• Sonuç bulunamadı

1.2. ESERLERİ

1.2.3. Kitâb-ı Dîvân

Külliyatın 214b-383b varakları arasında olup çeşitli nazım şekillerinin yer aldığı bölümler “kitâb-ı ḳasâ’îd, kitâb-ı gazelliyât, kitâb-ı terciât, kitâb-ı rubâîyyât…”

gibi isimlerle birbirinden ayrılmıştır. Dîvân’ın ilk kısmında eserin yazılış sebebinin, mahiyetinin ve muhtevasının açıklandığı bir nevi sunuş yazısının yer aldığı manzum-mensur karışık dibâçe bölümü vardır. Eserin yazılış sebebine değinecek olursak;

Sâʾilî, gençliğinden itibaren yazdığı dağınık beyitlerini toplayarak alfabetik olarak bir araya getirdiğini ve bu beyitlerin İran’da meşhur olmasıyla birlikte şöhretin gurur ve mağruriyetine kapıldığını şu sözleriyle ifade etmektedir:

رور غ م ش يو خ ِلا م ک ه ب م ت شگ

“Sözüm ülkede meşhur olunca kendi kemalimle gurura kapıldım.

O kadar gururlandım ki aklı elden kaçırdım.

Ey Allah’ım, kargaşa dolu dünyada, kimse yaptığıyla gururlanmasın.”

130 Sâʾilî, a.g.e., vr. 194a.

131 Sâʾilî, a.g.e., vr. 205a.

132 Sâʾilî, a.g.e., vr. 215b.

Daha sonra kapıldığı bu gururla, yolunun gurbete düştüğünü, gurbette çok sıkıntılar çektiğini ve tıpkı İran’da yazdığı divanının sayfalarının da kendisi gibi paramparça olduğunu söyleyerek gurbetteki perişanlığını şöyle dile getirmektedir:

Mesnevî lâleden daha parlak, cennetten daha güzel bir ülke gördüğünü ve bu süs ve güzellikteki gönül açıcı yerin Rum olduğunu ifade etmektedir. Rum’a giden Sâʾilî, buradaki edeb ve fazilet erbâbı kimselerle oturup kalktığını, belagat sahiplerinin sohbetlerine kulak verdiğini anlatmaktadır.134

“Bu esaretten dolayı öyle mutlu oldum ki, bu müjde canımın sevincini arttırdı.

Âlimlere doğru yöneldim, gittim dizimin üstüne oturdum.

Kalemi tıraş edip kâğıdı (elime) aldım. Gönülden başka şeylerin izini silip

Şair, eserini yazmaya başladığı tarih olarak 918 hk./1512 yılını tarih kıtasının hemen altına düşmüştür.136

Sâʾilî, dibâçeden hemen sonra Dîvân’ını “Kitâb-ı ḳasâ’îd” başlığıyla devam ettirmektedir. Bu türdeki eserlerin genel yapısına uygun olarak önce Tanrı’ya şükür ve övgüde bulunduğu 41 beyitten ibaret olan münâcât bölümü yer almaktadır. Münâcât bölümünü, Hz. Muhammed’in övgüsünün yer aldığı 39 beyitten oluşan na’t bölümü izlemektedir. Bu bölümde, peygamberin mucizelerinden kısaca söz ettikten sonra miraç gecesinde Hz. Muhammed’in Tanrı’nın huzuruna çıkışını anlatmakta ve ondan kendisine ve âcizlere şefaatçi olmasını dilemektedir.137

Bunu izleyen bölümde, Yavuz Sultan Selîm’e yazmış olduğu methiye yer almaktadır. Bu bölümde şair, Yavuz Sultan Selîm’in sadece mülke değil feleğe de hükmeden, dünya işlerine çeki düzen veren ve öfkesiyle âsileri, tıpkı helâk olan Âd Kavmi gibi perişan eden bir hükümdar olarak tasvir etmekte, onun cömertliğine işaret ederek eliyle güneş ışığına parlaklık kattığını ve herkesin yüzüne feyz kapısını açtığını dile getirmektedir. Şair, son olarak kendini değersiz biri gibi gösterip padişahın feyz ve cömertliğinden nasipdar olma isteğini ve Sultan Selîm’in saltanatının pâyidâr olması dileğini şu şekilde ifade etmektedir:

ميرک و ها شدا پ وت نيک سم و سلفم وچ منم

“Sâʾilî olarak senden feyz ve cömertlik ümit ediyorum. Zira müflis ve yoksul benim, padişah ve cömert olan sensin.

