• Sonuç bulunamadı

3. KORKU VE KORKU ÇEKİCİLİĞİ

3.2. Korku ve Korku Kültürü

3.2.1. Korkunun Tanımı

Duygular, hayatımızın en önemli anlarına iz bırakırlar. Gurur, kaygı, sevinç, korku veya sinirlenme gibi duygular, insanın kendini önemli hissetmesini sağlayan duygulardır. Korku, herhangi bir tehlikeden kaçılması gerektiğine; sevinç olumlu bir şeyin kutlanılması gerektiğine işaret eder. Davetsiz cinsteki duygular, bizi önemli olaylar karşısında daha dikkatli olmaya zorlarken olumlu veya olumsuz cinsteki duygular ise olayların doğasına dikkat çeker. Duygular, bir hedefe karşı gerçekleştirilen direkt davranışlardır. Örneğin korku, bizim tüm

46 kuvvetimizi tehditten kaçmaya doğru yönlendirirken sinir, hedefe zarar vermeye yönlendirir (Smith ve Mackie, 2007: 115).

“Korku nedir?” sorusunun cevabı üzerine pek çok görüş mevcuttur. Bunlardan bazılarının şu şekilde ifade edilmesi mümkündür:

Korku “gerçek ya da hayali olarak algılanan tehdide karşı tepki şeklinde ortaya çıkan huzursuzluk duygusu” dur (Doctor et al., 2008: 232).

Adler (1985: 229) ise korkunun, bireyler arasındaki iletişime etkisi üzerinde durmuştur. O’na göre korku, sadece bireyleri birbirinden uzaklaştırmakla kalmamakta, aynı zamanda birbirine de çekmektedir. Dolayısıyla korkunun karmaşık bir duygu olduğunu ve insan hayatında çok önemli bir yerinin olduğunu dile getirmiştir.

Korkunun, bireylere bir tehlikeyi haber verdiğini dile getiren Zulliger (1997: 84)’e göre tehlike ya gerçek niteliktedir -ki o zaman gerçek korku söz konusudur- ya da korku kaynağını içteki hayallerden veya içgüdüsel tehlikelerden alır.

Köknel (2004: 16)’e göre, “Korku; canlının, insanın algıladığı, gördüğü ya da düşündüğü, imgelediği, tasarladığı tehlikeli, tehdit dolu durum, kişi, nesne, olay ve olgu karşısında gösterdiği doğal, evrensel duygulanım durumu, ruhsal tepkidir” İlk dönem mağara resimlerinde bile, o dönem insanının yaşadığı korkuları –ilk dönem insanları tarafından, çeşitli canavarlar, vahşi hayvanlar korku veren görüntüleriyle resmedilmişlerdir- görmenin mümkün olduğunu dile getiren Özer(2006: 10)’e göre korku duygusu, insanoğlunun duygularını yansıtma yolu olarak seçtiği sanatta da bir tür olarak kendini göstermiştir.

47 Kaplan ve Saddocks (2007) ise korkuyu, gerçek bir tehdit ya da tehlikeye cevap olarak, psikofizyolojik değişiklikleri içeren, hoşa gitmeyen duygusal bir durum (endişe hali) olarak tanımlamaktadır.

Korkuyu vücudun verdiği tepkiye göre ele alan Hennenhofer ve Heil (2003: 11) korkunun, tehdit ve tehlike karşısında insan vücudunun uyanıklık ve farkındalık seviyesini yükselterek tepki ve korunma isteğini ortaya çıkardığını söylemektedir. Frijda (1988: 351)’da benzer şekilde korkuyu; çekingenliğin, koruyuculuğun ve dikkatli yüz kalıplarının bir karışımı olarak ifade etmektedir. Dolayısıyla korkunun, bireyleri hem madden hem de manen etkileyen ve insan yaşamında ciddi etkiler yaratan bir duygu olduğu görülmektedir.

Sevgiyi, korkunun yokluğu olarak tanımlayan Jampolski (1995: 20)’ye göre korku; insanların duygularını yıpratacak ve olaylar hakkında kafalarının karışmasına yol açacaktır. Mannoni (1994: 5)’de Jampolski’nin bu görüşünü destekleyecek şekilde; “Korku, gerçek mekânını insanların yüreğinde, daha

doğrusu zihninde bulur: sahip olduğu güçlerin tam değerini burada gösterir”

demiştir.

Muris (2007); Beck ve Emery (2006); Rowe (2002)’ye göre korku, belirli bir tehdidin varlığında ve/veya tehdit saptandığında, tehlike derecesinin de belli olduğu bir şekilde, aniden gelmekte ve hayat kurtarıcı olmaktadır. Kaygı ise açıkça bir neden, belirli bir kaynak ve varlık olmaksızın, insanın içini kemiren ve bireyde rahatsızlık hissi veren bir durumu ifade etmektedir.

