• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 3: BİRİKİM ÇEVRESİ’NİN SOL LİBERAL MİLLİYETÇİLİK

3.1. Birikim Çevresi Solun Neresinde?

Birikim çevresi, teorik altyapısını oluştururken, solun içerisine düştüğü muhafazakarlığı eleştirme yolunu seçmiştir. Gerek derginin kendisinde yer verilen makalelerin seçiminde, gerekse Murat Belge, Ömer Laçiner, Tanıl Bora ve sonradan çevreye dahil olan Taner Akçam gibi isimlerin başka kaynaklarda yapmış olduğu yayınlarda sol muhafazakarlığın dışında bir çizgide, bu muhafazakar tavrı eleştirerek ortak bir kimlik oluşturmuşlardır. Birikim çevresi, bunu yaparken bir yandan Türkiye’de solun neredeyse mütemmim cüzü olarak içerisinde barındırdığı milliyetçiliğin karşısında yer almıştır. Militarist ve Kemalist kodları da içerisinde barındıran bu milliyetçilik düşüncesi, ulusalcılık gibi çeşitli kavramlarla meşrulaştırılmaya çalışılmıştır.

Birikim’in kendisini dışında tanımladığı soldaki milliyetçi eğilimin ötekileştirilmesi, Birikim çevresini farklılaştıran tek unsur olmamıştır. Bunun yanında, yalnız ülkemizdeki solda değil; evrensel ölçekte de solun muhafazakarlaşmasına sebep olan sınıf analizine atfedilen rolün de Birikim çevresinde eleştirildiği görülmektedir. Bunu yaparken, sınıf temelli çözümlemelere toptan bir karşı duruş tabiatıyla söz konusu değildir. Burada öne çıkan nokta, diğer tüm faktörleri göz ardı ederek, sınıfsal analizin tabulaştırılması meselesinde karşımıza gelmektedir.

Buradan hareketle gerek 1976’dan itibaren toplanan I. Birikim çevresinde, gerekse 1980 askeri darbesinden sonra 1989 yılında toplanan II. Birikim çevresinde solun bir dondurulmuş ideoloji, bir doktrin, bir resmi söylem olarak muhafazakârlaşması eleştirilmektedir. Özellikle Soğuk Savaş’ın sona ermesi ve Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği reel pratiğinin dağılmasından sonra, yeni çağın gereksinimlerine göre bir özeleştiri yapılması gereği ortaya çıkmıştır. I. Birikim çevresinden itibaren dergide ve çevrede duyulan bu kaygı, özellikle II. Birikim çevresinde temel gündem maddelerinden biri halini almıştır. Sol ve sosyalist düşüncenin kendisini bağladığı bu sarmaldan solu kurtarmak, bir anlamda II. Birikim çevresinde temel vazife olarak ele alınmıştır.

106

Soğuk Savaş sonrası, yeni oluşan dinamiklerin gerektirdiği gibi, solu tutucu bir sınıfsal analize indirgeyen hakim sol muhafazakar bakış açısına Birikim’de adeta savaş açılmıştır. 1980 öncesi Birikimi’nin Markizmin o dönemde çağdaş bir türü olarak ortaya çıkan Althusser etkisindeki Yapısalcı konumlanması elbette bu tavrın oluşmasında önemli bir yapı taşı olmuştur. II. Birikim çevresinin, sola dönük özeleştirel tavrı ise salt Yapısalcı bir akıl yürütmeyle açıklanabilecek bir çaba olmanın ötesindedir. Özellikle temel haklar ve azınlıklar meselelerine eğilen çoğulcu, çok-kültürlü toplum yapısına değer veren ve bunun oluşturulmasını gerekli gören; bunu yaparken yer yer çok-kültürcülüğe varan bir duruş ortaya çıkmıştır. Post-modern dünyanın, ulus yapılarını aşındırarak parçacılaştırdığı toplumsal yapılar ve iktidar yapıları, Birikim’in bu çabası içerisinde yankılanmıştır.

