• Sonuç bulunamadı

KURAMSAL VE TARİHSEL BAĞLAR

1.1. GAZETECİLER, BASIN, TOPLUM: BİR YAKLAŞIM ÖNERİSİ Gazeteciliğin gerek gazeteciler nezdinde bireysel olarak, gerekse

1.1.1. Dördüncü Güç Efsanesi ve Gazeteciliğin Tarihsel Oluşumu

19. yüzyılda gazetecilik faaliyetlerinin kurumsallaştırıldığı basın (ya da basının kurumsallaştırıldığı gazetecilik pratikleri)17, toplumsal işlevi bağlamında gerek ana akım kuramlarda gerekse yaygın ortak duyuda “dördüncü güç” olarak değerlendirilir.

Liberal toplum kuramlarının içinden geliştirilen dördüncü güç teorisini, basit ve bilinçli bir “yanıltma” ya da “çarpıtma” olarak değerlendirmek eksik bir yaklaşım olacaktır. Kuramın büyük toplumsal dönüşümlere yaslanan tarihsel bir arka planı bulunmaktadır. Bohere (1986: 1), bu fikrin, kapitalizmi ve moderniteyi oluşturan koşulların (matbaanın icadı, posta hizmetlerinin gelişmesi, düşünceyi açıklama özgürlüğü, okur-yazarlığın büyük oranda artması, baskı tekniklerinin gelişmesi, gazete fiyatlarının düşmesi, kara-hava-demir yolu şebekelerinin yaygınlaşması vb.) belirip yerleşiklik kazanmaya başlamasıyla oluştuğunu belirtir.18 Basının, enformasyon ve görüşlerin aktarılmasının en önemli aracı haline gelmesiyle, dördüncü güç olarak anılmaya başlamasının iç içe geliştiğini vurgular.19

17 19. yüzyılın ilk yarısındaki siyasi içerikli fikirsel mücadele alanı olarak basının, yüzyılın ikinci yarısından itibaren mesleki kodlarla bezeli “yansız” ve kitlesel bir gazetecilik alanına dönüştürüldüğü, eleştirel gazetecilik çalışmalarında vurgulanan yaygın bir kabuldür. Bkz. Curran (2006); Conboy (2004); Chalaby (1998). Bu konu bir sonraki başlıkta tartışılmaktadır.

18 Benzer şekilde gazeteciliği ve basını ortaya çıkaran teknik ve tarihsel önkoşullara ilişkin olarak ayrıca bkz. Cangöz (2015); Kaya (2016); Abadan (1961). Dolayımlanmış iletişim biçimleri ve medyanın, modernizmin kurucu öğelerinden biri olduğuna ilişkin dikkat çeken bir tartışma için bkz. Thompson (2013).

19 Bu konuda iletişim ve sermaye ilişkisini Marksist bir yaklaşımla ele alan kuramcı De la Haye’in ifadeleri önemlidir: “[zamanla] iletişim, sermayenin yağlama işlemlerini maskeleyen genel terim haline gelir. Makine için yağ neyse sermaye için de enformasyon odur; onun içinde dolaşır, aşırı ısınmayı sınırlandırmak ve çatlamaları ortadan kaldırmak için tüm sürtünme noktalarını kaplar” (akt. Yüksel, 2014: 38). Dolayısıyla burjuva toplum düzeni yerleştikçe, hem ekonomik anlamda piyasalar, hammadde sağlayıcısı ülkeler ve rekabeti etkileyecek koşullar hakkında bilgi sahibi olmak için, hem de siyasi ve ideolojik alanda toplumsal denetimin sağlanması için basın ve iletişim ağları önemli bir araç olarak kullanılmıştır.

30

Taş (2010: 30-31) da ana akım kuramlarda modern gazeteciliğin kökenlerinin, iki ana dağıtım sistemi olarak siyaset ve pazarın kesişme noktasında kurulduğunu belirtir. Eşit oya dayanan siyaset anlayışı, özerk bireylerin katılımıyla oluşacak kamusal aklın buna uygun sonuçlar üreteceği varsayımına dayanırken, pazar da iktisadi dinamizmi ve gelişmeyi garanti altına almaktadır. Taş, bu kurgunun, liberal demokrasi fikrini içkin olarak barındırdığını ifade eder. Buna göre basının özgür olması, onun toplumsal gücünden ileri gelir. Bu özgürlük, basın üzerindeki sansürün kaldırılması, devlet kontrolünün zayıflaması ve gazetelerin pazar ilişkilerinin gelişmesine bağlıdır. Bu anlamda basının gelişimi sürekli olarak siyasal katılımın genişlemesi ve basın öncülüğünde halkın siyasal iktidara karşı mücadelesi olarak görülmüştür.

