• Sonuç bulunamadı

78 KUŞAĞI “Bugün Perşembe,

Belgede ARMAĞAN MehMet YÜKSeLANISINA (sayfa 35-41)

Mehmet YÜKSEL’e Ağıt

78 KUŞAĞI “Bugün Perşembe,

Altın işlemeli bir bahar sabahı, Kalkıyor düşünce,

Bir kırım kokusu güneşin ışıklarında. Suçları,

Yüreklerindeki türküyü söylemek, Elma rengi bedenleri, kıpkırmızı. Yıkılıyorlar,

Altına bulanmış ondörtlüklerin, Uygarlık şarkılarını,

Duyarak bedenlerinde.”

(Metin AKSEKİ, Perşembe, 8 Nisan 1976)

1974 yılında yeniden başlayan ve artarak süren gençlik olayları yeni bir dönemin belirtisi gibiydi. Bu olaylarda 1975’te 34, 1976’da ise 109 kişi yaşamını yitirdi. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi öğrencisi Hakan YURDAKULER’in 8 Nisan 1976 Perşembe sabahı okulun giriş kapısı önünde silahlı saldırı sonucunda öldürülmesi o yıl-ların önemli ve sarsıcı olayyıl-larından biriydi. Aynı gün öğleden sonra bu olayı protesto etmek için Cemal Gürsel Meydanı’na doğru yürüyüş yapanlara yapılan müdahele sonu-cunda iki öğrenci daha (Burhan BARIN ve Eşari ORAN) öldü, pek çok öğrenci yaralandı. O gün oradaydım, yaşananlara tanık oldum. Yanımda HÜ Sosyoloji bölümünden Metin AKSEKİ vardı. Metin, o akşam duygularını dizelere döktü, yukarıdaki “Perşembe” adlı

şiiri yazdı. Sonraki yıllarda bu üç genç için yazılmış bir başka şiire rastladım. O dönemin kayıplarını anlatan bu şiiri buraya aktarmadan geçemeyeceğim:

Vurulduğunuz o günlerden beri Toprağa verdik bir bir, yüzlerce Zamansız ölen genç bedenleri; Hayatın sizden esirgediğini Şimdi ölüm anlatır belki: Hakan, Burhan, Eşari..

Birer çiçektir adınız bundan böyle Her dile geldiğinde dünün belleği Açar birden en uzak yıldızlarda bile Rengarenk düşleriyle gençlik günleri: Hakan, Burhan, Eşari..

(Şerif ERGİNBAY; Hakan, Burhan, Eşari)

1976’dan 12 Eylül 1980’e kadar geçen süre içinde nice önemli olay nice ölüm yaşandı. Yakın tarihimizde iz bırakan bazı olaylar şunlardır: 1977’de 36 kişinin öldüğü “Kanlı 1 Mayıs”, 1978’de İstanbul Üniversitesi ‘nde 7 kişinin öldüğü “16 Mart Katliamı”, 1978’in Aralık ayında 109 kişinin öldüğü Kahramanmaraş olayları, 1978’de eski bakanlardan Gün SAZAK ve eski başbakanlardan Nihat ERİM’in öldürülmesi, 1 Şubat 1979’da ünlü gazeteci Abdi İPEKÇİ’nin öldürülmesi, 1980’in Mayıs-Temmuz aylarında 57 kişinin öldüğü Çorum olayları.

Bu dönemde Hacettepe Üniversitesi’ni sarsan olaylar da oldu. Sanat Tarihi Bölümü öğretim üyesi Bedrettin Cömert 11 Temmuz 1978’de öldürüldü. Yaptığı çevirilerle, eleş-tiri yazılarıyla, arı duru Türkçesiyle ve şiirsel anlatımıyla hem akademi hem de sanat ala-nında pırıl pırıl parlayan bu güzel insan en üretken ve verimli döneminde yok edilmişti. 8 Ekim 1978’de ise 7 genç (Hürcan GÜRSES, Efraim EZGİN, Faruk ERZAN, Salih GEVENCE, Serdar ALTEN, Latif CAN, Osman Nuri UZUNLAR) Ankara Bahçelievler semtinde ika-met ettikleri evde boğazlanarak ve kurşunlanarak vahşice katledildiler. Serdar, Latif ve Osman Nuri Hacettepe öğrencisiydiler. Bahçelievler Katliamı olarak bilinen bu olayda öldürülen gençlerin tümü Türkiye İşçi Partisi (TİP) üyesiydiler. TİP, o dönemde üyelerini ve sempatizanlarını her türlü şiddet olayının dışında tutmaya özen gösteren, daha önce TBMM’nde 15 milletvekili ile temsil edilmiş, geçmişi ve geleneği olan siyasal oluşumdu, yasal bir partiydi. Bu iki olay, tüm ülkede olduğu gibi Hacettepe Üniversitesi’nde de çok büyük infiale neden oldu.

