• Sonuç bulunamadı

Bu bölümde, araştırmanın temel kavramlarını oluşturan iyi oluş, kendini toparlama gücü ve aşkınlık ile ilgili kuramsal çerçeve ve ilgili kavramların birbiriyle ilişkilerini açıklamaya yönelik alanyazında yapılmış araştırmalar ele alınmıştır. Bu bölümde yer alan kavramların tümü pozitif psikoloji kuramsal çerçevesinde ele alınarak açıklanmıştır.

Pozitif Psikoloji

Pozitif psikoloji yaklaşımı 1998 yılında Martin E. P. Seligman’ın Amerikan Psikoloji Derneği Başkanı olduğu dönemde psikoloji alanyazınında farklı bir bakış ve yaklaşıma ihtiyaç olduğunu belirtmesi üzerine temellenmiştir. Bu noktada Seligman (1998) “İnsanın Güçlü Yönlerinin İnşası (Building Human Strength)” adlı yazısında hem geleneksel psikoloji yaklaşımlarında yer alan patoloji odağına eleştiri getirmiş hem de ihmal edildiğini belirttiği pozitif psikolojik yapıların çalışılmasını teşvik ederek alana farklı bir bakış açısı önermiştir.

Seligman (1998) “Psikoloji sadece sorun ve zayıflıkların değil aksine güçlü yanların ve erdemlerin çalışılmasını da kapsar. Tedavi etmek ise sadece kırılanı, bozulanı onarmak, düzeltmek değil, içimizde var olanın en iyisini ortaya çıkarıp beslemektir.” diyerek pozitif

12

psikoloji yaklaşımının temelini atmış ve bu yaklaşım ile alanyazındaki geleneksel patoloji odaklı yaklaşımlar arasındaki farkı ortaya koymuştur.

Seligman (1998, 2011) İkinci Dünya Savaşı öncesi ve sonrasında gelişen olayların psikolojinin yönünü ve misyonlarını etkilediğini ve psikolojinin psikolojik rahatsızlıkların tedavisi noktasına odaklandığını ve bu alanda ilerlediğini ancak insanların yaşamlarını daha iyi yapma ve iyi ve güzel olanı destekleme yönünün ise ihmal edildiğini belirtmiştir. Sonuç olarak psikolojinin “mağdur bilimi (victimology)” olduğunu ve insanları pasif alıcılar olarak konumlandırdığını vurgulamıştır. Bu noktada patoloji odaklı yaklaşımlarda psikolojik rahatsızlıkların tedavi edilmesinde önemli eksiklikler olduğu belirtilmiş ve bu rahatsızlıkların önlenmesi noktasında bu yaklaşımların yetersiz kaldığı savunulmuştur. Bu sebeple psikoloji alanyazınında bireyleri, karar verebilen, seçimler yapabilen, kendi hayatına yön verebilen kişiler olarak ele alan ve onlardaki güçlü yanları ortaya çıkaran ve bu şekilde psikolojik rahatsızlıkların önlenmesine yardımcı olan farklı bir yaklaşıma gerek duyulduğu belirtilmiştir (Snyder & Lopez, 2007).

Bu kapsamda Seligman’ın temellerini attığı pozitif psikoloji, 2000 yılında Seligman ve Csikszentmihalyi tarafından Amerikan Psikologlar Dergisi’nde yayınlanan özel sayı ile farklı teorik ve uygulamaya dönük açıklamalarla geleneksel yaklaşımlardan ayrılarak yeni bir yaklaşım olarak psikoloji alanyazınına sunulmuştur. Bu noktada pozitif psikoloji en genel kapsamda insan davranışlarının olumlu, uyum sağlayıcı, yaratıcı ve duygusal anlamda tatmin edici özelliklerinin anlaşılması amacıyla psikolojik teori, araştırma ve müdahale tekniklerinin kullanılmasını içermektedir (Compton & Hoffman, 2012). Bu tanımlamaya benzer olarak, Kennon Sheldon ve Laura King (2001) yeni bir alan olarak pozitif psikolojiyi “psikolojinin sıradan insanları incelemeye geri dönmesi ve bu insanlarda neyin işe yaradığının, doğru ve geliştirici olduğunun araştırılması” olarak açıkladıkları görülmektedir.