Görüleceği üzere, bu fikrin gerisinde, doğal haklar kuramcılarından başlayıp burjuva devrimlerine uzanan ve oradan da çağdaş kapitalist siyaset söylemini oluşturan sivil toplum-devlet ikiliği yatmaktadır. Bu ikilikte basın, devletin kontrolüne karşı sivil toplumun (söylemde halk olarak cisimleşir) hem iktisadi hem de siyasi gelişimi ve özgürleşimini ifade etmektedir.20

Nitekim modern gazetenin oluşmasında ve gelişmesinde anahtar rolü ticaret burjuvazisi üstlenmiştir. Ticaret burjuvazisinin, rakipleriyle rekabet edebilmek için pazarın bilgisine ulaşması; ticaret ile ilgili konularda ya da gemicilik veya teknolojik ilerlemeler hakkındaki gelişmeler ve yorumlardan haberdar olması gerekli idi. Aynı

20 Bu tarz yaklaşımları besleyen liberal anlatının kökeninde Whig yorumu denilen bir kavrayışın yattığı iddia edilmektedir. Whig yorumu kavramı tarihçi Butterfield (1931) tarafından ortaya atılmıştır.

Butterfield, İngiliz siyaset sahnesinde Tory’ler ve Whigler (muhafazakarlar ve liberaller) arasındaki karşıtlığa atfen, çoğu İngiliz tarihçisinin klasik liberalizm anlayışından ve Whig siyasetinden yana örtülü bir tercihleri olduğunu iddia etmiştir. Bu yazarlar, tarihi, bilimsel gelişme, liberal demokrasinin açılımı ve bireysel özgürlüklerin artması yönündeki ilerlemeci bir kavrayışla ele almaktadırlar. Whig yorumu, bu anlayışı eleştirmek üzere kullanılmaktadır (akt. Taş, 2010: 31).

31

şekilde siyasi gelişmeler ve oluşumlar da ticari etkinlikleri doğrudan etkileyen faktörlerdi ve bunların da bilgisine ulaşmak elzemdi. Modern gazeteler, bu ihtiyaçlara yanıt olarak ortaya çıkmışlardır (Kaya, 2016: 99; Thompson, 2013: 208; Tokgöz, 53-56).

Basının gelişimi ve kutsanması, burjuva devrimler çağında özellikle geçerlilik bulmuş ve burjuvazinin aristokrasiye karşı mücadelesinde, basının önemli bir araç haline gelmesi ile basın özgürlüğü savunusu önemli bir kanal olmuştur. Bu yıllarda basının devletten (devrim öncesi monarşik nitelikli bir devlettir bu) özgür olması ana temadır. Bu kapsamda basın üzerindeki sansüre ve kısıtlayıcı mali düzenlemelere karşı basın özgürlüğü (ve buna bağlı düşünce ve ifade özgürlüğü) savunusu, insanın doğal hakları içerisinde kabul edilerek önemli bir mevzi oluşturmuştur.

Devrimlerin kurumsallaştığı 19. yüzyılda ise, yeni hakim sınıf olarak burjuvazinin, iktidarını sağlamlaştırmak ve meşruiyetini sağlamak üzere basını, demokrasinin bekçisi olarak, demokratik kurumların (yasama-yürütme-yargı) yanına dördüncü bir güç olarak yerleştirdiği belirtilebilir. Bu yıllarda, basın üzerindeki sansür ve mali kısıtlamalar21 devam etmesine karşın, yükselen işçi sınıfı talepleri ve illegal işçi sınıfı basınının yaygınlaşmasına22 karşı dördüncü güç söyleminin uzlaştırıcı bir

