• Sonuç bulunamadı

Komünist Rejimlerde Kitle İletişim Özgürlüğü ve Marksist Yaklaşım

3. Siyasi Rejimler ve Yaklaşımlar Açısından Kitle İletişim Özgürlüğü

3.3. Komünist Rejimlerde Kitle İletişim Özgürlüğü ve Marksist Yaklaşım

Tarihi açıdan komünist rejimlerde kitle iletişim özgürlüğü kavramının konumu hakkında bilgi vermeden önce, Marksist ideolojinin medya kavramını algılayış biçimine değinmekte fayda vardır. Marksist yaklaşım, medya konusunu farklı bir perspektiften ele alır. Birçok yaklaşımın aksine, medyanın nesnel gerçekliği çarpıtıp tahrif ettiğini

60

belirtirler. Marksist geleneğin takipçisi düşünürlere göre medyanın, ön yargıdan ve baskıdan kurtulması pek mümkün değildir. Çünkü toplumdaki bir takım güç odakları (yani elitler), birçok toplumsal konuda olduğu gibi medya üzerinde de etkin bir güce sahiptirler. Medya ve medya ürünleri de genellikle, toplumun ve bireylerin kaderlerini belirleyici konumda ve makro düzeyde karar verici durumda bulunan, bu hâkim ekonomik ve siyasi gruplar tarafından şekillendirilmektedir. Medya, bir bakıma hâkim toplumsal sınıfların düşüncelerini dile getirmek adına bir megafon görevi yapmaktadır (Arslan, bt.). Konu bu açıdan ele alındığında, medyanın gücünün mevcut toplumsal sınıfların güçleriyle yakından ilişkili olduğu görülmektedir. Marksist düşünceye göre, maddi üretim araçlarını elinde bulunduran sınıf aynı zamanda, bu sahip olmanın bir getirisi olarak, düşünce ve zihinsel üretim araçlarını – dolayısıyla kitle iletişim araçları ve medyayı da - kontrolleri altında tutarlar (Marx ve Engels, 1970: 64).

Marksist düşüncede Karl Marx’ın iletişim düşüncesi önemli bir yer tutmaktadır, bu nedenle Marx’ın da düşünce yapısından söz etmek yerinde olacaktır. Marx, toplum öğelerini alt ve üst yapı olarak ikiye ayırmıştır. Alt yapıyı, üretim araçları, üretim güçleri, üretim ilişkileri oluşturur ve alt yapı ekonomik temellidir. Üst yapı ise, din, sanat, bilim, ahlak gibi kültür kurumlarından oluşur ve bu kurumlar ekonomik temelli alt yapı tarafından belirlenir (Kızılçelik’ten akt. Avcıoğlu, 2011: 52-53). Marx’a göre alt yapıyı oluşturan ekonomik ilişkilerde, üretim araçlarına sahip olmak, çıkar gruplarının lehine işleyen bir durumdur ve üretim araçlarının sahipliği üst yapıyı da oluşturduğu için ahlak, bilim, sanat, din gibi kurumları da ellerinde bulundurmuş olurlar. Marx’ın düşünce yapısı doğrultusunda hareket eden ve ondan sonra gelen araştırmacılar, kitle iletişim araçlarını da üst yapıyı belirleyen kurumlar arasında sayarlar ve bu araçlara sahip olmanın sınıfsal bir üstünlük sağladığını düşünürler (Avcıoğlu, 2011: 53).

Marksist ideolojiye göre kitle iletişim özgürlüğü, diğer tüm kamu özgürlüklerinde olduğu gibi kapitalist sistemde egemen sınıfa verilmiş ayrıcalıklar olarak görülmüştür. Oysa bu ideolojiye göre gerçek özgürlük sadece emekçi sınıfın egemenliğinde yaşanabilir (İçel ve Ünver, 2009:26). Komünist rejimlerde kitle iletişim özgürlüğü kavramından bahsedilebilir. Ancak, bu özgürlük Batılı anlamdaki klasik özgürlükten çok farklıdır.

61

Marksizm’e göre, kitle iletişim araçları, ortak bir örgütleyici şeklinde rol alarak, toplumun tarihsel ilerlemesi yönünde katkı sağlarlar. Dolayısıyla, kitle iletişim araçlarının yeni toplumun oluşmasında, siyasallaşmasında ve ekonomik hedeflere ulaşmasında aktif bir şekilde görev üstlenmesi gerekir. Bu görevi yerine getirirken, sınıfsız bir toplum kurmaya yönelmiş olduğu ve sosyalist bir toplum içinde uzlaşmaz sınıf çatışmaları olmayacağı için, kitle iletişim araçlarının farklı temel siyasal düşünceleri veya çıkarları yansıtacak bir yapılanmaya ihtiyacı yoktur (Bıçakçı, 2004: 44).

