• Sonuç bulunamadı

Kulların Fiilleri, Nübüvvet ve Ahiret Konuları Hakkında Râzi’nin İstidlâl Kaideler

USÛLİ’D-DÎN ESERİ

2. Mealimu Usuli’d Din’in Genel Vasfı, Muhtevası ve Metodunun Tahlili 1: Eserin Genel Vasfı, Muhtevası

2.2. Razi’nin Mealimu Usuli’d Din’deki Metodu

2.2.5 Kulların Fiilleri, Nübüvvet ve Ahiret Konuları Hakkında Râzi’nin İstidlâl Kaideler

Şimdiye kadar ele aldığımız meseleler her ne kadar ilahi sıfatlarla ilgiliyse de Razi‟nin metodolojisini anlamak, kitabın geri kalanındaki meselelerde müellifin tutumunu izah etmek bize yardımcı olacaktır. Zira bütün bu konular, onun araştırma, tarif ve istidlâl ilkeleriyle ilişkilidir.

2.2.5.1: Kulların Fiilleri Konusunda Razi’nin İstidlâl Yönteminin Tahlili

Mealim‟deki konuların birbiriyle irtibatlı olduğu açıktır. Örnek vermek gerekirse Razi‟nin, kader, cebir ve kulların fiilleri konularını ele aldığı altıncı babta takip ettiği metod bunun en güzel delilidir. Razi bu babta, konunun esasını özetleyen on meseleyi incelemiştir. Bu konuları ele alıp tartışırken çoğunlukla Mutezile‟nin görüşlerine işaret etmiştir. Fiiller, kudretin manası ve fiilin mucip sebebi konularında metodolojik bir sıralama takip etmiş ve ardından kulun kudretini ispat, istita‟atin manasının münakaşası ve “teklif-i ma la yutak” meselesinde acz, terk ve mevkifin tefsiri, kul ve Allah hakkında hüsün ve kubhu ele alarak, Allah‟ın tüm mümkinât üzerindeki iradesiyle bahsi sonlandırmıştır.

Bu ve diğer meselelerde mahiyet, adem-i tenakuz ve tercih eden bir sebebe ihtiyaç ilkeleri Razi‟nin istidlâlde istinat ettiği esaslar olarak bu meselelerde ortaya çıkmaktadır. Razi‟nin bu konulardaki tercihlerinin gerekçelerini anlamanın, cebir, ihtiyar ve bunlarla ilgili meselelerdeki metodolojisini anlamaya yardımcı olacağını söyleyebiliriz. Yine kudret ve sebepler tahakkuk ettiği zaman fiilin vukuunun vacip olduğu şeklindeki görüşünü anlamaya da yardımcı olacaktır.141

Öyle anlaşılıyor ki Razi‟nin düşüncesinde fiil, kudret ve istitaât ayrılmaz bir şekilde birbiriyle bağlantılıdır. Kâdir olanın mahiyeti mücber olanın mahiyetinden farklıdır. Çünkü Kâdir için fiili işlemesi de terk etmesi de mümkündür. Fiil ve terk arasındaki bu eşitlik, bir muraccih olmaksızın iki durumdan birini diğerine tercih etmeyi imkânsız kılar. Burada, fiili vukuunu vacip kılacak bir nedenin husulü söz konusu olacaktır.142

a. Müellifin kudretin mahiyetiyle ilgili bir tarif yapmadığını görüyoruz. Fakat o, kavramın öne çıkan sıfatlarına işaret etmiştir; buna göre kudret hem fiile hem de fiili terke 140 Bkz. Razi, Meâlim, s. 69,71. 141 Bkz. Razi, a.e, s. 74. 142 Bkz. Razi, a.e, s. 74.

uygundur. Fiilde müessir sebep kudret ve fiili mucip daiyenin/saikin toplamıdır. Bu toplam, nasların zahirine teslim olarak söylemek gerekirse bu ictima, Allah‟ın yaratmasıyla hâsıl olur. Bu nedenle her şey Allah‟ın kazasıyladır.143

