• Sonuç bulunamadı

67 Cumhuriyet, 8 Aralık 1999, 14 s.

2.4. Figür Algısı

Figüratif resmin çoğu zaman bünyesinde barındırdığı öyküsel bir anlatımı, genellikle ve her zaman öteleyen bir anlayışa sahip olan Avni Arbaş, resimlerinde, resmin biçimsel gereksinimlerinden daha çok, iç plastiğini kendine sorun haline getirerek, daha estetik bir sunumu önceleyen anlayışı doğrultusunda nesneyi ve figürü, resmi için bir “araç” olarak görmekten öteye gitmez. Böyle bir anlayış çizgisi

doğrultusunda yaratımı, özgür iradesi ile güzel olma kaygısını dışlayarak, farklı hatta aykırı bir estetik sunumu, gerçekleştirme eğilimlidir.

Bu estetik sunum içerisinde figür, her zaman ve daima öncelikli olarak yer almıştır. Figürün görünen nesnel gerçek biçiminden çok, kendi imgelemindeki gerçekliği yansıtmayı yeğlemiştir. Bu aslında Arbaş’ın, sanat anlayışının temelinde var olan bir eylem olarak, kendiliğindenlik kazanmıştır. Bu, bir süreci içerir. Burada sanatçı, figüre dair izlenimleri doğrultusunda algısını, figür bağlamında geliştirerek bir yaratma sürecine girer. Figür bu evrede, koyu ya da açık renk tonlarının hâkimiyeti ile resim yüzeyi üzerinde, bir başka yüzey olarak, geniş renk lekeleri biçiminde varsıllaşır. Figürün ayrıntıdan yoksunluğu, bizi çok etkilemez, çünkü Arbaş, zaten bize figüre dair gerekli olan tüm bilgileri vermiş, gereksiz olanı çıkarmıştır. Sanatçı, böyle bir sadeleştirme yaparak, figüre dair her an oluşturulabilecek farklı bir “söylenti”yi sanki ortadan kaldırmak ya da “söylenti”nin çıkmasına izin vermemek adına bir çaba harcamaktadır. Figür, Arbaş’ın figürüdür. Ve artık O’nun söyleminden başka bir “söylem”e ya da “söylence”ye gerek yoktur, ifadesini gizil bir biçimde bize kanıksattırır.

Diyebiliriz ki, Avni Arbaş’ın figür anlayışı, klasik figür anlayışından çok farklı olarak, soyut bir algılama süreci ile gerçekleşir. Bu süreçte sanatçı, “biçim bozma” ve “soyutlama” aracılığı ile kendine özgü bir biçimleme mantığı oluşturarak, figürü biçimlendirir. Figür, başka bir gerçeklik boyutunda, asıl anlamından koparılarak, bir başka düşünceyi ve durumu simgeleyen bir biçim olarak varsıllaşır. Örneğin, atlılar, balıkçılar, çocuklar, çiçekler, çıplaklar gibi. Neticede ortaya çıkan figür, salt biçimsel değerler itibariyle bile, son derece çağdaş bir anlayışı bize hissettirir. Arbaş’ın gerek tek figürlü çalışmalarında gerekse çok figürlü çalışmalarında, bu çağdaş anlayışı görmemiz mümkündür.

Özellikle bir ya da birkaç figürden oluşan çalışmalarından farklı olarak, çok figürlü resimlerinde figürler, sanatçının isteği doğrultusunda ve anlatımın desteklemek amacı ile bir “istifleme mantığı” güdülerek, biçimlendirilmişlerdir. Bu “istifleme mantığı” dan kastımız, figürlerin birbiri ardına sıkıştırılarak bir bütün, sanki tek bir figür olarak hissedilmesini sağlayacak biçimde, bir kompozisyon düzeni oluşturulmasıdır. Bu kompozisyon düzeni, daha çok atlılar resimlerinde görülür. Hiçbir ayrıntının bariz olarak bulunmadığı bu resimlerde istiflenmiş altılılar, kendi içlerinde devingen ve hareketli bir güruh olarak hissedilir.

Bir savaş görüntüsünü andıran resimlerde de atlılar, sanki bu ordunun içindeymiş gibi, bir izlenim uyandıracak kompozisyon düzeninde biçimlenmiştir. Bu anlayışla yapılan resimlerde, figürlerin algılanması mümkün olmadığı gibi, neredeyse bir figürün varlığından bahsetmemiz bile çok zordur, bu bağlamda resim daha çok, “soyut bir resim” gibi, algılanır. Çünkü hareket duygusu kazandırmak adına atlılar, çizgi, renk ve leke olarak birbiri içine geçmiş, üst üste binmiş ve neredeyse bu resimler için, “Fütürist” resim mantığının izlerini taşımaktadır, denebilir.