13

Pozitif psikoloji yaklaşımı kapsamında ele alınan konular incelendiğinde bunların çok geniş alanlarda yer aldığı ve sayıca fazla olduğu görülmektedir. Ancak Seligman ve Csikszentmihalyi (2000) bu konuların üç temel boyutta ele alınabileceğini belirtmişlerdir. Bu boyutların ilki pozitif psikoloji yaklaşımının öznel düzeyde temellenmesini içermektedir. Bu boyut mutluluk, eğlence, yaşam doyumu, aşk, rahatlama, yakınlık ve memnuniyet gibi olumlu duyguların veya olumlu öznel durumların çalışılmasını kapsamaktadır. Bu boyutta duyguların yanında iyimserlik, umut gibi yapıcı, olumlu düşünce yapılarının da incelenmesi teşvik edilmiştir. İkinci düzeyde ise pozitif psikoloji bireysel özellikleri temel alarak, dürüstlük, cesaret gibi insanlarda zamanla değişmeyen ve gözlenebilen olumlu davranış örüntülerinin araştırılmasını içermektedir. Bu düzeyin ayrıca bireylerin estetik duyarlık geliştirmesi ve mükemmelliğe yönelmesi gibi konuları da kapsadığı belirtilmiştir. Son olarak, pozitif psikoloji grup veya toplumsal boyutta çalışmaları teşvik etmiş ve olumlu kurum, kuruluş veya organizasyonların inşası ve geliştirilmesi konularına değinmiştir. Bu boyutlar ele alınarak düşünüldüğünde pozitif psikoloji yaklaşımı olumlu insan işlevselliğinin ve gelişiminin biyolojik, kişisel, ilişkisel, kurumsal, kültürel ve evrensel boyutlarını kapsayarak çoklu düzeylerde bilimsel yöntemlerle araştırılmasını amaçlamaktadır.

Pozitif psikoloji, öznel, bireysel ve toplumsal boyutları ile insan deneyimini ele alarak daha tatmin edici bir yaşam yaratmayı ve iyi olanı besleyip geliştirmeyi hedeflemektedir. Bu kapsamda pozitif psikolojinin en temel konusunun “iyi bir yaşam”, en temel sorusunun ise “iyi bir yaşamın bileşen ve yordayıcıları nelerdir?” olduğu görülmektedir (Compton & Hoffman, 2012). Kısacası, pozitif psikoloji bireyler ve toplumlar için iyi bir yaşamı hedefleyerek onu oluşturan en önemli yapılardan biri olan iyi oluş kavramının ele alınmasını teşvik etmektedir (Seligman, 2011). Bu sebeple pozitif psikoloji yaklaşımı ile iyi oluşu inceleyen çalışmaların arttığı ve iyi oluşa yönelik farklı kuramsal açıklamaların yapıldığı görülmektedir.

14

İyi Oluş

İyi bir var oluş ve yaşamın nasıl olduğuna yönelik sorulara Socrates, Aristotle ve Plato gibi psikolojinin felsefe kapsamında yer aldığı zamanlarda bile önem verildiği ve cevap arandığı görülmektedir. Nitekim adı geçen filozofların bireyin erdemli bir yaşam sürmesinin onu mutlu edeceğine inandıkları da bilinmektedir. Ancak bunun yanında Epicurus ve sonrasında faydacı (utilitarian) yaklaşım etrafında toplanan filozofların ise yine bu soruna odaklandıkları ancak farklı bir bakış açısı getirerek mutluluğu olumlu duygu ve zevklerin fazla, bol deneyimlenmesi ile tanımladıkları görülmektedir (Hefferon & Boniwell, 2011). Pozitif psikoloji ise iyi oluş kavramını bu felsefi görüşlerden yararlanarak iki temel yaklaşım etrafında ele almıştır. Bunlardan ilki iyi oluşu mutluluk olarak ele alan ve olumlu duyguların fazlalığı ve olumsuz duyguların azlığı ile özetleyen hazcı (hedonic) bakış açısını, diğeri ise iyi oluşun yaşamda anlam ve amaç edinimi ile ulaşılabileceğine odaklanan ödonomik (eudaimonic) bakış açısını oluşturmaktadır (Kashdan vd., 2008; Keyes & Annas, 2009).

