• Sonuç bulunamadı

kurganları Eyer takımının ahşaptan yapılma süsleri

Daha sonraki devirlerde sanatkarlar tarafından üsluplaştırılarak işlenen hayvan figürü, çoğu zaman güçlü göstermek, hareketine efsanevi hız katmak gayretiyle kanatlanmış ve bu kanatlar, Rumi motifine benzer şekillerle işlenmiştir. IX. Ve X. Yy.larda Uygur Türklerine ait Bezeklik freskinde görülen Rumi kanatlı ejderha tasviri, elde bulunan en eski belgedir. Eserlerinde altın varak kullanılan, minyatürlerinde portre sanatını başlatan Uygurlarda, Rumi motifini de açık olarak

görüyoruz. Fakat eldeki vesikaların azlığı, bu motifin sadece var olduğunu bildirerek, devrinde kaydettiği gelişmeler hakkında fikir veremiyor.

Uygur kültürü, Doğu Türkistan sınırlarını aştı. Doğu’da Mançu, Kitay, Moğol çevresine, batı da Türk-İslam kültürüne kaynak teşkil etti. Nitekim IX. Yy. dan itibaren, Abbasiler zamanında Asya’da kurulan ilk İslam-Türk devleti Karahanlılar’dır. Kabul ettikleri inancın ışığında gelişen bu devlet Uygurlardan miras aldıkları sanatta da ileri gitmişlerdir. Bugün Kırgızistan’da, Fergana vadisinin doğusuna düşen Özkent’te, Karahanlılara ait 3 türbe bulunmaktadır. Türbelerin duvarındaki bezemelerde geometrik desenler, bitki motifleri yanında pek çok Rumi motifi de görülür. Kitabelerin zeminini süsleyen Rumiler, ilk defa müstakil şebeke üzerinde bir kompozisyon özelliği kazanmıştır.

Böylece Uygurlar’da hayvan figüründe bir motif olarak görülen Rumi, bu devirde helezon şebekeler üzerinde, desen haline gelecek kadar gelişmiş ve süsleme sanatında bir üslup veya bir tarz olmuştur.

Gazneli Türk Devleti’nde ve Hindistan’da yapılan Türk eserlerinde gelişmesini sürdüren Rumi motifi, Büyük Selçuklu İmparatorluğu’nun abidelerinde önemli süsleme unsuru haline gelmişlerdir.

1071’de Büyük Selçuklu Sultanı Alp Aslan komutasında kazanılan Malazgirt Zaferi ile Anadolu’ya ayak basan Türkler, kısa zamanda bu topraklarda hakimiyet kurmuşlardır. Beraberlerinde getirdikleri çok zengin maddi manevi kültür değerlerini, karşılaştıkları köklü Anadolu kültürüyle birlikte kendi potalarında eriterek birleştirmeyi başarmışlardır. Türkler daima gelişmeye açık olmaları yanında, şuurlu, milli bir yapıya da sahip olduklarından, Anadolu Türk Sanatı, Karahanlı, Gazneli ve Büyük Selçuklu sanatlarına uzanan köklerden beslenmiştir.

Çeşitli mücadeleler içinde geçen ilk devirlerinde Anadolu Selçukluları, sanat faaliyeti gösterememiştir.

Daha sonra Danişmendliler (1092-1178) Sivas, Kayseri, Malatya’da; Artuklular (1098-1234) Erzurum’da; Mengücekliler (1118-1252) Erzincan, Kemah, Divriği’de ilk Türk Mimari eserlerini vermişlerdir.

XIII. yy. dan itibaren Anadolu Selçuklu mimarisi, devamlı gelişme göstermiştir. Mimarideki bu gelişme taş ve ahşap bezemelerde de göze çarpar. Gerek işçilikteki ustalık, gerekse desenlerdeki zenginlik, konumuz olan Rumi motifi içinde geçerlidir. 1258 tarihli Konya Sahip Ata Camii portali, Selçuklu dönemine en güzel örnektir. Ancak Osmanlı döneminde Rumi’nin vardığı mükemmellik, önceki hiçbir devirle kıyaslanamaz.

