• Sonuç bulunamadı

Hekimler bedenin papazı değiller midir? Foucault "Hayat artık iktidarın bir nesnesi haline gelmiştir. Bu iktidarın en önemli işlevi hayatı bütün yönleriyle kuşatmaktır ve asli görevi de hayatı yönetmektir. O halde biyo-

iktidar iktidardakiler için asıl meselenin bizatihi hayatın üretimi ve yeniden üreteme olduğu bir durumu anlatır." Foucault Foucault'un özellikle beden ve modernlik üzerine yazmış oldukları, günümüz sosyal biliminin kanonik metinlerindendir. Bilindiği üzere, Foucault hem hapishanenin

tarihinde hem de cinselliğin tarihinde, bedeni, iktidar ilişkilerinin hem mümessili hem de üreticisi olarak ele almaktadır. Sınır, toprak, hijyen, nüfus gibi modern devleti oluşturan temel veçheler, Foucault'un biyopolitika dediği ve devletin bedenleri ve bedenlerle ne yapacağı sorusuna verilmiş yanıtlardır. Bununla birlikte, Foucault, bedeni iktidar ilişkileri ve iktidar söylemi aracılığıyla kurulan bir hegemonya alanı olarak tanımlamakla birlikte, geleneksel toplumdan modernliğe geçerken, beden ontolojisinde gerçekleşen bütünsellikle ilgili söyledikleri (özellikle kliniğin icadı) biraz gölgede kalmaktadır. Ve Foucault'un modern bedene yalnızca iktidarın iş gördüğü bir hegemonya alanı değil aynı zamanda duhul edilebilen bir operasyon alanı olma durumuna ilişkin açtığı büyük parantez, sonraları, bedene organ üzerinden bakanlar tarafından daha da genişletilmiştir. Başka türlü söylemek gerekirse, modern dünyada bedenin anlamı yalnızca biyopolitika manasında değişmemiş, aynı zamanda özellikle modern tıbbın gelişmesiyle birlikte, bedensel bütünsellik de ortadan kalkmıştır. Beden modernizmle birlikte, delinen, dikilen, içine bakılan, her dokusu, her katmanı, her sinir ağı, her organın fonksiyonu ve diğerleriyle işbirliği teker teker keşfedilen ve Weber'in dediği manada büyüsü bozulup rasyonalitenin demir kafesine kapatılan şeylerdendir artık.

Şimdi, bedeni teoloji aracılığıyla istimlak eden dinin nüfuz alanından alıp, tıp aracılığıyla, modern devletin envanterine kayıt eden biyopolitika nosyonunun gelişimine, ana hatlarına bakalım.

Her ne kadar, biyopolitika kavramını, sosyal bilim dünyasına Foucault kazandırmış olsa da, bu kavram, ondan daha önceleri başka başka bağlamlarda kullanılmıştı....Lemke'ye (2014) göre, biyopolitika kavramını ilk olarak lebensphilosophie (hayat felsefesi) bağlamında, Schopenhauer, Nietzche ve Bergson kullanmışlardır (Lemke, 2014: 25). İsveçli siyaset bilimci Kjellen ise muhtemelen biyopolitika kavramını ilk kullanan kişidir ve Kjellen devleti, bedene benzer bir organik bütünlük olarak görüyordu (Lemke, 2014: 26). Bu organik devlet fikrinin, sonraki yıllarda, nasyonal sosyalizm ve öjeni fikirleriyle rahatlıkla ilişkiye geçtiğini tahmin etmek hiç de zor değildir. Ki, meşhur nazilerden, Reich Sağlık Dairesi'nin başkanı olan Hans Reiter 1934 yılında, Nazi devletinin biyopolitikasının ırksal dayanaklarını açıklamıştı (Lemke, 2014: 28). Öte yandan, Nazilerin yenilgisi, Nazi tıbbının itibardan düşmesi, öjenizmin kamuoyu önünde tartışılmasından imtina edilmesinin ardından, biyopolitika, nasyonal sosyalist bağlamından kurtuldu ve 1960-70'ler boyunca, ekolojik ve teknik meseleler bağlamında ele alınmıştır (Lemke, 2014: 30).