İyi oluşu hazcı bakış açısı ile ele alan hedonik yaklaşımın çok eski bir tarihi olduğu ve Aristippus, Hobbes, DeSade gibi birçok Yunan filozofunun iyi bir yaşamı mutlu ve zevkli anlar ile özdeşleştirdiği ve iyi bir yaşamı bu mutlu ve zevk dolu anların toplamı olarak ele aldığı görülmektedir (Ryan & Deci, 2001). Ancak, hedonik yaklaşımda iyi oluşun sadece bedensel zevklerle ilgili olmadığı ve iyi oluşun fiziksel bir hazza indirgenemeyeceği aksine zihnin de önemli olduğu ve amaçlar edinip onlara ulaşmak gibi psikolojik açıdan tatmin sağlayan durumları da kapsadığı vurgulanmıştır (Diener vd., 1998; Kubovy, 1999). Bununla birlikte, bu yaklaşımda iyi oluşun tanımı tamamiyle özneldir ve kişinin kendi perspektifiyle şekillenmektedir (Hofer, Busch & Kiessling, 2008). Bu açıdan bakıldığında hedonik yaklaşımın iyi oluşu öznel iyi oluş olarak kavramsallaştırdığı ve kişinin genel veya özel yaşam alanlarında kendi yaşamını ne derece iyi olarak değerlendirdiğini tanımlamaktadır. Bu noktada bireyin yaptığı değerlendirmeler duygusal veya bilişsel

15

olabilmektedir (Schimmack vd., 2004). Öznel iyi oluşun duygusal içeriğini; bireyin yaşamında zevk veren ve vermeyen duygusal deneyimlerinin oranı, bilişsel içeriğini ise bireyin kendi standart ve kriterlerine göre kendi yaşamından ne derece memnun olduğunun değerlendiren yaşam doyumu oluşturmaktadır. Sonuç olarak öznel iyi oluş yaklaşımı ile bakıldığında birey olumsuzlara oranla daha sık olumlu duyguları deneyimliyor ve öznel beklenti ve kriterlerine göre kendi yaşamından memnun olduğunu düşünüyorsa iyi oluşu yüksek olarak değerlendirilmektedir (Diener vd., 1985).

Ödonomik yaklaşımda ise tatmin edilen veya gerçekleşen her istek ve arzunun iyi oluşu beslemeyeceği aksine bazı durumlar sonucunda haz duyulabildiği halde bunun iyi oluş ve iyi bir yaşam için zararlı olabileceği savunulmuştur (Hofer, Busch & Kiessling, 2008). Bu açıdan ödonomik yaklaşım temellerini Aristotle’ın mutluluk felsefesinden alarak hazcı mutluluğun insanları kendi arzularının köleleri haline dönüştüreceğini, asıl mutluluğun ise ancak değerli olanı yapmak ve erdemli yaşamak olduğunu belirtmişlerdir (Ryan & Deci, 2001). Bu kapsamda iyi oluş insanın ahlaki mükemmelliğini yansıtan iyi bir yaşam yaşaması ile özdeşleştirilmiştir. Yaklaşımı temsil eden ödonomi (eudaimonia) kavramına ise bu sebeple büyük bir önem verilmekte ve insan iyiliğinin en temelini yansıttığı belirtilmektedir. İnsanın iyiliğe ise ancak mantık ve ölçülülük ile hareket ederek ve ahlaki mükemmeliğe yönelerek ulaşabileceği savunulmaktadır (Ryan & Deci, 2001).

