• Sonuç bulunamadı

Kur’ân, Lehçeler ve Cahiliye Şiiri Açısından İʻrâba Karşı Çıkanlar

1.4. TARİHSEL SÜREÇ İÇERİSİNDE İʻRÂBI KABUL EDEN VE ETMEYENLER

1.4.2. İʻrâba Karşı Olanlar

1.4.2.1. Kur’ân, Lehçeler ve Cahiliye Şiiri Açısından İʻrâba Karşı Çıkanlar

Çağdaş dönemde İbrahim Enîs, Enîs Feriha gibi dilcilerin yanı sıra, Kasım Emin, Lütfi Seyyid, Emin el-Hûli ve Taha Hüseyin gibi aralarında edip ve siyasilerin de bulunduğu çok sayıda kişinin, iʻrâbın varlığı ve anlama etkisindeki rolü konusunda karşı görüşleri bilinmektedir. Ayrıca müsteşrikler içerisinde iʻrâba bu anlamda karşı çıkan Karl Wollers, Paule Kahle, W. Spitta, William Vilcoks gibi isimler de mevcuttur.85

Genelde Arap dilinde, özelde ise Kur’ân’da, iʻrâbın olmadığı bunların daha sonra dile eklendiği şeklinde bir iddia ileri sürülür. Buna göre, iʻrâb sistemi sonradan oluşturulmuş haliyle Kur’ân’a tatbik edilmiş ve bir dil olgusu olarak türedi bir şekilde bu dil çalışmaları neticesinde açığa çıkmıştır. Aynı iddia, Sâmi dillerde, Arap Cahiliye şiirinde ve Arap lehçelerinde iʻrâbın tarihsel süreç içerisinde zaten olmadığı şeklinde devam ettirilmiştir.

Aslında böyle bir iddiada bulunulmasının sebebi, iʻrâbın anlamla ilişkili olmadığı, dolayısıyla da iʻrâb harekelerinin kelimelerin cümledeki işlevsel olan konumlarını değil, varsa bile sadece bazı sesleri ifade ettiği düşüncesidir. Bu seslerin varlığı ise kelimeler arası geçişi yani Burada delil olarak söylenenler de aslında iʻrâbın aslına delalet etmezler” iddiasına karşı verilen cevaplar için bkz. Muhammed Hasan Cebel, Difâ‘un ‘ani’l-Kur‛ân: Asâletu’l-İʻrâb ve Delâletuhu ale’l-Meâʻnî, Dâr-u Berberî li’t-Tıbâ῾ ῾Hadîsî, BesyDâr-un 2000, ss. 13-20.

84 Cahiliye şiirinin İslami döneme intikali ve mevsukiyeti hakkında yapılan tartışmalar hakkında bkz.

Nasîruddîn Esed, Mesâdiru’Şi’ri’l-Câhilî, Dâru’l-Meʻârif, Kahire 1978; Nihad Çetin, Eski Arap Şiiri, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, İstanbul 1973, ss. 20-57; Mehmet, Yalar “Câhiliye Şiirinin Tarihsel Gerçekliği Problemi”, Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, cilt:17, sy. 2, Bursa 1993, ss. 95-120.

85 Civelek, Arap Dilinde İ‘râb Olgusu, s. 165.

29

vaslı sağlamasıdır. Böylece bu harekeler sözdeki yavaşlığı ve zorluğu giderir, rahat konuşmayı ve sözün düzenini sağlar.

İʻrâba yöneltilen eleştiriler bir yönüyle de onun tarihsel bir olgu olarak var olmadığına ilişkindir. Bu iddia şöyle özetlenebilir: İ῾râbın, daha çok, Arap diline has olarak cahiliye döneminde ve daha öncesinde var olduğuna dair elimizdeki mevcut deliller oldukça zayıftır.