Bu “istifleme mantığı” ile oluşturduğu diğer çalışmalar, plajda oynayan çocuklar ve balıkçı resimleridir. Burada, Atlılar resimlerinden farklı olarak, figürler tek tek algılanabilir durumdadır. Çünkü sayı olarak bir orduya eş değer sayıda olmadıkları ve daha az oldukları ya da sanatçının figüre olan farklı yaklaşımından kaynaklanmaktadır. Sanatçı, resimlerinde vermek istediği içeriğin anlaşılabilirliğini etkin kılacak bir “istifleme mantığı” ile resmini biçimlendirir. Diyebiliriz ki sanatçı, seçtiği konuya olan yaklaşımı ve resminin içeriği ile orantılı olarak, anlatım biçiminin olanaklarını araştırıp, en uygun olan anlatım biçimi ile resmini oluşturur. Sanatçının bu resimlerdeki figüre olan yaklaşımı, ayrıntıdan uzak, “lekeci duyarlığı” ile oluşan bir figür algısının uzantıları biçimindedir. Ancak figür, bu resimlerde resmin genel yapısının oluşturulması için var olan, yardımcı bir elemandan başka bir şey değildir, esasen. Resim, renk ve leke düzenlemelerinden oluşan “soyut bir resim” anlayışına daha yatkın ve okunaklıdır. Figür, bu soyut düzenlemenin içinde, sadece resmin figüratif resim gibi görülmesine etkili olduğu gibi, resmin genel dengesinin kurulmasında da etkindir.

Genel sanat anlayışı bağlamında, figüratif bir resim anlayışı ile resim yapan sanatçının figüre olan yaklaşımı çoğunlukla, insana dair olarak biçimlenirken, zaman zaman hayvan figürü, insan figürü ile birlikte ya da tek başına olarak da biçimlenmiştir. Konularını yaşantısının içinden, “seçmeci tavrı” bağlamında, kendisini etkileyen kişi ve kişilerden yola çıkarak oluşturan Arbaş, zorunlu yaklaşımlarla figüre bir yönelimde bulunmamıştır. Buradaki zorunlu yaklaşımdan kastımız, “ısmarlama mantığı”dır, şüphesiz. Zorluklarla geçirdiği Paris döneminde bile, böyle bir davranış biçimine yönelmeyerek, etik bir sanatsal anlayış ile sadece kendi yönelimi doğrultusunda, figür ve portre çalışmalarında bulunmuştur. Bir portre ressamı da denilebilir, Arbaş için. Ancak, klasik anlamda bir portre anlayışından söz edemeyiz.

Figüre olan yaklaşımı bağlamında portre, figüre dahil edilerek, Arbaş’a özgü bir figür-portre biçimlendirme anlayışı olarak karşımıza çıkar. Aslında burada, sanatsal anlamı ile bir “portre” den daha çok, yalın ve sade bir ifade olarak, “yüz” Arbaş resimleri için kullanımı en uygun bir kelimedir. Çünkü Arbaş, figüre olan yönelimi doğrultusunda yapılandırdığı resminde, kendine ait oluşturduğu biçimlendirme anlayışı içerisinde “yüz”, figüre ve resme özgü bir biçimde oluşturulmuştur. Kısaca, her resimde hep aynı biçimlendirme anlayışını görmek gibi, bir durumla karşılaşmayız. Örnekse, bazı çocuk resimlerinde ve kadın imgesinin olduğu çalışmalarında figürün, resimdeki renk, leke ve kompozisyon birlikteliği bağlamında “yüz”, olağan olarak mevcuttur. Ama bu mevcudiyet kaş, göz, dudak gibi bilinen biçimlerinden çok, tek renk ve lekesel bir durumdaki mevcudiyetidir. Yani, yüzü oluşturan diğer unsurlar yoktur. Ama bu durum, bizi rahatsız etmez. Çünkü sanatçı, sanatsal ifadesini o kadar iyi bir biçimde oluşturmuş ki figüre ilk anda baktığımızda, böyle bir durumu fark etmediğimiz gibi, vermek istediği ifadeyi rahatlıkla okuyabiliyoruz da esasında.

Sonuç itibari ile Avni Arbaş’ın figür algısı, oluşturacağı resmin genel yapısı doğrultusunda belirginlik kazanır. Esasında Arbaş resmi, içinde “insan gerçeğini” barındıran bir resim anlayışı sınırlarını asla terk etmez. Peyzaj resimlerinde bile, resmin içinde gizli bir özne olarak duran, fakat bize görünmeyen ve sadece nefesini duyumsadığımız bir insan, hep vardır. Resim yüzeyinde varlığını bir biçim olarak göremediğimiz insan ile canlı ve diri olarak bu resme bakan “ben-biz” olarak, birdenbire resim içine dahil olup, gizli-özne durumundan çıkarak, varlığını kendi bedenimizde hissettiğimiz “figür” ile karşılaşıveririz. Böylelikle bir anlamda da, resmin konusu haline gelerek, kendi tarihsel sürecimizi, kendimize görünür kılarız.