21 Bu kısıtlamalardan en önemlisi “bilgi üzerindeki vergiler” (taxes on knowledge) olarak bilinen düzenlemedir. Bu düzenleme, basın kuruluşlarına ciddi vergi yükümlülükleri getirerek önemli bir denetim aracı olmuştur. 1712 yılında yürürlüğe konulan bu vergiler, yürürlükten kaldırıldığı 1836 yılına kadar artarak sürdürülmüş ve esasen yayınların fiyatlarının yüksek tutulmasına sebep olarak okuyucu kitlesinin seçkinlerle sınırlı kalmasına ve gazete sahipliğinin de belirli bir maddi güç gerektirmesine neden olmuştur. Böylece basını gerek sahiplik gerekse de okur kitlesi olarak toplumun önemli bir kesiminin erişimine kapatmıştır. Bkz. Thompson (2004); Sparks (1995). Taş (2010: 8), “bilgi üzerindeki vergiler”in dolaylı ve amaçlanmayan sonucunun, yüksek vergileri reddeden ve izinsiz dağıtılan işçi basınının ortaya çıkması olduğunu belirtir. Bilgi üzerindeki vergilerin toplumun belli bir kesimini basın ve gazetecilik alanından (ve bunun siyasal olanaklarından) mahrum bırakması işçi sınıfı liderlerini yükselen sınıf bilincinin ifade edilmesi için bir arayışa itmiş ve bu durum 1800–1830 yılları arasında işçi sınıfı basınının büyük ölçüde gelişmesine yol açmıştır. Bu konuyla ilgili ayrıntılı bir inceleme için ayrıca bkz. Thompson (2004).

22 Chalaby’nin (1998: 14) aktardığına göre, bu dönemde yasal Tory gazeteleri 25 bin, Whig gazeteleri 18 bin civarında satılırken işçi sınıfı gazetelerinin toplam satışı haftalık 200 bin civarına ulaşmıştır.

1830’a gelindiğinde işçi sınıfı gazetelerinin tirajı iki milyona yükselmiştir. Bu rakam o dönemin tüm

32

araç olması öngörülmüştür. Ancak ilginç bir şekilde, toplumun yüksek gelirli kesimlerine hitap eden yüksek fiyatlı gazetelerin basın özgürlüğü söylemi dördüncü güç üzerinde yükselirken, işçi sınıfı basınının basın özgürlüğü söyleminde böyle bir vurguya rastlanmaz (Sparks, 1995: 54).

Keza Erdoğan’ın (1999) belirttiğine göre gazete\basın için “dördüncü güç”

kavramı ilk olarak 1828 yılında kullanılmıştır.23 Buna göre 19. yüzyılın başında İngiliz parlamentosunda üç güç vardır: Lords of spiritual (Lordlar Kamarası’nın ruhani lordlarını oluşturan 26 kişilik psikoposlar grubu), Lords of temporal (Lordlar Kamarası’nın seküler üyeleri: Eski aristokratlar, ödüllendirme yoluyla lord olanlar ve yüksek mahkemede görev yapan lordlar) ve Avam Kamarası. Macaulay’a göre gazetecilerin oturduğu “gallery” (basına ayrılan balkon) dördüncü güç alanı olmuştur.

Daha sonra parlamentodaki bu üç güç, yasama, yürütme ve yargı gücü biçimine dönüşmüştür. Basın, bu güçlerin geliştiricisi, “halk için” gözetleyicisi ve teftiş edicisi olarak, doğruyu ve haklıyı temsil eden bir kurum olarak anlamlandırılmıştır. Sparks (1995: 47) da basına dönük bu kavrayışın güçler ayrılığı ilkesinin yerleşiklik kazanmasıyla aynı süreçte oluştuğunu vurgular. Taş’ın (2012: 51) belirttiğine göre, burada basın, diğer üç gücün karşısında değil yanında konumlandırılır. Böylece, yasama sürecinin bir eklentisi gibi görülür.

gazetelerinin üstündedir. İşçi sınıfı basınının illegal olması, onun bilgi üzerindeki vergileri karşılayamayacak durumda olmasıyla ilgilidir. Bu dönemde “kaçak” olarak gelişen işçi sınıfı basını, vergi ödeyen gazetelere basılan pula/damgaya sahip değildir. Bu nedenle pulsuzlar ya da damgasızlar (unstamped) olarak adlandırılmıştır. Wiener, işçi sınıfı basınının vergilerin kalkması ve basın özgürlüğü üzerine mücadelesini “pulsuzların savaşı” (war of the unstamped) olarak tanımlar. Bu konuda ayrıntılı iki inceleme için bkz. Thompson (2004); Wiener (1970).

