• Sonuç bulunamadı

Mülkiyet/Tekelleşmeden Kaynaklanan Nedenler

2.4. Haber Güvenirliğine Etki Eden Unsurlar

2.4.4. Mülkiyet/Tekelleşmeden Kaynaklanan Nedenler

Türkiye’deki medya alanındaki yapılanmaya baktığımızda, medya kuruluşlarının belli güçlerin egemenliği altında toplandığı görülmektedir. Holding

49

bünyesi altında olan basın kuruluşları bir avantaja sahip olmakla beraber, aynı zamanda gelecekle ilgili planlamalarını da çok daha sağlıklı bir biçimde yapabilmektedir. Basın kuruluşlarının bu denli büyük bir holdingleşme içinde bulunmaları birçok sıkıntıyı ve problemi de beraberinde getirmektedir. Öncelikli olarak basın kuruluşlarının içinde bulundukları holdinglerin özelliklerine bağlı olarak gazetecilik dışında diğer birçok faktörü de göz önünde bulundurmaları gerekliliğidir. Bu durum da gazetecilik mesleğinin ‘bağımsızlık ve tarafsızlık’ ilkesiyle büyük bir çelişki oluşturmaktadır (Bulunmaz, 2009: 332-334).

Türk basınının başlangıcı olan 1831’den itibaren devamlı bir tekelleşme eğilimi içinde olduğundan söz etmek hiç de yanlış olmaz. 1980 öncesi bu dönemi medyanın holdingleşmesi olarak adlandırırsak, 1980’lerde ise yeni holdinglerin medyaya girişin nasıl olduğunu daha kolaylıkla anlatabiliriz. Artık medya patronluğu gazeteci ailelerin elinden çıkarak Türk ekonomisinin büyük devlerinin eline geçmeye başladı. Bir yandan birikimlerini yapan medya kuruluşları, diğer yandan medyayı silah olarak kullanma gücüne göz koyan holdingler medya sektörüne girerek Pazar savaşını kızıştırdı. 12 Eylül 1980 askeri darbesinin ardından siyasal partilerin kapatılması, siyasetin askıya alınmasıyla medyanın konumunda önemli bir değişiklik oldu (Tokgöz, 2000: 40-41).

İletişimin 1960 sonrasındaki hızlı globalleşmesini kurumsal ve teknolojik olarak iki ana gelişmeyle birlikte ele alabiliriz. Birleşmeler, ele geçirmeler, şirket evlilikler, ortaklıklar sonucu ortaya çıkan ve küresel ölçekte üretim, iletim ve dağıtım alanlarında etkinlik gösteren dev iletişim faaliyetlerini yakınsaklaştıran süreçler ise teknolojik gelişmeleri temsil eder. Teknolojik gelişmeler de kablo ve uydular bir yanda, dijitalleşme ise diğer yanda olmak üzere iki başlık altında toplanabilir (Mutlu, 2005: 213).

Basındaki holdingleşmenin yarattığı diğer büyük problem ise, bu durumun basında tekelleşmeye yol açtığıdır (Bulunmaz, 2009: 335). Basın sektöründeki birikim ve tekellerin (monopolies) oluşması, 19. yüzyılın son çeyreğinden itibaren önce ABD’de, daha sonraları çeşitli Avrupa ülkelerinde kendini gösterdi. Günümüzde, birikim ve tekellere medya sektörünün içinde yer alan yazılı, sözlü, görüntülü tüm medyada rastlamak olasıdır (Tokgöz, 2000: 31).

50

1980’li yıllardan itibaren Türkiye kapitalizminin yeni stratejik tercihleriyle paralel biçimde basın endüstrisi; radyo, televizyon, internet gibi farklı medium’larla ve basın dışı sektörlerle bütünleşerek yapısal bir dönüşüm sürecine girmiştir. Söz konusu dönüşümün esaslı sonuçlarından biri, basın sektöründe küçük ölçekli girişimlerin kısa zamanda ömürlerini tüketmeleri ya da daha büyük yapılara katılmalarıyla birlikte yerlerini büyük sermaye gruplarının egemenliğine bırakmaları; buna bağlı olarak, kontrol kalıplarında da belirgin bir farklılaşmanın meydana gelmesidir. Basın, geleneksel işlevlerini neredeyse tamamen yitirerek devlet ve sermayeden göreli özerkliğini yitirmiştir. Bugün piyasayı paylaşan birkaç medya grubu, bağlı bulundukları sermaye gruplarının kısa ve uzun vadeli çıkarları doğrultusunda ‘içerik’ üreten, yatay ve dikey olarak bütünleşmiş kuruluşlardır (Adaklı, 2006: 137).

Medyada faaliyet göstermenin büyük sermaye gerektirmesi bu alana yatırım yapanların da değişik sektörlerde de şirketleri olan işadamlarından oluşmasına neden olmaktadır. Bazı işadamları sahip oldukları medya kuruluşlarını, başka alanlardaki özel çıkarlarını korumak ve geliştirmek amacıyla kullanabilmektedirler. Bu tür çıkar çatışmalarının önlenebilmesi için gazetecilerin özerkliğinin güvence altına alınması gerekmektedir. Kurum içi özerkliğin olmadığı medya kuruluşlarında gazetecilerin patronun çıkarlarını tehdit edebilecek haber yapmaları mümkün görünmemektedir (Toruk, 2008: 229).

