’ân’da yer alan gaybî konuları insanların anlayabilecekleri seviyede anlatmaya matuf olduğu da söylenebilir.70

Kur’ân, yirmi üç yıllık vahiy süreci akabinde elle tutulur bir mushaf haline gelerek bir din ortaya koymuş dolayısıyla bu dini yaşayan Müslüman bir toplulukta bunun neticesi olarak oluşmuştur. Bu tarihi süreçte etkisi büyük olan Kur’ân vahyi, kimi zaman yaşanan olaylara paralel olarak kimi zaman onları yönlendirerek kimi zaman da problemlere çözüm olarak sözlü pasajlar halinde inmiştir.71 Şu ifadeler ‘Kur’ân Nedir?’

sorusuna cevap niteliğindedir:

Kur’ân hem literal ve hem de anlamlar bütünü olarak Allah’ın insana son konuşmasıdır ve o, Allah-insan diyaloğunun somut bir aracı haline gelmiştir.

Fakat onda insana sunulan anlamlar bu diyaloğu başka alanlara taşımaktadır. Yine

68 Toshihiko Izutsu, Kur’ân’da Tanrı ve İnsan, Çev. M. Kürşat Atalar, Pınar Yay., İstanbul, 2016, s. 123 vd.

69 Şûrâ 42/51.

70 Çalışkan, “Hakikat ve Mecazın Belirleyicisi Müfessirdir-Günümüz Tefsîrinde Mecazın İmkanlarından İstifade Edilmesi”, İslami İlimler Dergisi, Yıl 8, C. VIII, S. 1, Bahar 2013, s. 141.

71 Çalışkan, “Kur’ân Vahyinin Mekke Yıllarında Kelimelerle ve Kavramlarla Zihniyet İnşâsı”, Kur’ân Nüzûlünün Mekke Dönemi Sempozyumu, 29 Haziran - 1 Temmuz 2012, Çorum, Çorum Belediyesi Kültür Yay., s. 257.

24

bu konuşma, salt Allah’ın kelimeleri olarak durmayıp, yansıdığı kadarıyla O’nun bilgisini de muhtevidir. Eğer onun muhtevası örneğin sadece bilgisel olmak üzere tek yönlü olsaydı, insanın sadece o yöne matuf olarak Kur’ân’a muhatap olduğunu söylemek mümkün olacaktı. Ancak Kur’ân muhtevasının böyle olmadığını, bizzat onu okuduğumuz zaman anlamaktayız. Bu bağlamda Kur’ân’ın önemi, onun bir kutsal kitap olarak bir dinin temel referansı olmasıdır.72

Vahiy dayanaklı kendine özgü bir din dili olan Kur’ân’da akla uygun olmakla birlikte duyguya hitap eden yönü daha ağır basan, davranış ile bu davranışların niteliğini ayrıştırmayan, mutlak olmamakla birlikte ahlakî bir dil kullanılmaktadır.73 Kur’ân dilinin herkese hitap eden bir özellikte olması insanlara temel ahlaki öğretinin aktarılıp kavratılmasını daha kolay hale getirmektedir.74 Kur’ân, ilk olarak Hz. Muhammed ile ardından da indiği dönemde var olan ve kıyamete kadar var olacak tüm insanlık ile yapılmış bir konuşma, yani ‘kitap’ olduğu kadar da ‘hitap’tır. Kur’ân’ın kullandığı delillerin daha çok hitabî delil sayılmasının sebebi, onun akla olduğu kadar duyguya da hitap eden özellikte bir dil kullanmasıdır.75

Dilin sınırlarının yalnızca duyularla algılanan nesnelerle çizilmiş olması, din dilinde önemli bir yere sahip olan mecazlar, meseller, kıssalar, yerinde kullanılmış sembolik dil ve olumsuz dilin, Kur’ân dilinde de büyük öneme sahip olmalarını sağlamıştır. Teşbihi (antropomorphic) bir dil kullanmaksızın, Tanrı hakkında konuşmak nasıl ki muhaldir, aynı şekilde vahiy eseri/Allah Kelâm’ı olan Kur’ân için de aynı durum

72 Çalışkan, “Kur’ân’a Göre Dinin Hitap Alanı”, Ekev Akademi Dergisi, C. 1, S. 3, Kasım 1998, s. 113

73 Turan Koç, “Din Dili Olarak Kur’ân Dili”, I. Kur’ân Haftası Kur’ân Sempozyumu-Kur’ân’ın Aydınlığına Doğru, Fecr Yay., 3-5 Şubat 1995, Ankara, s.282.

