• Sonuç bulunamadı

3. MAKALELER

3.2 Makalelerde benimsenen üslup ve dil

İsimlendirmeye ek olarak bir başka söylem tekniği olarak ise makalelerde İran’a ya da Türkiye’ye atfedilen özelliklerin, ithamların ve yargı cümlelerinin nesnel verilere ya da bir siyasi süreç analizine dayanmayıp yorum cümlesi biçiminde kalmasıdır. Bu tür yaklaşım kimi makalelerde o kadar bariz bir şekilde öne çıkmaktadır ki neredeyse makalenin argümanını kanıtlama girişimi dahi yorum cümlesinden öteye gidememektedir. Hatta kimi çalışmalar, bilimsel bir makalenin asgari koşullarından biri olan temel argümanını kanıtlama zorunluluğuna dahi yanıt vermemektedir. Böylelikle İran’a ya da Türkiye’ye yönelik ithamlar, bilimsel bir veri biçiminde sunulabilmektedir. Bu yöntemi kullanan birçok makale İran’a/Türkiye’ye yönelik olumsuz söylemin inşa edilmesine bilimsel platform kullanılarak ama bilimsel yöntemlerden uzak bir şekilde katkıda bulunmuştur.

Örneğin Bilgin’in çalışmasında çok az kaynakçanın yer alması hatta makalenin temel argümanlarını desteklemek üzere kullanılan siyasilerin açıklamalarının referans gösterilmeden kullanılması makaleyi bilimsel bir çalışmadan çok yorumlarla, ön yargılarla dolu bir metin haline getirmektedir ki bu yönüyle çalışma kendini ilk andan itibaren İran karşıtı biçiminde konumlandırmaktadır. Buna göre İran, Türkiye için tehdit oluşturabilecek bir ülkedir. Bilgin’in bu çıkarımı, İran’ı tehdit olarak gören diğer yaklaşımlarla benzerlik gösterse de yazarın söz konusu argümanını destekleyecek ciddi kaynaklardan uzak kalması ve “tehdit” söylemini destekleyecek verilerin olmaması makalenin bir başka sorunlu tarafı olarak öne çıkmaktadır. Örneğin makalenin birçok yerinde Bilgin, Türkiye’nin “İran’a karşı derin kaygılar” beslediği ve İran’ın Türkiye’ye tehdit olduğu tezini savunmaktadır. Komşu ülkeler

arası ilişkilerde makul bir çıkarım olarak görülen söz konusu kaygı iddiası, Bilgin’in herhangi bir eseri ya da siyasetçinin konuşmasını referans olarak göstermemesi nedeniyle sorunlu bir yaklaşım olarak öne çıkmaktadır (Bilgin, 2012: 9). Başka bir deyişle Bilgin, İran’ı tehdit olarak tanımlamasına neden olanın ne olduğu veya Türkiye’nin İran’a “derin kaygılar beslediğini” nereden anlamamız gerektiği sorularına cevap vermemektedir.

Karşı ülkeye yönelik olumsuz söylemin inşa edilmesine katkı sağlayan çalışmalarda neden sonuç zincirinin bilimsel zeminde kurulmadığı Farsça metinlere rastlamak da sıkça mümkündür. Örneğin bu bağlamda ele alınabilecek bir çalışmada Türkiye, Batı bloğu ile birlikte hareket eden bir ülke olarak ele alınırken aynı zamanda başta Libya ve Tunus olmak üzere, Ortadoğu’daki krizlere “fırsatçı bakış açısı” ile yaklaştığı savunulurken, söz konusu argüman herhangi bir siyasi ya da diplomatik gelişme ile desteklenmemiştir. Benzer yöntemin sıklıkla kullanıldığı söz konusu çalışmaya göre, AK Parti liderliğindeki Türkiye’nin asıl amacı “İslam İmparatorluğu” kurmaktır (Bedri ve diğerleri, 2014: 10). Yazarların söz konusu ifadeleri çok büyük oranda bir niyet okuması gibi durmaktadır. Başka bir şekilde ifade edecek olursak yazarların Türkiye ile ilgili böyle bir çıkarımda bulunmalarına gerekçe teşkil edecek olaylar ya da ilişkiler zinciri kurulmamıştır.

