4. SIDDÎK HASAN HÂN VE YAġADIĞI BÖLGE
2.2. FETHU‟L-BEYÂN‟DA KUR‟ÂN ĠLĠMLERĠ
2.2.3. Muhkem ve MüteĢâbih Hakkındaki GörüĢleri
2.2.3.5. MüteĢâbih Âyetleri Yorumlama Meselesi
MüteĢâbih âyetlerin insanlar tarafından anlaĢılıp anlaĢılamayacağı ve kimler tarafından yorumlanabileceği hususu öteden beri tartıĢılagelen bir mevzûdur. Aslında
bu tartıĢmanın kaynağı Âl-i Ġmrân sûresinin 7. âyetinde geçen “ ًمٍلًعٍلا يًف ىفويخًساَّرلاىك (Ġlimde
yüksek pâyeye eriĢenler)”722
kelimesinin i‗râbıdır. Allah, bundan önceki âyette kalplerinde eğrilik olanların fitne çıkarmak için söz konusu müteĢâbih âyetlerin peĢine düĢtüklerini ifade etmektedir. Ardından ― يوَّللا َّلاًإ يوىليًكٍأىت يمىلٍعىػي اىمىك (Halbuki onun
tev‟îlini ancak Allah bilir.)‖723
buyurarak bunların te‘vîlini sadece kendisinin
bilebileceğini bildirmektedir. Bu cümleden sonra ise “ ىفويخًساَّرلاىك” ifadesi gelmektedir.
ĠĢte tam da burada müteĢâbih âyetlerin insanlar tarafından anlaĢılıp anlaĢılamayacağı meselesi zuhûr etmektedir. TartıĢmanın kaynağı, nerede vakıf yapılacağıdır. Bununla igili farklı görüĢler bulunmaktadır. Hasan Hân‘ın zikrettiği bu görüĢleri Ģöyle özetleyebiliriz:
a) Ulemânın çoğu, buradaki vakfın ― يوَّللا‖ kelimesinin üzerinde olduğunu
söylemektedir. Bu durumda “ ىفويخًساَّرلاىك” kelimesi, öncesine atfolunmayan bağımsız ve
yeni bir cümlenin baĢlangıcıdır. Zira bu görüĢü savunanlara göre “ ىفويخًساَّرلاىك”
kelimesininin baĢındaki ―ك‖, atıf harfi değil isti‘nâf (baĢlangıç) harfidir. Dolayısıyla
Allah‘a isnad edilen müteĢabih âyetlerin te‘vîlini bilme hükmü ( يوىليًكٍأىت يمىلٍعىػي اىمىك) âlimler için geçerli değildir. Bu yönde görüĢ beyân eden âlimler, görüĢlerini Ģu delillerle desteklemektedir:
721 Hasan Hân, Fethu‟l-Beyân, c. 2, s. 177-178. 722 Âl-i Ġmrân 3/7.
165
1) “ ىفويخًساَّرلاىك” kelimesinin kökü bir Ģeyde sabit kalma anlamındaki ―خوسرلا‖ kelimesidir. Bu da âlimlerin, müteĢâbihâtın ardına düĢmeme ve anlamlarını Allah‘a havale etme noktasında sabit kaldıklarını ifade etmektedir.
2) Eğer âlimler müteĢâbihâtın anlamını bilseydi ― ًوًب اَّنىمآ ىفويلويقىػي (Ona inandık
derler.)‖724 Ģeklinde övülmeleri anlamsız olacaktı. Çünkü delillerle olsa bile müteĢâbihin anlamını bilen ve ona iman eden muhkemi de bilir ve ona iman eder. Bu durumda eĢit düzeydeki iki konudan birine iman etmeyi methetmenin bir anlamı olmazdı.