74 Hikmet Zeyveli, “Kur’ân Dilinin Özellikleri ve Özel Olarak Kıssa ve Mucizeler”, II. Kur’ân Sempozyumu, Bilgi Vakfı Yay., Ekim 1996, Ankara, s. 93.

75 Koç, a.g.m., s. 283.

25

söz konusudur. İnsana özgü olan sınırlı ifade imkanı ister istemez, Kur’ân’da da makes bulacaktır. Bu durum Kur’ân dilinin ‘tek anlamlılık’ ile ‘çokanlamlılık’ arasında bir yerde anlaşılmasını gerektirecektir. Bu imkanı bize en iyi sağlayan dil ise temsili dil76 olacaktır.

Bilindiği üzere, temsili (analogic) dil görüşü, Tanrı hakkında kullanılan kelimeleri, bunları kendimize ilişkin kullanımlarımızla ne aynı ne de farklı anlamda kullandığımızı savunan görüştür. Bu da Kur’ân’ın ‘müteşâbih’77 kelimesiyle anlatmak istediği ifade tarzı olarak görünmektedir. Zemahşerî’nin ifadesiyle, “…görmediğimiz şeyleri gördüğümüz şeylerle temsilen anlatmaktan”78 başka bir şey değildir. Tabii, burada temsili dilin de kendi sırasında birtakım güçlüklerinin bulunduğunu söylemek durumundayız Ancak, başka dil ve ifade imkanları yanında, onun, Tanrı hakkında bizim idrak ve anlayışımızı yükselten kelimeler kullanabileceğimizi savunması din ve doğrudan doğruya mü’minler adına olumlu bir yaklaşımdır.79

Kur’ân’ın vahiy oluşu; aklî ve naklî olmak üzere iki delille sübut bulmuştur. Naklî delille ilgili, inkarcılar her zaman itirazda bulunmuş ve şüpheler ileri sürebilmişlerdir.80 Aklî delile örnek olarak Zemahşerî’nin mukaddimesinde yer verdiği şu ifadeler kifayet edecektir:

Apaçık ve burhanları kesin bir kitap olan Kur’ân-ı Kerim, saf ve bozulmamış olan Araplardan, ona karşı koymak isteyenlere meydan okuyarak onları susturdu. Söz

76 Temsili (analogic)-teşbihi dil hakkında bakınız: J. M. S. Baljon, “Kur’ân’ın İnsan-Biçimci Dili”, Çev.

Mevlüt Erten, Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, C. VIII/1, Haziran, 2004, Sivas, s.

293-301.

77 Müteşâbih; Kur’ân’ın Hak kelâmı olması, içinde şüphe bulunmaması, iʻcâzı yönüyle âyetlerin birbirine benzemesidir. Muhkem-müteşâbih ilmi için bakınız: Suyûtî, İtkân, s. 425-432.

78 Cârullah ez-Zemahşerî, el-Keşşâf, Dâru’l- Kitâbi’l-ʻArabî, Beyrut, 3. Basım, h. 1407, c. 2, s. 532.

79 Koç, a.g.m., s. 284-285.

80 Enver Arpa, “İʻcazü’l Kur’ân Konusuna Farklı bir Yaklaşım”, AÜİFD, C. XLIII (2002), S. I, s. 81-107.

26

ustası değme hatiplerin dillerini ağızlarına tıkadı, onları konuşamaz duruma soktu.

Onların belâgat alanında en usta olanları bile, Kur’ân’ın en kısa bir sûresine karşı olsun bir benzerini ortaya koyamadılar. Oysaki o dönemin Arapları arasındaki belâgatçılar, Batha’nın mıcır taşları misali sayısız denecek kadar çoktular. Hemen her alanda söz söyleme sanatının ustaları iken, bu konuda hepsi de ün salmışlar, her dalda at koşturur iken, Kur’ân karşısında şaşırıp kalmışlardır.81