• Sonuç bulunamadı

Medreseler tarafından öğrenciye verilen diploma anlamına gelen icazet, aynı zamanda “izin, şehadetname ve ilmi ehliyet anlamlarını”63 da içinde barındırır. Aslında diploma niteliğinde olan icazet “ilk olarak hicri III. Yüzyılda Bağdat’ta verildi. Kısa süre sonra IV. yüzyılda bütün İslâm ülkelerinde evrensel olarak kullanılan bir eğitim prosedürü haline geldi.”64

Osmanlı medreselerinde de bir gelenek haline gelen icazet verme yetkisi “yalnızca hocaya ait olmuştur. Bu konuda resmi otoritenin herhangi bir etkisi olmamıştır.”65 Hocanın öğrencisine vereceği dersler bittikten sonra öğrencinin sözlü sınavda başarılı olması halinde kendisine, aldığı eğitimde başarılı olduğunun ve kendisinin öğrenciliğinin bittiğinin göstergesi olarak, icazet verilmiştir. İcazet vermede herhangi bir yaş sınırlaması olmamıştır. İcazetin içeriği genel olarak hep aynı olmuştur.

İcâzet Töreni; “Besmele ile başlayan icazet’te ilim övülür, isnadın öneminden bahsedilir, hem öğrenci hem de hocaların isimleri, icazetin verildiği kitapların ve derslerin adları, isnad silsilesi, öğrencinin bu ilmi nasıl kullanacağına dair tavsiyelerde bulunularak dua ile sona erer.”66

60 Çiçek, age, s.54. 61 Çiçek. age, s.53. 62

Halil Çiçek, Şark Medreselerinin Serencamı adlı eserinde medreselerin eğitim programları ile ilgili bilgi vermektedir. Ancak okutulan derslerin bütün medreselerde aynı olduğu söz konusu değildir. Yazılı programın olmadığı medreselerde müderrisin seçtiği dersler ve kitaplar okunmaktadır. Buna rağmen medreseler arasında büyük farklılıkların olmadığı söylenebilir.

63

http://www.osmanlicaturkce.com 64

Mesut Idriz, ‘İslam Eğitim Yaşantısında İcazet Geleneği’, Değerler Eğitimi Dergisi, 2003,1 (3) , s.177

65

Idriz, age, s.169. 66

İcâzet geleneği, İslam ülkelerinde uygulanmaktadır. İcâzet “bu asrın başına kadar yüzyıllar boyu devam etmiştir ve günümüzde İran ve Arabistan gibi İslam dünyasının bazı bölgelerinde varlığını sürdürmektedir. Bu gelenek Güneydoğu Anadolu bölgesinde varlığını devam ettiren medreselerde de görülmektedir. Bölgede faaliyet gösteren medreseler, geleneksel eğitimdeki anlayışlarında olduğu gibi, icâzet geleneğini de sürdürmüşlerdir. Medreseden mezun olacak öğrenciler için düzenlenen program, bir anlamda diploma töreni gibidir. Seyda, öğrencisine vereceği dersleri bitirdikten sonra başarılı olduğuna kanaat getirmesi durumunda, öğrencinin mezun olmasına karar verir. Bazı hocalar öğrencilerini başka medreselere göndererek, onların da onayını almak için sözlü bir imtihana tabi tutulmasını ister. Bazen diğer medrese hocalarını kendi medresesine davet eder. Öğrencilere fark ettirmeden, hocalara, öğrencilerine soru sorma imkânı verir. Başarılı oldukları kanaati, diğer hocalar tarafından da teyit edildikten sonra, öğrenciler için tören düzenlenerek diplomaları verilir.