Selçuklu ve Anadolu Beylikleri devirlerinin eserlerinde görülen Rumiler, hayvan figürleriyle aralarındaki yakınlığı ortaya koymaktadır. (Şekil 1)

Bununla birlikte yine aynı dönem Rumi motifleri, münhani diye isimlendirilen motiflerle de benzerlik gösterir: O kadar ki, bu devre ait birçok bezemelerdeki motifin Rumi mi yoksa münhani mi olduğuna karar vermek zordur. (şekil 2-3-4)

Hatta aynı devirden kalma İlhanlı ve memluk eserlerindeki bezemeli bölümler incelendiğinde, XIV. Asır başlarında Rumi ve Münhani motifleri, gerek şekil gerekse boyanışıyla önemli benzerlik gösterir. Bu asrın ikinci yarısından sonraki yazma eserlerdeyse, desenlerin daha da olgunlaştığı ve bu iki motifin aynı karakterler taşımaya başladığı görülür.

Zaten Rumi ve Münhani’nin hayvan figürü gibi aynı kaynaktan çıktığı kabul edildiğine göre, motiflerin gelişme halinin başlangıcında ayırt edilemeyecek kadar birbirine benzemesi yadırganmaz.

Osmanlı eserlerinde Rumi’nin gelişerek bir karakter kazanmasıyla Münhani isimli motiften kesin olarak ayrıldığı görülür. Lûgat mânâsı “eğri” olan Münhani’nin yine eğri çizgilerden teşekkül eden Rumi motifinin XIII. Ve XIV. Yy.larda kadarki görünüşünün devamından başka bir şey olmadığı düşündürücü bir hususdur.

3.2.2.İLK RUMİ MOTİFİ VE KAYNAĞI HAKKINDAKİ GÖRÜŞLER 3.2.2.1.Şarkiyatçı (oryantalist) Sanat Tarihçilerinin Rûmî'nin Kökeni Hakkındaki Görüşleri:

Rûmî motifinin kökeninde yer alan görüşlerden biri de, rûmînin bitkisel süsleme öğesi olmasıdır. Bu konuda çok önemli bir kaynak olarak , 1873 yılında Sultan Abdülaziz'in hazırlatmış olduğu " Usul-i Mimarî-i Osmanî " de , Montani Efendi, Bogos Efendi ve Chachian et Mailard tarafından hazırlanan ve çizilen Rumîlerin kabak çiçeği ve fasulye bitkisi ile benzerliği ortaya koyulmuştur.

Kendileri Türk sanatçıları oldukları halde rumînin kökeni hakkında bitkisel rûmî motifinin yarım palmet motifinin değişmesiyle ortaya çıktığını savunan Yıldız Demir'in yanı sıra, Muhsin Demironat da rûmî'nin ağaç dalarının kıvrımlarında kaynaklandığı görüşünü ortaya koymaktadır. Varka ve Gülşah albümünde, minyatürlerdeki süslemeler bitkisel kökenli rûmîlere gösterilen örnekler arasındadır. Bu eserde kullanılan rûmîler kanşık bir çalı şeklinde zemine yayılmış, yapraklar ve dallar meydana gelen kompozisyonların görüntüleri rûmînin

bitkisel kökene bağlamasını sağlamıştır. Hatice Aksu'da tez araştırmalarında, Arum yani livik isimli çiçeğin rûmî formu andırdığım tesbit ettiğini belirtmektedir. Anadolu Türk mimarisinde en çok karşılaşılan yaprak karakterli bitkisel motif olan "rûmî" ismine hiçbir batılı sanat veya mimarlık tarihçesinin eserinde rastlanmamaktadır. Söz gelimi Oleg Grabar rûmî ve benzeri, pek çok formu, palmetin bir çeşitlenmesi olarak ele alır ve diğer pek çok şeklinde aslında palmetten türediğini ileri sürer. G. Marçois, Kuzey Afrika ve İspanya'daki İslam Sanatım kapsayan çalışmalarında rûmîye benzer formları, palmet versiyonları olarak değerlendirir ve akantus yaprağıyla ilişkili olabileceklerini ifade eder.