Tekinalp’a (2003: 210, 211, 212, 213) göre tekelleşme:

a) Gruplaşma (Zincir ve Yayın Ağı): Bir kuruluş birden fazla gazeteyi değişik toplumlarda yayınlıyorsa ya da birden fazla Radyo_Tv istasyonuna sahipse, zincir yayın yapıyor demektir.

b) Çapraz Medya Sahipliği (Cross-Media Ownership): farklı medyaların tek elde toplanması. Çapraz medya ekonomik açıdan bazı avantajları getiriyor. İyi para kazanan televizyon kanalı iflasın eşiğinde olan gazeteye yardım edebilir.

c) Holdingleşme: Her iş alanına el atanlardır. Amaç büyüme ve para kazanmaktır. Mesela ‘New York Times’

51

d) Şirket Birleşmeleri: Medya endüstrisinde işin sağlamlaşması küçük medya kuruluşlarının büyük holdingler tarafından satın alınmasıyla gerçekleşir. ABD’de Dünyanın en önemli medya kuruluşlarını ellerinde tutan medya eliti çoğunlukla aileden zengindir. Özel hazırlık sınıflarında ve birinci sınıf üniversitelerde eğitim görmüşlerdir. Özel mülkiyeti, özel eğitimi, özel kulüpleri temsil ederler. Bunlar aynı zamanda sınırsız medya kaynaklarını kontrol ederler (Phillips, 2007: 61).

Medyanın bugün her zamankinden daha güçlü, daha tekelleşmiş ve daha bağımlı olduğu bir gerçektir (Flounders, 2007: 91). Medyanın yönetici sınıfa hizmet edip etmediği sıkça sorulan bir sorudur. Kesinlikle öyledir. Medya, hükümetle birlikte yönetici sınıf rolünü paylaşır (Armstrong, 2007: 28).

Flounders’e göre (2007: 92) medya emekçilerinin üzerine düşen, medyanın yalan söylediğini, hem de kesinlikle yalan söylediğini açıklamaktır. Yalan söylerken yalnızca işlerini yapıyorlar. Tekelci medya bağımsız değil, toplumun sesine kulakları tıkalıdır. Tarafsız değildir. İçinde bulunduğumuz sınıflı toplumun bir ifadesidir. Phillips’e (2007: 59) göre. Medya kendisine pazar ve izleyici hedefleri belirliyor, üst sınıfın orta kesimine, yani parası ve harcama yapma hevesi olanlara sesleniyor

Artan tekelleşme eğilimlerinin, basın sektörüne ciddi yoğunlaşmaların, önüne geçilemez bir durum alan ticarileşmenin sakıncalarını önlemek için yeni eğilimler yapılmalıdır. Yani, kitle iletişim alanında yapılan ‘üretim’in diğer sektörlerdeki üretimden farklı olarak, kültürel bir üretim olduğu göz önünde bulundurulmalıdır. Mesela iletişim sektöründeki özel bir mülkiyet mutlak bir hak değil, tevdi edilmiş bir ayrıcalık olmalıdır. Ve bu ayrıcalıkları kullanmak isteyenler kamusal çıkar düzeyinde kalmalıdır. Medya kuruluşunu sektör ‘oyuncusu’ olarak gören gösteren zihniyetin toplumun içine sindirilebilmesi saygıya değer olarak kabul edilmesi zordur (Kaya, 2009: 107).

Medya alanında yoğunlaşma 20. Yüzyıl boyunca hep gözlemlenmiş durumdur. Ancak bu durum günümüzde yeni bir boyut kazanmıştır. Medya alanında egemen olan az sayıda şirketin boyutları geçmişle karşılaştırılmayacak kadar büyümüştür. Dev medya kuruluşları yaptıkları sıralamada, ünlü dergilerin (Forbes,

52

Fortune) açıklamalarında artık hep ön sıralarda yer bulabilmektedir. Hem de dünyanın en büyük servetlerinin önemli bir kısmının medya ve ilişkili sektörlerde olduğu bilinmektedir (Kaya, 2009: 142).

Medya, demokrasi sorunsalı açısından anlamlı bir ikilem sunuyor bize. Bir yanda, iletişim ve bilgilenme özgürlüğü demokrasinin olmazsa olmaz koşullarından biri olduğu için, basın-yayın kuruluşları demokrasinin aslı kurumları arasında yer alıyor; diğer yandan ise, güçlü bir tekelleşme eğilimini içinde barındırarak, bu özgürlüklerin kullanımının çarpıtılması, kısıtlanması ve iktidar ilişkilerine alet edilmesine aktif biçimde katkıda bulunuyorlar (Talu, 2000: 8).

Medya alanına olan yoğunlaşma düşünce ve ifade özgürlüğüne getireceği sınırlar nedeniyle, demokratik bir toplumsal siyasal yaşama yönelik çok önemli tehdit olduğu ilke olarak kabul edilir (Kaya, 2009: 146).