Bu görüşe göre fiil Allah‟ın kazasıyla vuku bulsa da insan hakikatte faildir. Razi‟nin bu görüşü istidlaline dayanır. Zira o bu görüşünü kudretin mahiyetine dair anlayışına ve bu anlayışı adem-i tenakuz ve muraccih sebebe ihtiyaç ilkelerine dayandırmıştır. Zira terk ve fiil arasındaki eşitlik, tercihi gerektiren zati bir sıfattır. Bu mahiyeti inkâr ise, onu kudretin mucip bir sıfat olduğu görüşüne götüreceği için tenakuzu ortaya çıkarır.144

İstitaatin manası ise fiilden önceki veya sonraki bir zamana has değildir. Bilakis o, kudret sıfatıyla bağlantılı bir meziyettir.145

Aynı ilke dolayısıyla Razi, kudretin fiil ve terke uygun olduğu görüşünü de bunun nefyini de hatalı bulmuştur. Zira fiil ve terke uygun bir kudretin kabulü onu bir tesir sıfatı haline getirmektedir.146

Eğer kudreti, selim azalar ve mutedil mizaç ile birlikte fiil için bir kaik/daiye olarak tanımlarsak o zaman kudret, iki zıt şeye yani fiil ve terke uygun olur. Daiye ortadan kalktığında kudret iki zıt şeye uygun olmaz zira netice olarak ondan bir eser çıkmaz. 147

b. Razi bu bahsi, hüsün ve kubuh ve Allah‟ın kainatın tamamına şamil olan iradesi konularıyla tamamlamaktadır. Razi, kul hakkında aklî tahsin ve takbihin imkânı ve Allah‟ın fiillerinin tahsin ve takbihiyle ilgili aklî hüküm vermenin imkânsızlığı konusunda yeni bir görüş ortaya atmıştır.

Razi‟nin bu konuda görüşünü bina ettiği esas, hüsün ve kubhun mahiyeti ve teselsülün batıl oluşudur. Akıl, kul hakkında zatıyla mahbub olanın lezzet ve mutluluk olduğuna hükmetmektedir. Dolayısıyla bunlara götüren her şey hüsündür. Zatıyla buğz edilen ise elem ve gamdır. Yine bunlara götüren her şey kubuhtur.148

Ancak bu talil, Allah hakkında sahih değildir. Bu nedenle Allah‟ın fiillerinin hüsün ve kubhuna hükmedilemez. Birçok delil Razi‟nin meseleyi, mahiyet ilkesi bağlamında ele aldığını göstermektedir.149

Razi, varlıkların Allah‟ın yaratması ve iradesi sonucu meydana geldiği şeklindeki mantığıyla uyumlu hareket etmektedir. Buna göre Allah‟ın kudreti her mümkünün müessiridir. Varlıkların fiilleri mümkündür ve şüphesiz Allah‟ın kudretiyle vaki olmaktadır. Zira sebebin mucidi, neticenin de mucididir. Eğer Allah‟ın irade etmediği bir şeyin varlığı söz konusuysa bu, O‟nun 143 Bkz. Razi, Meâlim, s. 74. 144 Bkz. Razi, a.e, s. 74. 145 Bkz. Razi, a.e, s. 68, 80. 146 Bkz. Razi, a.e, s. 79. 147 Bkz. Razi, a.e, s. 80. 148 Bkz. Razi, a.e, s. 82,83. 149 Bkz. Razi, a.e, s. 83-85.

kudretinin nâkıs olması demektir ki bu muhaldir.150

2.2.5.2: Nübüvvet Meselesinde Razi’nin İstidlâl Yönteminin Tahlili

Razi, nübüvvet meselesini araştırırken birçok mesele ele almıştır. Yine Razi, uluhiyet, ilahi zatın sıfatları, âlemin yaratılması ve insanın fiilleri meselelerine mahiyet, adem-i tenakuz ve mutlak sebebiyete ihtiyaç ilkeleri bağlamında yaklaşmaktadır. Bunun sonucunda kelamcılar nezdindeki imkân ve istihale mefhumu ortaya çıkmaktadır. Biz ise, nübüvvetin dini bir ilke olarak bu mefhumlara yeni bir mefhum olarak ekleneceğini düşünmekteyiz.

