• Sonuç bulunamadı

Marksist-Leninist ve Stalinist Teoride Milliyetçilik Kavrayışı

BÖLÜM 1: MARKSİZMİN MİLLİYETÇİLİK KAVRAYIŞI

1.2. Marksist-Leninist ve Stalinist Teoride Milliyetçilik Kavrayışı

Ulusal sorun, Marksist düşünce geleneği içerisinde çok sıklıkla tartışılan konulardan bir tanesidir. Başta Marx, Engels, Lenin ve Stalin olmak üzere pek çok Marksist düşünür ve siyasetçi bu konuya değinmiştir. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği için daha sonra Marksizm-Leninizmi resmi ideoloji haline getirecek olan Stalin’in bu konu ile ilgili kaleme almış olduğu çok temel bir makale mevcuttur.

Stalin’in 1913 yılında, ulusal sorun ile ilgili yazdığı makale Rusya’da adı üzerinde bir ulusal sorun olduğunu ifade etmektedir. Rusya, bu dönemde normal, anayasal yaşamın henüz kurulmadığı, politik krizin henüz çözülmediği bir geçiş aşaması yaşamaktadır. Bununla birlikte, bu geçiş aşaması Marx’ın öngördüğü biçimde, Feodal dönem – Kapitalizm – Sosyalizm sıralamasıyla gerçekleşmemekte; Çarlık’tan doğrudan Sosyalist devrime geçiş biçiminde gerçekleşmektedir. Yani mezkûr tabloyu enternasyonalizmin odak noktasında olduğu bir hareketten ziyade, öncelikle dönemin popüler kavramlarından olan kendi kaderini tayin hakkının temele alındığı bir hareket olarak okumak daha yerinde olacaktır. Rusya, bölgesel özerklik kavramını bu ulusal sorun algısını çözmede iyi bir aygıt olarak başlangıçta kullanabilmiştir. Ancak coğrafi alana dayanan bölgesel özerklik, ulusal sorunu bütünüyle açıklamaya ve çözmeye yeten bir yaklaşımı içermemiştir.

Stalin’e göre ulus; ırk ve klan dayanağı olmadan, zamanla oluşmuş insanlar topluluğu olarak karşımıza gelmektedir. Ancak Stalin’in bu konudaki yaklaşımına göre ulusu açıklamak için zamanla-oluşma özelliğini ifade etmek yeterli değildir. Stalin’e göre uluslar, imparatorluk halkları gibi rastlantısal bir şekilde bir araya gelmiş, geçici ve gevşek bağları olan insan toplulukları değil; istikrarlı yapıdaki insan topluluklarıdır. Buna karşılık, her istikrarlı topluluk da ulus değildir. Bu paralelde Stalin’in ulus ile devleti kalın çizgilerle birbirinden ayırt ettiğini ifade etmek gerekmektedir. Bir devlette tek bir dil olması bir zorunluluk değilken, ulus olabilmenin temel şartlarından bir tanesi, ulusun bütün üyelerinin aynı dili konuşuyor olmasıdır. Ancak dil de tek başına ulusu oluşturmak için yeterli değildir. Bunun yanında bir ortaklaşa toprak parçası, ekonomik bütünleşme, bir ortak ruhsal birliktelik ve kaderde birlik ulusun tek başlarına yeterli olmayan ancak gerekli parametrelerini oluşturmaktadır (Stalin, 2013: 14-16). Bütün bunların dışında ulus ve ulusçuluk çoğu zaman burjuvazinin kullandığı bir aygıt olarak

24

karşımıza gelmektedir. Ancak meselenin daha tehlikeli boyutunu, burjuva tarafından ve burjuvanın çıkarları için gerçekleştirilen bu ulusal mücadelenin içerisine işçi sınıfının da dahil edilerek, topyekun bir halk mücadelesine dönüştürülmesi durumu oluşturmaktadır (Stalin, 2013: 26).

Esasen Stalinizm; Marksizmi devletin resmi ideolojisine dönüştürme çabası olarak ifade edilebilir. Nasıl ki, ideolojiyi olumsuzlayan ve yalancı gözlükler olarak tanımlayan Marksizm, Leninizm vasıtasıyla ideolojinin olumlandığı, bir yol haritası çizen pratik bir faaliyete dönüştüyse, Stalinizmin hedefi de, Marx’ın değil ama Lenin’in sosyalizminde ‘pozitifleşen’ bu ideolojiyi resmi devlet ideolojisi biçimine dönüştürmekle açıklanabilmekteydi (Bottomore, 2005: 558). Ne var ki Stalinizm, milliyetçilikler ve ulusçu hareketler de dahil olmak üzere tüm farklılıklar karşısında, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin etki alanında bulunan coğrafyada uygulanan, baskıcı ve totaliter bir politika pratiği biçimine dönüşmüştür (Ree, 2001: 25). Başlangıçtaki yaklaşımında ulus sorununa karşı bu kadar sert bakmayan Stalin, pratikte burjuvazinin ulus meselesini kullanıp işçi sınıfını da tarafına çekerek toptan bir halk hareketine dönüştürebileceği endişesini görmeye başlamayla birlikte bu konuda sertleşen bir baskı rejimi kurma yoluna girmiştir.

