• Sonuç bulunamadı

Dünyada yaşanan küreselleşme sürecinin öne çıkan öğelerinden birisi, kuşkusuz medya ve kitle iletişim araçlarıdır. Medyanın bugün geldiği noktanın küreselleşmenin nedeni mi yoksa sonucu mu olduğu, oldukça sık tartışılan bir konudur. İletişim teknolojilerindeki gelişme ile birlikte mi medyanın bu kadar güçlü bir alana sahip olduğu yoksa bu gelişmelerin sonucunda mı küreselleşmenin bu kadar yayıldığı sorgulanmaktadır. Medyanın bugünkü durumuyla ister küreselleşmenin nedeni isterse sonucu olsun toplumun her kesimi üzerindeki gücü tartışılmazdır. Ancak küreselleşme kavramı, kitle iletişim araçlarının yaygınlaşması ile paralel olarak dünya toplumlarının ekonomik, politik ve kültürel düzeyde çok yönlü olarak içiçe girdiği ve dünyanın bir ucunda olan olayların, kararların ve çalışmaların sınırlar ötesinde toplumları etkileyebilmesi olarak tanımlanacak olursa, küreselleşme olgusu açısından kitle iletişim araçlarının ne kadar önemli olduğu açıkça görülebilir (Sugur, 1995: 56).

Özellikle son 20 - 30 yılda, küreselleşme süreciyle paralel biçimde, var olan kitle iletişim araçlarının kullanıldığı alanlar genişlerken, eskilere yeni araçların eklemlenmesi, yeni kullanım alanları yaratmıştır. Küreselleşme çerçevesinde düşünüldüğünde, yeni iletişim olanaklarına küreselleşen toplumsal yaşamın oluşturucu öğesi olarak yer verildiği görülmektedir (Kaya, bt.). 1980’li yıllarda yaşanan ‘’teknolojik sıçrama’’nın iletişim olanaklarına çok önemli bir nicel boyut getirdiği yadsınamaz. Bunun yanı sıra, yaşanan ve yadsınamayacak nitel değişiklikler ise ‘’basın’’ olarak bilinen dönemin kapanarak, ‘medya’’ olarak bilinen bir dönemin başlamasına neden olmuştur (Kaya’dan akt. Kaya, 2009: 111).

Aralarında Noam Chomsky'nin de bulunduğu bir grup, ticari medyanın bireylerin mahremiyet alanına sızmasını önlemek ve kitle iletişim araçları ve medyanın yeniden halk denetimine geçmesini sağlamak için çalışmaktadır. “İmmediast” olarak adlandırılan bu grubun amacı, küresel kültürün dağıtıcısı konumundaki medyanın halk kültürünün dağıtımını yapmasını sağlamaktır. Özellikle küreselleşmeyle birlikte, kitle iletişim

30

araçlarının çok uluslu şirketler gibi güçlenerek “küresel medya” haline gelmesi, bu tarz başkaldırılara neden olan etkenlerden birisidir. İmmediast yaklaşımının temel ilkeleri şu şekilde sıralanabilir:

‘’1-Aldatıcı, bilgisizlendirici ve bilinçaltı medya etkisine karşı bağışıklık kazanmayı ve kurtulmayı güçlendiren araç ve yöntemleri açıkca tartışmak. Tüm iletişim medyasında; çözmek, üretmek ve yayınlamak üzere kamunun medya okuryazarlığını artırmak,

2-Kültürel anlatımlar, eğitim, şebeke çalışması ve direnişi yaratmak, 3-Medya denetiminin temel kaynaklarını, dinamiklerini ve etkilerini

belgelemek. Akıl denetimi, davranış değiştirme ve imaj yaratımı yöntemlerini teşhir etmek,

4-Radyo ve televizyon yayınlarında kamu egemenliğini ilân etmek,

5-Tüm kamu alanlarını, hükümet, şirket ve iş dünyasının mesajlarından kurtarmak,

6-Tüm ticari yayın medyasının halka devrini sağlamak ve halk üretim kütüphanelerini yaratmak,

7-Kurtuluşu; yani demokratik halk kitle iletişim araçlarının ve medya ağının ortaya çıkışını sağlamak’’(Chomsky, 1995: 19).