Her medrese hocası icazet töreni düzenlememektedir. Teamüle göre tanınmış bir âlimden daha öncesinde icâzet almış olan birisinin, yeni hak eden öğrencilere icazet vermesi uygun görülür. Hoca, mezun olan öğrencilerine cübbe ve sarık alır. İcâzet törenine âlimler, medrese öğrencileri ve öğrenci yakınları katılır. Medrese hocaları ve âlimler geniş bir mekânda otururlar. Kürtçe, Arapça ve Türkçe kasideler okunur. Bu sırada mezun öğrenciler, hocalarının aldığı yeni cübbeleri giyerek ve sarıkları takarak, hocalarının karşısına dizüstü otururlar. Bundan sonra ilim ve medresenin önemi hakkında, sorumlu kişiler konuşma yaparlar. Kuran okunur ve son olarak medrese hocası, icazet aldığı âlimin isminden başlayarak, Hz Ebubekir’e kadar sürecek silsileyi anlatır. Bu silsilede mezun olan öğrencilerin isimlerinin de yer aldığı kitap, öğrencilere takdim edilir. Daha sonra misafirler ve öğrenci yakınları, mezun olanları tebrik ederler. Dualar okunduktan sonra da orada bulunan herkese yemek ikram edilir ve böylece tören sona erer.

Mezuniyet töreni olan ‘icâzet’in ne zaman düzenleneceği, halk tarafından kesin tarihi bilenmemekle beraber törene; medrese çevresi, diğer şehirlerde medrese faaliyeti sürdüren kimseler ve öğrenci yakınları davet edilir. Törenin resmi bir yönü yoktur; Ancak bu kurumlar, medrese ismi dışında, Kur’an kursu ve yatılı Kur’an kursu olarak tanındığı için, bu etkinliğe Diyanet İşleri Başkanlığı’nda görev yapan müftü, imam ve müezzinler de davet edilmektedir. 27.10.2010 tarihinde Siirt’in Tillo ilçesinde

gerçekleşen icazet töreninde yapılan gözlemde devlet kurumlarında çalışan görevlilerin de bu törene katıldıkları ve törenle ilgili konuşmalar yaptığı görülmüştür.

İcâzet töreni bittikten sonra âlim ve müderrisler, mezunlara rehberlik yapmakta ve onların din hizmetleriyle ilgili bir işe girmelerine yardım etmektedirler. Medreselerden mezun olmanın resmi bir geçerliliği olmamasına rağmen, bugün de halen eğitim faaliyetlerin devam etmesi; geleneğin ve dinin toplumsal gücü ayrıca müderris ve âlimlerin bu kurumları yaşatma çabalarıyla mümkün olmuştur.

İKİNCİ BÖLÜM

2.MODERNLEŞME

Sosyolojik anlamda kullanılan modernleşme kavramı, sözlük anlamıyla kullanıldığında, çağa uygun olan her şeyi kapsadığı görülür. Bu durumda, tarihin başlangıcından itibaren icat edilen her ürünün ve değişimi ilgilendiren her olayın bir modernleşmeyi başlattığı söylenebilir. Ancak kavram olarak modernleşmenin başlangıcı, dört önemli devrime dayanmaktadır. “Moderniteye geçişi belirleyen dört devrim; bilimsel, siyasal, kültürel, teknik ve endüstriyel devrimlerdir.”1 Bu devrimler Batı kaynaklıdır ve başlangıç itibariyle Rönesans’a kadar dayanmaktadır. XV ve XVI. yüzyıllarda İtalya’da başlayıp Avrupa’ya yayılan bilim, sanat, felsefe, edebiyat ve mimarlık alanında meydana gelen gelişmeleri kapsayan Rönesans, “Fransızcada ‘yeniden doğuş’ anlamına gelir.”2 Her şeyin izahının akıl ile yapılabileceği görüşünden hareketle yola çıkan Avrupa, bilimdeki gelişmeleri hayatın her alanında uygulamaya başlamıştır.

Avrupa’da başlayan bilimsel devrimin en önemli sonucu, endüstri devrimi ile yaşanmıştır. Bundan sonra ekonomi, siyaset, kültür, ticaret ve eğitim; bu devrimler ölçüt alınarak değişim ve gelişim göstermiştir. Avrupa’nın öncülük ettiği devrimlerin, başta yönetim olmak üzere, toplumun her alanını temelden etkilemesi sonucunda yeni ve modern bir toplum formu oluşmuştur. Bu değişimi gerçekleştirenlerin çoğunun Avrupalı olması, değişimin ardındaki felsefenin de yine Avrupa temelli olmasını sağlamıştır. Sosyolojik kuramlara bağlı olarak, değişime karşı direnmeler olsa da değişimin efsunkâr ve cazip olarak topluma sunulması, toplumun bir kesiminin değişim sürecine dâhil olmasını kolaylaştırmıştır. Öte yandan, değişime karşı gelenler de ortaya çıkmış, toplumsal yapı değiştirilmeden, geçmişi mevcut haliyle sürdürme eğilimi gösterilmiştir. Böylece, toplumda modernleşme taraftarları ile onlara karşıt muhafazakâr bir kesim oluşmuştur.