23 Lord Thomas Babington Macaulay tarafından “Hallam's Constitutional History” adlı makalede kullanılmıştır.

33

Dikkat edileceği üzere kavramın ilk kullanıldığı tarih, yeni toplumsal düzen içerisinde işçi sınıfı hareketlerinin belirli siyasal talepler etrafında örgütlenmeye başladığı ve işçi sınıfı basınının yükseldiği yıllara denk gelmektedir.

Bu anlamda İngiltere’de modern basının kurulması sürecinin en dikkat çekici yanlarından birisi “basın özgürlüğü”nün evrensel bir değer olarak ilan edilmesidir.

Stuart Hall’e göre, 19. yüzyılda yükselen burjuvazi tarafından basın özgürlüğünün kutsanması ve yerleşik elitin işçi basınının gelişimini korkuyla karşılayıp onu denetim altında tutma çabaları sınıf ilişkilerindeki değişime yönelik siyasal tepkilerin türevidir.

Başka bir deyişle, gazeteciliğe değer biçme, aynı zamanda yöneten ile yönetilen sınıflar arasındaki değişen ilişkiyi anlamlandırma çabasıdır (Taş, 2010: 34).

Bu noktada Curran’ın (1978: 60) vurgusu da önemlidir. Ona göre basın ancak, sınıf savaşımının olmadığı, mevcut çatışmanın yalnızca cehalet ile aydınlanma, birey ile devlet arasında tasarlandığı bir zımni toplum modelinde hükümete karşı halkın topyekûn bekçisi ve koruyucusu olarak tasarlanabilirdi. Dolayısıyla dördüncü güç teması, böylesi bir ihtiyacın karşılığı olarak oluşmuştu.

Öyle ki, ana akım anlatılarda geç Viktoryen dönem (1860-1890), gazeteciliğin altın çağı olarak kabul edilmektedir. Bu dönemde tirajlar hiç olmadığı kadar artmış, partizan basın24 etkisini yitirmeye yüz tutarken kitle basını doğmuştur. Hükümet denetimlerinin kaldırıldığı ve piyasanın meşruiyetinin yerleştiği bu ortamda tam anlamıyla özgür basının hüküm sürdüğü ve kamuoyunun koruyucu sesi olduğu kabul

24 Partizan basın (patisan press), 19. yüzyılın özellikle ilk yarısında yoğunlaşan, toplumsal tarafını ilan ederek bu tarafın sahiplendiği fikirleri kamuya yayma ve savunma amaçlı fikir ve mücadele basınını tarif etmektedir. Bu yalnızca işçi sınıfı basınını değil, tüm bir gazetecilik alanını kapsamaktadır.

İngiltere’de Whig ve Torry partileri taraftarı gazeteleri nitelemek için kullanılır. ABD’de de aynı dönemlerde aynı içerikle kullanılmıştır. Bu, gazeteciliğin ilk ve temel biçimi olarak kabul edilir. Bu gazetecilik biçimi, 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren sönümlenmeye yüz tutmuş ve kitle gazeteciliğinin gelişimiyle birlikte terk edilmiştir. Bu konuda kimi çalışmalar için bkz. Chalaby (1998);

Ward (2004), Baughman (2011).

34

edilmektedir. (Taş, 2010: 31; Kaya, 2016: 65). Bu durum, ana akım yaklaşımlarda, hem işçi sınıfı basınının güçsüzleşmeye başlaması hem de siyaset bağımlı gazetecilik pratiklerinin ticaret odaklı kitle gazeteciliği pratiklerine dönüşmesi bakımından oldukça olumlu karşılanan bir durumdur.25

Kaya (2016: 52) da modern anlamda gazeteciliğin ve basının oluşumunda 19.