O. Graber, İslam Sanatının Oluşumu adlı eserinde, hemen hiçbir motif veya kompozisyonu somut olarak ele alıp isimlendirmese de, muhtemelen rûmîden " yarım palmet" diye bahseder.

Arthur Upham Pope'da, rûmî karakterli bazı motifleri isimlendirmede ya "yarım akantus yaprakları" veya "arabesk çiçeği" ya da "fantastik yapraklar" biçiminde karmaşık bir terminoloji tercih eder ve çoğu birbirine benzer görsel malzeme sunar. E. KühnePin ise "arabesk" terimini benimsediği görülür.

W. Deney, Bursa Yeşil Camii'yi de kapsayan bir çalışmasında motife tek bir terim bulmaktansa "yarılmış yapraklar" (split-leaf) adını kullanmayı benimser. (Çizim 10)

Çizim 10- Bezelyenin şekil değiştirmesi

Rûmî motifinin batılı kaynaklarda yarım palmet motifinin değişmesiyle ortaya çıktığı hakkında oldukça yaygın bir kanaat vardır. E. Kühnel, Die Arabeske,

Wiesbaden 1949'da bu kanaati temsil eder ve motifin gelişmesi hakkında fikirlerini etraflıca açıklar.

Diğer görüş ise: Rûmî motifinin bitkisel kökenliği olduğunu savunanlardır. Bunlar ise bu motifin Mısır ve daha sonra Yunan sanatlarında süsleme unsuru olarak kullanılan palmet motifinden türediğini ileri sürmüşlerdir. Bu teoriye göre yarım palmet motifinin değişmesiyle rûmî motifi oluşmuştur

3.2.2.2. Türk Sanat Tarihçilerinin "Rûmî Kökeni-Hakkındaki Görüşleri: Türklerin zengin kültür hazinesinden beşeriyete sundukları eserlere bakıldığında ilk göze çarpan "hayvan figürü" dür. Bilindiği gibi Orta Asya bozkırlarında yaşayan Türkler için hayvan çok önemlidir. Kahramanlık, kuvvet, bereket, mertlik, bağlılık gibi değerlerin sembolü sayılmış olan hayvan, sanatkârlara da ilham kaynağı olmuştur. Tarihte en eski Türkler M.Ö 1. de, Kuzey Çin'de yaşayan "Hiyong" adıyla tanınan Asya Hunlar'dır. Bunlara ait Güney Sibirya'da, Altay Dağlan eteklerinde, Pazırık da, Rus arkeologu Rudenko tarafından açılan kurganlarda M.Ö 3. yy. ve 4. yy.dan kalma eşyalar ele geçmiştir. Leningrat Hermitage Müzesinde saklanan bu eserler arasında halı, kumaş, renkli keçe, aplike örtüler üzerinde sık sık hayvan figürlerine rastlanır. Ayrıca bu belgelerdeki desenlerde rûmî motifini hazırlayıcı nitelikte motifler görülmektedir. Daha sonraki devirlerde sanatkâr tarafından üsluplaştırılarak işlenen hayvan figürü, çoğu zaman güçlü göstermek, hareketine efsanevi hız katmak kanatlanmış ve bu kanatlar "rûmî" motifine benzer şekillerle süslenmiştir.

9. ve 10. yy.larda Uygur Türklerine ait Bezeklik freskinde görülen "rûmî kanatlı ejderha" tasviri elde bulunan en eski belgedir. Esrelerinde altın varak kullanan, minyatürlerinde portre sanatını başlatan Uygurlarda rûmî motifini de açık olarak görüyoruz. Fakat eldeki vesikaların azlığı bu motifin sadece var olduğunu bildirerek, devrinde kaydettiği gelişme hakkında fikir veremiyor.

