• Sonuç bulunamadı

1.2.1. Kur’an-ı Kerim’de Yabancılaşmayı İfade Eden Durumlar

Diğer semai dinlerde olduğu gibi İslamiyette de yabancılaşma kavramı önemli bir yer tutmaktadır. Yabancılaşma kavramına göndermelerde bulunan birçok ayetin varlığı bunun en önemli kanıtıdır. Kur’an-ı Kerim’ de yabancılaşma daha çok fıtrattan uzaklaşma ve Allah’tan kopma şeklinde kendini gösterir.

“Yabancılaşma konusunda İslam dünyasında da çeşitli ilim ve fikir adamları farklı kavramlarla da olsa düşüncelerini açıklamışlardır. İslam dünyasında yabancılaşma, daha çok tasavvufi düşünce içerisinde gündeme gelmiştir. Bu alanda önemli kişilerden biri olan Cüneyd-ı Bağdadi’ye göre insanın Allah’tan ayrılması ve birçok engelin arkasına (dünya hayatına) düşmesi onu yabancılaştırmıştır.” (Çakmak, 1996, s. 304)

“Yabancılaşmada temel tartışma, insanın önce ‘kendi’ ve giderek tabiat ve çevresi ile ilişkilerinde ortaya çıkmaktadır. İnsanın ‘kendi’si ve çevresi ile uyum içinde olması buradaki en temel sorunsaldır. İslam’ın yaklaşımında Allah (cc) insanı, çevreyi

25

ve diğer her şeyi yaratan bir varlık olarak varoluşun temel kaynağı ve referansıdır. Bu bağlamda gerek yaratan-yaratılan, gerekse ontolojik köken açısından düşünüldüğünde, insan ile çevresi hiçbir karşıtlık ve çelişki yoktur. İslam’ın diğer din ve ideolojilerden bilhassa Hegel ve Marx’ın yaklaşımlarından farkı, tam da bu noktada ortaya çıkar. İslam bakış açısından insan ile doğa arasındaki farklılık ontolojik temelli değildir ve tevhid inancı gereğince aralarında çelişki bulunmaz. Bir başka deyişle, varoluşun yegȃne kaynağı olan Allah, uyumun da referansıdır. Allah, insana bir ‘kendilik (fıtrat) ; tabiata da işleyen yasalar (Sünnetullah) vermiştir ki, yabancılaşma bir yandan insanın üretimleriyle bağlantılı ‘kendi’liğiyle, diğer yandan kurduğu ilişki bağlamında tabiatla çelişkisini ortaya çıkarmak demektir. Hiç şüphesiz insanın kültürel, politik, dini, maddi vb. tüm üretimleri, onun ‘kendi’liğiyle oluşan mesafeyi ya da tekabüliyeti birinci elden tabiat üzerindeki yansımalarıyla vermektedir. Bugün denizlerin kirliliğinden, şehrin olumsuzluklarına, insan-insan ve insan-tabiat ilişkilerine, nükleer bomba vb. tüm üretimler doğrusu birinci elden bu yabancılaşmayı deşifre etmektedir.” (Tekin, 2010, s. 108)

Kayışoğlu’na göre yabancılaşma varolan dini değerleden ahlak ve gelenkten uzaklaşmanın bir sonucudur. Dini bilgi, inanç ve değerlerden uzaklaşmanın bir neticesi olan yabancılaşma, ahlaki ve kültürel karmaşada etkisini hissettirerek, hakikat ve kimlik krizine yakalanan kalpleri ve zihinleri derinden etkilemektedir. Yabancılaşmayı doğuran temel nedenleri Kayışoğlu, üç ana başlık altında sınıflandırmıştır (Kayışoğlu, 2010, s. 54)

Fıtrattan Uzaklaşma

Yarmak, yaratmak, icad etmek anlamlarına gelen fıtrat, “f, t, r” kökünden türemiştir. Fıtrat, insanoğlunun en saf ve en doğal, yabancı unsurlardan etkilenmemiş halini ifade eder. Her insan, Allah’ı bilme, tanıma ve benimseme fıtratı üzerine dünyaya gelir. Kur’an-ı Kerim’de f, t, r kökleri çeşitli kullanımlarıyla geçerken, fıtrat şeklinde ise sadece bir ayette geçer: “Sen batıl olan her şeyden uzaklaşarak yüzünü kararlı bir şekilde hak olan dine çevir ve Allah’ın insan bünyesine nakşettiği fıtrata uygun davran ki, Allah’ın yarattığında bir bozulma ve çürümeye meydan verilmesin; bu sahih bir dinin gayesidir, ama çoğu bunu bilmezler.” Bu ayetten, kişi; aslını, özünü olumsuz

26

etkilerden koruduğu sürece tevhid esasına göre yaşayacağını aksi durumda ise fıtratının özünün bozulacağı sonucunu çıkarırız. (Yıldız F. , 1997, s. 35)

Bu durumda insanın hayatını anlamlı kılan şey, hayata değer katan temel özellik, insanın fıtratına uygun davranarak kendinden beklenen sorumlulukları yerine getirmesidir. İnsanlık vazifelerini ihmal eden ve sorumsuz bir hayat yaşayan insanlar, gerçek anlamda insanlık değerini de yitirmiş, kaçınılmaz olarak kendilerini yalnızlık ve yabancılaşmanın kucağına terk etmiş olacaklar.