yüzyılın toplumsal ve iktisadi yapılanışına vurgu yapmaktadır. Ona göre, ulaşılan üretici güçler düzeyinde yeni oluşan kapitalist toplumsal biçimlenişe koşut olarak yeni ve özgün iletişim araçları da gelişmekte ve diyalektik bir etkileşim çerçevesinde bu tür toplumsal gelişmelere ivme kazandırıcı yeni bir toplumsal kurum olarak günlük yaşamdaki yerini almaktadır. Kapitalist yapının yerleşmesi yalnızca üretimin maddi koşulları ve üretim teknolojileri çerçevesinde değil, toplumsal düzene egemen olan değerler dizgesi ve yeni toplumsal kurumsallaşmalarla birlikte düşünülmelidir. Keza Marx’ın (2012: 122) ifadesiyle, bu serbest rekabet toplumunda birey, daha önceki tarihi dönemlerde kendisini belirli, sınırlı bir insan yığınının bir eklemi haline getiren doğal bağlardan kopmuş olarak belirir.

Bu noktada Yüksel (2014: 38) kapitalizmin gelişmesiyle birlikte yerel bağlarından kopan ve tüm referans çerçevesi allak bullak olan kitlelerin, yeni üretim biçimine uygun bir mantıkla donatılması gerektiği için, 19. yüzyılda sermayeye hizmet sunan enformasyon ağlarının yanında kitle basınının da geliştiğini belirtir. Bu kapsamda ilerlemeye, bilime ve icatlara, fetihlere dair haberler yayınlanarak değişimi/dönüşümü yücelten yeni bir referans çerçevesi yaygınlaştırılmıştır.

De la Haye (akt. Yüksel, 2014: 38), her iki tip iletişimin (enformasyon ağları ve kitle basını) de aynı genel kurallar dâhilinde idare edildiğini, amacın kapitalist

25 Öyle ki kimi yazarlar (Andrews 1847; Herd 1952 gibi), basın tarihi kitaplarında gazeteciliğin Viktoryen dönem öncesi halini “entelektüel bir sefalet” olarak tanımlamaktadır (akt. Taş, 2010: 32).

35

üretim biçiminin akılcılığı doğrultusunda davranışları, refleksleri ve yargıları normalleştirmek olduğunu, bunun birinde finansal raporlar, faiz oranları, hisse senedi ve hammadde kotasyonları vs. şeklini aldığını; diğerindeyse hikâyelerin, reklamların, üçüncü sayfa haberlerinin ve başyazıların öne çıktığını belirtmektedir. Ayrıca her iki ağın birbirinden yalıtılmış olduğunu; kapitalistlere yönelik ekonomik ağların üretim alanına ilişkin enformasyon ve bilgi üstünde tekel oluşturduklarını; yatırım kararları, şirket satın almalar, araştırma programları, çalışma koşulları gibi konularda filtreleme yaparak kamunun bu alana dâhil olmasının önüne geçtiklerini vurgular. Buradan hareketle dördüncü güç kavramının, iletişim ve basın alanının işçi sınıfına kapalı niteliğini (ironik bir söylem olarak) örtbas ettiği düşünülebilir.

Erdoğan (1999) da dördüncü güç tanımlamasıyla basın için, toplumun üretim (mülkiyet) ilişkileri yapısı dışında, bu ilişkilerin belirleyiciliğinden bağımsız, ideal bir görevsellik tanımlandığını vurgular. Bu görevselliğin, hakim sınıf için yukarıda bahsedilen meşruiyet arayışı ve toplumsal denetim ihtiyacıyla şekillendiği belirtilebilir. Zira tüm 19. yüzyıl boyunca, yeni düzenin hakim sınıfı olarak burjuvazinin basını denetim altında tutma çabalarına tanık olunur. Bu çabaların temel güdüsü bir yandan yükselen işçi sınıfı mücadelesi karşısında toplumsal denetimi ve meşruiyeti sağlamaktır. Diğer yandan ise burjuvazinin farklı kanatları arasındaki siyasi mücadelede basının siyasi kararları etkilemek üzere kullanılmasıdır.26

Bu süreçte dördüncü güç teması da kimi yan anlamlar kazanarak yerleşik hale gelmiştir. Cuilenburg’un (2010: 100) belirttiğine göre, gazeteler, 19. ve 20. yüzyıllarda

26 Bu süreçte basının kullanımıyla ilgili öne çıkan ikinci bir etmenden de bahsedilmektedir. Bu, sermaye sahiplerince basının etkili bir spekülatif manipülasyon aracı olarak kullanılması çabasıdır. Özellikle borsa oyunlarından kazançlı çıkabilmek üzere basının “manipülasyon” gücü kullanılmış ve borsada belirli değerlerin düşüp belirli değerlerin yükselmesi sağlanmıştır. Bu yanıyla basın, kolay bir kazanç kaynağı haline de gelmiştir (Kaya, 2016: 59; Alemdar, 1981: 95). Bu konuda kimi tarihsel yolsuzluk örnekleri için ayrıca bkz. Jeanneney (1998).