İran’da milliyetçi kimliği ile tanınan Ferhad Etayi’nin Türkiye ile İran arasındaki bölgesel rekabeti incelediği çalışmasında da benzer kullanımların varlığına tanık oluyoruz. Örneğin Etayi, Türkiye’yi bölgesel meselelerde İran’a tehdit olarak görürken aynı zamanda Türkiye’nin “pan-Türkçü” (2000: 53) bir politika takip ettiğini savunuyor. Zaman zaman “pan-Türkçü” politika “yeni-Osmanlıcı” şeklinde ifade edilirken genel anlamda bu politikanın İran’ı hedef aldığı savunulmaktadır. Ancak Türkiye’nin böyle bir politika izlediğine dair herhangi bir referans gösterilmediği gibi söz konusu iddia herhangi bir neden-sonuç zinciri ile de desteklenmemiştir (Etayi, 2000). Benzer temaya sahip bir başka makalede ise yazarlar Türkiye’nin “pan-Türkist” politika takip ettiğini ve bunu doğrudan İran’ın güvenliğine tehdit biçiminde tanımlamaktadır. Buna göre Türkiye, Sovyetlerin dağılmasından bu yana Türki Cumhuriyetlerin bulunduğu coğrafya ile yakından ilgilenmektedir ve dil birliğini temel alan bir siyasetle söz konusu coğrafyaya liderlik etme hedefindedir. Ancak yazarlar Türkiye’nin hangi politikasının pan-Türkçü veya İran güvenliğine tehdit olduğunu veya dil temelinde geliştirmeye çalıştığı liderlik iddiasını açıklama ya da ispatlama gereği duymamaktadır (Refi’i ve Mezlumi, 2012: 90). Söz konusu makalelerin ciddi argümantasyon sorunu barındırması nedeniyle, makaleler daha çok Türkiye’ye yönelik bilimsel olmayan, kişisel ön yargılarla ve yorumlarla dolu bir metin haline gelmektedir ki bu şekliyle söz konusu çalışmalar İran kamuoyunda Türkiye karşıtı bir algının hakim hale gelmesine neden olmaktadır.

Öte yandan Türkiye için “yeni-Osmanlıcı” ifadelerinin kullanılması Farsça metinlerin neredeyse tamamına nüfuz etmiştir ve bunun özel bir anlamı da bulunmaktadır. İran siyasi tarihinde ve güncel İran siyasetinde “yeni-Osmanlıcılık” terimi oldukça olumsuz bir anlama sahiptir. İran’ın doğusunun Türki Cumhuriyetlerden oluşması ve İran’da birçok Azeri İran vatandaşının olması söz konusu politikanın İran’ın bütünlüğüne tehdit biçiminde görülmesine neden olmaktadır. Bu nedenle yazarların ciddi argümantasyon sorunu olan makalelerde bu ifadeyi kullanmaları İran iç siyasetinde ve toplumunda Türkiye karşıtı imgenin inşa edilmesine katkıda bulunmaktadır.

Bazı makalelerde ise Türkiye’nin ilgili politikası bir ideoloji biçiminde gösteriliyor. Buna göre Türkiye, Kafkaslar’da ideolojisine uygun biçiminde davranıyor ve bu İran’ın toprak bütünlüğüne doğrudan bir tehdit biçiminde sunuluyor. Herhangi bir referans ya da siyasi süreç analizi ile desteklenmeyen bu varsayıma göre Türkiye, İran içindeki başta Azeri Türkleri olmak üzere Türkçe konuşan İran vatandaşlarını ve daha genel manada Kafkasların ve Asya’nın Türkçe konuşan nüfusunu kışkırtmaya çalışarak hem İran içinde karışıklık çıkarma hem de İran’ın bölgesel etkinliğini baltalama eğilimindedir (Felahet ve diğerleri, 2015: 51). Türkiye’nin etkinliğinin tartışıldığı ve ciddi argümantasyon sorununun olduğu bir başka çalışma ise Türkiye’nin Ortadoğu’da Şii-Sünni çatışmasını körüklediğini iddia eden çalışmadır. Bu makaleye göre Türkiye, bölgede mezhepsel anlamda “kutuplaştırıcı” rol oynamaktadır (Furuği ve diğerleri, 2012: 73-74). Yine bu bağlamda makale, Türkiye’nin bölgedeki Sünni inancına yaslanarak “yeni-Osmanlıcı” politikasını devreye soktuğunu iddia etmektedir. Ancak önceki makalelerde olduğu gibi bu makale de Türkiye’nin hangi politikası ile böyle bir rol oynadığı sorusuna yanıt verme gereği duymamıştır (Furuği ve diğerleri, 2012: 75).

