• Sonuç bulunamadı

2. LİBERALİZM ve SOSYAL POLİTİKA

2.1. Liberalizm

Liberalizm bir siyasi doktrindir ve çağımızın en yaygın politik ve iktisadi ideolojisidir. Siyasi özelliği, “bir öğreti veya ideolojinin kapsayıcı bir felsefi sistem oluşturmadığına, fakat sadece devlet-toplum ilişkisi hakkında birtakım normatif önermelerden meydana geldiğine” işaret eder. Bir felsefi sistem değildir. Çünkü kapsayıcı bir felsefi sistem felsefenin temel disiplinlerinin (ontoloji, epistemoloji, etik ve estetik) tümüne ilişkin birbiriyle tutarlı önermelerden oluşur. Bunun yanında, siyasi ideolojiler ve doktrinler her yönüyle kapsamlı bir felsefi sistem oluşturmasalar bile, çoğunlukla onların da epistemolojik ve etik altyapıları vardır. Bu yüzden, siyasi ideolojiler siyaset felsefesinin kapsamına girerler. Bu durum kuşkusuz bir siyasi doktrin olan liberalizm için de geçerli bir durumdur. Hatta liberal ideolojiyi bir felsefi sistem olarak ele alanlar da vardır (Erdoğan, 2020).

Liberalizmin düşünsel temelleri 17. yüzyılda atılmıştır. Temellerinin atıldığı günden bu yana birçok tarihsel birikimi içine alarak ekonomik ve politik çatışmaların süzgecinden geçerek günümüzde en yaygın siyasal ve ekonomik sistem olarak varlığını güçlendirmeye devam etmiştir. Düşünsel altyapısını meydana getiren özgürlük, bireycilik, piyasa ekonomisi, minimal devlet kavramları evrensel ilkler olma iddiası içinde birçok devlet tarafından kabul görmektedir. Bu ilkeler zaman içinde demokrasi,

31 insan hakları ve hukuka bağlı devlet kavramlarının ortaya çıkmasına ve yaygınlaşmasına da katkı sağlamıştır. Liberalizmin temel ilkelerinden olan bireycilik, “bireyin haklarını toplumun haklarından üstün gören ve her türlü değerin bireylerden geldiğine inanan, toplumsal hayatta bireyi her şeyden üstün tutan siyaset ve toplum görüşünü” ifade etmektedir. Bireycilik bireyi topluma önceleyen yerleşik geleneksel ve dini değerlere karşı koruyan, bireyin her türlü otoriteye karşı çıkarak özgür olmasını sağlayan bir temel ilkedir. Bireycilik topluma dönük ortak amaçları ve temennileri reddeder. Bireyin çıkarları toplumun çıkarlarının üstündedir. Birey “ekonomik olarak kendi çıkarları doğrultusunda hareket edebilecek bir homo economicus, doğruyu ve gerçeği bulup ayırt edebilecek bir rasyonel insan, siyasal, sosyal eylemlerini kendi çıkarlarına hizmet ettirebilecek doğrultuda kullanacak faydacı” insandır. Bireyin her şeyi özgürce yapabildiği, ekonomik özgürlük, özel mülkiye ve ekonomik rekabetin olduğu sitem en iyi sistem olarak kabul edilir (Özel, 1994: 17; Çetin, 2001: 223; Akarsu, 1998: 39).

Liberalizmin olmazsa olmaz ilkesi özgürlüktür. Birey herhangi bir zorlama olmadan, neyin nasıl ve niçin olmasına kendisi karar verir. Bu özgürlük, özel mülkiyete sahip olmayı, herhangi bir işte çalışmayı, kendi hedeflerine odaklanmayı fakat kanunlara uymayı ve başkasının özgürlük alanına müdahale etmemeyi de içermektedir. Kişi özgürlüğü, basın özgürlüğü, ekonomik özgürlük, inanç ve ibadet özgürlüğü, serbest düşünce, ekonomik özgürlük ve özel mülkiyet özgürlüğü de bu kapsama girer.

Liberalizme göre özgürlüğe yönelebilecek en büyük tehdit devlettir. Bu nedenle devletin müdahale alanlarının kısıtlanması gereklidir (Yayla, 1992: 149). Liberal ideoloji, kendiliğinden doğal düzeni ve rekabete dayanan bir piyasa ekonomisinin özgürlüklerin teminat olacağını varsaymaktadır. Doğal düzeni ortadan kaldırmaya yönelik tüm girişimler bireyciliğe ve özgürlüğe yönelmiş tehdittir. Bu düzen insanların karşılıklı olarak birbirinden fayda sağlayacakları, barış ve huzur içinde yaşayacakları bir ortamdır.

Devletin görevi bu düzenin güvenliğini sağlamak, sistemin işleyişini engelleyecek zararlı eylemleri ortadan kaldırmaktır. Bu sosyal ve ekonomik düzende önemli olan ortak çıkarlar değil bireysel çıkarlardır (Mises, 1956: 259).

Liberalizmde devlet bireyin mutluluğu için vardır. Bu devlet bireyi kontrol eden, sınırsız mutlak bir güçle donatılmış olmamalıdır. Meşruiyet toplumsal rızaya bağlı olarak bir toplum sözleşmesiyle yasaya bağlanmalıdır. İnsanların özgürlük alanları bazen çatışabilir, devletin görevi toplumsal barışı korumak için bu noktada hakemlik

32 üstlenmektir. Liberal devlet hukukla sınırlandırılmıştır. Devlet toplumsal ilişkilere de müdahil olmamalı, her birey doğal düzen içinde kendisi için en uygun ve rasyonel olanı tercih ederek en yüksek mutluluğu ve faydayı sağlayabilecektir (Köker, 1992: 35).