36

siyasal partiler ve hükümetler için olduğu kadar, ticaret ve sanayi için de toplumsal iletişimin önemli araçları haline gelmişlerdir. Bu basın, bir yandan toplumsal sinir sisteminin önemli bir parçası olarak gösterilirken, diğer yandan basına toplumun

‘vicdanı’ olarak yaklaşılmıştır.

Böylece, basın ve gazetecilik faaliyetlerinin etrafında “toplumun sinir sistemi”,

“vicdanı”, “toplum adına kamu denetçisi”, “kamuoyunun bekçisi” ve “denge mekanizması” gibi birçok anlamı içinde barındıran güncel bir “dördüncü güç” halesi oluşmuştur.

Dördüncü güç temasının yerleşik hale gelmesi aynı zamanda basının ve gazetecilik faaliyetlerinin bugünkü anlamıyla fiilen ve toplumsal algıda kurumsallaşması sürecine de işaret eder. 20. yüzyılın başında, partizan basının yok olmaya yüz tuttuğu ve “taraf sahibi” basının artık meşruiyetinin kalmadığı bir ortamda, basın bugünkü yerleşik anlamına kavuşmaya başlamıştır. “Siyasetler üstü” ve bu tür ilişkilerden “bağımsız” bir basın kavrayışı, ona kitlesel ve bu nedenle tarafsız bir niteliğin atfedilmesiyle tamamlanır. Bu çerçeve içinde gazeteciye biçilen rol de radikal biçimde farklılaşmıştır. Zira Taş’ın (2012: 53) ifadesiyle, 19. yüzyılın ortalarından itibaren ticari gazeteciliğin dördüncü güç söylemi, profesyonelleşme iddialarıyla birlikte ikiz ideolojiler olarak gelişmiştir.27

Böylece basının (ve giderek medyanın) dördüncü güç olma işlevi 19. yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın başlarından itibaren ivme kazanan bir yaklaşım olmuştur.

“Tarafsız-bağımsız” basının varlığı ve işlevi, toplumsal alanda demokrasinin varlığı ve işlevi ile ilişkilendirilmiş, toplumdaki tüm fikirlerin denk ağırlıklarla tartışıldığı

27 Bu konu bir sonraki alt başlıkta “gazetecilerin dönüşümü” başlığı altında ele alınmaktadır.

37

sağlıklı bir kamusal alanın28 demokrasinin temeli olduğu kavrayışı, basının bu işlevini pekiştirmiştir.29 Zira kamusal alandaki tartışma ve değerlendirmelerin kaynağı basın yoluyla dolaşıma sokulan bilgilerdir: Yönetilenlerin, yönetenler hakkındaki bilgilere sağlıklı bir şekilde ulaşması ve tartışmasına dayanan kamusal alanın oluşumu basın yoluyla mümkün olmaktadır. Şakar (2002: 17) da 20. yüzyılda basının sınai ve ticari bir işletme olarak örgütlenmesinin yanı sıra, kamuoyu oluşturma ve açıklama gücüne sahip sosyal, ekonomik ve siyasal işlevler yüklenmiş kültürel bir kurum haline geldiğini belirtir. Bu yolla basının (ve zamanla giderek medya) kamusal alanın oluşumunda kurucu bir güç odağı olarak görülmesi mümkün olmuştur.30

Ancak aynı yıllarda, kitleselleşmiş ve sermaye ilişkilerine dahil olmuş basının siyasi ve ticari ilişkilerle çevrilmiş olması, dördüncü güç-kamusal alan-demokrasi söyleminin yükselişine karşıt olarak fakat aynı sürecin içinde gerçekleşmiştir. Basın ve ifade özgürlüğü de bu sürecin pratikleri ekseninde yeniden biçimlenmiştir.