Şimdilerde medya pazarın isteklerine göre biçimleniyor: temel işlevi olan haber ve bilginin arka plana geçtiği kabul ediliyor. Özellikle işin boyutu ‘eğlenceye ve eğlendirmeye’ geçmiştir (Kaya, 2009: 325).

Basın-yayın araçları, Pazar ekonomisi içinde tekelleşme eğilimlerinin en fazla hissedildiği üretim alanlarından birisi. Ama sorun sadece Pazar ekonomisinden kaynaklanmıyor. Pazar ekonomisi yerine, devlet mülkiyeti merkezli iktisadi yapılarda da basın-yayın alanında daha yoğun bir tekelleşme yaşandığına yakın zamana kadar şahit olduk. Bu ülkelerde medya, tekelci bir iktidarın propaganda aracı olarak kullanıldı (Talu, 2000:7-8). Basındaki holdingleşmenin yarattığı diğer büyük problem ise, bu durumun basında tekelleşmeye yol açtığıdır (Bulunmaz, 2009: 335).

Kitle iletişim araçları anlatılırken egemen iletişim okulu çok nadiren bu araçların mülkiyet ilişkilerindeki yeri üzerinde durur. Gerçekte kitle iletişim olarak sunulan her teknolojik ürün belli sermayenin malıdır. Bu mal iletişimdeki görevleriyle sermaye birikimini sağlar. Bu mal iletişimdeki görevleriyle sermaye birikimini sağlarlar. Kitle iletişimi öncelikle araçla saptanan bir özelliğe sahip olduğu için, bu araçlara sahip olanlar bu iletişim ilişkilerinde üstünlüğe sahiptiler (Erdoğan, 1997: 255).

53

Türkiye’deki medya alanındaki yapılanmaya baktığımızda, medya kuruluşlarının belli güçlerin egemenliği altında toplandığı görülmektedir. Özellikle 1990’lı yıllarda kendini iyice hissettirmeye başlayan medya alanındaki holdingleşme, günümüz ekonomik ortamında bir gerçeklik olarak karşımıza çıkmaktadır. Holding bünyesi altında olan basın kuruluşları bir avantaja sahip olmakla beraber, aynı zamanda gelecekle ilgili planlamalarını da çok daha sağlıklı bir biçimde yapabilmektedir (Bulunmaz, 2009: 332).

Birikim ve tekellerin oluşumunda siyasal nedenler olduğu kadar, dünya pazarlarındaki sermaye akışı, teknolojik gelişmeler, kar durumuyla olan bağlantısı dikkatten uzak tutulmamalıdır. Medya sektöründeyse, siyasi tekellerden ve birikimden söz etmek olasıdır. Dünyada medya endüstrisindeki tekelleşmeyi artıran nedenlerin en başında, göreli olarak karlı olan bu sektöre yapılan yatırımların büyük sermayeye gereksinim duymasıdır. Piyasaya girilirken büyük sermayeye gereksinim duyulması, üretim ve dağıtımda yüksek maliyetler, medya arasındaki rekabet, reklamcılık gelirlerinin sınırlı olması medya arasındaki yatay, dikey birleşmeler, hükümetlerin yanlış politikaları, enflasyon, tekelleşmeyi artıran etmenlerdir (Tokgöz, 2000: 32).

Basın kuruluşlarının bu denli büyük bir holdingleşme içinde bulunmaları birçok sıkıntıyı ve problemi de beraberinde getirmektedir. Öncelikli olarak basın kuruluşlarının içinde bulundukları holdinglerin özelliklerine bağlı olarak gazetecilik dışında diğer birçok faktörü de göz önünde bulundurmaları gerekliliğidir. Bu durum da gazetecilik mesleğinin ‘bağımsızlık ve tarafsızlık’ ilkesiyle büyük bir çelişki oluşturmaktadır (Bulunmaz, 2009: 334).

Basın-yayın araçları, Pazar ekonomisi içinde tekelleşme eğilimlerinin en fazla hissedildiği üretim alanlarından birisi. Ama sorun sadece Pazar ekonomisinden kaynaklanmıyor. Pazar ekonomisi yerine, devlet mülkiyeti merkezli iktisadi yapılarda da basın-yayın alanında daha yoğun bir tekelleşme yaşandığına yakın zamana kadar şahit olduk. Bu ülkelerde medya, tekelci bir iktidarın propaganda aracı olarak kullanıldı (Talu, 2000:7-8).

54

Basın sektöründeki birikim ve tekellerin (monopolies) oluşması, 19. yüzyılın son çeyreğinden itibaren önce ABD’de, daha sonraları çeşitli Avrupa ülkelerinde kendini gösterdi. Günümüzde, birikim ve tekellere medya sektörünün içinde yer alan yazılı, sözlü, görüntülü tüm medyada rastlamak olasıdır. Genelde medyada görülen tekelleşme biçimleri, yatay, dikey ve çapraz tekelleşme olarak kendini göstermektedir (Tokgöz, 2000: 31, 33, 34).

Benzer Belgeler