Saltanatında ve devletinde bahtiyar ol. Kudretli ve Rahim olan Allah, yâr ve yardımcın olsun.”

Sâʾilî, Sultan Selîm’in övgüsünden sonra önce merhum sıfatıyla Mesih Paşa’nın (ö. 907/1501) hemen sonrasında da yine merhum sıfatıyla Hadım Ali Paşa’nın (ö. 917/1511) övgüsüne yer vermiştir. Daha sonra bu bölümü, kitâb-ı gazelliyât, takip etmektedir. Gazeller, alfabetik olarak, kafiyelerinin son harflerine göre dizilmiş olup Dîvân’ın en geniş bölümünü teşkil etmektedirler. Dîvân’ın 265b ila 374a varakları arasında yer alan bu gazeller, daha çok aşk, aşkla ilgili her türlü acı, sıkıntı, mutluluk, sevgi ve sevgiliden yakınmayı konu edinen âşıkâne gazellerdir.139

136 Sâʾilî, a.g.e., vr. 218b.

137 Sâʾilî, a.g.e., vr. 221b.

138 Sâʾilî, a.g.e., vr. 243a.

139 Mustafa İsen, Eski Türk Edebiyatı, 5. baskı, Grafiker Yayınları, Ankra, 2009, s. 216.

Herkesin sâdık âşık olamayacağının ifade edildiği aşağıdaki âşıkâne gazelde, sevgiliye yapılan içli ve duygulu yakarış dile getirilmektedir:

ِهار رد ک يل

“Senin sokağının başında çok âşık vardır; fakat senin gamını çeken üzgün âşık azdır.

Ey seyirci (isteyen) güzel, senin yolunda göz çoktur; lakin kanlı gözyaşı döken göz azdır.”

Fakat Sâʾilî’nin Dîvân’ında yer yer şarapla ilgili çeşitli düşünceler, dünya ve hayata aldırış etmeme, bir hayat görüşü, felekten yakınma ve yaşamaktan zevk alma konulu rindâne gazeller141 de bulunmaktadır.

باو بﻻا ح ت ف م ا ي م خر ه ب یرد ا شگ

“Seher vakti sabah şarabı ümidiyle meyhaneye gittim, ey kapıları açan, yüzüme bir kapı aç.

Eğer şarap kadehinde yüzünün aksini bulursam kabarcık misali saf şaraptan başımı kaldırmam.”

Dîvân’ın 374a-382a varakları arasında yer alan kitâb-ı rubâîyyât bölümünde ise aşk, şarap, dünya nimetlerinden faydalanma, fâni hayatın geçiciliği ve ölüm gibi konuların işlendiği rubâîler yer almaktadır. Sâʾilî, dünyalık hazzın nafile oluşunu ve âlimin dünya süsüne meyletmeyişini rubâîsinde şu şekilde dile getirmektedir:

ظ ح ار ا م م غ ر ي غ د ي سر ن ناو خ ناز

“Dünyada herkes en aşağılık hazza ulaştı. (Fakat) o sofradan bizim nasibimize ancak gam düştü.

Her ne kadar dünya hoş ve tatlı görünse de bilge kişi onun şeker ve tadına kanmadı.”

140 Sâʾilî, a.g.e., vr. 285a.

141 İsen, a.g.e., s. 216-217. Ayrıca bk. Haluk İpekten, Eski Türk Edebiyatı, Dergâh Yayınları, 12. baskı, İstanbul, 2010

142 Sâʾilî, a.g.e., vr. 276a

143 Sâʾilî, a.g.e., vr. 387a.

Sâʾilî’nin, şarabı, şarap zevkini ve hayata karşı kayıtsızlığı konu ettiği rubâîleri

“Külahımdan şarap içmek istiyorum. Bu kafa, gafil ya da haberlidir.

Ben rind, bir kez onu şarapla doldurdum. Padişah mı dilenci mi belli değil.”

