• Sonuç bulunamadı

KURAMSAL VE TARİHSEL BAĞLAR

1.1. GAZETECİLER, BASIN, TOPLUM: BİR YAKLAŞIM ÖNERİSİ Gazeteciliğin gerek gazeteciler nezdinde bireysel olarak, gerekse

1.1.3. Mücadele Odaklı Yaklaşım

45

bilinçdışı biçimde hakim ideolojinin taşıyıcılığını yapanlar olarak kavranmaktadır.

Belirtmek gerekir ki, araçsalcı yaklaşım daha çok medyaya dönük sermaye yapıları ekseninde, zihin yönlendirme endüstrisi kavrayışıyla ekonomi-politik bir hatta ilerlerken, yapısalcılık ideoloji ve belirlenim ilişkileri ekseninde üstyapısal alanlara odaklanarak çalışmaktadır.

Yine de her iki yaklaşımda medyanın, kitlelerin kendilerine ve dünyaya dönük algı ve düşün dünyalarını belirlemek/zapt etmek üzerine kurulu olduğuna dair bir temel bulunmaktadır. Ancak karmaşık toplumsal ilişkiler sistemi içerisinde, ideolojik denetimin medyanın en önemli işlevi olsa da biricik işlevi olduğundan söz edilememektedir.39 Bu hem medyanın içinde bulunduğu toplumsal ilişkilerin çok boyutluluğu ile hem de medyanın gittikçe artan ve çeşitlenen karmaşık üretim ve dağıtım ağları ile ilgilidir. Bu ağlar yalnız içerik üretmemekte, ekonomik bir sektör olarak da faaliyet göstermektedir. Bunun bir uzantısı, medya sahipliği aracılığıyla, mülkiyet ilişkileri ile siyasal otorite arasında bağ kuran, sermaye fraksiyonları arasında bir siyasal ilişkinin de üretilmesidir. Bu ilişki medyanın “manivela etkisi”40 olarak kavramsallaştırılabilir. Bu nedenle özellikle günümüzde, medyanın ideolojik işlevlerinin yanında ekonomik ve siyasi işlevleri de önemli hale gelmiştir.

46

toplumsal gerçekliğin kurumlar şeklinde kristalize olmuş ilişkilerini, mücadelenin tarihsel ve şimdiki durumu olarak kavramayı içerir.

Bu anlamda modern basının/medyanın, Batılı toplumların kapitalist bir toplumsal formasyona dönüşümleri çerçevesinde ortaya çıktığı göz önünde bulundurulmalıdır. Bu yanıyla basının, “sermaye ve devletin yeniden örgütlenmeleri ile sonuçlanan tüm dönüşümlere hep eşlik ederek oluştuğu ve geliştiği” (Hall (1979)’dan akt. Kaya, 2016: 79) vurgusu önemlidir. Ancak bu durum medyayı, tamamen ve her zaman sermayenin rakipsiz alanı yaptığı düşüncesi eksik bir yaklaşım olacaktır.

Bu sürecin, yurttaşlık mekanizmalarının burjuva toplumda yerleşiklik kazanması ve medyanın bir toplumsal kurum olarak kitlesel bir niteliğe bürünmesiyle paralel olduğu da söylenebilir. Bu anlamda basının ve gazeteciliğin gelişiminin yalnız sermaye sınıfının aparatı olarak değil, sınıflar mücadelesinde her iki tarafın da kullanımına –eşitsiz şekilde de olsa- açık olan tarihsel bir niteliği olduğundan bahsedilebilir.41 18. yüzyılda burjuva devrimler çağının rüzgarıyla, aydınlanma filozoflarının yaklaşımı (sivil toplumu genişletmek üzere devleti sınırlamak) çerçevesinde savunulan basın ve ifade özgürlüğü, 19. yüzyılda kitlesel işçi sınıfı mücadeleleri içinde sahiplenilmiş ve dönüştürülmüştür.42

41 Örneğin İngiltere’de ilk kez 1712’de çıkarılan ve 150 yıl boyunca uygulamada kalan “bilgi üzerindeki vergiler”, gazetelerin halkın geniş kesimi için çok pahalı tutulmasına neden olmuştur. Bu vergilerin dolaylı ve amaçlanmayan sonucu, yüksek vergileri reddeden ve izinsiz dağıtılan işçi basınının ortaya çıkmasıdır. İşçi sınıfı basınının ortaya çıkışı, proleter kamusal alanının yükselişiyle doğrudan ilişkilidir.