Bununla birlikte, ödonomik yaklaşım temelinde gelişen birçok farklı kuramsal perspektifin oluştuğu görülmektedir (Hofer, Busch & Kiessling, 2008). Örneğin, Waterman (1993) iyi oluşun en önemli belirleyicisinin otantiklik (authenticity) olduğunu belirtmiş ve insanın iyi oluşunun kendi “gerçek” kimliği ile uyum içerisinde yaşamasına bağlı olduğunu savunmuştur. Ryan ve Deci (2000) ise öz belirleme kuramı (self-determination theory) olarak geliştirdikleri yaklaşımda iyi oluşun belirli ihtiyaçların giderilmesiyle sağlanacağını belirtmiş ve bu kapsamda otonomi, yetkinlik ve ilişkisellik olmak üzere üç temel ihtiyaç olduğunu savunmuşlardır. Öz belirleme kuramından farklı olarak pozitif psikolojik

16

işlevselliği oluşturan ihtiyaçlar noktasında Ryff (1989) yaşam gelişimi perspektifi (life span development) edinmiş ve altı temel ve evrensel ihtiyaç belirlemiştir.

Ryff (1995) tarafından geliştirilen ve psikolojik iyi oluş olarak tanımlanan bu yaklaşımda evrensel altı ihtiyaç iyi oluşun boyutları olarak ele alınmış ve kendini kabul, diğerleriyle olumlu ilişkiler, otonomi, çevresel hakimiyet, yaşam amacı ve kişisel gelişim olarak sınıflandırılmıştır. Bu kategorilerde, kendini kabul bireyin kendisi ve yaşamına yönelik olumlu tutumunu, diğerleriyle olumlu ilişkiler sıcaklık ve güven dolu yakın ilişkileri, otonomi başkaları tarafından empoze edilen kısıtlamalardan sıyrılmayı, çevresel hakimiyet çevredeki durum ve olayları kontrol edebilmeyi, yaşam amacı yaşamda anlam ve yön sahibi olmayı ve kişisel gelişim ise kendi potansiyellerini gerçekleştirmeye sürekli yönelimi ifade etmektedir. Ancak Ryff (1989) bu ihtiyaçların karşılanmasının iyi oluşa götüren aracılar olmadığını aksine bu boyutların iyi oluşun kendisi olduğunu belirterek onları psikolojik iyi oluşun en merkezi kriterleri olarak tanımlamıştır.

Hedonik ve ödonomik kuramların yanında etkinlik perspektifi (engagement perspectives/ activity theory) üçüncü bir yaklaşım olarak ortaya çıkmış ve iyi oluşu, duyguya daha az vurgu yaparak bireyin dikkat ve katılımının belirli aktivitelere yönelmesi ile açıklamıştır. Bu kapsamda iyi oluş, bireylerin yaşam atkiviteleri içinde nasıl yer aldığının bir fonksiyonu olarak ele alınmış ve yaşam etkinlikleri ve amaç edinimi gibi konular vurgulanmıştır. Bu görüşe göre, bireyin iyi oluşu içsel motivasyon ve kendi hür iradesi ile bilerek ve isteyerek seçtiği etkinliklere katılımı ile sağlanacaktır. Ancak bu noktada etkinlik türüne daha az önem verilmiş ve asıl kritik olanın bireyin seçtiği etkinlikler değil bireyin aktif bir yaşam içinde tamamıyla kendini vererek katılım göstermesi olduğu belirtilmiştir (Cantor & Sanderson, 1999; Compton & Hoffman, 2012).

Sonuç olarak, hedonik, ödonomik ve etkinlik kuramlarının iyi oluşu belirli bir boyutta ele aldığı görülmektedir. Ancak kavrama ilişkin yapılan sayısız çalışmaların sonuçları ise iyi oluşun en iyi çok boyutlu ele alınarak anlaşılabileceğini ve bunun hedonik, ödonomik ve

17

etkinlik kavramsallaştırmaların birlikteliği ile elde edilebileceğini göstermektedir. Nitekim bu çalışmalar iyi oluşa ilişkin çok boyutlu yaklaşımların gelişmesini teşvik etmiş ve farklı felsefi yaklaşımların birleştirilerek oluşturulduğu çoklu iyi oluş modellerine işaret etmiştir (Ryan & Deci, 2001).