ANILAR

Mehmet YÜKSEL; HÜ Sosyoloji bölümündeki lisans öğrenimi sürecinde sessiz, sakin, gerekmedikçe konuşmayan, belki de bu nedenle geç fark ettiğim arkadaşlarımdan bi-riydi. Ama O, ilerleyen dönemlerde tutarlılığı, güvenilirliği, ağırbaşlı tavrı ve akademik başarısı ile hepimizin dikkatini çekti, dostluğumuzu kazandı.

Öğrencilik yıllarımızda Mehmet ile bazı ortak çalışmaların içinde bulunduk. Üniversitede eğitim “ders seçme ve kredi” esasına dayanıyordu. 1990’lı yıllarda Milli Eğitim Bakanı Avni AKYOL’un “Ders Geçme ve Kredi Sistemi” adıyla orta öğretimde de başlattığı bu sistemi Mehmet ve ben daha o yıllarda incelemiş ve anlamıştık. Çevremize ve olaylara duyarlı, sorunlarla ilgiliydik. Yönetmelikleri biliyor, gelişmeleri izliyorduk. Bu nedenle kısa sürede arkadaşlarımızın adeta gönüllü rehberi, akademik danışmanı (ad-visor) olmuştuk. Mezuniyet için hangi zorunlu ve seçmeli derslerin alınması gerektiği, bölüm dışından hangi derslerin seçilebileceği, sertifika programları için kaç kredinin ve hangi derslerin gerekli olduğu vb. konularda arkadaşlarımızı bilgilendirir, yönlendirir, gelecek dönemlerde yaşayabilecekleri sorunları önceden hatırlatır ve bu yönde önlem almalarını sağlardık.

Mehmet, sonraki yıllarda da çevresine duyarlılığını sürdürdü. Hemşehrilerinin ve öğrencilerinin barınma, öğrenim kredisi gibi sorunlarıyla hep ilgilendi. Bu konuda beni ve Yurtkur’da çalışan eşimi sık sık arardı. Biz de O’nun bize yönlendirdiği öğrencilere gerekli rehberliği yapar; örneğin yurt ve öğrenim kredisi için başvuru sürelerinin kaçırıl-maması, kodlama hatası yapılmaması vb. konularda uyarılarda bulunurduk.

Üniversitelerin özerkliği, 1960’lı yıllarda sanat ve bilim alanında daha özgür ça-lışmaların yapılabilmesini, akademik kadroların güçlenmesini sağlamıştı. 1970’li yılla-rın hemen başında HÜ Sosyoloji bölümünün akademik kadrosu da oldukça güçlüydü. Bölümümüzde 1974’ten önce görev yapan bazı akademisyenler şunlardı (hatırlayabil-diklerim): Özer OZANKAYA, Ahmet Taner KIŞLALI, Birsen GÖKÇE, Ergun ÖZBUDUN, Doğan ERGUN, Oya BAYDAR. Biz başladığımızda bunların hiçbiri yoktu. Ayrıca yine bizden önce bölümün adı “Sosyoloji ve İdare” olarak değiştirilmiş, itirazlar nedeniyle daha sonra yeniden “Sosyoloji” olmuştu. Bu nedenle olsa gerek, bizim dönemimizde, bölümde hukuk ve kamu yönetimi kökenli akademisyenlerin ağırlığı vardı. Özetle bölü-mün sosyoloji yüklü olması gereken içeriği boşaltılmıştı. Öğrenciliğimizin ikinci yılında, geçmişe yönelik kısa bir araştırma yaptığımızda bölümdeki bu değişimi fark ettik. Güçlü ve sosyoloji içerikli akademik kadrolar tasfiye edilerek gerçekleştirilen bu yapılanma “12 Mart Muhtırası”nın tüm ülkede estirdiği rüzgardan kaynaklanıyordu. Bu konuda Mehmet YÜKSEL’in de içinde yer aldığı bir grup oluşturarak kapsamlı bir rapor hazırladık ve dekanlığa sunduk. Bu raporumuzun, fakültede “Bu kargaşa ortamında bile akademik sorunlarla ilgilenen öğrenciler varmış.” biçiminde değerlendirildiğini ve memnuniyet yarattığını hatırlıyorum.

