• Sonuç bulunamadı

Ölmenin Tarihi ve Modern İnsanın Ölümsüzlük Arzusu

Gılgamış, kendisini kırlara attı. Artık ağladığımı kimse görmeyecek, yüreğinin acısıyla attığı çığlıkları kimse duymayacaktı. Bu acılar içinde bir taraftan da, "Ben de Enkidu gibi ölecek miyim? Ölümden korkuyorum. Evet, korkuyorum. Bir zamanlar ölümü istemeyerek özgürlüklerini feda etmeye kalkan yaşlılara ne kadar şaşmış ve ayıplamıştım. Şimdi ben de onlara benzedim" diye düşünüyor, kırlarda başıboş dolaşıyordu. Artık arkadaşının ölümünü bir yana bırakmış, kendi ölümünü düşünür olmuştu. Ölümsüzlüğün bir çaresi olmalıydı. (Gılgameş, 26)

Gılgameşimkansızgörünen pek çok şeyi başarıp, Sümer ülkesinin kralı olduktan sonra, arkadaşı Enkidu’yu kaybeder ve ölümle yüzleşmek zorunda kalır… Sonra, Utna- Piştim’i aramaya çıkar. Utna-Piştim, bir tufandan sağ kurtulduğu için, tanrılar tarafından kendisine ölümsüzlük bahşedilmiş ve tanrılarla birlikte onların bahçesinde yaşama lütfuna erişmiştir… Ölümsüzlük arayışında Gılgameş’i, sonsuzluğu piramitlerde bekleyen mumyalanmış Mısırlı firavunlar takip eder… Uzak Asya’nın kadim dinleri ölümsüzlüğü reenkarnasyonda aramaktadır. Tibet’in Ölüler Kitabı ve rahipler, ölenleri, define değil, ölümsüzlük ülkesine giden yolda rehberlik etmek üzere hazırlanmaktadırlar. Orta Doğu’nun semavi dinleri ise ölümden sonra hayata inanmaktadırlar.

Rönesans sonrası ve Aydınlanma Çağı döneminde, modern tıp, otopsiyi bedenin sırlarını, şifrelerini keşfetmek için de kullanmaya başlamıştır. Tıbbi bilgi hiç olmadığı kadar dini bilginin önüne geçmiş ve deyim yerindeyse, tıp bilimi modern insanın yeni ilahiyatı olmuştur. Da Vinci’nin çizimleri, Gotik edebiyatın fantezilerini tetikledi ve tıp biliminin arzularıyla, endüstriyel çağın fantezilerinden Frankenştein doğdu…

Son iki yüz yılda, bilim ile bilim kurgunun alacakaranlık kuşağında tıp bilimi, farmakolojiyi, diyeti, hijyeni, organ nakli teknolojisini ve insan bedenin kayıp haritası

gen bilimini geliştirmiştir.

Tıp biliminin ilerlemesiyle, insanlığın ömrü, ilk insanların ömrüyle karşılaştırılamayacak denli uzamıştır: John Hick’e (2014) göre, Antik Roma-Yunan medeniyetinde ortalama insan ömrü 18-22 yıldır. Ortaçağ’da ise 20-30 yıl. Modern çağın başlarında ortalama 40 yıldır. 2000’lerden sonra ise insanlık ortalama 70-80 yıl yaşamaktadır. Harari (2016), ortalamanın böylesine yükselmesini, insanlığın üç büyük düşmanı olan, kıtlık, kitlesel savaşlar ve salgın hastalıklarla başetmenin yollarını bulmasına bağlamaktadır.

Harari, “Açlık, hastalık ve şiddetten kaynaklanan ölümleri azalttığımıza göre artık

yaşlanmanın, hatta bizatihi ölümün üstesinden gelmeye çalışabiliriz…” (Harari, 2016:32)

dedikten sonra, insana ölümsüzlüğü vaat eden enstitülerin, Google gibi yazılım devlerinin ve Silikon Vadisi’nin önemli markalarının, bu konudaki çalışmalarını aktarıyor.