Alanyazında birçok farklı çok boyutlu iyi oluş modeli geliştirildiği görülmektedir. Bunlardan biri Keyes (1998, 2002) tarafından ortaya koyulmuş sosyal iyi oluş kavramını içermektedir. Bu yaklaşımda tek boyutlu iyi oluş modelleri iyi oluş kavramını tam yansıtamadıkları, diğer çok boyutlu iyi oluş kuramları ise bireyi toplumsal etkilerden arındırarak sosyal rollerinden bağımsız olarak ele aldıkları için eleştirilmiştir. Bu kapsamda sosyal iyi oluş modelinde, sosyal gerçekleşme, sosyal kabul, sosyal integrasyon, sosyal katkı ve sosyal uyum boyutları ele alınmış ve bireyin sosyal iyi oluşunun toplumdaki işleyişini etkileyeceği vurgulanmıştır.

İyi oluşu açıklamaya yönelik olarak geliştirilen bir diğer çok boyutlu model Hupper ve So (2013) tarafından oluşturulmuş ve hedonik ve ödonomik özellikleri birarada ele alarak iyi oluşu hem duygu hem de işlevsellik açılarından değerlendirmiştir. Bu kapsamda iyi oluş yetkinlik, duygusal kararlılık, bağlanma, anlam, iyimserlik, olumlu duygu, olumlu ilişkiler, kendini toparlama gücü, öz saygı ve zindelik olarak on temel özellik ile kavramsallaştırılmıştır.

Rusk ve Waters (2015) ise pozitif psikoloji kapsamında birçok çalışmada ele alınan iyi oluş davranış göstergelerini incelemiş ve iyi oluşu pozitif işlevsellik (positive functioning) olarak psiko-sosyal sistem yaklaşımı temelinde beş boyutta ele almışlardır. Bu perspektifte bireylerin iyi oluşunun dikkat ve farkındalık, kavrama ve başa çıkma, duygular, hedef ve alışkanlıklar ve erdem ve ilişkiler boyutlarına bağlı olarak değerlendirilmektedir.

Alanyazında yer alan güncel çok boyutlu iyi oluş modellerinden biri de Martin Seligman (2002a) tarafından geliştirilmiştir. Seligman’ın (2002a) ilk olarak otantik mutluluk olarak tanımladığı iyi oluş yaklaşımının özellikle hedonik yaklaşımlar başta olmak üzere diğer

18

birçok iyi oluş modeli ile ortak noktaları olduğu görülmektedir. Otantik mutluluk yaklaşımı zevkli bir yaşam, iyi bir yaşama katılım ve anlamlı bir yaşam olmak üzere üç temel alanı kapsayarak iyi oluşu olumlu duygular, bağlanma ve anlam olmak üzere üç boyutta ele almıştır. Ancak zamanla otantik mutluluk yaklaşımının iyi oluşu tam olarak yansıtmadığını fark eden ve diğer çok boyutlu iyi oluş modellerindeki gelişmeleri takip ederek kuramı geliştiren Seligman (2011) PERMA Çok Boyutlu İyi Oluş modelini ortaya koymuştur.