Bilgi üzerindeki vergilerin “toplumun belli bir kesimini “halk kürsüsü”nden mahrum bırakması”, işçi liderlerini yükselen sınıf bilincinin ifade edilmesi için bir arayışa itmiş ve bu durum 1800–1830 yılları arasında işçi sınıfı basınının gelişmesine yol açmıştır (Taş, 2010: 8).

42Mosco (2017: 26-27), Marx’ın hayatı boyunca gazetecilik yaptığını ve sansüre karşı basın ve ifade özgürlüğünü tutarlı biçimde ve devamlı savunduğunu belirtir. Bu yolla otoriter siyasal düzeni deşifre etmeye girişmiştir. Marx, aynı zamanda basın ve ifade özgürlüğünün burjuva içerikleri ile de tartışmıştır. Gazete yazılarında ticaret özgürlüğünün yalnızca ticaret olduğunu, bu özgürlüğün basında çalışan gazetecilerin özgürlüğünün üzerine çöküp bu alanı işgal etmesinin, özgürlüğün ortadan kalkması olduğunu belirtir. Dolayısıyla basın özgürlüğünü ticaret özgürlüğünün bir çeşidi yapmanın, savunmadan önce onu öldüren bir hareket olduğunu ifade eder (akt. Erdoğan, 2017: 131). Bu yaklaşım, 19. yüzyılda

47

Dolayısıyla gazeteciliğin kurumsallaştığı basın, tarihsel gelişimi içinde işçi sınıfının basıncıyla da şekillenmiştir. Özellikle 18. yüzyıldan 19. yüzyıla uzanan işçi basını geleneği43, bu süreçte önemli bir pay sahibidir (Taş, 2012: 21). Bu yalnızca işçi sınıfı basınının varlığı gibi ayrı bir alanı ifade etmez. Aynı zamanda toplumsal denetim süreçlerinin kurulması ile bunlara karşı direniş pratikleriyle de ilgilidir. Bu basınç, belirli tarihsel dönemlerde (özellikle 20. yüzyılın ikinci yarısında ve 21. yüzyılın başında) sermayenin basın ile organik birliğinin –yok olmasa da- sarsılmasına ve söz konusu ilişkinin belirli sınırlar gözetmek durumunda kalmasına ilişkin bir potansiyel taşımaktadır.

Gazeteler ve gazetecilik faaliyeti işçi sınıfı tarafından da kullanılagelen bir mücadele aracıdır. Dolayısıyla, gazetecilik mesleği ve basının, ortaya çıktığı andan itibaren sermayenin gölgesinde ilerleyen ve toplumsal ilişkileri yeniden üreten bir alan olduğunu unutmadan, ancak bu yeniden üretimin her zaman “planlandığı” gibi olmadığını da vurgulayarak, sürecin çelişkili yapısını gözetmek önemlidir.

Açıklanmaya çalışılan bu yaklaşım Garnham’ın (2001: 134) şu sözlerinde de izlenebilir:

“Solda geniş ölçüde yaygın olan kapitalist bir komplo fikrini şiddetle reddediyorum.

Hükümetler ve büyük kapitalist gruplar, ellerinin altında pahalı enformasyon ağları, ekipleri, araştırmacıları vesaire olması gibi iyi bir maddi nedenden dolayı, sizden ya da benden daha fazlasını bilebilirler ve bilmektedirler... Ancak kaynakların kontrolü, kaynakların kendisi kadar önemli olsa da bu, aktörlere, kendilerini içinde buldukları durum üzerinde kontrol gücü sağlamaz. Mevcut dünya düzeni bunu yeterince açığa vurmaktadır. Sonuç olarak kapitalistlerin stratejileri vardır, fakat bu stratejiler başarısızlığa uğrayabilir.”

işçi sınıfı basınının, mücadeledeki yerini ve bu eksende basın özgürlüğünün işçi sınıfı tarafından

“zorlandığını” göstermesi kadar, ana akım gazetecilik pratiklerinde de basın özgürlüğünü talep etmenin önemini vurgulamaktadır.

43 Thompson (2004: 249) bu geleneği, daha geniş bir işçi sınıfı oluşum süreci içine yerleştirmektedir.

Ona göre, 1790-1830 yılları arasındaki dönemde, işçi sınıfının kendi bilincine sahip kurumları, örgütleri, entelektüel gelenekleri, davranış kalıpları ve duygu yapısı vardır. İşçi sınıfı yayınları ve basını da bu sürecin önemli bir bileşenini oluşturmuştur.