Yani 19. yüzyılda ve 20. yüzyılın başında, biyopolitika kavramı Foucault’un meşhur kavramsallaştırmasından başka yerlere işaret edecek biçimde kullanılmıştı, ne var ki, Foucault, kavramı tarihsel izleğinden kopartmadan ama içini bambaşka bir şekilde doldurarak kullandı ve kendi sosyo-politik çözümlemeleri için oldukça kullanışlı hale getirdi:

1970’lerde Fransız tarihçi ve filozof Michel Foucault, önceki bölümlerde ele aldığımız doğalcı ve politisist yorumlarla bağlantısı olmayan bir biyopolitika kavramını ileri sürdü. Foucault, önceki kavramsallaştırmaların aksine biyopolitikayı biyoloji belirleyenlere geri dönen politik süreçlerin ve yapıların izinin sürülme girişiminden açık bir kopuş olarak tanımlar. Bu yaklaşımların aksine, politik stratejilerin merkezi olarak ortaya çıkan “hayat” aracılığıyla tarihsel süreci çözümler. Politikanın tarihdışı yasaları ve temelleri olduğunu varsaymak yerine, politik pratikteki tarihsel bir kopuşu, bir süreksizliği teşhis eder. Bu bakış açısından biyopolitika, iktidarın uygulanmasının özel bir modern biçimine işaret eder. (Lemke, 2014: 53)

Foucault’ya göre bu süreksizlik ve kopuşlar, modernizmin, ancient regimee'den ontolojik bir kopuşmasıdır. Bu ontolojik değişiklik ise Foucault'a göre, 17. yüzyıldan itibaren, kapitalist modernitenin yapmış olduğu bir epistemolojik müdahele ile mümkün olmuştur. (Foucault, 2001). Buna göre, modern toplum bir temsiliyetler düzlemidir. Bu düzlem belirli izlekler etrafında şekillenmiş, zamana, mekana, tarihsel momente göre değişen, ama her durumda iktidarın hesabına çalışan bir diskur ve dizpozitif tarafından oluşturulur. İktidarın denetim mekanizmalarına hizmet etmeyen parçalar ise titizlikle temsiliyet alanından ayıklanır (Foucault, 2001). Foucault'un temsiliyetin altını çizmesinin nedeni, bu temsiliyetlerin, devlet ile vatandaş arasında belirli bir disiplin ilişkisini de imliyor oluşundandır. Dolayısıyla, Foucault; Marks ve Weber gibi, iktidarı, kurumlar ve iktisadi olaylar etrafında arayan düşünürlerden ayrılmaktadır. Foucault'a göre, vatandaşın bedeni bizzat iktidarın bedenidir. Bu iki manada da böyledir, birincisi, devlet nüfus sayımları ve sınırtaşları ile vatandaşı kendi envanterine kayıt etmiştir; ve dolayısıyla vatandaşın bedeni devletin namı hesabına, vatandaşa zimmetlenmiştir (Foucault, 2013). Dolayısıyla, modern iktidar, feodal ya da köleci dönemdeki gibi, devletin kolaylıkla denetleyemediği ama gerektiğinde dizginsizce tebaasını cezalandırdığı bir ceza devleti değildir. Temsiliyetler ve diğer cebir mekanizmaları (bilhassa gözetleme) ile devlet bireyin bedeni üzerinde denetimi ele geçirmiş ve toplumu bir disiplin toplumu haline getirmiştir (Foucault, 1977, 2003, 2005).

Foucault, insan bedenini merkeze koyarak, modern dünyanın nasıl işlediğini, önceki sistemlerden hangi bakımlardan kopuşmalarla yeniden kurulduğunu anlamaya ve anlatmaya çalışmıştır. Foucault, en genel manada biyopolitika olarak adlandırdığı bu

iktidar biçimiyle, şunu iddia etmiştir; modern toplum, yalnızca devlet ya da kültür tarafından oluşturulan bir yapı değil, (panoptikon metaforunda olduğu gibi) aynı zamanda, disipline edilmiş modern özneler tarafından da üretilen, oldukça karmaşık, ilişkisel, kamu ile sivil toplumun, kişi bedeni ile devletin bedeninin iç içe geçtiği kimi zaman muğlak (kanunlar gibi) , kimi zaman da oldukça net (hastaneler, hapishaneler, tımarhaneler vb.., standart sapmalar toplumun sınırlarını oluşturur) yapılardır (Foucault, 1977).

Foucault için, devletin, kişisel hayatı ve kişinin bedeninin kullanım biçimlerinin sınırlarının belirlenmesi demek olan biyopolitika, sınırları sürekli olarak devletin disipline edici politikaları lehine esnetilen yapılardır. Bu sınırlar bilhassa, standardın dışında kalan, sapmalar tarafından (suçlu, akıl hastası, sapık vb...) belirlenir. Dolayısıyla, Foucault, biyopolitikaya, sınırın beden tarafından bakar ve makul-makbul bedenler tarafından oluşturulmuş sınırlarda, iktidar ilişkilerinin nasıl anlamlı kılınmaya çalışıldığını anlamaya anlatmaya çalışmıştır.