Kitle iletişim araçları ve medyanın, küreselleşme sürecinde aldığı şekil itibariyle bugünkü durumu Frankfurt Okulu'nun söylemiyle de örtüşmektedir. Frankfurt Okulu kuramcılarından Horkheimer ve Adorno, medya için “kültür endüstrisi” tanımını yaparak kitle iletişim araçlarını, insanların algılamalarını öldüren ve pasifize eden araçlar olarak göstermişlerdir. Frankfurt Okulu kuramcılarına göre, medya popüler kültür için üretim yaptığından onun ürünleri yüksek kültür ürünü sayılamaz. Medyada kültürel üretimin standartı düşmektedir. Bunun sebebi ise mesajı alanların kendilerine sunulanları eleştirmeden ve sıkıntılarından uzaklaşmak için algılıyor olmalarıdır (Tılıç, 2001: 50).

31

Medya, 80’li yıllardan sonra dünyaya egemen olan ‘’Yeni Sağ’’ düşünce ile neoliberal politikalara dayalı ‘’küreselleşme’’ sürecinde, kapitalizmin yeni birikim stratejisi içinde özel bir yer edinmiştir ve bunun için, medyanın dünyadaki genel yapısı ve hukuksal düzenlemeleri önce yıkılmış, sonra medya-sermaye-devlet üçlemesini oluşturacak şekilde yeniden inşa edilmiştir. Bu yeni yapıya küreselleşmiş dev şirketler egemen olmuşlardır ve amaç, salt ticari kazanç veya siyasi nüfuz elde etmekten ibaret olmuştur (Kaya,2009: 10- 11). Kapitalizmin günümüzdeki yapısıyla, devlet, medya, sermaye ilişkisi köklü bir şekilde değişerek yeniden kurulmuştur ve bu yeni mülkiyet yapısıyla birlikte devlet- sermaye-medya ‘’füzyonu’’ tamamlanmıştır. Medya, bu ‘’füzyon’’ ile beraber, kapitalizmin yeni aşamasında, hem sermaye birikiminin önemli bir alanı, hem de ideolojik yapının ve yeniden üretimin temel dayanağı halini almıştır. Yani kısaca medya, ‘’globalleştiği’’ söylenen dünyada, bu ‘’globalleşmenin’’ temel taşıyıcısı olmuştur (Kaya,2009: 18-19).

Zamanla küreselleşmenin getirdiği değişimler sonucu kitle iletişim araçlarının ve medyanın sahiplik yapısının değişmesi, basına büyük sermaye sahiplerinin sızması, basının tekelleşmesi ve küresel medyanın ortaya çıkması ile birlikte, medyanın çok boyutlu ama tek sesliliğinin yanında yansızlığı da tartışılmaya başlanmıştır. Her ne kadar ‘’objektifliği’’ sağlamak için etik kurallar geliştirilmiş olsa da, kitle iletişim etkinliğinin doğası gereği sunmakta olduğu bu durum, (gerçeğin aktaran tarafından tanımlanmış bir temsili olma durumu) kitle iletişim araçlarının mülkiyetine sahip olmanın veya onları kontrol edebilmenin yaşamsal önemini de ortaya koymaktadır (Kaya, 2009: 29). Bu noktada ekonomi politik yaklaşımın değindiği noktaların irdelenmesi gerekmektedir. Ekonomi politik yaklaşım, medyanın rolünün, medya sahiplerinin ve onları kontrol edenlerin çıkarlarını, “yanlış bilinç yaratmak” yoluyla meşrulaştırmak olduğunu savunmaktadır (Tılıç, 2001: 48). Haber sunumlarında, dengelilik ve eşitlik ya da çıkarı olandan yana olunması kriteri, yanlılık araştırmalarında en sık kullanılan ölçütlerden birisidir. Haberlerin bilinçli olarak çarpıtılarak verilmesi, haberde hakkaniyet kurallarına uyulmadığının en önemli göstergesidir. Küreselleşmenin, kitle iletişim araçları ve medyada ne derece bir dönüşüme yol açtığı ortadadır. Medyadaki bu yapısal dönüşümlere karşı koymak hemen hemen imkânsız hale gelmiştir. Bu noktada, medyanın

