• Sonuç bulunamadı

67 Cumhuriyet, 8 Aralık 1999, 14 s.

2.6. Lekeci Duyarlık

Resim, temel dinamiğini, kendisini oluşturan renk, leke, çizgi, ışık gibi plastik unsurların, kendi aralarında uyumlu bir birlikteliğin sağlanması sonucu oluşan dengeden alır. Algılanma süreci içinde bu uyumun ne kadar iyi gerçekleştiği ile ilintili olarak, resmin genel uyumundan, dolayısıyla da algılanabilirliğinden söz ederiz. Bu uyumu sağlayan ise, şüphesiz sanatçının ta kendisidir. Sanatçı bu uyumu, öznel yönelimleri, bilgisi, duyguları, deneyimleri, kültürü, inançları, politik tavrı ve sanatsal duyarlığının bir uzantısı olarak, biçimlendirmesinde barındırır. Genellikle bir resimde, sanatçının yönelimleri doğrultusunda bu plastik unsurlardan bir veya bir kaçı daha öne çıkarılarak, resmin sanatçıya özel bir yönelimle gerçekleştirilmesine tanık oluruz. Bu da sanatsal yaratma sürecinin doğal bir sonucudur, şüphesiz. Böylelikle sanatçı, bu süreç sonunda, “kendine ait bir biçim dili“ oluşturmaya başlar. Sanat tarihinde pek çok sanatçı ya da sanatçılar resimlerindeki bu belirgin yönelimleri sonucu, resimleri ile tanınabilirlik özelliğine sahiptirler. Kimisi resimlerinde rengi ön plana çıkarırken, kimisi de çizgisel tavrını vb. ön plana çıkarabilirler.

Avni Arbaş’ın sanatsal sürecinde de en belirgin olarak göze çarpan unsur ise, “lekeci duyarlığı”nın ön planda olmasıdır. Henüz Akademi yıllarında iken yaptığı resimlerde bile, birbiri içine geçmiş, farklı tonlardaki koyu renk lekeleri, resmin genel kompozisyonu içinde, bir bütün olarak yetkin bir hale getirerek, ifadesini biçimlendirme yoluna gitmiştir. Hocası olan Leopold Levy’nin, daha çok koyu kahve tonlarını kullanmadaki başarısından bir etkilenme göstermiş olsa bile, Avni Arbaş resimlerinde oluşturduğu dengeli uyum ile daha o yıllarda ön plana çıkmıştır. Sanatçının bu tutumu, henüz daha “lekeci” bir anlayışa hizmet etmese de böyle bir anlayışa sahip olacağının haberini bize vermektedir. Özellikle, mürekkep çalışmaları, bu anlamda daha belirleyici bir nitelik taşımaktadır. Bu çalışmaların temelinde zaten var olan lekeci nitelikler, Arbaş’ın bu teknik ile olan çalışmalarında daha da “kendine özgü” bir biçimlendirme anlayışı kazanmasını sağlamıştır. Bu çalışmalarda genel olarak lekeler, dengeli ve yerinde kullanılarak, “spontane” bir biçimde uygulanan duyarlığı gerekli kılmaktadır, bu da Arbaş’da mevcuttur, zaten.

Akademi sonrası, Paris’te yaptığı resimlerinde de bu “lekeci duyarlığı” görmemiz mümkündür. Hatta, sanat tarihinde belirgin bir akım olarak geçen, Taşizm’in isim babası Charle Estienne sanatçı için, “Sen Tachist’sin hep “tache larla

(lekelerle) resim yapıyorsun” dediğini söyleşilerinden biliyoruz.(Yeni Boyut, Sayı 7

Kasım 1982, S.9-13)Bu kavram, bir akım olarak sanat tarihine yerleşerek “Soyut Ekspresyonizm”in gelişimi içerisinde yer almış, bir akım olmuştur, zamanla. Avni Arbaş böyle bir durumu, -söyleşilerinden bildiğimiz üzere, bu akımdan bir etkilenme olarak- kabul etmez. Çünkü resme başladığı ilk yıllardan itibaren resimlerinde, lekelere önem vermiş bir sanatçıdır. Arbaş için, leke ve biçim her şeyden önce gelir. Hakikaten de resimlerine baktığımızda, Arbaş’ın bu verdiği önemi bariz olarak görmekteyiz. Sanatçı resimlerinde, temel plastik unsurlardan bu ikisine, daha çok önem vermiştir. Renk de önemlidir, ama renk, zamanla değişerek, resmin genel dengesini bozup, bizi farklı bir resim ile karşı karşıya bırakıverir, Arbaş’a göre.

