• Sonuç bulunamadı

Neo liberalizm, 19. Yy’ın sonlarına doğru ortaya çıkan ve İngiliz liberallerin radikal kanadı tarafından temsil edilen bir düşüncedir. Günümüzde Friedmancı iktisat politikası ile bunun genel çerçevesini oluşturan öğretinin adı olarak ifade edilen terim, 1890’ların İngiltere’sinde ise, tam Friedmancı politikaların genel özelliklerine ters düşen bir düşünce tarzını ifade etmek için kullanılmıştır (Köker, 1988: 106).

Neo-liberalizm, Friedrich Hayek ve Milton Friedman gibi serbest piyasa iktisatçılarının ve Robert Nozick gibi filozofların yazılarında geliştirilen klasik siyasi iktisadın güncelleştirilmiş bir türüdür. Neoliberalizmin merkezi ilkeleri piyasa ve bireydir. Amaçları ise, regüle edilmeyen piyasa kapitalizminin verimliliği, büyümeyi ve yaygın refahı beraberinde getirebileceği inancından hareket ederek “devletin sınırlarını geri itmektir”. Hükümet ne kadar iyi niyetli olursa olsun, beşeri işlerde zarar vermektedir (Heywood, 2006: 70).

Neo liberalizm, serbest piyasa ekonomisinin mümkün olduğu ölçüde kendi dinamiklerine göre işleyeceğine ve sosyal yapının kendi kendini düzenleyeceğine inanmaktadır. Bundan dolayı devlet müdahaleciliğinin en aza indirilmesi gerektiğini savunmaktadırlar (Eren, 2001: 76).

İlk ortaya çıkan neo-liberaller, bireyi toplumun bir parçası olarak görmektedirler. Bireysel faydacılığı reddetmişlerdir ve tek tek bireysel faydalardan ayrı ve üstün bir ortak fayda kavramının olduğunu belirtmektedirler. Neo-liberaller Locke10’un doğal haklar öğretisini de reddetmişlerdir. Hak ve özgürlük toplum içerisinde toplum sayesinde vardır. Bu görüşler çerçevesinde neo liberalizm, iktisadi alanda müdahaleci politikaları, refah devleti ölçülerini, özellikle de dönemin temel sorunu olan işsizlik ve mülkiyet dağılımındaki eşitsizliği giderici önlemleri savunmaktadırlar (Köker, 1988: 108).

I.1.6. Muhafazakarlık

Latince’de “conservare” ve “conservatismus” kelimelerinden gelen muhafazakârlık sözlük anlamı olarak; “Mevcut yapıya hayat veren geleneksel değer ve normları koruma taraftarlığı ya da hızlı değişimle geleneklerden kopulmasına karşı çıkmak anlamlarına gelen muhafazakârlık” (Demir ve Acar, 2005: 129), günlük dilde “muhafaza etmek” ya da “korumak” anlamlarına gelmektedir (Güngörmez, 2004: 12).

Bir “düşünce stili” ve bir “tutum” olarak muhafazakârlığın başlangıcı insanlık tarihinin başlangıcına kadar götürülmektedir. Fakat bir siyasi doktrin ve spesifik bir ideoloji olarak muhafazakarlığın tarihi oldukça yenidir. Bu tarz muhafazakârlık miladı aydınlanma çağı olarak bilinen 18. yüzyıldır. Fransız Devrimi’ne duyulan tepki ve bu devrimin fikri ve felsefi temellerini hazırlayanlara yöneltilen eleştiri muhafazakâr ideolojinin doğmasını sağlamıştır (Özipek, 2004: 66 ).

10

John Locke, İngiliz filozof ve siyasetçidir. Locke İngiltere’de, Somerset’te dünyaya geldi. Locke’un siyasi

görüşleri İngiliz Devrimini hazırlayan ortamda gelişti ve genellikle İngiltere’de William of Orange yönetiminde mutlakiyetçi yönetime son verilip anayasal bir monarşinin kurulduğu 1688’deki “Şanlı Devrim”e meşruluk sağlayan fikirler olarak görüldü. Hayat, hürriyet ve mülkiyet olarak belirlediği “doğal” veya Tanrı vergisi haklar üzerinde özel bir vurgu yapan Locke, erken dönem liberalizminin gelişiminde anahtar bir düşünürdür (Heywood, 2006: 63).

Doğuşu itibariyle aristokratik bir kökene sahip olan muhafazakâr ideoloji, devrimlere öncelik eden Fransız İhtilaline ve geleneğin, her alandaki geleneksel otoritenin bilinçli reddine karşı “akla” dayalı “ütopik” devletler kurmanın peşinde olan düşünürlerine ve radikal güçlere karşı bir argüman geliştirmek amacıyla doğmuştur. “Eski rejim” ve onun Aydınlanma çağındaki Muhafazakâr temsilcileri, devrimci başkaldırıya karşıydılar. Muhafazakâr ideoloji değişime karşı olmayıp “korumak için değişmeyi savunuyordu” (Helvacı, 2004: 194 -195).