Google Ventures 2 milyarlık portföyünün yüzde 36’sını, aralarında hayat uzatma projelerinin de olduğu araştırmalar yürüten şirketlerine aktarıyor… Silikon Vadisi’nin etkili diğer girişimcileri de benzer hayalleri paylaşıyor. PayPal’in kurucularından Peter Thiel, yakın zamanda sonsuza kadar yaşamayı planladığını itiraf etti…Genetik mühendisliği, rejeneratif (onarıcı) ilaçlar ve nano-teknoloji gibi alanlarda büyük bir hızla ilerleyen gelişmeler daha da iyimser kehanetler doğuruyor. Kimi uzmanlar, 2200 kimileriyse 2100 yılında insanların ölümü yeneceğine inanıyor. (Harari, 2016: 36)

MIT’de profesör olan G.J.Sussman kendisine teknik olarak çok yakın görünen ölümsüzlüğe hemen ulaşamamış olmaktan yakınır. Bedeninden kurtulmayı hayal eder:

Eğer zihninizi ihtiva eden bir makine yapabilirseniz, makine sizsinizdir. Fiziksel beden varsın cehenneme gitsin, ondan bana ne! Artık bir makine sonsuza kadar varlığını sürdürebilir. Dursa bile kendinizi bir diskete kaydedip bir başka makineye yeniden yükleyebilirsiniz. Hepimiz ölümsüz olmak isterdik. Korkarım bizler ölecek en son kuşak olacağız…Bir sorunu çözmek için yeterince birikim yaptıktan sonra ölmek fikri moral bozucudur. Ölümsüzlüğü bir kenara bıraksak bile fazladan beş yüz yıl daha hayat neden olmasın? Sistemin bozulması için bir neden de yok, çünkü her parça değiştirilebilir… ayrıca, olur da biri işlemez diye kendinizden iki kopya çıkarabilirsiniz. Hatta belki birçok kopya çıkarıp hepsini farklı hayatlar yaşamaya gönderebilirsiniz… (Breton, 2014: 224)

Robot, android, sayborg, yapay zeka, siber zihinler ve hibrid bedenler üzerine

literatürü ayrıntılı bir şekilde tarayan Can Batukan’a(2017)göre, yaşadığımız dünya, kapitalizm tarafından zaten tüketildi ve yeni alternatiflerden ve yeni dünyanın vaatlerinden korkmamamız için bir sebep yok:

İçinde bulunduğumuz çark bizi yutmaya yakın. Ancak biz, robotlar tarafından yokedilmek yerine robotlara dönüşebiliriz. Bir sonraki neslin bunu en azından hayal edeceğini varsaymak mümkün. Robotlaşmak, sayborglaşmak, androidleşmek insanoğlu için ölümsüzlüğün ilk

adımı olabilir. Öte yandan bu klasik manada insanın ölümüdür: posthümanizm, hatta transhümanizm kaçınılmaz biçimde gelecekteki insan toplumlarını şekillendirecektir. Bugünün insanı kapitalizmin çarkları tarafından çoktan öğütülmüş ve sindirilmiş durumdadır… Bu yüzden geleceğin insanının zihnini tümüyle sanal gerçekliğe aktarması ve yaşamına bir makine olarak devam etmesi, DNA molekülünün yerine XNA molekülüne geçmesi ve sentetik ya da hibrid varoluşlara yönelmesi…Bu dönüşümden korkmamalıyız. (Batukan, 2017: 31-32)

Tıp biliminin geldiği noktada insan ömrünün, 2-3 yüzyıl uzaması işten bile değilmiş gibi görünüyor. Bir rivayete göre, Rockefeller (Hürriyet Gazetesi, 2017), 100 yaşında kalp nakli ameliyatından çıktıktan sonra, 200. yaş gününü kutlamayı da arzuladığını söylemiştir. WodyAllen’ın bahsettiği, “bilakis ölmeyerek ölümsüz olma ” (Balanuye, 2017) insanlığın şimdiki (her zamankinden daha çok) arzusu olsa gerek.Dolayısıyla, uzayan insan ömrüyle birlikte, yaşlı dünyanın ve yaşlı dünyalıların geleceğini düzenleyecek bir tür sayborgetiği DonnaHarraway’ın(2006) açtığı yoldan tartışılmaya başlandı bile.