1976-77 bahar döneminde, İşletme Bölümü’nden “İSE 298 Seç. Çevre Sorunları Yönetimi” dersini seçmiştik. Bu ders sanıyorum Türkiye’de üniversitelerde çevre so-runlarıyla ilgili ilk dersti. Dersin Hocası Doç. Apdülkadir ATEŞ’ti. Dönem sonunda beş kişiden oluşan grubumuzun hazırladığı “Çevre Sorunları ve Turizm” konulu bir sunum yaptık. Bu çalışmanın içinde Mehmet YÜKSEL ve Nevin GÖNGÖR de vardı.

Mehmet ile beni yakınlaştıran bir diğer konu da “Sosyal Tabakalaşma” dersiy-di. Mezuniyet boyunca gördüğümüz en sosyoloji içerikli bu dersi keyifli kılan Ahmet SALTIK ise bölümümüzde bizim için bir idol, bir efsaneydi. Ne yazık ki Ahmet Hocamız

hem üniversiteden hem de yaşamdan erken ayrıldı. (1980’lerden itibaren “kırsal kalkın-ma” alanında çalışmaya başladı ve kendisini 30 yıl bu çalışmalara adadı.)

Hacettepe’den 1979’da mezun olduk ama Mehmet YÜKSEL ile ilişkilerimiz, arka-daşlığımız mezuniyetten sonra da devam etti. Mehmet, İmar ve İskan Bakanlığı’nda çalışmaya başladı. Askerlik dönüşü görevine başlatılmadı. Bu durum 12 Eylül 1980’den sonra çok olağandı; hiçbir yasal gerekçe olmaksızın binlerce çalışan, akademisyen keyfi biçimde işinden ediliyordu. Benzeri bir durumla daha önce ben de karşılaştığım için idari yargı konularında oldukça deneyimli idim. Mehmet’in açtığı davanın dilekçesini ben yaz-mıştım. (Mehmet, o yıllarda henüz Hukuk öğrenimine başlamamıştı.) Bu yıllar, Mehmet YÜKSEL ailesinin belki de en zor yıllarıydı. O dönemde, Mehmet’in dersanede çalıştığını, ilk çocukları Heval’a hem babalık hem de annelik yaptığını hatırlıyorum. Ayda birkaç kez de rotasyon nedeniyle sanıyorum Elbistan’da görev yapan eşi Kutlugül’ün yanına gidiyordu. O yıllarda Kızı Heval’dan sonra oğlu Sina doğduğunda, sanıyorum ailesinin ve yöresinin kültürel özelliklerine, beklentilerine uygun şekilde bir erkek çocuğa sahip olmaktan kaynaklanan memnuniyetini, mutluluğunu hissetmiştim.

1985 yılında Milli Eğitim Bakanlığı bünyesindeki okullara öğretmen olarak atanabil-mek için sınav koşulu getirildi. Aynı yıl yapılan ve benim de girdiğim ilk seçme sınavın-da “Felsefe Grubu Dersleri” alanınsınavın-da başarılı olan 150 kişilik listenin başınsınavın-da Mehmet YÜKSEL vardı.

Mehmet YÜKSEL, 1994 yılında liseler için “Sosyoloji 1” ve “Sosyoloji 2” adlı iki ders kitabı yazdı. Bu iki kitap yüksek lisans ve doktora tezlerini saymazsak, Mehmet’in biri-kimlerinin ilk ürünüydü, yayınlanan ilk eseriydi.