48

Garnham’ın bahsettiği süreci belirleyecek olan sınıflar mücadelesidir. Medya (ve onun şekillendirdiği gazetecilik faaliyeti), bir yandan endüstrileşme ve sermaye birikimi diğer yandan toplumsal rıza ve meşruiyetin üretimi işlevlerinden dolayı bir sınıf mücadelesi alanıdır. Medyanın bir sınıf mücadelesi alanı olması salt iktisadi bir temelde anlaşılmamalıdır. Siyasi-toplumsal etki ve politik ittifaklar/operasyonlar da bu alandaki sınıflar mücadelesinin önemli ayaklarından birini oluşturmaktadır.

Mücadele, yalnızca emek ve sermaye arasında değil, sermaye fraksiyonları arasında da gerçekleşmektedir. Bu durum, sınıflar mücadelesinin çok boyutlu doğasını ortaya koyar. Buna karşılık medya etkinlikleri ve gazetecilik pratiklerinin, sınıfların toplumsal etkinlikleri içerisinde anlam bulduğuna işaret eder.44

Mücadele yaklaşımı, medya çalışanları olarak gazetecileri de mücadelenin bir parçası olarak konumlandırmayı gerektirmektedir. Gazetecilerin gerek iş ilişkileri içinde gerekse de mesleki faaliyetlerini yerine getirirken kazandıkları/kaybettikleri mevziler (bunlar güç ilişkileri karşısında mesleğin meşruiyet temelini ve anlam çerçevesini oluşturan kamusal faydanın ve toplumun savunulması vb.dir) ve bu süreçte mesleğin ve gazetecilerin dönüşümü, sınıflar mücadelesi çerçevesinde kavranmalıdır.

Dolayısıyla ne basın/medya alanını ne de gazetecilik faaliyetini kendi üzerine kapanmış, müdahale edilmesi olanaksız, kendi içinde yekpare bir “kale” olarak görmemek gerekmektedir; gerek sınıflar arası gerekse sermaye fraksiyonları arası çelişkilerle oluşan ve dönüşen bir ilişkiler alanıdır. Bu nedenle sınıfın geniş taleplerinin ve etkilerinin dışlanma girişimlerine karşı mücadelenin sürdürülmesi gereken bir toplumsal kurum ve pratikler alanı olarak değerlendirilebilir.45

44 Gazetecilik ve medya alanını sınıflar mücadelesi içinde kavramsallaştıran kimi çalışmalar için bkz.

Mattelart (1979, 1983); McChesney (2000); Lenin (2008).

45 Dyer-Witheford (2004: 63), Marx ve Engels’in, gerek iletişim sistemlerine gerekse de basına nasıl yaklaştıklarını şöyle anlatır: Sermaye kendi ulus ötesi dolaşımının imkanlarını yaratırken; istemeden

49

Dolayısıyla gazeteciliğin ayrıcalıklı konumu, ne toplumsal güç ilişkilerini görmeyen naif bir söylemle gazeteciliği olumlayarak ne de sermayenin “ajanı” veya

“beşinci kolu” olarak görüp reddederek değil, onun sermayenin bir kolu olarak şekillendirilmesine karşın bir sınıflar mücadelesi alanı olarak kavranmasına ilişkindir.

Bir mücadele alanı olarak, gazeteciliğin sermaye ile ilişkilerinin ve bu eksendeki içeriğinin sınırlandırılmasını ve dönüştürülmesini gözetmek önemli görünmektedir.

Gazetecilik alanını (ve medyayı) bir mücadele alanı ve aracı olarak değerlendirmenin onu olduğu gibi kabullenmekten de sermayeye terk edip bırakmaktan da daha yararlı olduğu öne sürülebilir.

Bu kavrayış “medyanın göreli özerkliği” olarak da tanımlanabilir. Medyanın durumu, toplumdaki sınıflar arası ve sınıf fraksiyonları arasındaki ilişkilerin bir göstergesi olarak ele alınabilir. Sınıflar mücadelesinin zayıfladığı anlarda sermaye medyayı daha doğrudan ve açık biçimlerde aparatlaştırabilir. Ancak bunun tersinin de geçerli olduğu düşünmelidir. Bu nedenle gazetecilik ve medyayı tamamen reddeden ve onu kendi dünyasında “özgür” bırakan bir kavrayış yerine, mevcut hakim medyayı gerçekleri talep etme ve toplumsal sorumluluk taşıması doğrultusunda sıkıştırmak, gazeteciliğin ve medyanın mücadele içinde kavranmasında oldukça önemli bir boyuttur. Çünkü sınıflar mücadelesinin seyri, mücadelenin bütünlüğünü kurabilme ve