Yaşam ve ölümsüzlük hakkındaki bu avantgard çıkışlar, hala ütopik görünse de, modern tıp genetik mucizeler vaad etmekte, farmakoloji sektörü, diyet-beslenme-spor sektörü ve bir bütün olarak kapitalizmin dünyayı doyumsuzca yaşanacak bir mutluluk mekanı olarak takdim etmesinin sonucu olarak, modern insanın ölümle arasına koyduğu mesafe (bu avantgard örneklerde olduğu kadar olmasa da) giderek açılmakta, insanlar artık daha uzun, daha güçlü, daha sağlıklı, daha estetik bir hayat istemekte/arzulamaktadırlar. Nasa’nın ve dünyanın değişik yerlerindeki uzay bilimleri enstitülerinin, kainattabaşka evrenler arayan çalışmaları, aslında bir yandan da, yaşlı dünyanın, sayborglaşmış ya da zombileşmiş insanların kaprislerine daha fazla dayanamayacağı varsayımını da aklında tutmaktadır.

Siber bedenler, yaşam yazılımları, fantastik organ ve doku nakilleri, insanlığı,Frenkeştayn’da hatalı olandan uzaklaştırmakta ve Gılgameş’ide aradığına biraz daha yaklaştırmakta gibi görünse de, netice değişmemektedir. Heidegger’in dediği gibi, insani (var)oluşun (dassein) özü hala (modern) insanın ölüme doğru yürüyüşü etrafında şekilleniyor. Ölümsüzlük konusunda avantgard düşünceleri toparlayan çalışmasıyla tanınan Le Breton (2014) Bedene Veda isimli çalışmasını gayet ihtiyatlı bir şekilde şöyle sonlandırır:

Elbette hala etten kemikten varlıklarız. Bedenin maddiliğini terk etmek, dünyanın tenini terk etmek olurdu; şeylerin tadını kaybetmek olurdu; ama birilerinin yılmadan bunun hayalini kurduğu doğrudur. Düşüncenin mutlak

erki dönüp dolanıp, Platon’dan beri hep karaladığı, ironik bir kum tanesi olan bedene takılıyor…Bir çok yazar “zihin”e övgü düzseler ve kimliklerini bilgisayara yükleyip ihtiyarlamış bedenlerini tek etmeyi hayal etseler de, başkaları gibi onlar da hala etten kemikten birer insandırve bedenin pek yakında ortadan kalkacağı inancını sürekli ertelemek zorunda kalırlar. Yapay Zeka metafiziği bedenin fiziğine umutsuzca toslar. Bazılarıysa “mükemmel çocuğu” genetik tadilatla ya da tıbben imal etmeyi hayal eder, ama ne kazaları, ne hastalığı, ne ölümü ne de yaşama acısını önleyebilirler. Üstelik biyo-iktidarı da önemli ölçüde arttırırlar… (232)

Sonuçta, hala ölümlü bir tür olsak da, ölümsüzlüğü arzulamaya devam ediyoruz. Saha çalışması boyunca, özellikle organ nakline alıcı olarak katılanlar, ölümün gerçekliğini diğerlerine göre daha net bir şekilde deneyimlemiş olanlar, yaşama daha çok tutunmaya çalışıyorlar ve ölümsüzlüğü biraz daha çok arzuluyor gibi görünüyorlar. Oldukça ileri denilebilecek bir yaşta, pek çok hastalığının yanında, böbrekleri de iflas eden ve bir vesile böbrek nakli olabilen M.Erol ile yapmış olduğumuz bir görüşmede şöyle demişti: “İnsanoğlu artık daha uzun yaşıyor, her şeyin çaresini buluyorlar, bu

kanserin de çaresini bulacaklar, ölümün çaresini de bulacaklar ama bize vaki olmayacak. Ne yapalım, mukadderat. Bizim kısmet de böyleymiş…”