Muhafazakâr düşüncenin kendini oluşturduğu dönemde Edmund Burke11 ve Joseph de Maistre gibi ilk temsilciler muhafazakâr kelimesini hiç kullanmadılar, ancak daha sonra Tocqueville gibi düşünürleri derinden etkileyen çerçeveyi oluşturdular. Muhafazakârlara göre siyasetin kendiliğinden işleyen bir devlet işleyişi tekniği çıkartılacak bilimi ve evrensel ölçekte uygulanabilecek bir ideal ya da soyut insan hakları bütünü yoktur (Güler, 2009: 125).

Karl Manheim, muhafazakârlığın bir başka yönüne dikkat çekmektedir. Fransız İhtilali’yle birlikte geleneğin kopuşundan ve onu yeniden düzeltmenin ve savunmanın bir ürünü olarak doğan, siyasal ve toplumsal bir tepki olan muhafazakârlık, “bilinçli hale gelmiş gelenekçiliktir” (Beneton, 1991: 113).

11

Edmund Burke, kendinden sonraki düşünürleri derinden etkileyen, muhafazakârlığın ilk ve en önemli

düşünürüdür. Burke’ün 1790’da, Fransız Devrimi henüz devam ederken kaleme aldığı Fransız Devrimi Üzerine Düşünceler isimli ünlü çalışmasında muhafazakâr düşüncenin tüm genel öğelerini bulmak mümkündür. Hatta muhafazakârlığın bu formülasyonu Weberci anlamda bir ideal tip olarak da değerlendirilebilir. Burke göre toplumun 18. Yy’ın ikinci yarısında hala var olan doğal güzelliği ve gelişimi sadece saplantılı ve deli fikirleri olanların bozacağını söylemektedir. Devlet adamının yapması gereken toplum yapısını olduğu gibi almak, zaman zaman doğal gelişmenin ortaya çıkardığı koşullara uygun olarak gene biçimini ve çeşitli parçalar arasındaki ilişkileri dikkatli ve nazik biçimde uyumlulaştırmaktan ibarettir. Burke, Adam Smith’in klasik ekonomi görüşlerini benimsemiş, pazarın işleyişini doğal yasa olarak görmüştür (Örs, 2009: 120-121).

Kirk’e (2005: 18) göre, “Dünyanın hemen her yerinde muhafazakârların

çoğunluğu yetersiz servete ve gösterişsiz mevkilere sahip bireylerdir. Bu muhafazakârlar kendilerini öncelikle ekonomik rekabete veya yaşam standartlarına adamamışlardır… Sıkıntı zamanında muhafazakâr kişiye gücünü veren özellik, bütün sosyal sınıfları ortak bir amaç için birleştiren bir düzene ve düzen vasıtasıyla toplumun adalet ve özgürlük için yaşayabileceğine olan inancıdır. Gelenek, basiret ve devamlılık muhafazakârların düsturlarındandır.” Yine ona göre, Muhafazakârlar, tarihsel geçmişten beslenerek

süreklilik arayanlardır (Kirk, 2005: 11 ). Ayrıca, muhafazakârlık dar anlamda bir parti ya da grupla sınırlandırılabilecek bir siyasi hareketin adı olmaktan öte, herhangi bir ülkedeki bütün fikir atmosferlerini etkileyen Viereck’in “muhafazakâr mizaç” olarak tanımladığı “düşünme stili” olarak bir siyaset tarzını ifade etmektedir (Özipek, 2004: 7).

Türkiye gibi ülkelerde köklü bir felsefi geleneğe sahip olan muhafazakârlığın yeterince tanınmamasının ya da pejoratif bir kullanıma sahip olmasının nedenlerinden söz edilebilir. Özellikle modernleşme ideolojisinin ve ilerleme düşüncesinin egemen olduğu, radikal dönüşüm projelerinin geçmişin ve şimdinin muhafaza edilmesine veya var olanın korunmasına tercih edildiği veya edilmesinin zorunluluğunun neredeyse genel bir mutabakatı ifade ettiği ülkelerin entelektüelleri ve/veya politikacıları arasında muhafazakârlıktan çok devrimci siyasi ideolojilerin çekici bir alternatifi ifade ettiği görülmektedir. Türkiye’de geleneksel kurum ve değerlerin muhafaza edilmesi duyarlılığıyla ilgili bir dünya görüşü olarak anlaşılan muhafazakârlık yerine, toplum olarak geri kalınmasına neden olan bu kurum ve değerlerin aşılmasını, devlet aracılığıyla toplumun şu ya da bu yönde dönüştürülmesini hedefleyen sağ ve sol ideolojilerin revaçta olduğu görülmektedir (Özipek, 2004: 2-3).

I.1.6.1. Muhafazakârlığın Unsurları12

Muhafazakârlık, Avrupa’da 18.yy sonlarında yoğunlaşan hızlı değişime karşı güçlü bir tepki hareketi olarak ortaya çıkmıştır. Bu anlamda yeni ve modern olduğu söylenebilir. Ancak bu gerçek muhafazakâr düşüncenin temellerinin geçmişte, geleneksel toplumda içkin olarak bulunduğu gerçeğini değiştirmez. Bu özellikler aile, din, gelenek, cemaat vb kavramlara tekabül etmektedir (Örs, 2009: 126-127).

Benzer Belgeler