b) Bazı âlimler ise “ ىفويخًساَّرلاىك” kelimesinin öncesinden bağımsız
düĢünülemeyeceğini ve buradaki vakfın “ ىفويخًساَّرلاىك” kelimesi üzerinde olduğunu iddia
etmektedirler. Çünkü bunlara göre “ ىفويخًساَّرلاىك” kelimesininin baĢındaki ―و‖, atıf
harfidir ve “ يوَّللا” lafzına ma‗tûftur. Bu durumda Allah‘a isnad edilen müteĢâbih
âyetlerin te‘vîlini bilme hükmü, ilimde kök salmıĢ âlimler için de geçerli olmaktadır. Zira bu görüĢü savunanlara göre eğer âlimler müteĢâbihâtın anlamını bilmeseydi Allah, onları ilimde rusûh etmiĢ kiĢiler olarak övmezdi.
c) Bazı alimlerin iddialarına göre ise Âl-i Ġmrân sûresinin 7. âyeti, mezkûr her iki anlama gelebilmektedir. Bu görüĢte olan âlimler bunu Ģöyle izah etmektedirler: Kur‘ân‘da te‘vîlden iki Ģey kastedilmektedir:
1) Bir Ģeyin gerçek anlamı; ― ىماىيٍؤير يليًكٍأىت اىذىى (ĠĢte bu, daha önce (gördüğüm)
rüyanın yorumudur.)‖725
ve ― يويليًكٍأىت يًتٍأىي ىـٍوىػي يوىليًكٍأىت َّلاًإ ىفكيريظٍنىػي ٍلىى [(Fakat onlar), onun
tev‟îlinden baĢka bir Ģey beklemiyorlar. Te‟vîli geldiği (haber verdiği Ģeyler ortaya çıktığı) gün]‖726
âyetlerinde geçen te‘vîlden maksat budur. Eğer Âl-i Ġmrân 7.
âyetindeki te‘vîlden maksat buysa âyetteki vakıf, ― يوَّللا‖ kelimesin üzerinde olacak ve
“ ىفويخًساَّرلاىك” kelimesi sonradan gelen cümlenin baĢlangıcı sayılacaktır. Bu durumda
724 Âl-i Ġmrân 3/7. 725 Yûsuf 12/100. 726 A‗râf 7/53.
166
âlimlerin müteĢâbih âyetlerin anlamını bilmesi mümkün değildir. Çünkü bunların gerçek anlamını sadece Allah bilmektedir.
2) Bir Ģeyi tefsir etmek ve açıklığa kavuĢturmak; ― ًوًليًكٍأىتًب اىنٍػ صِّبىػن (Bunun
yorumunu bize haber ver.)‖727 âyetinde geçen te‘vîlden maksat budur. Eğer Âl-i
Ġmrân sûresinin 7. âyetindeki te‘vîlden de maksat buysa o zaman vakıf, “ ىفويخًساَّرلاىك”
kelimesi üzerindedir ve bu kelime “ يوَّللا” lafzına ma‗tûftur. Dolayısıyla Allah‘a isnad
edilen müteĢâbih âyetlerin te‘vîlini bilme hükmü, ilimde kök salmıĢ âlimler için de geçerlidir.728
Hasan Hân müteĢâbih eyetlerin âlimler tarafından bilinip bilinemeyeceğine dair net bir Ģey söylememektedir. Sadece bu konudaki ihtimalleri zikretmekle yetinmektedir. Fakat onun yukarıda muhkem ve müteĢâbihe verdiği tanım ve öreneklerden yola çıkarak, bu konudaki fikirlerinin ne olduğunu az çok bilmek mümkündür. Zira o, burada müteĢâbihe örnek verdiği hurûf-u mukataa ve sadece Allah‘ın bildiği konuların hiç kimse tarafından bilinemeyeceğini söylemektedir. Yine müteĢâbihten saydığı Kur‘ân‘daki müĢterek kelimeler ise, sadece bir anlamın tercih edileceğine dair haricî bir delil bulunması durumunda herkes tarafından bilinebileceğini ifade etmektedir.
