• Sonuç bulunamadı

MEHMET HOCAMIN ARDINDAN…

Belgede ARMAĞAN MehMet YÜKSeLANISINA (sayfa 41-45)

Mehmet Hocam…

Onunla geçirdiğim anlar gerçekten çok değerlidir. Hocamı ilk kez, 7-9 Kasım 2013 tarihlerinde Akdeniz Üniversitesi Hukuk Fakültesi tarafından düzenlenen “I. Hukuk Öğretimi Kongresi”nde sunmuş olduğu “Bilim Felsefesi ve Sosyal Teori Bağlamında Hukuk Öğretimine Bakmak” başlıklı bildiri ile tanıma fırsatım oldu. Hocam kürsüde öyle ateşli bir şekilde fikirlerini savunuyordu ki, hemen dikkatleri üzerine çekiyordu. Hattâ bir ara, yüksek sesle konuşmaya başladı ki ben, diğer konuşmacıları dövecek sandım. Tabii ki Hocam, çok ince nezaketiyle, aslında hukuk bağlamında yapılan bazı haksız uy-gulamalara haykırmak ihtiyacını hissetmişti. Dahası, söylediklerinde de haksız değildi.

Daha sonra Hocamla yolumuz, Hacettepe Üniversitesi Hukuk Fakültesinde tekrar kesişti. Doktora sınavları esnasında Hocamın da fakültede görev yaptığını öğrenince yanına uğrayıp ziyaret etmiş ve onunla keyifli bir sohbet gerçekleştirmiştik.

Hocamla üçüncü buluşmamız, Hacettepe ile Anadolu Üniversitelerinin Ortak Doktora Programı vesilesiyle, kendisinden ders almam nedeniyle oldu. Dersinin adı “Sosyal Teori ve Hukuk” idi. Kendisini yukarıda zikrettiğim kongre vesilesiyle dinledi-ğimden, bu dersinin de doktora eğitimim kapsamında yol gösterici olacağına inanmış ve dersini seçmiştim. Bu düşüncemde yanılmadığımı kısa sürede anladım. Hocamın her dersi zevkli geçiyordu, çünkü her dersini zevkle, şevkle ve heyecanla anlatıyordu. Hocamın bu dinamizmi, hukuka bakışımı genişletmiş ve hukuka sosyolojik pencereden bakmayı da öğretmişti. Olaylara ve olgulara bakışımda, madalyonun her zaman bir de arka yüzünün olduğunu unutmamam gerektiğini hep vurgulayan Hocamdan, olayların sosyolojik arkaplânlarını da yavaş yavaş öğrenmeye başlamıştık. O dönem ders aldığı-mız kıymetli meslektaşlarımla birlikte, hukuk eğitiminde es geçilip önem verilmeyen pek çok konuyu, kavramı, bilgiyi ve kitabı, Hocam vasıtasıyla öğrenmiş ve aydınlanmıştık.

Samimiyetle ifade etmek gerekirse, Mehmet Hocam, biz doktora öğrencilerine karşı asla yıkıcı ve aşağılayıcı değil, aksine her zaman sevgi dolu idi. Kendisi yaşama sıkı sıkı sarıldığı gibi, öğrencilerine de birer meslektaşı ve daha da önemlisi birer “insan” olarak yaklaşan ve bizi sımsıkı kucaklayan birisiydi. İletişim kurarken insanların gözlerine baka-rım genellikle. Hocamın gözlerine her bakışımda onun enerjisinin, bize de olumlu olarak yansıdığını söyleyebilirim.

23 Nisan 2016 Cumartesi günü aramızdan ayrılışından iki gün öncesi, yani 21 Nisan 2016 Perşembe günü, doktora öğrencileri olan bizlerle birlikte işlediği ve hayat tecrü-belerini aktardığı Hacettepe Üniversitesi Hukuk Fakültesindeki dönem sonu son doktora

dersinde (sanırım bu ders, Fakültedeki son dersi de olmuştu), “Yahu Hocam, biraz da bize kendinizden bahsedin lütfen. Sizi tanımak istiyoruz…” dediğimde, sanki son der-sinin olacağını bilmiş gibi kendisine böylesi bir soru sormamı ve akabinde de içtenlikle kendi hayat hikâyesinden anlatmaya başlayışını, daha dün gibi hatırlıyorum. O günkü ders, Hocanın bizimle kendi hayat hikâyesini paylaştığı bir ders olmuştu. O gün Hoca, yaşadıklarını anlattıkça, onu hayranlıkla dinleyen bizler, anlatılanların uzun bir zaman almasına rağmen dersin ve pek tabii Hocanın yaşamından süzüp aktardığı tecrübeleri-nin verdiği keyif dolayısıyla, onunla birlikte bir hatıra fotoğrafı çektirmeyi -hep aklımda olsa da- ne yazık ki o an düşünemedik. Şimdi bile, Hocamızla neden topluca bir fotoğraf çektirmedik diye hâlâ hayıflanırım. Diğer tüm dersleri gibi, bu son ders de, akademik bilginin yanı sıra hayat tecrübeleriyle doluydu.