Dîvân, ı terciât ve ı mukataât bölümleriyle devam etmekte ve kitâb-ı muammâyât bölümü ile son bulmaktadkitâb-ır. Sâʾilî’nin Dîvân’kitâb-ı hakkkitâb-ında bilgi veren bazkitâb-ı kaynaklarda çelişkili ifadeler tespit edilmiştir. Kâtib Çelebi, Farsça olan bu Dîvân’ın baş tarafının şu şekilde olduğu bilgisine yer vermektedir:

م ي ل ک ِت سد ر س یا صع ت سه

145

ِم ي ِح ﱠر لا ِن َم ْح ﱠر لا ه ل لا م سب Ancak Dîvân’da böyle bir beytin varlığı bile söz konusu değildir. Bu yanlış ifadeler sadece Kâtib Çelebi ile sınırlı kalmamış, Dihḫudâ da bu bilgiyi Kâtib Çelebi’den olduğu gibi aktararak bu yanlışlığı devam ettirmiştir. Sonuç olarak söz konusu eser hakkında en doğru bilgilere Ali Şîr Nevâî’nin Mecâlisu’n-nefâis’inde rastlanmaktadır.

Zira Nevâî onun, yakınlarda alfabetik sıraya göre bir divan yazdığını söyleyerek divandaki gazelin matla beytini eserinde şu şekilde zikretmektedir.146

دراد ناهد رد ترسح ِبآ رگيد ِمخز ِرهب هک yılına kadar gelmekte ve Bursa’nın fethiyle son bulmaktadır. Bu eser, bundan sonraki bölümde ayrıntılı olarak incelenecektir.

144 Sâʾilî, a.g.e., vr. 375a.

145 Kâtib Çelebi, Keşfu’ẓ-ẓunûn ʿan esâmi’l-kutub ve’l-funûn, haz: Şerefttin Yaltkaya, I. Cilt, Maarif Matbaası, İstanbul, 1941, s. 792.

146 Nevâî, s. 504.

147 Sâʾilî, a.g.e., vr. 298a.

1.3. EDEBÎ KİŞİLİĞİ

Gerek Târîḫ-i Âl-i ʿOåmânî’sinde gerekse de diğer eserlerindeki şiirlerinden Sâʾilî’nin, hissiyatı ince, hayal dünyası zengin bir şair olduğu anlaşılmaktadır. Birinci derecede bir şair olmasa da, Târîḫ-i Âl-i ʿOåmânî’deki olayları tasvir ederken başvurduğu sanatlı anlatım ve yaptığı canlı tasvirler, şiirlerinde kullandığı unsurlar, Dîvân’ında yer alan nazım şekilleri ve bu nazım şekillerinde işlediği konular, yer verdiği edebî sanatlar, yaptığı iktibas ve telmihler, Sâʾilî’nin, dönemindeki şairler arasında yer almasını sağlayacak niteliktedir.

Sâʾilî’nin, Türkçe, Arapça, Pehlevî-Derî Farsçası ile kaside, gazel ve mesnevî söylediğini kendi ifadesinden anlıyoruz.

“Hem Türkçe hem Arapça hem Derî-Pehlevî diliyle, kaside, gazel ve mesnevî söyledim.”

Şimdiye kadar, Sâʾilî’nin eserlerinde herhangi bir Arapça beyte rastlanmamıştır. Ancak ömrünün sonlarına doğru, Âşık Çelebi’ye (ö. 979/1571) okuduğu şu Arapça beyit, Sâʾilî’nin ifadesini doğrulamaktadır:

مل س يل ميل س و تارا م نيا ر س و ی

149

تاراد ث ي ح رد و ءا ضق لا ءا ير ي ب تا “Kader rüzgârlarına tabi ol ve onun döndüğü tarafa dön. Selma’ya selam söyle ve nereye giderse sen de oraya git.”

Sâʾilî’nin, 17 adet olan Türkçe şiirleri ise, Dîvân’ının 260b-265a sayfaları arasında “Kitâb-ı Türkiyye” adıyla başlayan bölümde yer almaktadır.150Ayrıca Hasan Çelebi de eserinde, Sâʾilî’nin Türkçe bir beytine yer vermiştir:

ر ست ر س یدرَبَق مني س ه نارجه ِش تآ bulunmamaktadır; fakat Târîḫ-i Âl-i ʿOåmânî’nin sebeb-i telif kısmında çeşitli ilimler

148 Metin, s. 21.

149 Âşık Çelebi, a.g.e., s. 942.