Birikim çevresi, Bora’nın ifadesiyle bunu yaparken bir teorik kapsayıcılık oluşturma çabası içerisine girmemiştir. Marx’ın takipçileri ve reel sosyalizm uygulamalarıyla kirlenen ve doktrin kalıbı içerisine giren, bu şekilde Marksizm’ler halini alan ekonomik ve politik determinizmden uzak durmuştur. Bu konumlanmanın sağlanabilmesi için ise bir yandan Laçiner’in ifadesiyle öze dönüşçü bir çaba içerisine girilmiş; diğer yandan yeni dönemin gerçeklerini içeren bir sol yaklaşım geliştirilmiştir. Bunu yapabilmek için mevcut paradigmada önemli bir kopuşa ihtiyaç duyulmuştur (Bora, 2000a: 8).

Sınıfsal analizin tekleştirilmesi ve ekonomik determinizm, solun muhafazakarlaşmasının temel nedenlerindendir. Ekonomik determinizm açısından, tüm analizlerin altyapı–üstyapı ilişkisinde incelenmesi Birikim’de olumlu karşılanmamaktadır. Birikim’de bir yandan öze dönüşçü bir çaba söz konusuyken, Marx’ın tüm analizlerinin günümüz dünyasını açıklamada yeterli olamayacağı da farkında olunan noktalardandır. Öze dönüş, özellikle Genç Marx okumalarının bir düşünme yöntemi olarak ele alınmasını içermektedir. Bununla birlikte Gramsciyen bir altyapı – üstyapı ilişkisi ve hegemonya kavramı Birikim’de etkisini göstemektedir. Yalnız altyapıda bulunan ekonominin ve dolayısıyla üretim ilişkilerinin, üstyapıda bulunan diğer her şeyi belirlediği indirgemeceliği ve bu indirgemeciliğin sola yüklemiş olduğu ağır yük, Birikim’de hesaplaşılan konuların başında gelmektedir.

Sınıfsal analize, diğer tüm toplumsal faktörler göz ardı edilerek duyulan bağlılık, solu; Birikim çevresine göre solu, tutuculaştıran bir etki yaratmıştır. Bu muhafazakar

107

yorumlarla tutuculaşan sol yorumların, sınıfsal yaklaşıma yüklediği anlam, bir çeşit popülizme dönüşmüştür. Oluşan işçiye dayalı popülist yaklaşım, işçi sınıfını devrimin etken öznesi olmaktan çıkarmış, edilgen bir konuma indirgemiştir (Bora, 2000a: 8). Birikim’in sınıf analizine duyulan bu aşırılığa bağlılığa tepkisi ise, insan odaklı bir paradigmayla hareket etmesinde kendini bulmaktadır. İnsanın, insan olmasından kaynaklanan varoluşsal değeri üzerine dayanmayan her düşünce, totaliterleşmeye mahkûmdur. Bu çerçevede, insan odaklı bir perspektif geliştirilmesi, solun içerisine düştüğü genel-geçer kurallar arama ve bunu yaparken muhafazakarlaşma handikabının karşısında bir çözüm önerisi olarak ortaya çıkmaktadır. Birikim’in dayanak noktası, işçi sınıfına yekpare bir bütün olarak bakan totalci geleneksel sol anlayışın karşısında varoluşçu-özgürlükçü-hümanist bir güzergahta durmaktadır.

