• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 2: DEĞERLENDĐRME

B. Kusurlu/Yetersiz Deliller

Zorunlu ve mümkün delillerin bilgi tesis etmedeki rolleri farklılaşsa da her ikisi de ameli olarak aynı değere sahiptir. Müellifin “hucecü’l-muhtie (hatalı deliller)”, Debûsî’nin

“el-hucecü’lletî hiye mudille (saptıran deliller)” şeklinde isimlendirdikleri bir delil türü de

yetersiz delillerdir. Müellif, “başlangıcı doğru sonu çirkin” dediği bu deliller, taklit, ilham, tard, istıshabu’l-hal olmak üzere dört tane olup bunlar da kendi içinde bölümlere ayrılmaktadır.102 Aşağıda kısaca müellifin bu delillerle ilgili yaptığı değerlendirmelere ve bunların şeri hüküm açısından sonuçlarına değinilecektir:

a. Taklit: Sölükte “bir şeyi boyna gerdanlık gibi asmak anlamına gelen taklit terimi müellif

tarafından terim olarak “bir sözün hakikatini bilmeksizin başkasının sözünü kabul etmek” şeklinde tanımlanmıştır; ona göre, taklit, vacip, caiz ve haram olmak üzere üçe ayrılmaktadır. Müellif, vacip taklidi, hatadan masum olan kişileri yani peygamberleri taklit olarak açıklar, ancak bu taklidin taşıdığı özel anlamdan dolayı hakiki anlamda taklit olarak isimlendirilemeyeceğini belirtir.

Gaznevi, avamın (sıradan halkın) din alimlerini yahut bir alimin başka bir alimi taklidini ise “caiz taklit” olarak değerlendirmektedir. Đtikadî konularda temel inanç esaslarını düşünme ve kavramada insanlar arasında fark olmadığı varsayımından hareketle dinin asılları (usulü’d-din) hususunda taklidin caiz olmadığını, ancak fer‘î mesellerde taklidin caiz olduğuna dair alimler arasında icma olduğunu söylemektedir. Ancak furu’ı fıkıh konusunda bir âlimin başka bir âlimi taklidinin ihtilaflı olduğunu da belirtmiştir.

mümkün kıldıklarını açıklamıştır. Ona göre, kıyas, tevil, umumun tahsisi bir kanaatin tezahür etmiş halidir. Yine ahad haberde de, ravinin rivayetinde yalan olma ihtimaline binaen, rivayetin kabul edilmesinde de, bireyin kanaati devreye girmiştir. (Müçtehidin bir tercihte bulunması bir başka seçeneğin varlığını da imgelediğinden kesin bir bilgiden söz edilemez.) Bundan dolayı bu deliller mümkün deliller olarak adlandırılmıştır. Bu açıklamalardan sonra Debûsi, Gaznevî’nin mümkün deliller içinde değerlendirmediği “ müevvel ayet” konusunu yeni bie –bab- açarak ahad haberden önce işlemiştir.(Debusi, a.g.e., s.176-177)

Ataların ve toplumun ileri gelenlerinin hakikat dışı söylem ve fiillerinin taklit edilmesini ise haram taklit olarak değerlendirmiştir. Vacip, caiz, haram taklit ayrımları Debûsi’de yoktur. O, taklit çeşitlerini, vahiy sahibinin tasdiki, bir alimin kendisinden ilmi bakımdan daha üstün konumdaki bir alimi tasdiki, halkın kendi çağlarındaki alimleri tasdiki ve önceki nesillerin ve küçüklerin büyükleri tasdiki şeklinde dört kısma ayırmış ve ilk üçünün bir delile dayanmasına binaen sahih olduğunu, sonuncunun ise batıl olduğunu ifade etmiştir.

b. Đlham: Müellife göre ilham, insan kalbinin helal yada haram olduğuna dair öncesinde bir

bilgisi olmaksızın herhangi bir şeyi arzu etmesidir. Müellif, Şems suresi: 91/8 ayetini delil göstererek ilhamın helal veya haram olan bir şeye dair olabileceğine işaret eder ve ilhamın ancak hakkında hiçbir delil bulunmayan sınırlı bir alanda, kişinin kendisi için bağlayıcı bir delil olabileceğini dile getirir. Dolayısıyla ona göre ilham, bilgiye dolayısıyla nazar ve istidlâle dayanmadığı için kendisiyle hüküm elde edilen objektif bir delil değildir.

c. Tard: Müellif, tardın lügati ve şer’î tanımını yapmaksızın dörde ayrıldığını söylekle

yetinmiştir. Bu nedenle beşinci yüzyıl usulcülerinin illet anlayışlarını çalışan T. Başoğlu’nun yaptığı tanım konuyu anlamamıza yardımcı olacaktır:

Tard bir hükmün bir vasfın varlığı ile birlikte var olması durumudur. Vasfın bulunduğu her yerde/meselede hükmün de bulunduğu gösterilerek, vasfın hükmün illeti olduğu neticesine varılır. Haklarında nas bulunan (mansûs ‘aleyh olan) birbirine benzer meselelerde hükmün daima bir vasıfla birlikte bulunduğu gösterilerek, istikrâ (tümevarım) yoluyla, naslardaki hükmün illetinin o vasıf olduğu söylenir; sonra aynı vasfın, hakkında nas bulunmayan birçok meselede de varlığı gösterilir ve o meselelerin de mansûs ‘aleyh meselenin/meselelerin hükmünü alması gerektiği neticesine varılır. Böylece vasıfla hüküm arasında tutarlı bir beraberliğin varlığına dayanılarak açıklama getirilir.103

Müellife göre tardın dört çeşidi şunlardır:

1. Temel kuralları dikkate almaksızın ilk akla geleni kabul etmektir.

2. Đlletin hükmü olan bir şeyin kendisine bitiştiği ve neredeyse asıldan ayrılmayan fer’i asla dahil etmektir.