150 Sâʾilî’nin Türkçe şiirleri için bk. İsrafil Babacan, “Sâyilî ve Türkçe Şiirleri”, Hacettepe Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi, Sayı 23, Ankara, Güz 2015, s. 61-83.

151 Hasan Çelebi, a.g.e., s. 447.

öğrenmek için başka ülkelere gitme isteğini ve bu uğurda çektiği sıkıntıdan sonra elde ettiği ilim hazinesini dizelerinde dile getirmektedir.

مو ل ع مدر ک شو گ نﻻدا ناد ز

Dünyada ilmin sıkıntısını çekince, sonunda istekle ilim hazinesine meylettim.

Hikmet kanunlarına yönelince, akıl eliyle hikmet kapısını çaldım.

Uzun zamandır itaatkâr olduğum için, hikmet sahibinin hükmüyle akıllandım.”

Bu bilgiler ışığında, Sâʾilî’nin ilim öğrenme aşkıyla çokça dolaştığını ve bu yolculuklar esnasında hikmet sahiplerinin kapısına gidip onlardan ilim ve irfan öğrenerek edebî ve ilmî yönden kendini geliştirdiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Zira gerek yukarıdaki beyitler gerekse de eseri Târîḫ-i Âl-i ʿOåmânî’den seçilen şu beyitler düşüncemizi destekler mahiyettedir:

ت سپ و ﻻا ب ت فا ي ن خ س زا غور ف

153

ت سه ه چ ر ه زا دو ب ن خ س ن ي ت سخ ن

“Her şeyden evvel söz vardı, yer ve gök onunla parlaklık kazandı.”

Klasik Fars şairlerinin özellikle mesnevi başlarında kullandıkları “ نخس نيتسخن دوب” ifadesi, yukarıdaki beyitte görüldüğü üzere Sâʾilî tarafından da kullanılmıştır.

Bilindiği gibi bu ifade aynı zamanda Yuhanna İncili’nin 1. ayetidir de. Bu da bize Sâʾilî’nin, belli bir dinî bilgisinin olduğunu göstermektedir.

ی يو ت نا ج د ب لا ک ا م ه ک نا ط ل س ه چ

“Hepimiz kuluz; sultan Sen’sin; Sultan ne ki, biz bedeniz can Sen’sin.

Emrettiğin her şeyi yaparız; emrine candan itaat ederiz.”

Sâʾilî’nin, yukarıdaki beyitleri, gerek seçilen kelimeler gerekse de kelimelerin dizilişi bakımından Mevlânâ’nın Dîvân-ı Kebîr’indeki gazelden esinlenerek yazdığı tespit edilmiştir. Bu tespitimizin doğruluğunu destekleme mahiyetinde Mevlânâ’nın, yukarıda bahse konu olan gazeli aşağıda verilmiştir:

152 Metin, s. 20.

153 Metin, s. 10.

154 Metin, s. 141.

،ت محر و فطل ِنا يم رد

“Ey Allah’ım! Hastalara ferahlık veren Sen’sin; lütuf ve rahmet arasında can gibi gizlenen Sen’sin!

Geceye kadar böyle birbirimize şefkat gösteririz; gece bütün rahmet sanadır.

Çünkü rahman Sen’sin.”

Yukarıdaki örneklerde görüldüğü üzere, Sâʾilî’nin başka şairlerden ilham aldığı aşikârdır. Fakat kimi zaman da beytin ya da mısraın tamamını iktibas ederek kendi şiirinde kullandığı görülmektedir. Zira Sâʾilî’nin aşağıda yer alan beytinin ilk mısraı, ufak bir yer değişikliğiyle Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin, Mesnevî-i Manevî156sinden olduğu gibi alıntılanmıştır. üzere Mevlânâ(ö. 672/1273), Abdurrahman-ı Câmî(ö. 898/1492) ve Saʿdî-i Şîrâzî (ö.

691/1292) gibi klasik Fars şiirinin önde gelen şairlerinden etkilendiği ve onların yazdıklarından ilham alarak eserler kaleme aldığı aşikârdır. Fakat Sâʾilî, onları birebir taklit etmek yerine şiirlerinde, kendi düşünce ve hayal dünyasını yansıtarak kendi edebî tarzını ortaya koymuştur.