Yazar nübüvvet konusunda on mesele zikretmiştir. Bunlardan ikisi nübüvvet konusunun temelleriyle ilgili olup, geri kalanlar fer‟î meselelerdir. Razi‟nin bab boyunca genel olarak nübüvvete, özel olarak da Hz. Muhammed‟in (sav) nübüvvetine büyük önem verdiği görülmektedir. Bu iki meselenin akabinde İsra ve Miracın sübutu ve peygamberlerin nübüvvetten önceki ismetleri gibi fer‟î konuları ele almaktadır. Razi‟ye göre Hz. Muhammed‟in peygamberliğinin delili, nübüvvet iddiasında bulunmasıyla birlikte bu iddiasını davetinin doğruluğuna delalet eden mucizelerle desteklemesidir.151

Hz. Muhammed‟in (sav) nübüvvetine delalet eden mucize, “Kur‟an”la gelmiş olmasıdır. Zira Kur‟an belli ilimleri havi olup, Hz. Muhammed‟in geçmiş birikimi yahut öğrenme gayreti olmayan belagat ve fesahat sahasında yüksek bir konuma sahip idi. Üstelik onun nazil olduğu beldede bütün bu sahalarda âlimler de bulunmuyordu152. Kur‟an‟ın

mucizesi, Hz. Muhammed‟in (sav) kavmine onun gibisini yahut onun bir cüzünün benzerini getirmesi konusunda meydan okumasıyla ortaya çıkmıştır. Kavmi bunu yapamamıştır. Mucize iddiası, meydan okuma ve karşı çıkan kimsenin bulunmaması nebinin doğruluğuna delildir.153

Ancak Razi‟ye göre bu istidlal zayıftır çünkü bir şeyin eseriyle onun vücûduna istidlalde bulunulmuştur. O, bir şeyin mahiyetiyle vücûduna istidlal edilmesini tercih etmiştir. Bunun yapmak için, Razi‟nin tanımını yapmadığı nübüvvet kavramının anlamına bakmak gerekir. Nübüvvetin gayesi, insanları kemâle erdirmektir ki bunu ancak nebi yapabilir.154

Bunun ardından Razi, Hz. Peygamberi, ümmetlerini kemale erdirme noktasındaki eserleri açısından diğer peygamberlerle kıyaslar ve onun bu konuda diğerlerinden üstün olduğu sonucuna ulaşır. Razi bunun mucize ile istidlâlden daha güçlü bir delil olduğu görüşündedir.155

150 Bkz. Razi, Meâlim, s. 84. 151 Bkz. Razi, a.e, s. 89. 152 Bkz. Razi, a.e, s. 89,90. 153 Bkz. Razi, a.e, s. 90. 154 Bkz. Razi, a.e, s.91,92. 155 Bkz. Razi, a.e, s. 91, 92.

Nübüvveti inkâr edenlerin itirazları ya nübüvvetin tamamen inkârı ya sebebini cin, felekler gibi Allah‟tan gayrısına isnat etmek suretiyle mucizenin inkârı ya da mucizenin nebinin tasdikine delil oluşunun inkârı konusunda odaklanmıştır.156

Razi bahsi geçen son iki görüşü herhangi birine isnat etmemiştir.157

Ancak ilk görüşün müslümanların akidesinde varit olmadığını zira Müslümanların bütün fiillerin Allah‟ın yed-i kudretinde olduğuna inandıklarını ifade etmiştir. İkinci söz ise tahlil ve izaha muhtaçtır. Zira Allah‟ın fiili - Razi‟nin ifadesiyle- Ehli Sünnet‟e göre bir gayeye bağlı değildir. Mutezile ise Allah‟ın fiillerinin gayeye bağlı olduğunu kabul eder. Bu iki görüşe istinat edildiğinde, mucizenin zaruri olarak nübüvveti tasdik ettiği ispat edilemez.158

Fakat bu konudaki itiraz nübüvvet ya da mucizeyi inkâr anlamına gelmez. Buna göre, mucizenin vuku‟u her durum ve zamanda caizdir. Vuku‟u bulmadığı takdirde vukuu için bir sebep olmamasındandır. Fakat nebinin nübüvvet iddiası ile birlikte meydan okumasının akabinde olağanüstü fiilin vuku bulması, bu fiilin nebinin iddiasını tasdike delalet etmek için gerçekleştiğini kabul etmeyi zaruri kılar.159