Uygur kültürünü Doğu Türkistan sınırlarını aştı. Doğu'da Mançu, Kitay, Moğol çevresine, batıda Türk İslam Kültürüne, kaynak teşkil etti. Nitekim 9.yy.dan itibaren Abbasiler zamanında Asya'da kurulan ilk Türk-İslam devleti Karahanlılar'dır. Kabul ettikleri inancın ışığında gelişen bu devlet, Uygurlardan miras aldıkları sanatta da ileri itmişlerdir. Bugün Kırgızistan'da, Fergana vadisinin doğusunda, Özkent'te Karahanlılar'a ait üç türbe bulunmaktadır. Türbelerin duvarlarındaki desenlerde geometrik desenler, bitki motiflerin yanında pek çok rûmî motifi de görülür. Kitabelerin zeminini süsleyen rûmîler ilk defa müstakil

şebeke üzerinde bir kompozisyon özelliği kazanmıştır. Böylece Uygurlar'da bir hayvan figüründe bir motif olarak görülen rûmî, bu devirde helezon şebekeler üzerinde, desen haline gelecek kadar gelişmiş ve süsleme sanatında bir üslup ve tarz olmuştur.

Gazneli Türk Devletinde ve Hindistan'da yapılan Türk eserlerinde sıkılıkla görülen rûmî motifinin, artık gelişmiş örnekleri görülmeye başlamıştır. Gazneliler de hayvansal formlardan, bitkisel helezon şebekelerine geçiş ve stilizasyon açık olarak görülür.

Rûmînin zoomorfik (hayvansal) kökeni bugün bile tam netlik kazanmış değildir. Hayvan kökenli olduğu hipotezi Viyanalı sanat tarihçi Josef Strzygowski (1862-1941), Celal Esad Arseven (1875-1971) ve diğer sanat tarihçilerce de savunulmaktadır. Bu tezi kuvvetlendiren şekiller gerçekten de hayvan üslubunu çok iyi ortaya koyduğu muhakkaktır.

Rûmî motifinin Orta Asya hayvan üslubundan kaynaklandığını, kıvrık dalların bitkiden çok hayvan biçiminden esinlendiğini söyleyen Strzygowski'yi destekleyen Arseven'de :" zoomorfik figürler somutlaşarak bitkisel karakter kazanmış ve bitkisel süslemeler olarak karşımıza çıkmıştır" demektedir.

İç Asya kaynaklı olarak Türk sanatında önemli bir yere sahip olan ve hayvan üslubu olarak nitelendirilen bu süslemenin görüldüğü bu bölgeler, "İç Asya veya Orta Asya diye adlandırılan Türk bozkır sanatının geliştiği Altay, Tanrı dağları dolayları, İç Moğolistan, Kırgızların yaşadığı Kuzey Karadeniz bölgeleridir. Ancak Orta çağ boyunca hayvan üslubu örnekleri Güneydoğu Asya, Çin ve İskandinav ülkeleri'nde de çeşitli biçimlerde de görülmüştür. Hayvan üslubunun doğuşu da tesadüfi değildir. Zira İslamiyet'ten önce Türk topluluklarında şematik eğilimler zoomorfiktir. Fantastik yaratıklar çeşitli yaratıkların sembolize edildiği hayvanlar, insanların enerjilerini dışa vurmak için sanatın aracılığının kullanıldığı öğeler olarak karşımıza çıkmaktadır.

Avrupa literatüründe " İskit Üslubu" olarak adlandırılan bu üslubun Hun kavimleriyle ilişkili olduğu, Hunlarda, Göktürklerde Şamanların düşmanlardan kaçma arzusu ile hayvan donuna büründükleri bilinmektedir. Hayvanlarına çok değer veren Orta Asya Türkleri, onları kuvvet, kudret, bereket, iyilik, kötülük sembolleri olarak sanatlarında ifade etmişlerdir. Hayvan üslubunun M.Ö 7.yy. lara dayandığı örneklerle belirtilmesine rağmen aralarında J.Strzygowski'nin de bulunduğu bazı tarihçiler, bu üslubun Buzul Çağı'na kadar indiğinden söz etmektedir.

17 yy' a kadar yapılan rûmî motiflerindeki süslemelerdeki hayvanlar kıvrık dallar arasında fark edilmesine rağmen daha sonraki dönemlerde hayvansı öğeler tamamen stilize hale gelerek, bitkisel görünüm kazanırlar.

