• Sonuç bulunamadı

İʻrâb Konumları ve Alâmetleri

2.4. İʻrâb Konumları, Alâmetleri ve Türleri

2.4.2. İʻrâb Konumları ve Alâmetleri

İʻrâb halleri klasik kaynaklarda kelimelerin cümle terkibi içinde aldıkları konumları ve bu konumların sonucu olan alâmetlerine göre ikiye ayrılır:

2.4.2.1. İʻrâb Konumları

İʻrâb konumları klasik kaynaklarda genellikle ref/

عْفَر

, nasb/

بْصَن

, cer/

ٌّرَج

ve cezm/

مْزَج

olarak verilir. Ref ve nasb halleri hem isimde hem fiilde; cer hali sadece isimde; cezm hali ise sadece fiilde bulunur.292 Bunlar, kelimenin cümle içindeki konumu bakımından iʻrâb çeşitlerini ifade eder. Kelimelerin sonlarında iʻrâb alâmetlerini belirleyen unsurlar bu iʻrâb konumlarıdır. İʻrâb konumlarını belirleyen temel etken de gramatik âmildir. Klasik nahivcilere göre iʻrâbın cümledeki konumlarına delâlet eden alâmetleri vardır. Şimdi kısaca bu alâmetleri ele alalım.

2.4.2.2. İʻrâb Alâmetleri: Arap nahivcileri iʻrâb alâmetlerini aslî ve ferʻî olarak iki ana gruba ayırmışlardır. Aslî alâmetler, ref için damme (

ُ

), nasb için fetha (

َ

), cer için kesra (

ِ

)

ve cezm(sükûn) için de harekenin hazfedilmesini belirlemişlerdir.293

Ferʻî alâmetler, beşi isimde ikisi fiilde olmak üzere toplam yedi tanedir. Bunlar: altı isim, müsennâ, cem-i müzekker sâlim, cer halinde gayr-ı munsarıf, efâl-i hamse ve son harfi illetli olan muzâri fiilde gerçekleşir.294 Bu kısımlarda aslî alâmetler uygun olmadığından bunların yerine elif/

ا

, vâv/

و

, yâ/

يَ

ve nûn/

ن

gibi başka işaretler/harfler kullanılır.295

292 Bkz. Hadi ʻAbdullah Naci, el-Minhâc fî Şerhi Cumeli’z-Zeccâci, Mektebetu’r-Ruşd, Riyad 2009, s. 161;

Sîbeveyh, el-Kitâb, I, 13; İbn Hişâm, Şerhu Şuzûri’z-Zeheb(2), s. 101; İʻrâb türlerinin iʻrâb konumlarına göre yapılan tasnifi için bkz. Hasen b. Ahmed el-Cellâl, el-İğrâb fî Teysîri’l- İʻrâb, thk. Ahmed ʻAbdullah el-Kâdî, Dâru’l-Meyân, İskenderiye 2005, ss. 171-177.

293 ʻÎyd, en-Nahvu’l-Musfî, s. 25; İbn Hişâm, Şerhu Katru’n-Nedâ(2), s. 64; İbn Hişâm, Şerhu Şuzûri’z-Zeheb(2), s. 101. Aslî ve ferîʻ olan iʻrâb alâmetlerinin neler olduğu hususunda yapılan tartışmalar için bkz.

el-Melh, Nazariyyetu’l-Asl ve’l-Ferʻ fî’n-Nahvi’l-ʻArabî, ss. 83-86.

294 ʻÎyd, en-Nahvu’l-Musfî, s. 25.

295 ʻAbdulğanî Dakr, Muʻcemu’l-Kavʻâid’il-ʻArabiyye, Dâru’l-Kalem, Dımeşk 1986/1406, ss. 71-72 ve İbn Hişâm, Şerhu Katru’n-Nedâ(2), s. 64; İbn Hişâm, Şerhu Şuzûrı’z-Zeheb(2), s. 101.