Bu iki meselenin akabinde gelen meseleler onların fer‟idir. Bunlar klasik kelâm konuları olup, kaynaklarda sürekli tekrar edilmektedir. Bu meselelerin teknik meseleler olduklarını ve nübüvvetin mahiyetini belirlemediklerini söyleyebiliriz. Meselâ efdaliyet meselesi bunlardandır, nebinin mi meleğin mi veya peygamberlerin hangisinin daha efdal olduğu meseleleri tartışılmıştır. Yine nebilerin ismet meselesi, Hz. Muhammed (sav) evrenselliği gibi meseleler de bu bağlamda zikredilmiştir.160

Açık bir şekilde görüyoruz ki Razi‟nin nübüvvet bahsinde ele aldığı kavramlar, ilahi ihtiyari fiilin devamı mesabesindedir. Nübüvvetin sübûtu ve mucize, mutlak kudret sahibi muhtar bir failin vücûduna delildir. Nebinin davetinin esası ise insanları dini açıdan ilmi, ameli ve akli olarak kemale erme noktasında gayret etmeleri, yalnızca Allah‟a ibadet etmeleri, O‟nun emir ve nehiyleriyle amel etmeleri için irşad etmektir. Bu nedenle mucizeler mutlak olarak Allahu Teâla‟nın fiillerine bağlıdır. Mucizeler Allahu Teâla‟nın belirli zaman ve mekânlarda yarattığı olağanüstü durumlardır.

2.2.5.3: Usulu’d-Dinde Ahiret ile Alakalı Bahisler:

Dokuzuncu Bab, Razi‟nin dini akideleri ele aldığı son bahistir. Razi bu başlık altında

156

Bkz. Razi, Meâlim, s. 81-84.

157

Nübüvvete ihtiyaç duyulduğunu inkâr Brahma‟da meşhur olup, Eşarilerin çoğu kitaplarında bundan bahsetmiştir. Razi nübüvvet konusunda, El-Matalib El-Âliye kitabının sekizinci bölümünü tahsis etmiş ve bu meseleyi incelemiştir. 158 Bkz. Razi, Meâlim, s. 95. 159 Bkz. Razi, a.e, s. 94. 160 Bkz. Razi, a.e, s. 303-304.

ahiret ve kıyamet hallerini incelemiştir. Razi bu konuları esas olarak Eş‟ariliğin fikri manzumesine uygun şekilde nakli ve sem‟i delillere dayanarak ele almıştır. Yine de Razi‟nin bu babın konularında ve düzeninde yeni bir metot izlediğine dikkat çekmek gerekir. Bu babda yirmi mesele bulunmasına rağmen, bunların bazılarının -en azından zahiri olarak- kıyamet ahvaliyle alakası yoktur. Tekfirin kanunları, imanın tarifi, imana girenler ve onda meşietin zikrinin (inşallah demenin) cevazı gibi. Bu bahsin konularından bazılar ise tövbe ve şartları misalinde olduğu gibi, kulun kıyamet öncesi ahvaliyle alakalıdır. Geri kalan konular ise meşhur sem‟iyyat konularıdır: Haşr, madumun iadesi, kabir azabı, cennetin ve cehennemin hali hazırdaki vücûdu, cennet mükafatının ve cehennem azabının devamlılığı, sırat ve mizana iman, Peygamber‟in (sav) şefaati, vaad ve vaîd meselelerinin ispatı gibi.

a. Bu babta ele alınan ilk mesele madumun iadesidir. Razi‟nin bu meselenin caiz ya da muhal oluşunu, “imkan” ilkesiyle akli ve semî açıdan ele aldığına dikkat çekmek isteriz. Allah bütün mümkünler üzerinde kudret sahibi olduğuna göre, öldükten sonra bedenlerin iadesine de kudret sahibidir. Bu nedenle akıl, bedenlerin yeniden dirilmesinin imkânını inkâr etmez.161