Geleneksel sol; ekonomik determinizme dayalı genel-geçer kurallar arama çabası içerisinde, gerek proletaryayı edilgen, yönlendirilmesi gereken bir topluluk niteliğine indirmiş; gerekse bu indirgemecilik çerçevesinde pragmatikleşerek, bir anlamda kendi elitlerini yaratmıştır. Birikim’in söylemi ise, insanı varoluşsal değeriyle ele alıp, ona bireysel alandan başlayan bir devrimci özne rolü atfedilmesini içermektedir. İnsan, birey düzeyinde değerlidir. Buna bağlı olarak, bireylerden oluşan irili ufaklı tüm gruplar, topluluklar ve her türlü kimlik değerlidir. Tümevarımcı bir yaklaşımla, proletaryanın homojen, türdeş bir birliktelik olmadığı; onu oluşturan her bir kimliğin varoluşsal değerinin ve taşıdığı etken özne rolünün göz ardı edilmemesi gerekliliği üzerinde durulmaktadır. Aksi bir tutum, işçi sınıfını homojen bir birliktelik olarak görmek anlamına gelmektedir. Bu durum da aslında ulus devlet ideolojisinin, topluma bakış açısından farklı bir yaklaşım içeremez. Esasen bu ulusçuluk akımı ile muhafazakârlaşan geleneksel sol yaklaşım arasında ülkemizde ve dünyada yaygınlaşan ittifak bu ortak paydadan kaynaklanmaktadır. Tümden gelimci bir yöntemle, proletaryanın üretim ilişkilerindeki konumuna indirgenerek yapılacak analizler ve geliştirilecek reel-politik söylemler, hem teorik hem pratik boyutlarıyla solu çağımızın gerçekleriyle uyuşamayacak bir noktaya hapsetmektedir. Bireysel ve toplumsal tüm farklılıkları görmezden gelerek yapılacak analizler, çağımızda geçerliliğini baştan kaybetmiş; ölü doğmuş analizler olarak ortaya çıkmaktadır.

108

Bora’nın ifadesiyle, geleneksel solun işçiler olarak bahsettiği ‘devrimci özne’ rolü atfedilen sınıf, çoğu zaman soyut ve belirsiz bir alana karşılık gelmektedir. Sosyalizmi kuracak olan devrimci öznenin tanımlanma biçiminin, reel parametrelere dayanmayan, yüzeysel bir teorik çerçevede ele alınması bu sınıfın nerede başlayıp nerede biteceğini ve nerede bulunacağını muğlaklaştırmaktadır. Geleneksel solun sınıf anlayışı, sosyalist dönüşümü gerçekleştirebilecek bir arayış ve tanımlamadan oldukça uzaklaşmıştır. Konuyla ilgili geleneksel anlayışın yaptığı sınıf bilincine sahip olma ayrıştırması, Bora’ya göre gerekli olmakla birlikte oldukça genel ve gerçek başka ölçüt ve ayrımları gözden kaçıran bir sınıflandırmayı ortaya çıkarmaktadır. Birikim çevresinde işçi sınıfı, toplumsallık içerisindeki kendi rolünü ve kendi kimliğini inşa sürecinin bir ürünüdür. Bu ürün, aynı zamanda maddi anlamda kendi tarihsel kökeninin de temelini oluşturur. Başka bir ifadeyle işçi sınıfına, homojen bir tanımlama çerçevesinde büyük çaplı bir kurtarıcı olarak bakmak doğru değildir. Geleneksel anlayışın içine düştüğü sarmal yahut açmaz burada ortaya çıkmaktadır. İşçi sınıfı, toplumsallaşma içerisinde kendine has heterojen özellikleri bulunan, evrensel ölçekte bu kendine has özellikler sebebiyle türdeş olarak ele alınamayacak bir yapıdır ve onu tarihsel varlığından ayrı düşünmek mümkün değildir (Bora, 2000b: 78).

Proletarya, üretim araç gereçlerinin mülkiyetine sahip olmayan, kafa ve kol gücüyle hayatını kazanan, sınıf bilinci taşıyan ama bunun yanında kendi toplumsal, kültürel özelliklerine de sahip olan ve bunlara sıkı sıkıya bağlı bulunan heterojen topluluklar bütününden meydana gelmektedir. Bu yerel özellikleri göz ardı ederek, yalnızca üretim sürecindeki konumlanmaları ve sahip oldukları varsayılan işçi sınıfı tanımlamasıyla ulusal ya da evrensel ölçekte yapılan tanımlar, gerçeğin gözden kaçırılmasına sebep olan aşırı kapsayıcı ve türdeşleştirici tanımlardır. Sınıfsallığın sol düşüncedeki bu tahakkümü ise, sınıfı bir etnik birliktelik gibi değerlendirme hatasına sebep olmakta; adeta millileşen bir sınıf yaklaşımı yaratmaktadır.