dünya üstünde farklı yerlerdeki hareketler arasında haber, diyalog, tartışma ve desteğin küresel karşı-akışının yollarını da açmıştır. Marx için, telgraf, buharlı gemi ve demiryolları, fabrika üretiminin gelişmesinin ayrılmaz sonuçları, hammadde ve üretilen mallar için dünya pazarını yaratma araçları, sermayenin üretim araçlarını durmaksızın devrimcileştirmesinin uzantısıydılar. Bunlar, burjuvaziyi yerkürenin tüm yüzeyinde izleyen, onu her yere yuvalanmaya, her yere yerleşmeye ve her yerde ilişkiler kurmaya iten acımasız bir dinamiğin görünümleriydi. Diğer yandan ise Marx, ondokuzuncu yüzyılın iletişim devriminde kurtarıcı olanaklar olduğunu düşünmüştü. Telgraf, hızlı posta hizmetleri ve seyahat, dar kafalılığı, yerelliği ve kapalı ulusal çıkarları parçalıyordu. Bunlar, özünde proleter enternasyonalizminin potansiyel katalizörleriydi. Marx, hayatı boyunca bu tür olanaklardan yararlanmak istedi. Öyle ki Marx ve Engels kendilerini daha geniş bir çevreye duyurabilmek için solcu bir basın ajansı aracılığıyla Brüksel’deki uluslararası telgraf ajanslarına sızmayı planlamışlardı. Bu konuda Komünist Manifesto’da da önemli tespitler bulunur. Bunun için bkz. Marx ve Engels (2010:

30).

50

hegemonik hale gelme pratiklerinde yoğrulmaktadır. Dolayısıyla gazetecilik ve medya alanının, hegemonik sınıf kapasitesinin önemli bir boyutu olarak işlediği iddia edilebilir.46

Mosco (2017: 28) da bu bağlamı Marx’tan bir örnek vererek destekler. Ona göre, Marx ne kadar radikal de olsa başlıca fikirlerinin geniş biçimde dolaşacağı ana akım bir yayın için çalışmanın öneminin farkındaydı. Marx bunu gazetecilik yoluyla gerçekleştirdiği siyasi görevinin bir parçası olarak görmüştür.47 Sınıflar arası çelişkilerin, sınıfların kapasitelerinin ve sınıflar mücadelesinin seyrine göre medyanın ve onun içinde bir pratik olarak gazeteciliğin seyrinin de değişeceği öngörülebilir.

Yukarıda belirtildiği gibi gazeteciliğin tarihsel süreci bu görüşü doğrular niteliktedir.

Hem dünyada hem de Türkiye’de son on beş yılda yaşananlar, neoliberal koşullarda egemen medyanın nasıl bir sınıf aygıtı haline gelebileceğinin önemli kanıtlarını sunmaktadır.48 Gazetecilik pratiğinin çerçevesi olarak medyanın, bir endüstriyel kurum olarak sermayenin projelerinin ve illüzyonlarının kamusallaştırıldığı, pekiştirildiği ve dahi üretildiği bir alan olarak işlev gördüğü sıklıkla vurgulanır. Ancak medyanın sınıfsal temelleri yalnızca “sermaye sınıfı”ndan

46 Bu durum ana akım medyayı bir mücadele alanı haline getirmekle ilgili olduğu kadar, toplumsal aktörlerin kendi medyalarına ilişkin bir boyutu da barındırabilmektedir. Buna bir örnek, Lenin’in Sovyet Devrimi sürecinde gazetenin toplumsal ve örgütsel işlevine dair tespitleridir. “Kolektif örgütleyici olarak gazete” şeklinde özetlenebilecek bu yaklaşımda Lenin, dönemin en yaygın kitle iletişim aracı olan ve tüm Rusya çapında çıkarılacak bir gazetenin gerekliliğini vurgulamaktadır. Ona göre, “bir gazete yalnızca bir kolektif propagandacı ve kolektif ajitatör değil, aynı zamanda kolektif bir örgütleyicidir de. Bu bakımdan, yapım halindeki bir binanın çevresinde kurulan iskeleye benzetilebilir;

yapının dış kenarlarını belirtir ve yapıcıların birbirleriyle temasını, işbölümünü ve örgütlü çalışmalarının meydana getirdiği ortak sonuçları görmelerini sağlar” (Lenin, 2008: 177). Dolayısıyla gerek ana akım mecralar gerekse de belirli toplumsal taraflarca oluşturulan alternatif/muhalif mecralar, toplumsal mücadelenin tüm tarafları için önemli bir mücadele alanı ve aracı konumunda bulunmaktadır.