Burada açık bir şekilde dikkat çeken nokta, Razi‟nin bu babdaki istidlallerini nakli çerçevede yapmasıdır. Razi haşri, “tecviz” ilkesi ile beraber naklî delillere dayanarak ispatlamaktadır. Yani ona göre haşr aklen mümkündür fakat onun kesinliği nakle teslimiyet ile gerçekleşir. Bu yüzden o, ayetlere dayanarak kabirde mükâfat ve azap olacağını söylemektedir. Aynı şekilde bu konuya işaret eden ayetler ve naslara binaen cennetin ve cehennemin şu an yaratılmış olduğuna inanmaktadır. Yine mizan, azaların konuşması, sırat ve havz da bu kabildendir. Bunların tümü gaybi ve mümkün meseleler olup, bu konularda açık nass bulunduğundan bu hususlara iman etmekten gayrı yol yoktur.162

b. Mutezile‟nin adl-i ilahi konusundaki görüşü Razi‟nin tartışmalarını açık bir şekilde etkilemiştir. Razi, Mutezile‟nin şefaat ile vaad ve vaid konusundaki görüşlerini kabul etmemektedir. Mutezile‟nin adalet anlayışı, vaad ve vaidin gerçekleşmesini, amelin sevabın sebebi olmasını, şefaatin inkârını ve fâsıkların cehennemde ebedi kalışının vücûbunu zorunlu kılmaktadır.163

Razi ise bu meselelerdeki cevabını meşhur tenzih ilkesine dayandırmaktadır. Bu ilke ise Allah‟ın kudretinin kemalini iktiza etmekte, bu da O‟nun hakkında herhangi bir vacip söz konusu olmasını, iradesine sınır konulmasını imkânsız kılmaktadır.164

Hatta onlar görüşlerini umumi nakillerle ispat etseler dahi, diğer hususi nakillerle çelişkide olacaklardır. 161 Bkz. Razi, Meâlim, s. 337-120. 162 Bkz. Razi, a.e, s. 120-122. 163 Bkz. Razi, a.e, s. 322-325. 164 Bkz. Razi, a.e, s. 321,323.

Nitekim hususiyet umumiyetten önceliklidir.165 Burada tercih yalnızca kemal-i mutlakındır. Zira Allah, lütufta bulunup bir günahkâr için şefaati yahut onun tövbesini kabul ederse, bu onun fazlındandır. Çünkü o kişiyi affetmeyi irade etmiştir ve Allah‟ın af veya azap zorunluluğu yoktur.166

c. Şahsi fikrime göre bu bahisteki en özel mesele, iman ve tekfir meselesidir. Razi iman konusundaki görüşünü şöyle özetlemiştir: “İman itikattan ibarettir.” İman hakkındaki kavil/söz, imanın tezahürüdür. Ameller iman mefhumun kapsamının dışındadır.”167 Buna binaen Razi‟nin iman mefhumu amellerden tamamen soyutlanmış sırf zihnî bir kavramdır. Zira Allah‟ın varlığına iman, sıfatlarına, nebilerine ve şeriatını takip etmenin vücûbuna inanmak, insanın imanla vasıflanması için yeterlidir. Belki de imanın amelle alakası, ağacın kökü ile meyvası gibi, esas ve fer‟ ilişkisidir; amel imanın meyvası/neticesi olup imandan kaynaklanması sebebiyle mecazi olarak iman lafzıyla beraber anılmıştır.168 Razi‟nin imanla ilgili bu anlayışı, tekfir meselesinde de ölçü olmuştur. Zira herhangi bir mesele için mahsus bir delil olmaksızın tekfir mümkün değildir. Onun bu konuda zikrettiği nakli delil de şu meşhur hadistir: “Kim bizim kıldığımız namazı kılar, bizim kıblemize yönelir, kestiğimizi de yerse işte Allah ve Resûlü‟nün zimmetinde/himayesinde bulunan Müslüman olur. Allah'ın zimmetini bozmayın.”169

Yine o, bu görüşüne istinaden, imanın mahiyetinde, delillendirilmesinde derine inmeyi gerekli görmemiştir.170

Benzer Belgeler