Lenin’in konuyla ilgili makalelerinde ise, ulusal sorunun önemli unsurlarından biri olan dil sorunu üzerinde durulduğu görülmektedir. Liberallerin ilgili dönemde fazlasıyla önemsedikleri görülen dil sorunu, Lenin tarafından liberal-burjuva milliyetçiliğinin elinde kullanılan bir aygıt olarak görülmektedir. Dil odaklı bir politikanın, burjuvazi tarafından ulusal kültürün unsurlarından biri olarak, proletaryayı parçalamak ve bu

şekilde zayıflatmak amacıyla kullanıldığı öne sürülmektedir. Bu çerçevede burjuva partilerinin dil gibi sorunlar üzerinden milliyetçi bir ayrışma yaratmaya çalışarak, proletarya yönetimini yıpratma çabasına girmelerinin doğal olduğu Lenin tarafından sıklıkla öne sürülmektedir (Lenin, 2013:78).

Lenin’e göre Marksizm ile milliyetçiliğin nihai kertede kaynaşması mümkün değildir. Lenin, milliyetçiliğin yerine tüm ulusların birlikte yaşadığı enternasyonalist bir siyasal oluşum hedefi taşımaktadır. Milliyetçiliğin, işçi sınıfı için önemi, tarihsel rolünden kaynaklanmaktadır. Zira, feodalizmi yıkan, burjuva devrimleri daha çok milliyetçilik sayesinde gerçekleşmiştir. Ancak bununla birlikte bu akım artık tarihsel misyonunu

25

tamamlamıştır. Başka bir ifadeyle, imparatorlukları ve feodaliteyi yıkması itibariyle milliyetçilik, tarihsel bir analizle ilerlemeci bir kavram ve olgu olarak kabul edilmektedir. Ancak bunun ötesine geçerek, Marksizm’le bağdaştırılması ne mümkün ne de doğrudur (Lenin, 1998: 33). Lenin’in milliyetçiliği öteleyen bu görüşlerini, onun, ulusların eşitliğe ve kendi kaderlerini tayin haklarına sahip olmadıklarını düşündüğü biçiminde yorumlamak ise doğru değildir. Milliyetçiliği bu şekilde olumsuzlayan Lenin, ulusların eşitliğine ve kendi kaderlerini tayin haklarına saygı duymaktadır. Başka bir ifadeyle Lenin, ulusların varlığına, en azından feodalizme karşı kazanılan zafer bağlamında saygı duymakla ve bunu ilerlemeci bir kavram olarak görmekle birlikte; bunun bir ulusçuluk ya da milliyetçilik düşüncesine dönüşmesine ve bu haliyle Marksizmle bağdaştırılmasına şiddetle karşı çıkmaktadır. Uluslar, tarihsel rolleriyle saygı duyulması gereken yapılardır; ancak ulusçuluğun ideoloji olarak yaygın biçimde kabul edilmesi artık mümkün değildir. Çünkü bu düşünce, Lenin’e göre tüm dünya halklarının ortak iyiliğine hizmet eden ve tüm dünya halklarını özgürleştirecek olan enternasyonalizmle ters düşmektedir.

Lenin de tıpkı Marx’ın yaratıcı yıkımcılık düşüncesi gibi devrimci yenilgicilik düşüncesine sahipti. Buna göre yeni bir düzenin kurulabilmesi için eskisinin yıkılması gerekli görülmekteydi. Bu da emperyalist bir savaş söz konusuysa, emperyalist devletin işçi sınıfının kendi ülkesinin yenilgisini, galibiyetine tercih etmesi anlamına geliyordu. Yani yaratıcı yıkımcılık düşüncesinde olduğu gibi, burjuva iktidarının bir savaştaki mağlubiyeti, iktidar boşluğu yaratıp proletaryaya devrim yapmak için fırsat sağlayacağından, olumlu karşılanabilecek bir durumdu. Bu tavırla Lenin, işçi sınıfının enternasyonal çıkarını, ülkenin ulusal çıkarından önde tuttuğunu ortaya koymuş oluyordu. Ancak Lenin’in bu tutumunun Ekim Devrimi’ne kadar sürdüğünü, devrim sonrasında bu yaratıcı yıkımcılıktan pek söz etmediğini de ifade etmek gerekmektedir (Lenin, 2009: 9). Devrimden sonra Lenin’in bir devlet başkanı olduğu düşünülecek olursa, devrimci yenilgicilik düşüncesinden uzak durması doğal karşılanabilecek bir durumdur. Ancak bunun yanında, milliyetçilik anlayışını reddeden ve bunun yerine enternasyonalizm idealini koyan bir devlet olan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin lideri olduğu düşünüldüğünde, devrimci yenilgicilikten uzaklaşması, ulusal ya da milli kimliği bütünüyle dışlayamadığı gerçeğini de ortaya koymaktadır.

26

Buna rağmen, Leninizmin genel çerçevesinden hareketle, bu akımın enternasyonalist bir çizgide olduğu ifade edilebilmektedir. Leninizmde milliyetçi/ulusalcı kimlikle ilgili sorunların, işçi sınıfı hareketini zayıflatmak için burjuvazinin siyasi hareketleri tarafından kullanılacağı öngörülmektedir. Bu öngörüden hareketle, her ne kadar kendi kaderini tayin hakkı ve her bir ulusun özerkliğinin önemli olduğu öne sürülse de, enternasyonalizm karşısında birçok kimliğin zayıflatılmasına yol açılmıştır. Bu tespiti daha çok Stalin’in iktidara geldiği dönemle ilgili biçimde öne sürmek de mümkündür. Bir anlamda milliyetçilik karşıtı enternasyonalist hareket, başat bir milli kimliğin hükmüne girmeye başlamış; Rus milli kimliği Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin genelini etkisi altına almıştır.