PERMA Çok Boyutlu İyi Oluş Modeli

Seligman (2011) iyi oluş üzerine geliştirdiği “Otantik Mutluluk” kuramı çalışmalarını takip etmiş ve bu kuramda iyi oluşun karmaşıklığını yansıtmakta yetersiz kalan yönler olduğunu fark etmiştir. Otantik mutluluk modelinin bireyin olumlu duygularını, anlamlı bir hayat sürmesini ve akış yaşadığı deneyimlerini içermesi açılarından önemli bir yapı oluşturduğu ancak modelde yer alan mutluluğun merkezi bir temele konduğu ve neşe ve haz odağı ile eş anlamlı olarak kullanıldığı belirtilmiştir. Bunun ise modeli haz odağına indirgediği ve insanın temel motivasyonunun mutluluk olarak algılanmasına, anlam ve bağlanma boyutlarının ise modeldeki önemlerinin ihmal edilmesine sebep olduğu savunulmuştur. Bu kapsamda otantik mutluluk çalışmalarında iyi oluşun sadece yaşam doyumunun ölçülüp artttırılması ile yürütüldüğü ve bunun bireylerin yaşamlarında yaptıkları seçimleri ve belirledikleri bir amaca yönelmelerini anlama noktasında eksik kaldığı belirtilmiştir. Martin Seligman 2011 yılında otantik mutluluk modelinde yer alan eksikliklerin giderilmesini ancak modelin temelinde yer alan bileşenlerin korunmasını sağlayarak yeni bir iyi oluş modeli geliştirmiştir. Bu yeni modelde önceki modelde yer alan olumlu duygular, anlam ve bağlanma boyutları yerlerini korumuş ancak bunların yanında başarı ve olumlu ilişkiler boyutları da iyi oluşun önemli bileşenleri olarak modele eklenmiştir. Sonuç olarak elde edilen bu yeni çok boyutlu iyi oluş modeli PERMA, Seligman’ın (2011) ifade ettiği gibi bir “şeyi” değil bir yapı”yı temsil etmekte ve iyi oluşun karmaşık yapısını

19

anlamada olumlu duygular (P-positive emotions), bağlanma (E-engagament), olumlu ilişkiler (R-positive relations), anlam (M-meaning) ve başarı (A-accomplishment) olmak üzere toplam beş bileşenden oluşmaktadır.

Olumlu Duygular

İnsanlar tarafından deneyimlenen temel duygulara ilişkin araştırmalar incelendiğinde bu konudaki çalışmaları ile anılan Paul Ekman’ın (2003) öfke, tiskinme, korku, eğlence, üzüntü ve sürpriz olmak üzere altı duygudan bahsettiği görülmektedir. Bu noktada farklı teoriler bulunmasının yanında negatif olarak sınıflanan kaygı, öfke ve üzüntü gibi duyguların alanyazında oldukça çalışıldığı dikkat çekmektedir. Bu duyguların oluşumuna ilişkin kuramların evrimsel psikolojiye dayandığı ve bu duyguların insanların hayatta kalmasına olan katkısı tartışılmıştır. Ancak, son yıllarda yürütülen güncel çalışmalarda ise olumlu duygular olarak nitelendirilen eğlence ve neşe gibi duyguların da bireylerin varlığı için önemli olabileceği tartışılmıştır (Strauss & Allen, 2006).

Olumlu duyguların neler olduğu ve nasıl işlediğine ilişkin olarak alanyazında en çok kabul gören ve çalışma yürüten araştırmacılardan Fredrickson (2001) yıllar süren laboratuar araştırmaları sonucunda genişletme ve inşa etme (broaden-and-build theory of positive emotions) kuramını geliştirmiştir. Fredrickson (2009) bireyler tarafından en çok deneyimlenen ve ayrıca alanyazında en çok araştırılan olumlu duyguları: eğlence, şükran, huzur, ilgi, umut, gurur, keyif, ilham, huşu ve aşk olarak belirtmiştir. Bununla birlikte yaptığı birçok araştırmada, deneyimlenen olumlu duyguların bireyin düşünce-davranış repertuarını (thought-action repertoires) genişlettiğini, olumsuz duyguların etkilerini azalttığını ve bireylerde yılmazlığın gelişimine katkı sağladığını bulmuştur (Cohn & Fredrickson, 2009).