Hak dininden uzaklaşan insan, tabiatına aykırı hareket ettiği için, kendine yabancılaşmaktadır. Çünkü “fıtratta tevhit asıl, küfür ise arızîdir.” Din, insan doğasına dayanan gerekli bir olgu olduğundan, onu kaldırmak mümkün değildir. Öyleyse yapılması gereken fıtratla uyum içerisinde kalarak, insanı doğasına uygun doğrultuda geliştirmektir.” (Kayışoğlu, 2010, s. 55-56)

Tevhit’ten Uzaklaşma

Allah’a karşı yabancılaşma olarak tanımlayabileceğimiz, Arapçada “eş-şeride ve eş-şirk” anlamına gelen şirk, ortaklık anlamına gelir ve tevhidin zıttı olarak kabul edilir. Şirk, Allah dışında başka varlıklara birtakım kutsal vasıflar yüklemek suretiyle bu varlıklara tapma olayıdır. Bu, zaman zaman bir put, bir hayvan, tabiat kuvvetleri, semavi cisimler şeklinde ortaya çıkarken günümüzde ise daha çok kendini nesneler ve kapitalizmin temel dayanağı olan “para” olarak göstermektedir. Birey Allah ile olan çizgisinden uzaklaştıkça fani şeylere meyleder ve Allah’tan korktuğu gibi bu nesnelerden korkar ve hayatının merkezine Allah yerine bu varlıkları yerleştirir. (http://www.memleket.com.tr/print.php?type=2&id=8006)

Kayışlıoğlu’na göre Kur’an insan için temel hareket noktası olarak tek tanrı inancını (tevhid) yerleştirmiştir. Buna göre Allah tüm evrenin ve insanın tek yaratıcısı ve yegâne sahibi ve biricik hȃkimidir. O ta baştan insanı yaratırken onu karanlıkta bırakmamış ona bilme, düşünme, anlama ve kavrama yetilerini vermiş; iyiyi kötüden ayırt etme imkânı, irade ve hürriyet lütfetmiş, ona gerçeği öğretmiş, hatalarına karşı duyarlı olup tövbe edenleri de bağışlamıştır. Varlığa dilediği gibi tasarruf etme yetkisi sunmuştur. Bununla beraber insan başıboş ve sorumsuz bir varlık da değildir. Çünkü

27

insan ancak tevhid çerçevesinde kalarak varlığını gerçekleştirebilir. İnkârcılık, şirk, nifak insan benliğini parça parça eder, onu karanlıklara sürükler, onu kıymetsizleştirir. Dünya hayatı bir imtihan sürecidir. İnsan bu hayatın sonunda Allah’a dönecektir. İnsan Allah’ın kendisine indirdiği hidayet rehberi Kur’an’a göre davranmalıdır. Allah’ı unutmanın sonucu şahsiyetin parçalanmasıdır.” (Kayışoğlu, 2010, s. 57)

Sorumluluktan Uzaklaşma

Kayışoğlu’na göre farklı bir biyolojik ve psikolojik yapıda varedilen, Allah katında hem aklıyla hem de özgür iradesinden dolayı şerefli bir varlık sayılan, her türlü iyiliği ve kötülüğü birbirinden ayırma özellikleriyle donatılan insan hem bu dünyayla hem de diğer dünyayla ilgili bütün durumlarda çok kritik seçimlerle baş başadır. Bu seçimlerden en önemlisi de bireyin kendi fıtratından uzaklaşıp uzaklaşmama seçimidir. Bu konuda Kayışoğlu şunları dile getirir: “İnsanı ve onun tabiatını en iyi tanıyan Allah onun uyacağı temel ahlâki değerleri ve yaptırımları belirleyerek insana bunlarla uyumlu yaşamayı önermiştir. Ne var ki fıtratıyla çatışan, Allah’ın önerilerini dikkate almayan insan, sorumsuz bir hayat yaşamak isteyen ahlâki ve manevi bir düşüş tehlikesiyle karşı karşıya gelmekte kendisine yabancılaşmaktadır. Allah’ı unutan insana, kendi benliği de unutturulmakta böylece insan fıtratıyla, yaratıcısıyla, varlıkla yabancılaşmakla yüz yüze kalmakta ve yoldan çıkmaktadır.” (Kayışoğlu, 2010, s. 58-59)