Foucault, bu bağlamların dışında, bu kavramı, devletin insan bedenine kendini diskur, dispozitif ve iktidar ilişkileri aracılığıyla aşılaması olarak kullandı. Dolayısıyla, biyo-politika devletin vatandaşın bedensel bütünlüğüne ve yaşam alanına dühul etme ve yön verme çabalarını anlatan, anlamaya çalışan mekanizmaların genel başlığı olmuş oldu (Foucault, 1980, 2001).

Bununla birlikte, pek çok düşünür, iktidar vatandaşın hayatına ve bedensel bütünlüğüne şu ya da bu şekilde dühul olduğuna kani olsa da, bunların arasında, bu mekanizmaların, her zaman Foucault'un tarif ettiği gibi çalıştığına kani olmayanlar oldu.

Biyopolitikayı, gene iktidar-vatandaş ve beden ilişkisi bağlamında kullanan ama Foucault'un yaklaşımlarına temelden karşı çıkan en önemli isim herhalde Agamben oldu. Agamben'e göre, bizzat devlet tarafından oluşturulan istisnalar aracılığıyla, olağanüstü hal durumları ve figürleri aracılığıyla, devlet hukukunun dışında kalan ve hukuka baskı yapmaya yarayan, kurumlar ve yapılar, insan denilen mefhumu her an çıplak hayata mahkumedebilecek bir düzenek oluşturuldu ve bu düzenek, Foucault'un iddia ettiği gibi, 17. yüzyıldaki bir kopuşla oluşmuş değil, Roma İmparatorluğu'nda kökleri bulunan, öldürülmesi suç sayılmayan ama kurban da edilemeyen homo sacer'den itibaren, tarihsel düz çizgi içinde, pek çok insanın hayatı çıplak hayata indirgenmiş, homo sacer ilan edilebilmişti. Modern dünyanın farkı ise olağanüstü halin istisna değil kaide olması ve

hemen herkesin hemen her an homo sacer olma durumuyla karşı karşıya olmasıydı. Tsunamiye yakalanmış felaketzedeler, beyin ölümü gerçekleşmiş hasta, idam edilmek üzere hücrede bekleyen mahkum vb..Agamben'e göre, hayatın dışına itilmiş bu figürler aracılığıyla devlet, toplum üzerinde büyük bir baskı kurar ve devlet ile vatandaş arasındaki biyopolitik hat da işte bu baskı mekanizması üzerinden oluşturulur. "Hayat ve ölüm, tam olarak bilimsel kavramlar değil, siyasal kavramlardır, ve tam da sadece ağızdan çıkacak bir kararla siyasallaşacak kavramlardır…. Ölüm ile yaşam arasında itelenen sınırlar biyosiyasal sınırlardır" (Agamben, 2013: 196)

Foucault ve Agamben'in biyopolitikayı yerleştirdikleri pozisyon elbette sabit kalmadı, Foucault'a göre (1977, 2003, 2005), biyopolitika üretken bir iktidar aygıtı olarak iktidar ve disiplin mekanizmaları üretmekte, Agamben'e göre (2013) ise baskıcı bir mekanizma olarak, devlet zorunu üretmekteydi. Bu ikiliden sonra, Negri&Hardt, (2001) biyopolitika kavramında, sınıfsal aidiyetleri ve ulusal sınırları çapraz kesen, devrimci çokluğun politik potansiyelini gördüler; Fassin, biyopolitikayı biyomeşruiyet üzerinden okuyarak, bilhassa göçmenlerin yaşam hakkının savunulması meselesinin üzerinde durmuştur (Lemke, 2014); Feher ve Feller ise biyopolitikanın totaliter eğilimlerine vurgu yaparak, biyopolitikayı politik olandan geri çekilme olarak gördüler (Lemke, 2014); Giddens (Özmakas, 2018; Lemke, 2014), kavramı geleneksel politik temsiliyetlerin yaşama şansına gönderme yaparak biyopolitikayı yaşam-politik olarak ele almışlardır; Espesito(2007) ise biyopolitikayı gene nasyonal sosyalist bir proje olarak okur ama Agamben, Foucault'tan farklı olarak, bu proje yani öjeni ve genetik seçilim ya da toplama kampları ölüme karşı açılan savaşlardır ama tam da bu yüzden aslında yaşama karşı açılan savaşlardır.

1.4. Kapitalizmden Bio-Kapitalizme