Makaleler dikkatli bir şekilde incelendiğinde İran’da milliyetçi olarak tanınan akademisyenlerin özellikle Türkiye dış politikası üzerine olan çalışmalarında Türkiye’yi ciddi bir biçimde hedeflediği görülmektedir ve bu çalışmaların en önemli ortak noktalarından bir tanesi ise ciddi argümantasyon sorunları barındırmalarıdır. Örneğin İran’da sıkı milliyetçilikleri ile tanınan Fatimi ve Çegini’nin makalesinde de bunu görmek mümkündür. Türkiye dış politikasını inceleyen çalışmasında yazarlar, Türkiye’nin bölgede çıkarcı politikalar yürüttüğünü iddia ederken bölgesel dış politikasının İran’ı zor durumda bıraktığını savunuyorlar. Yazarların iddiası bir bilimsel makale için yeterli bir argüman gibi durmaktadır. Ancak Türkiye’nin asıl olarak “Şii jeopolitiğine karşı” (2012: 178) bir politika izlediğini savunmaları ve bu iddiayı herhangi bir şekilde kanıtlamaya tabii tutmamaları makaleyi bilimsel açıdan zor bir duruma sokarken aynı zamanda Türkiye’nin Şii karşıtı olduğu şeklinde Türkiye için olumsuz bir söylemin inşa edilmesine katkıda bulunuyorlar (Fatimi ve Çegini, 2012).

Bir başka örnek olarak, Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkileri inceleyen bir çalışma, İsrail konusunda Türk siyasetçileri yalancılıkla suçlamaktadır. Özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın İsrail söylemleri ile (Erdoğan liderliğindeki) Türkiye’nin İsrail politikası arasında zıtlık olduğunu iddia eden makale, “Türk siyasetçilerin içi boş ifadelerle” Müslüman dünyaya “şov” yaptığını iddia ediyorlar. Yazarlara göre Türkiye, aslında bu politikasıyla başta Filistin meselesi olmak üzere, İsrail’in “Müslüman karşıtı” Ortadoğu politikalarına yardımcı olmaktadır. Örneğin makalenin yazarı, Türkiye’nin NATO savunma sistemlerini kendi topraklarında konuşlandırmasının amacı olarak İsrail’i korumayı göstermektedir ve bu iddia herhangi bir şekilde bilimsel argümanlarla desteklenmemektedir. Başka bir deyişle, Türkiye’nin bu hamlesiyle İsrail’i nasıl koruyacağı ve neden koruyacağı sorularına cevap vermeden Türkiye’ye İsrail yanlısı bir konum atfetmektedir (İbrahimi ve diğerleri, 2015: 202). Söz konusu iddiaların asıl sorunlu tarafı ise yazarların bu iddialarını kanıtlama gereği duymamalarıdır. Bu bağlamda yazarlar, İran iç siyasetinde her zaman popüler bir konu olan İsrail karşıtlığı üzerinden ülke içinde, İsrail ile işbirliği yapan Türkiye temsilini dolaşıma sokarak Türkiye karşıtı söyleme güçlü bir şekilde destek vermiş olmaktadırlar (İbrahimi ve diğerleri, 2015: 202).

Milliyetçi kökenli akademisyenlerin kaleme aldığı bir başka çalışmaya örnek olarak ise Hüseyin Mes’udniya ve Davut Necefi’nin makaleleri örnek olarak gösterilebilir. Makalede Türkiye’ye “Müslüman karşıtı” olarak nitelendirdikleri İsrail ile benzer bir konum atfedilirken aynı zamanda “Müslüman düşman” şeklinde tanımlanıyor. Ancak çalışmanın takip eden sayfaları Türkiye’nin Müslüman karşıtı politikalarının neler olduğu sorusuna yanıt vermemektedir (Mes’udniya ve Necefi, 2011). Söz konusu örneklerin gösterdiği gibi, İran siyasetinde her zaman olumsuz bir imajı olan İsrail ile Türkiye aynı karede resmedilerek olumsuz bir Türkiye profili çizilmeye çalışılmıştır.

Öte yandan ikili ilişkileri akademik bir analizle Uİ disiplininin temel kavramları ile inceleyen ve argümantasyon sorunu olmayan çalışmalar da mevcuttur. Birdişli’nin çalışması bu açıdan örnek olarak gösterilebilir. Birdişli’nin çalışması gerek argümantasyon teknikleri gerekse isimlendirmeleri ile nitelikli ve önyargılardan uzak bir çalışma olarak durmaktadır. Birdişli, çalışmasının tamamında iki ülke ilişkilerini bir Uİ kuramı olan realizmin güç kavramı etrafında inceler. Buna göre İran birçok devlet gibi güç arayışında bir devlettir ve Türkiye-İran ilişkilerini kötü etkileyen sebep de budur (Birdişli, 2012). Karabulut ve Shaninpour’un iki ülke arasındaki ilişkileri incelediği çalışması da bu bağlamda değerlendirilebilecek, bilimsel kriterleri yerine getiren bir makaledir. Yazarlar, her iki ülkeyi de “bölgesel istikrar için önemli ülke” (Karabulut ve Shaninpour, 2013: 348) şeklinde tanımlarken iki ülke arasındaki ilişkileri Uİ’nin temel kavramları üzerinden ele almaktadırlar (Karabulut ve Shaninpour, 2013). Bu yönüyle

çalışma, tarafgirlikten ve sübjektif yorumlardan uzak, bilimsel verilere dayanan bir çalışma olarak öne çıkmaktadır.