Toplumun değişimle tanışmasından sonra modernleşme, sosyolojinin de önemli bir konusu olmuştur. “George Simmel ve Emile Durkheim’in ilk sosyologları olduğu

1

Abel Jeanniere, Modernite Versus Postmodernite, (Der. Mehmet Küçük) Ankara: Vadi yay. 2000, s.97.

2

modernleşmenin”3 birçok tanımı yapılmaktadır; “Kültürel, ekonomik ve politik alanda farklılığın çoğalması süreci”4, “XVII. yüzyıl bilimsel devrimi’ ile XVIII. yüzyıl ‘aydınlanma’ düşüncesinin etkileri altında Avrupa’da ortaya çıkan, dünyaya ve hayata eskiden, kökten farklı yeni bir bakış”5, “Bir ülkenin kendi kültür varlığını ve yaşama tarzını terk etmeye zorlayıp ‘daha ileri kültür’ olarak kabul edilen hâlihazırdaki hâkim kültür varlığına kendini adapte etme çabalarına bilinçle sürüklenmesi olayının genel ifadesidir.”6 Modern olmak, “Artık düne ait olmayan ve başka yöntemlerle ele alınması gereken bir dünyada yaşamak demektir”7. Bütün bu tanımların ortak özelliği, modernizmin Batı kaynaklı olması ve geçmişi hatıralara gömerek her alanda yenileyici olmasıdır. Jeanniere’nin “modern, yeninin ya da yakın zamanın eş anlamlısıdır. İster olumlu ister olumsuz değerlendirilsin, gündelik yaşamda ve kültürde modaya uygun tutumlar”8 olarak nitelediği modernleşme, esnektir ve her birey ve toplum, bundan bir şekilde etkilenerek değişime maruz kalmaktadır.

Modernleşme, din ve geleneğin toplumsal yapıyı şekillendirmesine karşı gelerek bunların yerine her şeyde sebep-sonuç ilişkisini arayan, yani aklı temele alan bir düşünce doğrultusunda gelişme göstermiştir. “Bir toplumda akıl ve akılcılık ne kadar egemen olursa, o kadar düzen olur. Akıl tarafından yönetilen modernitenin dibinde yatan felsefe budur.”9 Avrupa’dan yayılan modernleşme dalgası, başta bu kıtaya yakın olan ülkeler olmak üzere, bütün dünyayı etkisi altına almıştır. Modernleşmenin temelinde bulunan ekonomi ve üretimin beraberinde getirdiği sömürgecilik sayesinde, modernleşmeden, uzakta olan geri kalmış ülkeler de etkilenmiştir. Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasında etkili olan sebeplerden biri de, modernleşme ve ardındaki faaliyetlerdir. “Modernleşmede Osmanlı dönemini ele alırsak, muhakkak ki söz konusu ‘Batılılaşma süreci’ son derece hüzün verici bir öyküdür. Çünkü bu süreç aynı zamanda bir çöküşün öyküsüdür.”10 Bu sürece geç başlayan ve değişimin hangi alanlarda ne ölçüde uygulanacağı konusunda kararsız kalan Osmanlı yönetimi ve aydınları, devletin dağılmasına engel olamamıştır.

3

Küçük, age, s.108. 4

Hans Haferkamp and N. J. Smelser, Social Change and Modernity, Los Angeles: University of California Press,1992, p.57.

5

Mustafa Erdoğan, Aydınlanma, Modernlik ve Liberalizm, Ankara: Orion Yayınları, 2006, s.25. 6

Ali Bulaç, Modernizm, İrtica ve Sivilleşme, İstanbul: İz yayıncılık, 1995, s.43. 7

Küçük, age, s.96. 8

Küçük, age, s.95. 9

Gönül Pultar, Emine O.İ., Bahattin Akşit, Kültür ve Modernite, İstanbul: Türkiye Kültür Araştırmaları, 2003, s.29.

10