Bu hususta delil olarak söylenenler de esasında, iʻrâbın aslının olduğuna delalet etmez.86 Müsteşrik V. Renan, iʻrâbın kadim Sâmi dillerinde basit birkaç gösterge dışında belirgin olarak bulunmadığını, İbranice, Habeşçe ve Arâmicede bu olguyla karşılaşılmadığını, dolayısıyla iʻrâbın sadece Arapçaya ait bir özellik olduğunu söylemektedir.87 Ayrıca İbrahim Enîs’e göre de iʻrâb olgusunu kadim Sâmi dillerine dayandırmak için elimizde güçlü bulgular yoktur. Ona göre, İbranice bazı yazılarda bulunan fetha, damme, kesra benzeri şeyler de hareke olarak kullanılmamış, bunlar daha sonraki dönemlerde zaten kaybolup gitmiştir.88

Bu iddialara cevap olarak Nöldeke, Brockelman, Philippi gibi müsteşrikler ise iʻrâbın eski Sami dillerinde ref, nasb ve cer işaretleri olarak bulunduğuna dair deliller ve araştırmalar sunmuşlardır. Onlara göre iʻrâb olgusu M.Ö. 2500’lere kadar gitmektedir.89 “Alman müsteşrik J.Fhück, Sâmi dillerinin edebî gelişim ve parlaklığı dönemlerinde kaybettiği en eski dilsel unsurlardan olan iʻrâb özelliğini, sadece bu dil ailesinden olan kadim Babilcenin ve fasih Arapçanın muhafaza ettiğini kaydetmektedir. Ona göre, uzun asırlardan beri bedevi Arap lehçelerinde bu olgu net bir şekilde görülmektedir.”90 Yine Arap dilbilimcilerinde Ramazan ʻAbduttevvâb da iʻrâbın varlığının İslam öncesi dönemde var olduğunu iddia etmektedir.91

Kanaatimizce, Araplardan cahiliye döneminde ve çok eski zamanlardan kalan bazı yazılı metin veya eserlerden anlıyoruz ki, nadiren de olsa noktalar kullanıldığı gibi harekeler de kullanılmıştır. Ayrıca Sâmî dillerinin iʻrâbtan hâli olduğu düşüncesi de doğru değildir.

Yuhan Fiek gibi pek çok müsteşrik, Sâmî dillerinden Aramice’de, İbranice’de, Babilce’de ve

86 Cebel, Difâ‘un ‘ani’l-Kur‛ân, ss. 13-20.

87 Vâfi, Fıkhu’l-Luğa, s. 161.

88 Enîs, Min Esrâri’l-Luğa, s. 35.

89 Ahmed Alemuddîn el-Cundî, “el-İ‘râb ve Muşkilâtuh”, Mecelletu Mecma‘u’l-Luğati’l-ʻArabiyye, sy.

42, Kahire 1978, s. 161.

90 Emrullah Ülgen, İ‘râbu’l-Kur‘ân’ın Tefsirdeki Yeri ve Önemi, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Doktora Tezi, İstanbul 2012, ss. 34-36; Johann W. Fück, el-ʻArabiyye: Dirâsât fi'l-Luğa ve'l-Lehecât ve'l-Esâlib, çev. Ramazan ʻAbduttevvâb, Mektebetu’l-Hâncî, Kahire tsz. s. 15.

91 Ramazan ʻAbduttevvâb, Fusûlun fi Fıkhi’l-ʻArabiyye, Mektebetu’l-Hâncî, Kâhire 1999, ss. 381-385.

30

Arapça’da iʻrâbın olduğunu söylemiştir. Ayrıca, Arapça eski çağlardan itibaren iʻrâblı olarak okunmuş, şiir ve nesir bu şekilde intikal etmiştir.92