Uygulamaya bakıldığında, Sovyetler Birliği yönetiminin, kitle iletişim araçlarına yaklaşımı aşağıdaki temellere dayandırılarak özetlenebilir:

‘’- Kitle iletişim araçları özel mülkiyete ait olamaz,

- Kitle iletişim araçları işçi sınıfının menfaatlerine hizmet etmeli ve bu sebeple içinde işçi sınıfına, özellikle de komünist partiye organik açıdan bağlı olmalıdır.

- Kitle iletişim araçları, rejimi topluma anlatmalı ve yaymalı, bu konuda toplumu eğitmeli ve harekete geçirmelidir.

- Kitle iletişim araçları, devletin, siyasal ve eğitime ilişkin yapısının önemli bir parçası olduğu için, anti-sosyalist yayınların sansüründe bir mahzur yoktur ‘’(İçel ve Ünver, 2005: 24).

Bu noktadan hareketle, teoride diğer sistem ve rejimlere oranla daha özgürlükçü bir yapıya sahip olan Marksist yaklaşımın, Sovyetler Birliği örneğinde, uygulamada sınırlandırmalara gittiği söylenebilir. Medya, Marksist ideolojinin anlatılmasına, Komünist Parti siyasetinin gerçekleştirilmesine ve yayılmasına ve böylelikle işçi sınıfının çıkarlarına hizmet edilmesine yardımcı olan bir araç konumunda kullanılmıştır (Işık, 2002: 34).

Geçmişte, Marksist sisteme bağlı ülkelerden bir diğeri olan Doğu Almanya’daki (Demokratik Alman Cumhuriyeti) düşünce ve kitle iletişim özgürlüğü teorik olarak, İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’ne uygun bir şekilde bireysel bir hak biçiminde yer almaktadır.

62

Anayasa’nın 23. maddesinde her vatandaşın düşüncelerini Anayasa’nın ruhuna ve amacına uygun olmak koşuluyla serbestçe açıklayabilme hakkına ve basın, radyo ve televizyon özgürlüğüne yer verilmiştir. Ancak şunun hemen belirtilmesi gerekir ki, burada bahsedilen özgürlük Batılı anlamdaki bir bireysel özgürlük değil rejimin gerektirdiği sosyalist özgürlük anlayışıdır. Eski Doğu Bloku içerisinde yer alan Romanya, Polonya ve Macaristan’ın da bu konudaki yaklaşımları çok farklı değildir. 1948 tarihli Romanya Anayasası’nın 31. maddesi, basın, söz, toplantı ve her türlü gösteri yapma hürriyetini güvence altına almakla birlikte bu hakların kullanımı işçi sınıfının tasarrufuna bırakılmıştır. 1949 tarihli Macaristan Anayasası’nın 55. maddesiyle 1952 tarihli Polonya Anayasası’nın 71. maddelerindeki hükümler Romanya Anayasası’ndaki düzenlemeyle paralellik arz eder. Bu anayasalardaki özgürlük anlayışının Sovyetler Birliği’ndeki anlayıştan farklı olmadığı görülmektedir (Dönmezer, 1976: 74).

Marks, maddi üretim araçlarını elinde tutan sınıfın entelektüel üretim araçlarına da sahip olacağını savunmaktadır. Ancak kitle iletişim araçlarının bugünkü niteliklerine kavuşması, Marksist kuramın olgunluk dönemine varmasından çok sonraya denk düşmektedir. Ancak yine de, Marks ve Engels’in düşünceleriyle, Lenin ve Stalin’in kitle iletişimin ekonomik ve teknolojik şartları konusundaki somut formülleri, Sovyet rejiminin felsefi ve siyasi dayanaklarını oluşturmuştur. Sovyet rejiminde, iletişim araçlarının Komünist Parti’nin propagandasını yapmaları, parti görüşü dışında kalan kitleleri uzlaştırmaları ve bunları genel içinde eriterek sınıfsız bir topluma ulaşmada destek vermeleri amaçlanmıştır. Hükümet kontrolünün yanı sıra, medyanın kendini düzenleyerek belirli bir sorumluluk bilinci geliştirmesi, profesyonel yönetim normları ortaya koyması ve halkın istek ve ihtiyaçlarına duyarlı olması da medyadan beklenenler arasında sayılmaktadır.