Erdoğan’a (1999) göre birçok ülkede, 1920'lere gelindiğinde, basın ve ifade özgürlüğü, karşıt fikirler için ortadan kaldırılmış ve “egemen güçlerin hoşuna giden ve çıkarı paralelinde veya çıkarına tehlike olmayan fikirlerin” özgürlüğü biçimine

28 Kamusal alanın gelişimi ve kamusal alana dönük kimi yaklaşım ve tartışmalar için bkz. Özbek (2015) ve kamusal alan üzerine en çok tartışılan yaklaşımlardan biri için bkz. Habermas (2003). Kamusal alan tartışmalarında alternatif bir yaklaşım için bkz. Negt ve Kluge (1993). Kamusal alan ve medya ilişkisini yayıncılık ve ideoloji boyutlarıyla tartışan iki çalışma için bkz. Keane (1997); Verstraeten (1997).

29 Söz konusu yapılanma eşitlik ve özgürlük idealleri üzerinde tanımlanan bir kamusal alanın dolaşım kurumu olarak basını varsaymaktadır. Bu varsayımın burjuva kökenlerine ilişkin açıklayıcı bir yorum Marx’ta bulunur. Marx (2012: 236-237) Grundrisse’de bunu şöyle ifade eder: Mübadele değerleri mübadelesi aynı zamanda tüm eşitlik ve özgürlüğü üreten gerçek temelin ta kendisidir. Saf idealar olarak eşitlik ve özgürlük, bu temelin idealize edilmiş ifadeleridir; hukuki, siyasi toplumsal ilişkiler biçiminde gelişmeleri ise sadece aynı temelin bir başka düzeyde tezahürüdür.

30 Burada tarihsel bir farklılığa yeniden dikkat çekmek gerekir. 18. ve 19. yüzyıllarda basın,

“kamuoyunu oluştururken” fikir, yorum ve tartışma odaklı, küçük ölçekli işletmeler ekseninde örgütlenmiş ve işçi sınıfı basınının varlığı ortamında faaliyet gösteren bir yapıdadır. 20. yüzyıl ile birlikte basın işletmeleri büyük sermaye yapılarının altına girmiş, gazetecilik faaliyeti fikir ve yorum odaklı niteliğini tarafsızlık iddiası ile olguculuğa ve sansasyonel içeriğe bırakmıştır. Bu konu bir alt bölümde tartışılmaktadır.

38

bürünmüştür.31 Basın burjuvazinin feodal-monarşik devletlere karşı egemenlik mücadelesinde özgürlükçü ve ilerici bir karakterdeyken, burjuvazinin hakim sınıf haline gelme sürecinde tutucu bir karaktere dönüşmüştür. 20. yüzyılla birlikte ise kapitalist siyasal yapının ücretli kölelik sisteminin korunmasını amaçlayan egemen ve entegral bir parçası olurken, aynı zamanda, devletin sansürüne ve kısıtlamalarına karşı özgürlüğü ve savunulmasını temsil eden mücadeleci güç gibi görünmeye devam etmiştir.32

Günümüzde de yalnız ana akım anlatılarda değil, genel popüler algıda da basın, önemli bir ayrıcalıkla dördüncü güç olarak tanımlanmaktadır.33 Öyle ki, basın ve gazeteciliğe dönük güvenin sarsılması, onun siyasi ya da ticari çıkarlar ekseninde

“dördüncü güç olma” niteliğini kaybetmesiyle ilişkilendirilir. Kurt Öncel’in (2013: 21) belirttiğine göre bu düşünce özellikle 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren ağırlık kazanmış, basın/medyanın demokrasinin işleyişi için görevlerini yerine getirmediği, temel eleştiri noktası olmuştur.

Yine 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren artan yoğunlaşan kimi eleştiriler ise dördüncü güç kavrayışının “uygulanamamasına” değil, onun yapısal sınırlarına ve

31 Bunun bir yandan “ulusal güvenlik ve çıkarların korunması” ya da “kamu/devlet güvenliği” gibi politik içerikli gerekçeleri, diğer yandan ise “tam rekabet” ya da “marka imajının korunması” gibi ticari içerikli gerekçeleri de oluşturulmuş ve yasallaştırılmıştır.