86

Genel olarak ise iʻrâb işaretleri iki kısımdır. Bunlar, hareke ve harftir. Bunların sayısı da on beştir. Onlar da: Damme, merfû vav, merfû nûn, fetha, mansûb elif, mansûb yâ, mansûb kesra, mansûb nûn harfi, kesra, mecrûr fetha, mecrûryâ, sükûn, illet harfinin hazfi, meczûmnûn harfinin hazfidir.296

Değerlendirme:

Buraya kadar iʻrâb konumlarının ve alâmetlerinin neler olduğu ve kaça ayrıldığı hakkında genel bilgiler vermeye çalıştık. Şimdi iʻrâb alâmetlerinin cümlenin anlamına ve kelamın manasına delalet etme gibi bir görevinin ya da etkisinin olup olmadığıyla ilgili bir değerlendirme yapabiliriz.

İʻrâb alâmetleri konusu, klasik dilcilerin çoğu tarafından nahvin konusu olarak görülmüş ve bunların işlevsel olarak cümlenin anlamını ve cümle birimlerinin konumlarını doğrudan tayin edici bir etkide bulunduğu kabul edilmiştir. İstisnai de olsa -Kutrub ve Enîs gibi- iʻrâb alâmetlerini nahvin konusu olarak değil de sesbilgisi bağlamında ele alan klasik dil bilginleri de vardır. Buna göre dilsel araştırmalarda iʻrâb harekeleri hususunda nahiv ve ses bilgisi arasında bir bağ kurulduğunu da söyleyebiliriz.

Örneğin biz,

د م َُمَ َءا َج

/Muhammed geldi dediğimizde, fâildeki tenvinli damme(

) konu

olarak hem dil bilginlerinin alanına hem de sesbilgisi/

ِت ا َوْص ْلأا ُمْلِع

alanına girer. Konuyu ses açısından ele alan dilciler, bu tenvinli iʻrâb harekesini, sesin maddi yönü, açığa çıkış şekli, telaffuz sırasında hangi ses organları ile bağlantılı olduğu ve işitsel olarak kulağa etkisi gibi açılardan ele alır. Nahivciler ise bu tenvinli dammeyi(

) cümledeki konumu, işlevsel anlama etkisi bakımından ele alır ki o da bu örnekte fâiliyyettir.297 Genel görüşten farklı olarak konuyu ses zarureti çerçevesinde değerlendiren Kutrub ise, iʻrâb harekelerinin anlamları tefrik etmek için değil, zorunlu bir ses olayından dolayı konulduğunu iddia etmekte ve bununla ilgili örnekler vermektedir.298

296 ʻAbdullatif, Muhammed Hamâse, el-Alâmetu’l-İʻrâbiyye, fi’l-Cumleti beyne’l-Kadîm ve’l-Hadîs, Dâru’l-Ğarîb, Kahire 2001, s. 55; İbn Hişâm, Şerhu Şuzûri’z-Zeheb(2), s. 101.

297 Tayyib el-Bekkûş, et-Tasarrufu’l-ʻArabiyyu min Hilâli ‘İlmi’l-Esvâti’l-Hadîs, 3.Baskı, Tunus 1992, ss. 33-53; Yâkût, Zâhiretu’l-İ‘râb, s. 47.

298 Yâkût, Zâhiretu’l-İ‘râb, s. 48; ez-Zeccâcî, el-Îdâh, ss. 250-252.

87

Bu tür istisnai yaklaşımların aksine, iʻrâb alâmetlerinin -her zaman tek başlarına olmasa da- cümledeki kelimenin görevini belirlediği ve böylece araçsal bir düzeyde de olsa anlamsal bir görev icra ettiği kabul edilir. Bu işlevsel bir görevdir. Kimi zaman cümlenin anlamı iʻrâb alâmetlerinin varlığına bağlıdır. Her ne kadar bazı çağdaş dilciler iʻrâbı, dolayısıyla da iʻrâb alâmetlerini -o olmadan da Arapça terkiplerin anlaşılacağı iddiasıyla- gereksiz görse de, bu alâmetler olmadan iʻrâbın, iʻrâb olmadan da cümlenin anlamının bazı durumlarda belirlenemeyeceği aşikârdır. Nitekim eski metinlerde bulunuan karmaşık ve uzun cümlelerin anlaşılmasında iʻrâbın ne denli işlevsel bir katkı sağladığı bilinmektedir. İʻrâb alâmetleri değişirse kelimenin cümle içindeki konumu, bunun sonucunda da anlamı değişmiş olur. İʻrâb alâmetinin olmadığı bir durumda sanıldığının aksine anlam açık bir şekilde kendini ele vermez.299 Bu yaklaşımı İbnu’l-Esîrin şu örneği ile delillendirebiliriz:

ُءا َم ْلا ع َل ِه ِدا ِع َب ْن ِم َالل ى َش َْي ا ِإ َ نم

300 ayetinde Allah/

الل

lafzı ve ulemâ/

ُءا َم ْلا ُع َل

kelimesinin sonu iʻrâb alâmeti ile belirtilmediğinde anlam da belirsiz olur. Eğer birisi

ْد ْي َز ْن َسْحأ َام

der ve kelime sonlarında iʻrâb alâmetini belirtmezse, biz cümlede onun gayesinin ne olduğunu bilemeyiz.

Bu haliyle o, Zeyd’in güzelliğine hayran kalarak ona taaccüb etmiş olabilir, ya da Zeyd’in en güzel yönünün ne olduğunu sorarak istifhâmı kast etmiş olabilir veya, Zeyd’in iyilik yapmadığını belirtmek için nefy gayesi de gütmüş olabilir. Her üç anlam da ihtimal dahilindedir. Eğer o iʻrâbı belirtseydi şöyle derdi:

ْيااد َز َن َسْحأ َام

/Zeyd ne kadar da güzel!;

ُن َسْح َأ َام

َز ْي

د

/Zeyd’in en güzel yönü nedir? ;

ديز َنسْحأ َام

/Zeyd iyilik yapmadı. Böylece onun kelamdaki amacını anlar ve üç cümlenin anlamlarını iʻrâb alâmetleri sayesinde birbirinden ayırırdık.

Bunlar da ancak iʻrâbla bilinir.”301 Bununla beraber iʻrâb alâmetleri kelamın anlamının bilindiği tek karine de değildir. Bu bağlamda iʻrâb alâmetleri, cümlenin anlaşılmasına yardımcı olan en önemli karinelerden biri olarak düşünülmelidir. Nitekim Arapçada, kelam da ikiye ayrılır: Anlamı iʻrâbsız anlaşılabilen kısım ve anlamı ancak iʻrâbla anlaşılabilen kısım.

Birinci kısma:

اة َحا ُ ت ف َز ْي د َل َك َأ

/Zeyd elmayı yedi örneğini; ikinci kısma da:

ادا َز ْي دي َس ِع َم َك ل

/Said Zeyd ile konuştu örneğini verebiliriz.302

299 Ömer Bûrnân, Vazâîfu ʻAlâmâti’l-İ‘râb, Câmi‘atu Mevlûd Muammer, Basılmamış Doktora Tezi, Cezayir 2014, ss. 36-38.

300 35/ Fâtır: 28 "Kulları içinden ancak âlimler, Allah’tan (gereğince) korkar."

301 Ebu’l-Feth Ziyâuddîn Nasrullah b. Muhammed b. Muhammed İbnu’l-Esîr, el-Meselu’s-Sâir fî Edebi’l-Kâtibi ve’ş-Şâir, thk. Ahmed el-Hûfî el-Bedevî Tabane, Dâru Nahdati Mısr, Mısır tsz. I, 24.

302 Bûrnân, Vazâîfu ʻAlâmâti’l-İ‘râb, s. 38.

88

Arap dilinde, kelamın dizilişinde ve terkibinde pek çok kombinasyon olabildiği için anlam ihtimalleri, anlam ihtilaflarına neden olabilir. İʻrâb alâmetleri, zahiren hareke ve harf olarak gelip kelimenin sonunu belirginleştirdiklerinde, diğer karinelerle birlikte anlamın bozulmamasını ya da anlam karışıklıklarını gidermeyi sağlar. Sonuç olarak, iʻrâb alâmetlerinin tek bir cümledeki lafızların/birimlerin konum ve anlam farklılıklarıyla beraber, cümle birimleri arasındaki ilişkide açığa çıkan ihtilafları gidermede de bir görev üstlendiği burada belli olmuştur.303