727 Yûsuf 12/36.
167
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
FETHU‟L-BEYÂN‟DA DĠRAYET
Hasan Hân, Fethu‟l-Beyân‘da Kur‘ân‘ı ağırlıklı olarak rivayet yöntemiyle tefsir etmekle beraber dirayeti de ihmal etmemiĢtir. Bu konuda lugat, nahiv, sarf, belâğat, kelâm, siyer, tarih, fıkıh vb. ilimlerden faydalanmaktadır. Hasan Hân‘ın
Fethu‟l-Beyân‘da Kur‘ân‘ı dirayetle tefsir etme metodunu Ģu baĢlıklar altında izah
etmek mümkündür:
3.1. ALLAH‟IN KUR‟ÂN‟DAKĠ BAZI ĠFADELERĠ TERCĠH ETME SEBEBĠNE ĠġARET ETMESĠ
Hasan Hân, Allah‘ın Kur‘ân‘da geçen birçok ifadeyi değiĢik tâbirlerle ifade etmesi, mümkün olduğu halde, özellikle belli ifadeleri tercih etme sebebine iĢaret
etmektedir.729 Örneğin A‗lâ, Teğâbun, Cum‗a, Saff, HaĢr, Hadîd ve Ġsrâ gibi
sûrelerin niye mazî, müzâri‗, emir ve mastar gibi ―حبس‖nin değiĢik türevleriyle
baĢladığına değinen müellif, bunun sebebini Ģu Ģekilde açıklamaktadır: Allah bütün zaman dilimlerinde tespih edilmeye layık bir zattır. Dolayısıyla bu liyakati ifade
etmek için bazı sûrelerde mazî olan ― ىحَّبىس‖ ile, bazı sûrelerde müzâri‗ olan ― يحصِّبىسيي‖ ile
bir sûrede emir sığası olan ― ٍحصِّبىس‖ ile baĢka bir sûre de ise mastar olan ― ىفاىحٍبيس‖ ile
baĢlanmıĢtır.730 729 Bkz. Hasan Hân, Fethu‟l-Beyân, c. 2, s. 12, 21, 332; c. 3, s. 272, 241; c. 4, s. 392; c. 5, s. 30, 57, 110; c. 6, s. 154; c. 7, s. 20, 341; c. 8, s. 95, 197; c. 9, s. 32, 368; c. 10, s. 47, 166, 173, 209; c. 13, s. 175, 326, 386, 345, 394; c. 14, s. 97, 122, 242, 436, 486; c. 15, s. 429, 450. 730 Hasan Hân, Fethu‟l-Beyân, c. 13, s. 391; c. 14, s. 97.
168
Allah‘ın Kur‘ân‘daki bazı ifadeleri özellikle neden tercih ettiği hususunda verilebilecek diğer bir örnek de “ ٍميكىل يحىصٍنىأىك يصِّبىر ًت ىلااىسًر ٍميكيغصِّلىػبيأ (Size Rabbimin
vahyettiklerini duyuruyorum ve size öğüt veriyorum.)”731
ile “ ٍميكىل اىنىأىك يصِّبىر ًت ىلااىسًر ٍميكيغصِّلىػبيأ هنيًمىأ هحًصاىن (Size Rabbimin vahyettiklerini duyuruyorum ve ben sizin için güvenilir bir
öğütçüyüm.)”732
âyetleridir. Bu âyetlerin ilkinde geçen konuĢma Hz. Nûh (a.s.)‘a,
ikinci âyetteki konuĢma ise Hz. Hûd (a.s.)‘a aittir. Bu iki peygamberin zikredilen âyetlerde kavimlerine yönelik tebliğ ve nasihat görevinde bulunduğu ifade edilmektedir. Hasan Hân, bu iki âyette geçen ―nasihatte bulunma‖ anlamını ifade etmek için farklı ibârelerin tercih sebebini Ģu Ģekilde izah etmektedir: Hz. Nûh (a.s.),
nasihat görevini her saat baĢı yinelemekteydi. Bu nedenle yineleme ifade eden ― يحىصٍنىأ
ٍميكىل (Ve size öğüt veriyorum)‖733
ifadesi tercih edilmiĢtir. Hz. Hûd (a.s.)‘a gelince o, bu görevi her zaman değil de belli aralıklarla yerine getirdiği için yineleme ifade
etmeyen ― هحًصاىن ٍميكىل اىنىأ (Ben sizin için güvenilir bir öğütçüyüm)‖ ifadesi tercih
edilmiĢtir.734
3.2. KUR‟ÂN‟DAKĠ ĠFADELERDEN KASTEDĠLENĠ BELĠRTMESĠ