32 Günümüzde de basının dördüncü güç olarak tanımlanması temelde onun yasama, yürütme ve yargıyı gözleyen/denetleyen (monitör) bir toplumsal kurum olmasını vurgular. Buna göre basın toplumun diğer üç gücü arasında bir kontrol ve denge mekanizması olarak işlevlendirilir (Simons, 2013: 149). İçel (akt.

Şuğle, 2001: 15) bunu “kontrol erki” olarak adlandırır. Kurt Öncel (2013: 63) de bu erkin içeriğini yasama-yürütme-yargıyı denetleme, kamuyu bilgilendirme olarak ifade eder.

33 Günümüzde bu kavrayış, popüler algıya ve ana akım anlatıya paralel olarak gazeteciliğe dair hukuksal ve siyasal düzenlemelerin geliştirilmesi sürecinde de kendini göstermektedir. Dördüncü güç yaklaşımının gücü salt ana akım ya da popüler imgede yer etmesinden değil, alanın hukuki ve siyasi düzenlemelerinin temelinde yatan mantık olmasından ileri gelmektedir. Öyle ki, basın ve gazeteciliğe dönük güvenin sarsılması, onun siyasi ya da ticari çıkarlar ekseninde “dördüncü güç olma” niteliğini kaybetmesiyle ilişkilendirilir. Bu konuda Türkiye’den örnekler için bkz. Şuğle (2001); Şakar (2002).

Bu yaklaşım ayrıca siyaset ve bürokrasinin yetkili organlarınca da dile getirilmektedir. Basın Yayın Enformasyon Genel Müdürü’nün konuyla ilgili bir konuşması için bkz.

http://www.milliyet.com.tr/basin-is-kanunu-2-calistayi-erzurum-erzurum-yerelhaber-460306/

39

niteliklerine dönüktür. Sparks (1995: 52) dördüncü gücün ifade ettiği diğer üç güçten bağımsızlık ve denetleme rolünün kime yönelik olduğunun belirsizliğine dikkat çeker.

Buna göre basının halk ve kamu otoriteleri arasındaki konumunda basının kime daha yakın durduğu, sorumluluğunun kime dönük olduğunun ve mesafenin nasıl korunduğunun belirsizliğini vurgular. Buradan hareketle dördüncü güç kavrayışının bir mit olduğunu ifade eden Boyce (akt. Taş, 2012: 53), bu mitin en belirleyici ve naif yanının siyasal yaşamın gerçeklerini bilmezlikten gelmesi ve ekonomik gerçekliklerin göz ardı edilmesi olduğunu savunur. Ona göre, “dördüncü güç düşüncesinin paradoksu, kafasının siyasete uzanırken ayaklarının piyasaya gömülü oluşudur.”

Erdoğan’a (1999) göre de basının demokrasiyi oluşturan “güç” olması ya da

“demokrasiyi oluşturan üç gücü denetleyen ve gözetleyen” dördüncü güç olması, günümüzün kapitalist toplumlarının yapısal gerçeğinde geçersizdir. Bu geçersizlik daha önce fikir basının ortadan kalkmasıyla çok daha belirgin bir biçimde kendini göstermiştir. Benzer şekilde Taş (2012: 53) da dördüncü güç teorisinin, basının kendi içinde varlık gösterebilecek iktidar ilişkileri hakkında hiçbir şey söylemediğini vurgular. Ticari gazetecilik olgusu düşünüldüğünde bu durumun daha da kritik hale geldiğini belirten Taş, gazeteciliğin kendisini kamunun temsilcisi olarak ortaya koyamayacak ölçüde pazara bağlı hale geldiğini hatırlatır.34

“Medyanın etkileme gücü ile ekonomik gücün entegre bir güç odağı haline geldiği” (Bourdieu, 1997: 27) 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren (özellikle de 1970’lerden bu yana) ise dördüncü güç teorisi yalnız eleştirel kanattan değil, ana akım tartışmanın ve profesyonellerin kendi deneyimleri içinden de giderek daha fazla

34 Bu bağımlılığın önemli bir boyutuna değinen Şakar (2002: 20) da eğer gazetecinin emeği ve bağımsızlığı korunup güvence altına alınmazsa, basının değil, basın işverenlerinin “dördüncü kuvvet”

olduklarını söylemenin daha doğru olacağını vurgular.

40

şekilde sorgulanır hale gelmiştir. Süreç “dördüncü gücün ölümü”35 olarak değerlendirilmektedir.36