Mehmet Hocam hayat hikâyesine başlarken, aslında bu hikâyenin özetini ilk baş-ta anlatıvermiş ve “bugün buralara gelmem çok zor şartlarda oldu çocuklar” demişti. 1979 yılında Hacettepe Üniversitesi Sosyoloji Bölümünü bitirdiğini, daha sonra da hu-kuk okumayı istediğini ve akabinde de Ankara Üniversitesi Huhu-kuk Fakültesine kaydo-lup 1989 yılında buradan mezun olduğunu söyledi. 1991-1994 yılları arasında Ankara Barosuna bağlı olarak serbest avukatlık yaptığını söylemişti. Okuma ve araştırma me-rakının hiç bitmediğini ve bu isteği dizginleyemediği için akademik kariyer plânlamasına giriştiğini ve bu doğrultuda önce 1986 yılında Gazi Üniversitesinde Sosyoloji alanında Yüksek Lisans yaparak uzman olduğunu sonra da Kamu Yönetimi alanında 1997 yılın-da TODAİE’de ikinci bir yüksek lisans yaparak uzman olduğunu ifade etmişti. Hocanın öğrenme aşkı bununla da kalmamıştı. Hafızam beni yanıltmıyorsa, 1995 yılında dokto-ra ilânları olmuş ve hem Hacettepe Üniversitesine hem de ODTÜ’ye başvudokto-ran Mehmet Hoca, her iki mülakat sınavından en yüksek puanları almış ve fakat o dönem, doktor olan eşinin doğu hizmeti kapsamında tâyini çıkması nedeniyle, bu doktora programla-rından yalnızca birine kaydolabilmişti. Fakat bu süreçte, her iki programda da doktora eğitimini sürdürme düşüncesi, bir türlü geçmemişti. Nitekim bir yıl sonra, ikinci prog-rama da devam edip her iki doktoradan da başarılı olmuş ve akabinde hem Hacettepe Üniversitesinden hem de ODTÜ’den “doktor” unvanına hak kazanmıştır. Bu çifter giden unvan yükselmeleri, yardımcı doçentliği hariç, profesörlüğüne kadar sürmüştür. Hocam bu durumunu “Benim lisansım, doktoram, doçentliğim ve profesörlüğüm hep çift olmuş-tur. Yalnızca yardımcı doçentliğim tektir” şeklinde o gün bize anlatmıştı. Biz de onun bu azmini, pek çok zaferle taçlandırmasını hayranlıkla takdir etmiştik. Pek tabii bu süreç onun için kolay olmamıştı. O dönemlerde yaşadığı sıkıntıları aktarmıştı. Bir dönem, yeni baba olmasına rağmen işsiz kaldığını; araştırma görevlisi olarak bir üniversiteye başvur-duğunu ve mülakatta en yüksek notu olmasına rağmen kendisi yerine başkasının alındı-ğını üzülerek ifade etmişti. Çiçeği burnunda bir baba olduğunu, fakat aynı zamanda da işsiz kaldığını, o dönemlerde evin geçimini ise binbir zorlukla eşinin üstlendiğini ve ona ne kadar teşekkür etse az olduğunu belirtmişti. Hemen karşımda duran Hocamı dinle-dikçe, uğradığı haksızlıklar ve yaşadığı zorluklar karşısında duygulanıyor fakat ona fark ettirmemeye çalışıyordum. Konu konuyu açıyordu. Bir ara, erken bir yaşta, 20 küsür

yaşlarında evlendiğini söylemişti. “Oğluma, benim gibi erken yaşta evlenme” diye salık verdiğini tebessüm ederek anlattı ve “çocuklarımın öncelikle okumasını isterim” derken onların eğitimine ne kadar önem verdiğini anlatıyordu.

Hoca bir ara akademinin kendisini çok yorduğunu söyledi. Kafasında pek çok proje olmasına rağmen bunları gerçekleştirememekten ve vizyon sahibi olunamamasından yakınmıştı. Hoca, icraat adamıydı. Bir şey dediğinde yapıyordu. Tutabileceği sözleri ver-mek ve verdiği sözleri de tutmak, günümüzde üstün erdemlerden birisi olarak ifade edi-lir. Hoca da fiiliyatta bunun bizzat uygulayıcısıydı.

Kendisini bu kadar kısa sürede tanıyabilmek, ne demek istediğini anlayabilmek, bi-zim açımızdan büyük bir kazanım teşkil etti. Onu burada, birkaç satırda anlatmak ger-çekten çok zor. Dolayısıyla bu yazıya, onun güzel hatırasını ve gönlü güzel insanlığını özlemle anarak son vermek istiyorum. O şimdi aramızda olmasa da, yaptıklarıyla, eser-leriyle ve öğrencilerine bıraktığı mirasla aramızda yaşayacaktır.

Selâmetle Mehmet Hocam!... 18..04.2017 / Eskişehir

Belgede ARMAĞAN MehMet YÜKSeLANISINA (sayfa 41-45)