103

Başoğlu, Tuncay, Đleti Tespit Metotlarından Tard veTard Ehline Yönelik Tenkitler, Sakarya üniversitesi

3. Alimler arasında illet olduğu ihtilaflı olan bir vasıfla aslın hükmünü fer’e vermektir.

4. Vasfın yokluğuyla talil yanı illetlendirme yapmaktır.

Müellif bu dört çeşit tardın tümünün batıl olduğunu söyleyerek tardın hiçbir türünün delil olarak kullanılamayacağını ifade etmiştir. Ancak Debûsi, Gaznevî kadar sert olmayıp “karşı görüşte bulunan kimsenin veya bütün insanların görüş birliğiyle oluşan” ve “bir vasfın illet olup olmadığını anlamak için onu asıllara arz etmek suretiyle gerçekleşen” olmak üzere iki tür tard biçiminin bazı şartlar dahilinde delil olarak kabul edileceğini söylemektedir.104

d. Đstishâb: Geçmişte sabit olan bir şeyin şu anda da sabit ve baki olduğunu kabul

etmektir.105 Geçmişte varlığı bilinen bir şeyin bugünde var olduğunu kabul etmek için, o şeyin değişmediğine dair bir bilginin mevcut olması gerekmektedir. Müellif, kesin bir şekilde bir şeyin var olduğunu bilmenin, o şeyin devam ettiğine dair kesin bir bilgi vermeyeceğini söylemektedir. Müellif istıshabu’l-halin mutlak bir delil olmadığını söylemektedir. Çünkü Đstıshabın aslı cehalete dayanmakta, hükmün devam ettiğine dair bir delil bulunmamaktadır. Hükmü ortadan kaldıran şeyin varlığı şüpheli olduğu gibi hükmün devam ettiği de şüphelidir. Bundan dolayı müellif, belirsiz olan bir şeyin delil olarak kabul edilemeyeceğini dile getirmiştir.

Müellif Đstıshabu’l-hal’i dörde ayırmıştır:

1. Bilgi gerektiren bir yolla varlığının bilindiği kabul edilen ve kendisini ortadan kaldıracak bir şeyin bulunmaması zaruretinden dolayı halin hükmünün devam etmesidir. Eğer bu bilgi vahiy sahibi tarafından verilmiş veya duyular yoluyla bilinen bir şey olursa, müellif, bu ıstıshabın kabul edileceğini söylemektedir.

104

Debûsî, a.g.e., s.402-403. Ayrıntılı bilgi için bk. Durmuş, Abdullah , Takvimü’l-Edille Adlı Eseri

Çerçevesinde Debusi’de Naslar Dışındaki Şeri Deliller, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Marmara

Üniversitesi Đlahiyat Fakültesi, Đstanbul 2004

2. Kişinin bir meseleyle ilgili bütün gayretiyle inceleme ve araştırma yaparak o konuyla ilgili delil bulamamasına binaen halin hükmünün devam etmesini varsaymasıdır. Ancak burada müçtehid tarafından bilinmeyen ancak bir başka kişinin elde ettiği bir delil bulunabilir. Böyle bir ihtimalden dolayı, bu delil zikri geçen kişiden başkasına delil olmaz. 3. Herhangi bir araştırma ve delillendirme yapmaksızın önceki halin

hükmünün geçerli olduğunun kabul edildiği istaıshabtır. 4. Baştan bir hükmü ispat için esas alınan istıshabu'l-haldir.

Bu son iki istıshab çeşidi müellife göre bâtıl olup hükme kaynaklık edebilecek delil olma özelliğine sahip edeğildir.

Görüldüğü gibi Gaznevi, delilleri önce akli ve şer’î deliller olmak üzere ikiye ayırmıştır. Daha sonra bu delillerinde kendi içinde bilgiyi zorunlu olarak gerektiren ve mümkün bilgi oluşturan deliller olarak sınıflandırmıştır. Kitap, sünnet, icma ve kıyas şer’î deliller başlığı altında birleşse de, bunlarla oluşan bilgi kesinlik ve ihtimal arasında hiyerarşik bir sisteme sahiptirler. Mesela bir şer’i delilin müçtehidin zihni etkinliğiyle bir manaya delalet ettiği ifade ediliyorsa, üretilen bilgi zan içereceğinden ortaya konulan bilgi kesin olmayacaktır. Diğer yandan muhkem ve Hz. Peygamber tarafından tefsir edilmiş ayet, mütevatir sünnet ve icma kesin bilgi doğuran deliller olmaktadır. Her ne kadar, icmayı oluşturan tek tek bireyler düşünüldüğünde bir yorum bilgisinden söz edilse de Đslam ümmetinin masumiyeti fikri, icmayı kesin deliller arasına dahil etmektedir. Debûsî’nin Kitab konusundan sonra mütevatir kavramını ele alması ve kitabın sübûtunun katîliğinin bu kavramın üzerine bina edilmesinden kaynaklanmaktadır. Mütevatire bu otoriteyi veren şey de bir takım aklî çıkarımlardır. Bundan dolayı Debûsî ve Gaznevî delillerin aklî ve şer’î olarak ikiye ayırmış, şer’î delillerin ancak aklî çıkarsama ile delil olabileceklerini söyleyerek kitabının sonunda aklî delillere yer vermiştir.

Benzer Belgeler