Korkunun, kişinin kenefi düşüncelerinden kaynaklanan bir duygu olduğunu dile getiren Gençöz (1998: 9); bu düşüncelerin içeriğinde "tehlike" olduğu için korku reaksiyonu verildiğini dile getirmektedir. Bu nedenle aynı durumla karşılaşan değişik kişilerin, farklı düşünceleri neticesinde farklı reaksiyonlar verebileceklerini ancak çoğu zaman korkuyu yaşayan kişilerin, bunun kendi düşüncelerinden kaynaklandığını bilmedikleri için etkili bir çözüm üretme

48 yoluna gitmeyeceklerini ve çaresizlik yaşayarak korkularını kriz boyutlarına taşıyabileceklerini söylemektedir.

Korkunun temelinde bireylerin kendi kendilerine bilinçaltlarında kurguladıkları kavramlar ve bu kavramlara yükledikleri anlamlar yattığı görülmektedir. Tüm bu anlatılanlara göre, korkunun şiddeti de bireyin oluşturduğu bir değerdir. Yani korku, korku şiddeti ve korkuya gösterilen tepkilerin, bireyden bireye değişme sebebinin kurguların ve bu kurgulara verilen anlamların bireyden bireye değişmesi olduğu görülmektedir. Dolayısıyla korkunun, kimi bireyde daha sakin karşılanırken kimi bireyde krizler şeklinde kendini gösterdiği söylenebilir.

Korku, kendi lehine olan durumlarda ortaya çıkar veya kendini hissettirir. Yakındaki tarafından olduğu kadar uzaktaki tarafından; eski kadar yeni tarafından çağrıştırılarak dalgaların arasına ve bulutların içine yerleşir, ormanlara musallat olur, karanlıkları mesken tutar ve gündüzün ışığından bile çekinmez. İster belli belirsiz olsun, ister ısrarlı olsun, onun bulunmadığı hiçbir dönem ve hiçbir yer yoktur. (Mannoni, 1994: 5-6)

Kişilerin korkularından saklanabildiği, korkularını değiştirebildiği veya herhangi bir korkusundan tamamen kurtulduğu bir yer ve zaman kavramı olmadığı söylenebilir. Bireyler, gerek aileden ve toplumdan öğrendikleriyle gerekse edindikleri tecrübelerle bir dizi endişe (kaygı) ve tedirginliğe kapıldığı, bu endişe (kaygı) ve tedirginlik şiddetinin artışının kişileri korkuyla baş başa bıraktığı görülmektedir.

Korku anında canlılarda yaşanan ortak fizyolojik tepkiler vardır. Beden algılanan tehlike anında, bu tehlikeye karşı beynin verdiği komutlar sayesinde savunmaya geçer. Korku duygusuna karşı gösterilen bazı tepkiler, canlının diğer heyecan durumlarında da ortaya çıkabilmektedir (Çimen, 2010: 298).

49 Şimdiye dek korku üzerine yapılmış birçok araştırmada korku duygusunun yaşanması sonucu vücutta yaşanan fizyolojik değişiklikler şu şekilde tespit edilmiştir. Bunlar (Çimen, 2010: 298):

 Solunum hızlanması,

 Kalp, nabız ve kan basıncının artması,  Midede guruldamalar,

 Kandaki şeker miktarının artışı,  Mide ve vücut kaslarının gerilmesi,

 Kanda pıhtılaşmanın artışı ile yaralanma anında kan kaybının olmasının engellenmesi,

 Ellerde ve bacaklarda soğuma, titreme ve ellerde yumruk pozisyonu,  Deri üzerindeki tüylerin diken diken olması,

 Gözlerin olabildiğine açılması ve göz bebeklerinin genişlemesi ile görüş mesafesinin artması. Gözlerin korku unsuruna odaklanarak sabitlenmesi, algılamanın azalması,

 Yüzün sararması, yanakların çökmesi ve alt çenenin aşağı düşerek ağzın açılmasıdır.

 Her ne kadar verilen fizyolojik tepkiler birbirine benzer olsa da verilen tepkilerin derecesinin bireyden bireye farklılık gösterdiği görülmektedir.

Ulucan (2010: 212) ve Manav (2011: 202) korku kavramının; endişe, kuşku, kaygı, üzüntü, tasa, sorumluluk ve tedirginlik gibi kelime ve kavramlarla zaman zaman aynı zaman zaman farklı anlamlarda kullanıldığını dile getirmektedir. Fakat korkunun en çok benzetildiği ya da karıştırıldığı kavram kaygı olduğunu ve korku ile kaygı arasında üç temel fark bulunduğunu ifade etmektedirler. Bunlar:

50

Kaynak: Korkunun kaynağı bellidir, kaygının kaynağı belirsizdir.

Şiddet: Korku kaygıdan daha şiddetlidir.

Süre: Korku kısa, kaygı uzun süre devam eder.

Genel olarak bakıldığında korkunun bireylerin hayatında ciddi anlamda önemli bir role sahip olduğu, bazen gerçek bazense insanın kendi içinde oluşturmuş oldukları kurgulardan kaynaklandığı görülmektedir. Yalnız bu noktada korku ve kaygının karıştırıldığına dikkat çekilmektedir. Korkunun gerçekleşen veya gerçekleşmesi olağan sebeplerden oluştuğu söylenebilirken kaygının genellikle vesveseye dayalı bir takım kurgulardan meydana geldiği söylenebilmektedir.