32

kurumsallaşmasını güçlendirebilecek yeni formüllere ihtiyaç duyulmaktadır. Tehlike sadece mülkiyet yapısının değişip uluslararası tekellerin oluşması değildir. Günümüzde medyaya yatırım yapan ve hakim olan sermayenin yapısı da değişmiştir. Bu da gazetecilik gibi kamusal alana hizmet eden bir mesleğin sadece yatırım yapan ve maksimum kâr beklentisi içinde olan işverenlere emanet olduğunu gözler önüne sermektedir (Dirik, 2007: 71-72).

Ne olursa olsun, kitle iletişim araçları ve medyanın böyle bir yapılanma içinde dahi kurumsallaşma şansının olduğu da düşünülmektedir. Bu durumda, medya profesyonellerine çok iş düşmektedir. Medya profesyonellerinin devlete ya da medya patronlarına hizmet eden güçsüz insanlardan oluşup oluşmadığını gösteren bir profesyonel yayıncılık kültürü olgusu vardır. Buna göre, profesyonel medya kültürü oluşmuş bir kurum, gazete, tv ya da yayın organında, içeriden yani patrondan ya da dışarıdan yani devletten gelebilecek baskı ve müdahalelere karşı sessiz kalınmayıp direnilebileceği ifade edilmektedir (Çaplı’dan akt. Gencel Bek, 2003: 253).

Günümüzde kitle iletişim araçlarında ve medyada yoğun bir rekabet alanının olduğu gözlemlenmektedir. Bu noktada, reklam pazarından daha fazla pay kapmak, en çok izlenen kanal olmak ya da en fazla okunan gazete olmak çabaları ile kültürel yozlaşmaya hizmet edilmekte ve egemen ideolojinin pervasızca yayılmasına sebep olunarak kitleler cahilleştirilmektedir (Arhan, Demirer, Hozatlı, Orhangazi, Özbudun, 1998: 36). Bunun yanında, küreselleşmenin teknik altyapısını oluşturan kitle iletişim araçları ve medyanın aynı zamanda liberal görüşün küresel anlamda basın sözcülüğünü yapıyor olduğu da gözlemlenmektedir. Bu görüşle paralel biçimde, yayınlar incelendiğinde, kamusal bilinç, yurttaşlık hakları, özgürlük ve emekçi sorunları gibi değer yargılarına karşı, apaçık ideolojik bir savaş açıldığı da fark edilmektedir. (Girgin, 2000: 135). Bunun sonucu olarak, adı sürekli küreselleşme ile birlikte anılan ve küreselleşmenin olmazsa olmaz şartı olarak gösterilen kitle iletişim araçları ve medya, son dönemde kendisine yapılan yoğun eleştiriler neticesinde inanılırlığını kaybetmiş görünmektedir. Yukarıda sözü edilen gelişmeler ve nedenlerden ötürü, kitle iletişim araçlarının ve medyanın sunduğu birçok bilgi ve kavram, günümüzde artık kuşku ile karşılanır hale gelmiştir (Dirik, 2007: 81).

33

Genel olarak iletişim ve ideoloji ilişkisi, kitle iletişimi, kitle iletişimini sağlayan kitle iletişim araçları ve küreselleşmeyle olan ilişkilerinden söz ettikten sonra, kitle iletişim özgürlüğünde hak ve özgürlük kavramlarına yer verilmiştir.