Klasik liberalizm siyasi ve ekonomik olmak üzere iki çerçevede incelenebilir.

Klasik liberalizm başlangıçta John Locke'nin yaşadığı dönemde yayımladığı eserleri ve fikirleriyle siyasi liberalizm olarak şekillenmiştir. Sonraki dönemlerde Adam Smith ve ondan sonra gelen liberal düşünürler siyasi alan ilişkin bu fikirleri ekonomik alan da uygulamışlardır. Klasik liberalizmin siyasi alana ilişkin ilkeleri; doğal hukuk ve insan hakları teorisi, sosyal sözleşme ve anayasacılık teorilerine dayanmaktadır. Ayrıca, minimal devlet, hukukun üstünlüğü, kuvvetler ayrılığı, din ve ibadet özgürlüğü gibi öğeleri savunmaktadır. Klasik liberalizmin “siyasi cephesi, sivil ve siyasi özgürlükleri, bir başka ifadeyle bireyin devlet baskısı karşında korunmasını” ifade etmektedir. Bireyin özgürlüğünün korunması ancak hukuka bağlı bir devletin varlığı ile mümkün olabilecektir. Klasik liberalizmin ekonomik alana ilişkin temel ilkesi “Laissez Faire, Laissez Passer” (Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler) düşüncesine dayanmaktadır. Bu ilke, “serbest piyasa ekonomisinin varlığını, bireyler arasında sözleşme özgürlüğünü, devletin ekonomiye müdahale etmemesini, iktisadi üretimi sınırlayan her türlü engelin kaldırılmasını, mal ve hizmetlerin serbestçe el değiştirebilmesini” ifade etmektedir. Bir başka deyişle, bireyin iktisadi özgürlüğü tavsiye edilmektedir. Bu özgürlüğün karşılığı serbest ekonomik girişim, bireysel rekabet ve özel mülkiyetin güvenceye bağlanmasıdır (Canikoğlu, 1996: 13).

Liberalizm 18. yüzyıl 19. yüzyıl ve 20. yüzyıl boyunca karşısında olduğu siyasi doktrinlerin bazı ilkelerini de kapsamına alarak değişime uğramıştır. Özellikle Sanayi Devrimiyle birlikte makineleşme sürecinin hızlanması ile kitlesel üretimin artışıyla ortaya çıkan yüksek karlılık emek gücünün zor şartlarda çalışmasına neden olmuştur (Karakış, 2009: 102). Ayrıca piyasanın tek başına sosyal refahı sağlayacağına duyulan inanç bu dönemde görülen toplumsal eşitsizliklere bağlı olarak önemini yitirmiştir. Bu dönemde klasik liberalizme getirilen eleştiriler sosyal liberalizmin ortaya çıkmasına neden olmuştur Sosyal liberalizmin ekonomik ve siyasi olmak üzere iki boyutu vardır. Sosyal liberalizmin “siyasi boyutu; sınırlı hükümet, demokratik katılım, çoğulculuk ve bireyin kendini geliştirmesi temelinde devlete pozitif görevler yüklemiştir. Sosyal liberalizmin ekonomik boyutu ise; devletin piyasanın işleyişini düzenleme, denetleme, piyasaya

33 müdahale etme, sosyal adaleti sağlama gibi konularda devletin aktif görevler üstlenmesini” ifade etmektedir. Kısacası sosyal liberaller klasiklerin aksine piyasanın kendi için gelir adaletini ve toplumsal eşitliği sağlayamadığını bu nedenle eşitlik, adalet ve refahın yeniden dağılımı için devleti piyasaya müdahalesinin gerekli olduğunu düşünmektedir (Sallan Gül, 2006: 23).

20. yüzyılın son çeyreğinde görülen ve tüm Dünyayı etkileyen ekonomik krizler özellikle Batı toplumunda iktisadi ve toplumsal açıdan şok etkisi yaratmıştır. Bu gelişmeler Dünya’da neoliberal fikirlerin hegemonyasının güçlenmesine yol açmıştır.

Kamu bütçesini baskılayan sosyal harcamaların krizde önemli pay sahibi olduğu dillendirilmiştir. Krize önlem olarak batılı ülkeler “faiz oranlarının arttırılması, yüksek gelirli kesimin üzerindeki gelir vergisi yükünün azaltılması, sendikaların pazarlık güçlerinin kırılması, emek piyasasının esnekleştirilmesi, kamu işletmelerinin özelleştirilmesi, kamu hizmetlerinin ya lağvedilmesi vb.” politikalar uygulamıştır (İnsel, 2019: 7-15). Buna bağlı olarak neoliberaller bu dönemde sosyal liberallerden farklı olarak minimal devlet kavramı, sosyal adalet ve bireysel tercihlerin özgürlüğü konusunda alternatif bir tavır geliştirmişlerdir (Sallan Gül, 2006: 35-36). Piyasa ekonomisine önem verilmiş, sosyal politika konusunda devlete daha sınırlı rol vermişlerdir.