Bir başka çarpıcı örnek olarak ise Mehmet Uçan’ın çalışması dikkat çekicidir. Bilimsel kaygılardan uzak yorum ve yargılarla dolu birçok çalışmanın aksine, Uçan’ın makalesi nükleer müzakereleri “müzakere modellemesi” üzerinden tartışmaktadır. Bu bağlamda yorum ve yargıların yerine bilimsel analizlerin öne çıktığı makalede, İran’a yönelik herhangi bir olumsuz söylem öne çıkmazken yazarın ilgili konulardaki eleştirilerinin neden sonuç zincirine bağlı, bilimsel açıdan tatmin edici bir analizin sonucu olarak öne çıktığı görülmektedir (Uçan, 2015). Uçan’ın makalesi yukarıdaki örneklerle birlikte değerlendirildiğinde, doğru argümantasyon tekniklerinin kullanıldığı makalelerde olumsuz algı oluşturacak isimlendirmelerin, nitelendirmeleri, önyargılı ve taraflı dili bulmak zorlaşırken doğru kaynakça kullanımı öne çıkmaktadır. Başka bir deyişle, bilimsel ölçütlerle yazılan birçok makale İran’a yönelik olumsuz algıyı destekleyecek söylemin bir parçası olmamaktadır.

Bilimsel argümantasyon tekniklerinin kullanıldığı çalışmalara örnek olarak Hunkan’ın makalesi de gösterilebilir. Kutadgu Bilig’in yazıldığı ortamda Turan ve İran rekabetini inceleyen yazar, iki taraf arasındaki rekabeti herhangi bir tarafgirlik unsuruna başvurmadan bilimsel çerçevelerde incelemektedir. Örneğin her iki ülkeye ilişkin isimlendirmeler tarihi bilgilere ve kaynaklara bağlı kalınarak yapılmıştır. Bu açıdan bir tarih çalışması olan Hunkan’ın çalışmasında herhangi bir manipülasyon etkisinden söz etmek zordur (Hunkan, 2011). Benzer şekilde, İskenderoğlu’nun makalesi de doğru argümantasyon tekniği ile öne çıkmaktadır. İran’da resmi dini inceleyen çalışmasında İskenderoğlu, Şiiliğe yönelik herhangi bir yoruma yer vermeden analitik değerlendirme yapmaya özen göstermiştir. Kendi yorumlarını sınırlı tutan yazar, Şiilik üzerine tespitlerini ilgili kaynaklara dayandırmaya özen göstermiştir. Bu açıdan İskenderoğlu’nun çalışması da manipülasyon amacı gütmeyen, kendini bilimsel sınırlar içinde konumlandıran makalelerden biri olarak öne çıkmaktadır (İskenderoğlu, 2012).

Bu bağlamda değinilebilecek bir başka çalışma ise Hülya Çelik ve Bilal Çelik’in çalışmasıdır. Devrim sonrası İran ders kitaplarında Türk temsillerini inceleyen çalışma, İran’a yönelik olumsuz yargılar taşımasına rağmen çalışmanın bilimsel kriterleri yeterince tamamladığı görülmektedir. Başka bir deyişle, söz konusu temsiller yazarların taraflı tutumlarının veya ideolojik yaklaşımlarından izler taşımamakta tam tersine bilimsel bir metot kullanılarak ulaşılan sonuçlar olarak öne çıkmaktadır (Çelik ve Çelik, 2015). Benzer bir çalışma olan Ali Temizel’in makalesi de tıpkı Çelik ve Çelik’in çalışması bağlamında değerlendirilebilir. İran’da Türkçe Öğreniminin konu edildiği ve doğru argümantasyon tekniklerinin kullanıldığı görülen

çalışmasında yazarın iki ülke ilişkilerine dair olumlu bir bakış açısı vardır ve iki ülkenin eğitim alanında işbirliği yapmasını savunmaktadır (Temizel, 2007).

3.3 Makalelerde tarafların iddialarını dayandırdıkları kaynakların niteliği ve öne

Benzer Belgeler