Âşık Çelebi, Sâʾilî’nin edebî kişiliği hakkında, ehil olanlardan ilmin inceliklerini sorduğu, itikadında ayıplanacak bir durum söz konusu olmayıp, sözlerinin makul olduğu bilgisini vererek onun ilim, irfan ve tasavvufa olan temayülüne dikkat çekmektedir.158

Sâʾilî’nin, Dîvân’ında yer alan gazellerden hareketle, onun rind meşrep bir şair olduğunu söylemek mümkündür. Zira yer yer içki ile ilgili çeşitli düşünceler, dünya hayatına kayıtsızlık, yaşamaktan zevk alma, hayatın fanîliği gibi hususlar onun rindâne gazellerinde ele aldığı konuların başında gelmektedir.

155 Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, Dîvân-ı Şems-i Tebrîzî, Neşr-i Muhammed, Tahran, 1386 hk./1966, s.

1124.

156 درب ناکاپ ۀنعط ردنا شليم درد سک ۀدرپ هک دهاوخ ادخ نوچ (Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, Mesnevî-i Manevî, İntişarat-i Dustan, 9. baskı, Tahran, 1386 hk./1966, s. 50.

157 Metin, s. 110.

158 Âşık Çelebi, a.g.e., s. 941-942.

بات ش هب یور یم رمع یا نم ِم شچ زا هچ

“Ömür hayıflanmayla geçti, ey ömür neden hızla gözümden uzaklaşıyorsun?

Ey ay yüzlü seni rüyamda gördüm ve yıllar geçti. Benim gözüm, rüyayı artık rüyasında dahi görmez oldu.

Eğer şarap kadehinde yüzünün aksini bulursam kabarcık misali saf şaraptan başımı kaldırmam.”

Rindâne konulara yer veren Sâʾilî, bunların dışında âşıkane duygulara da yer vermektedir. Sâʾilî’nin, daha çok aşk, sevgi, mutluluk, aşk ıstırabı, sevgiliden yakınma gibi içli duyguları konu edinen âşıkane gazelleri bulunmaktadır. Buradan hareketle şunu söyleyebiliriz ki Sâʾilî, ilahî aşktan ziyade beşerî aşkı işlemektedir. O, sevgilisine duyduğu aşkı ve yaşadığı aşkın ıstırabını rubâîsinde şu şekilde dile getirmektedir:

ِهار رد ک يل

“Senin sokağının başında çok âşık vardır; fakat senin gamını çeken üzgün âşık azdır.

Ey seyirci (isteyen) güzel, senin yolunda göz çoktur; lakin kanlı göyaşı döken göz azdır.”

Edebî bilgisinin yanında zengin hayal dünyasına sahip olan Sâʾilî’nin, tasvirdeki başarısı, onun nasıl bir edebî kişilik sergilediğini göstermesi açısından önem arzetmektedir. Bu durum, özgün benzetmeler yoluyla yaptığı savaş ve ordu tasvirlerinde kendini göstermektedir. Bir savaş esnasında ölen ve yaralanan askerlerin ahvalini, savaş yerinin durumunu ve o sırada kullanılan savaş araç ve gereçlerini şu şekilde tasvir etmektedir:

د يود نو خ ق ف ش نو چ م ه قا فآ ر ب 161

د ي سر نودر گ ه ب هدا هد یاد ص

“Zamanda tecrübe edilen bu savaşın nasibi olarak, yaydan kiriş sesi yükseldi.

Bölükteki yiğitlerin mızrak yarasından dolayı, dağın burnundan kan seli aktı.

Savaşta ölenlerin peşinden, yüze çalpara vurdu, boru inledi.

Feleğe, vuruşma sesi ulaştı, gökyüzüne şafak renginde kan fışkırdı.”

Şiirlerinde teşhis ve intâk sanatını ustalıkla kullanan Sâʾilî, bilhassa tabiat ve düğün tasvirlerinde çok orijinal benzetmelere yer vermektedir. Örneğin baharın gelişiyle birlikte doğadaki değişimi şu şekilde tasvir etmektedir:

لا خ ه ت شگ ار یو ج ِب ل ه شف ن ب

Zümrüt tahtta, gül sultan olmuş, tıpkı elinde lale şeklinde şarap kadehi tutan saki gibi.

Bulut, çimeni lale ile donatmış, gülün kulağına kırağıdan inci takılmış.”