Sanat tarihçilerimizin ise yaygın iki ayrı görüşü şöyledir: " Bu motif hayvan figürlerinden türemiştir. C.E. Arseven kitabında örneklerle bu motifin nasıl değişime (transformasyona) uğradığını etraflıca tartışmıştır. Diğer taraftan C. Keskiner kazı ve araştırmalarda ele geçen hayvan figürlü eserlerden günümüze gelen en erken rûmî örneğinin Uygur Türklerine ait 9. ve lO .yy'larda yapılmış olan bezeklik fresklerinde bir su canavarım kanadında yer aldığı düşüncesindedir. Görülen daha sonraki yıllarda sık rastladığımız rûmî formunun klasikleşmiş örneği olabileceğini savunur.

1998 yılında yapılan bir doktora tezinde rûmî motifini kökenini teşkil eden ana tiplerinin çok eskilere dayandığı, bu motifin Asya ve yakın çevresine yaklaştıkça fantastik yaratıklarla yoğun bağlantı içinde olduğunun gözlendiğini, çeşitli aşamalardan geçen motiflerin zaman içinde İslam sanatında şekillendiği vurgulanmaktadır. Rûmînin erken örneklerinin de aslında Uygur'a değil Hunlara kadar uzandığı belirtilmiştir. (Aksu Hatice -MSU Arkeoloji ve Sanat Tarihi)

Diğer bir görüşe göre ise; Türklerin Orta Asya’da, eski dönemlerden beri süsleme unsuru olarak bezemelerinde kullandıkları Rumi motifi, İslam sanatının da en gözde motiflerinden biri olarak günümüze kadar gelmiştir.

Ancak Rumi motifinin kaynağı konusunda araştırmacıların farklı görüşleri de bulunmaktadır. Bunlardan bazıları şunlardır. Celal Esat ARSEVEN kitabında, örneklerle bu motiflerin nasıl değişime uğradığını etraflıca tartışmıştır. Cahide KESKİNER, araştırma ve kazılar sonucunda ele geçen hayvan figürlü eserlerden günümüze en erken Rumi örneğinin Uygur Türklerine ait IX. Ve X yüzyıllarda yapılmış olan, Bezeklik fresklerinde, bir su canavarının kanadında yer aldığı düşüncesinden ve görülen şekilden yola çıkarak daha sonraki yüzyıllarda klasikleşmiş Rumi formunun örneği olabileceğini savunmaktadır. (Çizim 11)

1988 yılında yapılan bir doktora tezinde ise, Rumi motifinin erken örneklerinin aslında Uygur Türklerine değil Hunlara kadar uzandığı belirtilmiştir. Tez, Rumi motifinin kökenini teşkil eden ana tiplerin ise, eski tarihlere dayandığını, bu motifin Asya ve yakın çevresine yaklaştıkça fantastik yaratıklarla yoğun bağlantı içinde olduğunun gözlendiğini, çeşitli aşamalardan geçen Rumi motifinin zaman içinde İslam sanatı ile şekillendiğini vurgulamaktadır.

Rumi motifinin bitkisel kökenli olduğu görüşünü ileri sürenler ise, bu motifin Mısır ve daha sonra Yunan sanatlarında süsleme unsuru olarak kullanılan Palmet motifinden türediğini ileri sürmüşlerdir. Bu görüşe göre, Yarım Palmet motifinin (tepelik) değişmesiyle Rumi motifinin meydana geldiğini ileri sürmektedirler.

Rumi Batı dünyasında ise, yanlış olarak ‘Arabesk’ adı ile bilinir. Haklarında yorumlar yapılmış çiçeklere, palmetlere, lotus çiçeğine, yapraklara hatta kabukları açılmış bezelyeye bile benzetilmiştir. Ancak uzun yıllardan beri, çeşitli araştırmacılar tarafından yapılan araştırmalar neticesinde, Rumi motifinin kesinlikle bitkisel motif olmadığı ortaya konulmuştur. (çizim 12)

Çizim 12

(Türk Kitap Sanatında Desen ve Motif, Azade Akar-Cahide Keskiner)

(Türk Süsleme Sanatlarında Desen ve Motif Azade Akar, Cahide Keskiner) Bu görüşler doğrultusunda Rumi motifinin kaynağına bakıldığında; Orta Asya’da yaşayan Türklerin hayvanlara karşı büyük ilgi duyduğu, onların güç ve aralarında yaptıkları estetik mücadeleler, sanatkarlara geniş ilham kaynağı olmuştur.