Mehmet YÜKSEL çalışkan ve azimli bir insandı. Ulaştığı noktaya kolayca gelmedi. Pek çok kişi kendi yaşantılarından bilir ki özellikle diplomasi, bürokrasi, siyaset, akademi vb. alanlarda bazı unvanları elde etmek, neredeyse kast haline gelen elitist (seçkinci) yapıyı kırmak, “Doç.” ve “Prof.” titrini almak çok ciddi çabalarla mümkün olabilmektedir. Bu durum özellikle toplumun alt sosyo-ekonomik kesimlerini oluşturan işçi, çiftçi, me-mur vb. ailelerinin çocukları için daha güçtür. Mehmet YÜKSEL bu güçlükleri çalışkan-lığıyla, azmiyle aşanlardan biriydi. Aşmakla kalmadı, daha fazlasını başardı. Türkiye’nin en köklü, en seçkin üniversitelerinde iki lisans, iki yüksek lisans ve iki doktora programı-nı tamamladı ve sonra öğrenim gördüğü bu kurumlarda görev aldı.

Mehmet YÜKSEL’in heyecanları vardı ama bunlar hep inandığı, üzerinde yoğunlaş-tığı konular üzerineydi. Bazen konuşmalarına ve davranışlarına da yansıyan o çoşkulu tutum, hiçbir zaman hiç kimseyi kırıcı, incitici boyutlara ulaşmazdı.

Mehmet YÜKSEL’in eşi Kutlugül Hanım’a değinmezsem, Mehmet’in yaşamın-da O’nun yerini ve katkılarını birkaç satırla anlatmazsam bu yazı eksik kalır. Kutlugül, Hacettepe Tıp mezunuydu. İyi bir kadın doğum uzmanı (jinekolog) olarak kamu hastane-lerinde ve muayenehanesinde yıllarca çalıştı, çok başarılı oldu. Bu süreçte eşi Mehmet YÜKSEL’i yaşam mücadelesinde ve akademik çalışmalarında hep destekledi. Mehmet de O’na destek oldu. Hani denilir ya “Her başarılı erkeğin arkasında bir kadın vardır.” diye, bu söz başarılı kadınlar için de geçerlidir. Mehmet de tüm çalışmalarında eşi Kutlugül’ün

yardımcısı, en büyük destekçisi idi. Günümüzde ortak yaşamda paylaşımları yok de-necek kadar az olan, gelirlerini bile ayıran binlerce evli çift, aile dikkate alındığında; Kutlugül ve Mehmet YÜKSEL çifti birbirlerini sürekli teşvik eden, güçlendiren ve birlikte yükselen örnek bir çift, ideal bir aile idi.

Çocuklar, Mehmet YÜKSEL’in kızı Heval ve oğlu Sina; kuşkusuz ki babalarının bi-rikimi, düşünsel mirası ile hep gurur duyacaklar, O’ndan aldıkları bu bayrağı daha da yukarıya çıkaracaklar.

Kutlugül, Heval ve Sina; cenaze gününde çok vakurdular, güçlüydüler Mehmet YÜKSEL’e ait olmaktan dolayı ve hep güçlü olacaklar, güçlü kalacaklar.

***

Bu yazının, geçmişi geleceğe bağlamasını bu nedenle hem 68 Kuşağı ve 78 Kuşağı’na hem de Mehmet YÜKSEL’in anısına bir saygı yazısı olmasını istedim. O dö-nemde yaşanan olayların, acıların 2000’li yıllarda da bilinmesini, anılmasını, gelecek kuşaklara aktarılmasını istedim.

İki satır yazı yazılsın isterim ardımdan. Yazan, biraz beni anlatsın biraz da kendini. Okuyan, biraz kendini görsün biraz da beni Aktarılsın anılar kuşaktan kuşağa, unutulmasın.

Unutulmayacaksın, değerli arkadaşım, kardeşim Memed. Bireysel ve akademik ya-şamımıza katkılarınla yaşayacak, anılarımızda hep var olacaksın.

Belgede ARMAĞAN MehMet YÜKSeLANISINA (sayfa 35-41)