Bu çalışmada ise, söz konusu tartışma ana akımdaki gazetecilik pratikleri boyutu ile ele alınmaktadır.

47 Wheen bunu “başka hiçbir şey yapmamış olsaydı bile Marx 19. yüzyılın büyük gazetecilerinden biri olarak hatırlanmaya layık olacaktı” diyerek açıklar.

48 Gerek Latin Amerika ve Avrupa’daki toplumsal isyanlarda küresel medyanın takındığı tavır, gerek 2008 krizinde ABD ve Avrupa medyasının sermaye yanlısı açık tutumu, gerekse Türkiye’deki Gezi Direnişi süreci bu konuda önemli veriler barındırmaktadır.

51

ve onun etkinliklerinden ibaret bir nitelik taşımamaktadır.49 Medyanın gerek iktisadi bir faaliyet alanı gerekse toplumsal bir mekanizma olarak, sınıflar mücadelesinin hem alanı hem de aracı konumunda bulunduğu iddia edilebilir. Bu mücadele alanı ve aracı, toplumsal sınıfların güçlerine, yeteneklerine ve müdahale kabiliyetlerine bağlı olarak şekillenmektedir. Sınıflar mücadelesinin güç kaybettiği dönemlerde tüm toplumsal kurumların, her türlü dolayım ilişkilerini seyrelterek sermaye tabiyetine daha açık biçimlerde girmesi olağandır. Medya bağımlı gazetecilik pratiklerinin de bu işleyişe dahil olduğu söylenebilir.

Buna karşın gazeteciliğin toplumsal meşruiyeti tam da tüm toplumun yararına bir faaliyet gerçekleştirildiği iddiasıyla şekillenir. Bu nedenle bir kamu hizmeti olarak tanımlanmaktadır. Dolayısıyla medyanın toplumsal temellerini sarsmak için (yani sermaye ile ilişkileri geriletmek ve bunun doğurduğu ekonomik-politik-ideolojik sonuçlarla mücadele için) yine aynı meşruiyet temellerine başvurmak, gazeteciliğin kamusal işlevini talep etmek, mücadele yaklaşımında önemli görünmektedir.

Medyanın mücadele içindeki çift yanlı doğası50 bu yaklaşımın temel kaidesidir.

Dolayısıyla bu kavrayışın, medyaya ilişkin toptan bir reddiye yerine onu mücadelenin konusu ve aracı haline getirecek formları gündeminde barındırdığı belirtilebilir.51

Bu çalışmanın önerdiği yaklaşım, yukarıda vurgulandığı gibi, medyanın sınıflar mücadelesi içinde çift yanlı doğasını gözetmek çerçevesinde şekillenmektedir.

Böylece bir yandan gazetecilik pratiklerinin ve gazetecilerin tarihsel dönüşüm

49 Bu konuda kimi tartışmalar ve tarihsel dayanaklar için bkz. McChesney (2000); Curran (1978), Taş (2010).

50Sermayenin kontrolündeki araç ve sistemlerin aynı zamanda işçi sınıfının kullanımında önemli olanaklar ve mücadele kapasiteleri yaratacağına ilişkin bu çift yanlı kavrayışı Dyer-Witheford (2004:

182) “sermayenin, cini şişeden çıkardığını” söyleyerek karşılamaktadır.

51 Dolayısıyla, medya ve gazetecilik pratiklerinin toplumsal gerçeklikteki rolünü anlamaya dönük eleştirel çabaların, “özellikle tarihsel materyalizm geleneği ile bağlarını [yalnız içeriksel değil, metodolojik olarak da] yeniden inşa etme”si (Garnham, 2001: 126) gerektiği söylenebilir.

52

süreçleri, sermaye sınıfının etkinliği ile sınırlı yaklaşımların ya da teleolojik kavrayışların dışında ele alınabilecektir. Diğer yandan ise, gazetecilerin sınıf kapasitesinin bu çift yanlı salınım içinde daha isabetli bir şekilde anlamlandırılabileceği düşünülmektedir.

1.2. GAZETECİLER VE GAZETECİLİK: DÖNÜŞÜMÜ