Çoğu kez hayvanların kuvvet, bereket, kötülük, güzellik gibi çeşitli kavramların sembolleri olarak kabul etmişler, aynı maksatla birçok sanat eserinin ana sanat teması olarak kullanmışlardır.

Özellikle Noin-ula ve Pazırık kurganları’ndan çıkarılan Hun Türklerine ait çeşitli eşyaların üzerinde, bolca hayvan figürlerinin işlendiği dikkati çeker.

Bunların çoğunluğunu, birbirleri ile mücadele eden hayvan resimleri teşkil etmektedir.

Hayvan kültürünün araştırıldığında, ilk çağlarda, en ilkel inanışlarla başladığı da görülmektedir. Kanatlı, kanatsız bir çok hayvanın bu kültün içinde yer aldığını da görmekteyiz. Bunların yanında, kanatları olmadığı halde değişik inançlar altında, sonradan kanat takılan Aslan, Kaplan, Fil v.b Kara hayvanları da çoğunlukla dikkati çekmektedir. (çizim 13)

Çizim 13- At figürü

Minyatürlerde, Kitabı olan dinlerde de bu çeşit kutsal hayvanların varlığından söz edilmektedir ki Hızır’ın Kıratı, Hz. Peygamber’in Miraç olayında görülen ‘Burak’ isimli, insan başlı ve bazen de kanatlı olarak çizilen atı bunlardandır.

Kaynaklar, Mitolojik olaylarda hemen hemen bütün hayvanların yer aldığını; özelikle kuşların daha büyük bir önem taşıdığını, konunu ana malzemesi olarak da işlediğini göstermektedir. Örneğin; Orhun Kitabeleri’nde, ölen kimselerin, kuş şeklinde göğe yükseldiğini anlatan bahislere rastlanmaktadır. Hatta bugün dahi ölenler için ‘kuş gibi uçtu, gitti.’ Tabiri halk arasında yaygın olarak kullanılmaktadır.

Altaylar’da kuşlarla ilgili inançların çok yaygın ve etkili olduğu da görülür. Yakutlar’da ağaç dalları arasında bulunan çeşitli kuşların, Şaman’ın ruhu olarak kabul edilir ve Şaman’ın doğmadan önce kuş şeklinde hayat ağacının üstünde olduğuna inanılırdı. Günümüzde de İslami inançlarla ilgili bazı metinlerde, cennette bulunan ‘TUBA’ ağacının üzerimdeki cennet kuşlarının varlığını belirten ibarelere de rastlanmaktadır.

Orta Asya’daki çoğu Türk boylarının kuşlarla ilgili armalarının olduğu ve kuşlarla ilgili isimler aldığı bilinmektedir. Dede Korkut hikayelerin de verilen örneklerde, Oğuz Han’ın oğlu Deniz Han’ın boyunun ongunun (arma) ‘çayır kuşu’ olduğu ve yine eski Türk büyüklerinden pek çoğunun, Toğan, Tuğrul, Sungur,

Bağrı gibi kuşlarla ilgili isimler aldığı da dikkati çekmektedir. Ayrıca Şamanlık da Kartal’ın bir kadınla birleşmesinden Şaman’ın doğduğuna inanılmaktaydı.

Orta Asya Türklerinde Kartal, koruyucu bir ruh olarak da kabul edilmiş ve bu nedenle savaşta kullanılan silahlar üzerine işlenmiştir. Kartal aynı zaman da bir kudret, kuvvet ve asalet sembolü olarak da kabul edildiği için, Selçuklu dönemi tarihçisi İbni Bibi’ye göre, genellikle Anadolu Selçuklu Hükümdarlarının çadırlarının tepesinde bulunur ve hükümdarı bütün kötülüklerden koruduğuna inanılırdı. Yine bu dönem de, kale, saray ve han kapılarında bulunan tek veya çift başlı kartal figürlerinin bir asalet ve hükümdarlık sembolü olarak kullanılması yanında, kötülük ve düşmanlardan korunmak için kullanılan bir tılsım olarak da yer aldığı zannedilmektedir.