Avni Arbaş sağlam bir desen anlayışı ile figürü, kendine has özel bir kompozisyon düzeninde, resim yüzeyine yerleştirir. Deseni oluşturan temel dinamik olarak çizgi, figürü çepeçevre kuşatan bir renk ile belirginlik kazanırken, çoğu zaman iki farklı renk alanının yan yana gelmesi ile oluşan bir çizgidir, algılanan. Bu bağlamda figür, salt renk lekesi ile belirginleşir ve bir “siluet” olarak varlık kazanır, resim yüzeyinde. Algılanan, tek renkten oluşan bir figür bile olsa, kendi içinde bir oylumlama gereksinimini hissettirmeden, aynı rengin kendi içindeki ton farklılıkları ile figür, kendi içyapısını belirgin kılar. Bu anlamda renk lekesi, belirgin bir biçimde resim yüzeyinde etkisini hissettirerek, izleyiciyi tutuklu kılan, bir “simge”ye de dönüşüverir. Örneğin, “çocuk” ve “atlı” konulu resimlerinde, bu dönüşümü rahatlıkla görebiliriz.

Sözgelimi, Henriette portrelerinde “lekeci tavrı” çok belirgin olarak görülmektedir. Bu anlayışı o kadar ağır basar ki lavi tekniği dışındaki yağlı boya resimlerde bile, sadece siyah-beyaz renklerin sarıya yakın tonlarından oluşan, bir leke dengesi ile karşılaşırız. Bu resimler, ilk anda bizde lavi tekniğini çağrıştırsalar bile, boyanın kullanımındaki yoğunluk ve yağlı boyanın katmanlı yapısı ile oluşan doku, yoğun olarak hissedilir. Bir anlamda da bu katmanlı yapı, lekenin daha etkin bir duruma gelmesini sağlar.

Sanatçının resimleri genellikle, koyu tonların ağırlıklı olarak bulunduğu mekân-resim yüzeyi üzerine, açık tonlarla uygulanan figür ya da nesne

düzenlemeleri olduğu gibi, bunun tam tersi oluşan bir leke dengesini de görmemiz mümkündür. Figürler, bazen resim yüzeyi üzerinde “istifleme mantığı” ile leke durumunu alırken, bazen de tek tek ama ayrıntıdan yoksun ve resmin bütününe hizmet eden lekeler olarak var olurlar. Öncelikli olarak, figür eğilimli resim anlayışına sahip Arbaş’ın resimlerinde bu bağlamda figür, bir bakıma geniş renk lekeleri arasında, bir başka leke olarak varsıllaşır.

Peyzaj resimlerinde ise lekesel duyarlılığı, daha çok geniş renk lekeleri bağlamında, kurgusal bir kompozisyon düzeni oluşturacak biçimde görülür. Buradaki kurgusallık temelinde, resmin genel niteliğini oluşturmak adına yapılan bir tür “seçmeci tavır” olarak karşımıza çıkar. Geniş renk lekeleri ise, somut gerçekliklerin - bir dağ, geniş bir deniz yüzeyi, bir ova, bayır, cadde gibi- resim yüzeyinde belirginleşmesi ile okunaklı birer imge olarak algılanır, çoğu zaman. Bu resimlerde geniş lekeler üzerinde irili ufaklı birçok renk lekesi de dengeyi sağlamak, anlatımı güçlendirmek adına, yine somut imgelerden yola çıkarak, resim yüzeyinde varlık kazanırlar. Bir resimde vapur, bir resimde yelkenli, bir resimde de balıkçı teknesi oluverirler. Genelde bu resimlerdeki lekeler, somut gerçekliklerden yola çıkarak oluşan lekelerdir.

Avni Arbaş resimlerindeki “lekeci duyarlık”, sonuç itibari ile resmin temelini oluşturan, Arbaş’ a özgü bir biçimlenme anlayışı ile bütün sanat yaşamı boyunca var olmuş bir olgu halinde, kendisi dışında süre giden yaşamı algılayışının, özünde yatan bir inancın, imzası niteliğine dönüşmüştür. Bu aynı zamanda, kendine olan inancının bir dışavurumudur. Buradaki dışavurum ise, bilinen anlamının ötesinde, sanatçının kişiliğine dair bütün izleri taşıyan, rahat ve sakin bir tavra sahip, “hidayete ermiş bir derviş”in, sanatsal deneyimlerini, yaşamsal deneyimleri ile perçinleştirmiş bir “bilge”nin dışavurumudur, daha çok.