İʻrâb olgusuna bir de Arap lehçeleri üzerinden eleştiriler yapılır. Buna göre, İ῾râb alâmeti cümlenin anlaşılmasında temel unsur olsaydı, günümüz Arapça lehçeleri, iʻrâbdan vazgeçmezlerdi. Günümüzde, dünyada konuşulan Arapça lehçelere baktığımızda bunlar arasında bazı farklar vardır. Bunlar iʻrâb olmaksızın kullanılır, dolayısıyla bütün bu lehçeleri geçmişten bu yana (İslam öncesi) tek bir iʻrâb sistemi üzere bize intikal etmemiştir. Ayrıca, cümleyi oluşturan öğeler arasında ince münasebetlerin bulunması gibi daha birçok özelliğe sahip iʻrâb sisteminin bütün bu sebeplerden, klasik ve çağdaş lehçelerde tezahürü mümkün görülmemektedir. Bazı araştırmacılar da iʻrâb kaidelerini sadece edebiyat alanına, özellikle de şiir, hitabet ve nesir alanlarına hasrederek bu özelliğin klasik ve modern lehçelerdeki varlığını kabul etmemektedirler.93

Bu iddialara da farklı şekillerde cevap verilmiştir. Örneğin, Yemen’in bazı dağlık bölgelerinde yaşayan bazı bedevi Arapların iʻrâba dayalı bir şekilde hala fasih bir Arapça konuştukları tespit edilmiştir. Dolayısıyla, konuşulan hiçbir lehçede iʻrâba riayet edilmediği doğru değildir. ez-Zebîdî (ö. 1205/1791), bu tür kavimlerin, cahiliyeden günümüze kadar bu şekilde dilleri değişmeden fasih olarak kaldığını ve bunun da iʻrâba bağlı olduğunu söylemektedir. Ayrıca konuşulan lehçelerde hiç iʻrâb olmadığı da doğru değildir; çünkü bazı lehçelerde iʻrâba riayet edilir.94 Ayrıca günümüzdeki bazı lehçelerde belirgin olarak iʻrâbın kullanılmamış olması (iddiası), bunun geçmişteki kullanılan lehçelerde de olmadığı anlamına gelmez. Nitekim Arap dili ve lehçeleri üzerinde araştırma yapan Alman müsteşrik J. Fück, iʻrâb olgusunun İslam öncesi ve sonrası bedevi Arapların lehçelerinde mevcut olduğunu, varlığını muhafaza ederek günümüze ulaştığını, günümüzde varlığını devam ettiren bazı âmmî lehçelerde de somut işaretlerinin görüldüğünü kaydetmektedir.95

İʻrâb konusunda diğer bir eleştiri konusu da şiirdir. Cahiliye şiirinde iʻrâb olgusunun olmadığını söyleyenler, aslında Kur’ân’daki iʻrâb olgusunun cahiliye şiirine dayanmadığını,

92 Cebel, Difâ‘un ‘ani’l-Kur‛ân, ss. 28-29.

93 Mehdî Mahzûmî, Medresetu’l-Kûfe ve Menhecuhâ fî Dirâseti’l-Luğa ve’n-Nahv, Matba‘atu Mustafa el-Halebî, Mısır 1958, s. 249.

94 Sarmış, “İʻrâba Yöneltilen Eleştiriler”, Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, sy. 5, Konya 1994, ss. 36-38.

95 Johann W. Fück, ʻArabiyye, s. 15.

31

bunun sonradan Kur’ân’a tatbik edilen türedi kurallar olduğunu iddia eden müsteşriklerdir. Bu kişilerden biri de İngiliz Müsteşrik Margoliouth’tur (1858-1940). Ona göre köken olarak Arap şiiri iʻrâb olgusuyla mukayyet değildir. Zaten, cahiliye şiiri sonradan tedvin edilmiştir. Pek çok sebepten ötürü cahiliye şiiri Kur’ân’ın yorumlanmasında istişhat için kullanılamaz.96 Aynı iddiayı edebiyatçı Taha Hüseyin de dillendirmektedir. Taha Hüseyin, cahiliye şiiri diye adlandırılan şiirlerin pek çoğunun (neredeyse tamamının) cahiliye dönemiyle ilgisinin bulunmadığını, bu şiirlerin siyasi, dini ve sosyal vb. nedenlerle İslam sonrası uydurularak cahiliye dönemine nispet edildiğini ifade etmektedir. Buradan da, bu malzemelerin hiçbir biçimde Kur’ân ve hadis metinlerini anlamada ölçü olamayacağı sonucuna varmaktadır.97