Anadolu Selçuklularında olduğu gibi, Suriye ve İran bölgesinde yapılmış olan çeşitli el sanatları ürünlerinde görülen taht sahnelerinde Kuş ve Kartal figürlerine oldukça sık rastlanmaktadır.

XIII. Yüzyıl Anadolu Selçukluları döneminde çok çeşitli şekillerde karşımıza çıkan Rumiler, grifon, harpi, melek, ejder vb. efsanevi yaratıkların ve kuşların kanat süslemelerinde, yazıların ve minyatürlerin zemin bezemelerinde Rumi, tek başına olabildiği gibi hatayi grubu diğer motiflerle de işbirliği halinde de kullanılmaya başlanmıştır.

Osmanlı dönemin de ise Rumi motifi gerçek bir üsluplaşmayla karşı karşıyadır. Öyle ki bu motifler, hayvansal kökeni inkar edercesine kendilerine has bir kurguyla, Türk sanatının çeşitli dallarında, sadece bezeme amaçlı olarak yer alır.

3.2.3.Rumilerde Çizim Özellikleri Ve Çeşitleri

Türk Süsleme Sanatlarında kullanılan çeşitli motif türlerinden birisi olan Rumiler, gerek kendi başlarına gerekse hatayi gibi diğer motif türleriyle kademeli olarak uygulanıp sınırsız kompozisyon üretme imkanı sağlamaktadır. Önce Selçuklular da ve daha sonraki dönemlerde de, süslemeciliğin her dalında benimsenip, sevilerek kullanılmıştır. (GÖKÇE Birsen, Rumi Motifleri ve Rumili Desenlerde Çizim Kuralları, Antika, Şubat’88, sayı:34)

XIV. Yüzyıla kadar Rumi üslubu ile yapılmış süslemelerin çoğunda hayvanları tanımak mümkündür. Grift, kıvrık yolları üzerinde, tavşan, kurt, balık, kuş örnekleri açık seçik görülür. Çiçek dalları ile Rumi yolları hep ayrı dallarda

dolanıp, hiçbir zaman birbirlerinin yollarına karışmazlar. Zamanın akışı ve zihniyet gelişmelerinden olsa gerek, kuşların kafaları, tavşanların ayakları vb. ayrıntılar kaybolunca, Rumiler klasikleşmiş, yalın hallerine bürünmüşlerdir. XV. Ve XVI. Yüzyıllarda en gelişmiş halleriyle kökenlerini belli etmeyecek kadar stilize edilmiş şekillerde görülürler. Ancak diğer sanat dallarında olduğu gibi XVIII. Yüzyıldan itibaren Batı tesiri altına girerek Rumiler de bitkisel görünüm almışlardır.

Rumi motifleri en gelişmiş halleriyle ele alınacak olursa, pek çok çeşidi ile karşılaşılır. Çizilişindeki farklılıkların yanı sıra kompozisyon içerisinde kullanılış maksadı veya yüklediği vazifede farklıdır. Bu sebeple Rumi motifini iki başlık altında incelemek gerekmektedir. (KESKİNER Cahide; ‘Süsleme Sanatlarımızda Rumi’ Antika’88 s:34)

3.2.3.1.ÇİZİLİŞİNE GÖRE RUMİ MOTİFLERİ

3.2.3.1.1.Yalın (Basit) Rumi: Kanaviçesinin şeklini muhafaza eden, sade görünüşlü Rumi motifidir. (Çizim 14)

Çizim 14- Yalın Rumi (Türk Motifleri, Cahide KESKİNER) (Kitabından kesitler alınarak yapılan çizimler)

3.2.3.1.2.Dilimli(Dendanlı) Rumi: Düz Rumi’nin sınır çizgisi, dilimli veya dendanlı çizilen şeklidir. (Çizim 15-16-17)

Çizim 15- Dilimli Rumi (Türk Motifleri, Cahide KESKİNER) (Kitabından kesitler alınarak yapılan çizimler)

Çizim 16- Dilimli Rumi (Türk Motifleri, Cahide KESKİNER) (Kitabından kesitler alınarak yapılan çizimler)

Çizim 17- Dilimli Rumi

Benzer Belgeler