Genişletme ve inşa etme kuramı kapsamında olumlu duyguları deneyimleyen bireylerin düşünme becerilerinin genişleyeceği ve Fredrickson’un (2004) ifadesi ile “kişilerin

20

sınırların veya belirlenen çizgilerin ötesinde (outside of the box)” düşünebilecekleri savunulmuştur. Bunun ise bireylerde alternatif düşünce becerilerini teşvik etmenin yanında olumlu kişisel kaynakların oluşmasına da yardımcı olduğu belirtilmiştir. Nitekim yapılan birçok çalışmada olumlu duyguların problem çözme becerileri gibi entelektüel kaynakları, koordinasyon gibi fiziksel kaynakları, olumlu ilişkiler gibi sosyal kaynakları, kendini toparlama gücü, ve iyimserlik gibi psikolojik kaynakları geliştirdiği bulunmuştur (Hefferon & Boniwell, 2011; Saroglou vd., 2008).

İyi oluşa katkı sağlayan olumlu duyguların oluşumuna ilişkin olarak çalışmaların beyin araştırmaları ve “Uyuşmazlık” teorisi (Control-theory perspective/ Discrepancy theory) kapsamında yürütüldüğü görülmektedir (Hefferon & Boniwell, 2011). Bu kapsamda, beyin araştırmaları olumlu duygulardan sorumlu beyin bölümlerini incelemek üzerine odaklanarak bu duygularda prefrontal korteks ve amigdalanın rolüne işaret etmektedir (Davidson, 2001). Bununla birlikte farklı bir perspektifle Carver ve Scheier (1990) uyuşmazlık kuramlarında bireylerin her zaman bir hedefe ilişkin olarak düşünüp harekete geçtiklerini ancak şimdi oldukları ile olmak istedikleri yer arasındaki farkı kapatmaya ilişkin olarak belirli değişiklikleri yapmaları gerektiğini belirtmişlerdir. Bunun sonucunda ise “olumsuz duyguları, bir hedefe yönelik gösterilen yetersiz ilerme sonucundaki duygusal deneyim, olumlu duyguları ise gelecekteki bir başarıya yönelik katedilen gelişme ve ilerleme sonucundaki duygusal deneyim” olarak tanımlamışlardır.

Bağlanma

Seligman (2011) bu alt boyutun isimlendirilmesinde “Engagement” kavramını kullanmıştır. Butler ve Kern (2016) tarafından geliştirilen PERMA Çok Boyutlu İyi Oluş Ölçeği’ni Türkçe’ye uyarlayan Demirci vd. (2017) “Engagement” boyutunu Türkçe’ye “Bağlanma” olarak aktarmışlardır. Alanyazında “bağlanma” kavramı daha çok “attachment” ifadesinin karşılığı olarak kullanıldığından bu ifadenin bir kavram

21

karmaşasına yol açabileceği düşünülse de literatürde bütünlüğü sağlamak adına bu araştırmada da Demirci vd. (2017) tarafından kullanılan “bağlanma” ifadesine yer verilmiştir.

Bağlanma davranışsal, bilişsel ve duygusal bileşenleri kapsayan çok boyutlu bir yapı olarak ele alınmaktadır (Schwartz vd., 2016). Bu boyutlar ele alınarak tanımlandığında bağlanma bireyin grup veya aktivitelere katılımı, etkinliklerdeki ilgi ve hevesi, yapılan işe bağlılık ve adanmışlığı ve elinde bulunan çalışmaya verdiği dikkati olarak ifade edilmektedir (Appleton, Christenson & Furlong, 2008; Csikszentmihalyi, 1997).

Bağlanmanın alanyazında eğitsel, kurumsal gibi birçok farklı alanda çalışıldığı görülmektedir (Butler & Kern, 2016). Bununla birlikte bağlanma, psikoloji alanyazınında en fazla “Akış Kuramı” (Flow) ile birlikte ele alınmaktadır. Akış kuramı kapsamında ele alındığında ise bağlanma kavramının Mihalyi Csikszentmihalyi tarafından 1960’lı yıllardan beri yürütülen çalışmalar sonucunda önem kazandığı söylenebilir (Hefferon & Boniwell, 2011).

Maslow, Deci ve Ryan tarafından bireyleri içsel motivasyona iten faktörlerin incelenmesi

Benzer Belgeler