Sâʾilî, duygu ve düşünce dünyasını, yer yer sanatlı bir üslûpla ifade edebilen bir şair olmasının yanı sıra, yaşadığı dönemin toplumsal, siyasî ve kültürel durumunun gözlemini yaparak bunun sağlıklı bir sentezini sunabilen tutarlı bir tarihçi kimliği de ortaya koymaktadır. Aynı zamanda söz ustası Şeyh Saʿdî’nin Gülistân’ına benzer şekilde didaktik-ahlakî hikâyeler ve hikmet içerikli sözler kaleme alarak da öğüt veren bilge bir kişilik sergilemektedir.

Hikmet

و رازآ ِیپ رد شوک مهرم هب تحارج یارب زا یدرم رگا شوجم مدرم یلد ِشير

163.

“İnsanın kalbini kırıp yaralama; yiğitsen eğer bir yara için merhem olmaya çabala!”

161 Metin, s. 217.

162 Metin, s. 238.

163 Sâʾilî, a.g.e., vr. 194b.

Nasihat

شک ِحتف .ار هاشداپ تسين رّسيم یهاپس یب یريگ ميلقا هک هاوخ نادرم زا ددم یهاوخ لد رو 164

“Ülke fethetmek istersen halktan yardım iste. Zira ordusuz, ülke fethetmek padişah için mümkün olmaz.”

Hikmet

بيع مشچ هاگ و .دزاس یم رظن دسح زا مدرم ِلام هب هاگ دوسح نمرنه ِرنه هب

لکشم ِیثنخ نوچمه .دزادنا یم د

.رهوش مه و دراد نز مه هک

165

“Kıskanç kişi, kıskançlıktan kâh insanların malına göz diker, kâh sanatkâr kişinin sanatına. Tıpkı hem karısı hem de kocası olan eşcinsel gibi.”

164 Sâʾilî, a.g.e, vr. 193b.

165 Sâʾilî, a.g.e., vr. 191b.

İKİNCİ BÖLÜM

ESERİN ŞEKİL, ÜSLÛP VE MUHTEVA ÖZELLİKLERİ

2.1. ŞEKİL ÖZELLİKLERİ

Târîḫ-i Âl-i ʿOåmânî’yi şekil açısından incelemek için adı geçen eserin nazım şekline, vezin yapısına, kafiye düzenine, oluşturulan konu başlıklarına ve beyitleri meydana getiren mısralara göz atılarak bunların genel özellikleri tespit edilecektir:

2.1.1. Konu Başlıkları, Mısra ve Beyit Yapısı

a) Bölümler arasındaki bağlantıyı sağlayan konu başlıkları genel itibariyle anlatılan konunun özü mahiyetinde olup iki üç en fazla dört cümleden ibarettir. Bu cümlelerin sıralanışında secili anlatıma başvurulmuştur:

ما نا مار ک خ يراو ت ِر کذ رد مﻼ ک ِحا ت ت فا b) Bir beyti oluşturan mısralar genellikle هک ،وچ gibi rabıt edatlarıyla birbirine

bağlanmakta ve çoğu zaman anlamı ikinci mısra tamamlamaktadır:

د ي شچ یر ي پ ِما ج زا ن ت فر ِی م

167 د ي سر یر ي پ ِت قو ار ق ح سا و چ

“İshâk, yaşlanınca, yaşlılık kadehindenveda şarabını tattı.”

c) Arapça kelime ve terkiplerin sayısı bir hayli fazladır. Özellikle konu başlıklarında, münâcât ve na’t bölümlerinde dinî terimler sıkça kullanılmıştır:

ا م ِر ک ُم یرو لا ی ب ن ا م ير ک

168

ا م ع ن م ا ق ف شم ار گ ت عا ف ش “Ey müşfik ve ey nimetlendirici şefaatçi, ey cömert ve ihsanda bulunan asil peygamber.”

d) Toplamda üç tane olmak üzere telmih yoluyla bazı Kur’ân ayetlerine yer verilmiştir:

166 Metin, s. 25.

167 Metin, s. 29.

168 Metin, s. 8.

شرا صح

“Plan olarak şehirlerin en görkemlisi, kalesi “sütunlar sahibi İrem gibi.”

2.1.2. Eserin Nazım Şekli, Vezni, Kafiye Düzeni ve Beyit Sayısı

Târîḫ-i Âl-i ʿOåmânî, her beyti, kendi arasında kafiyeli ve baştan sona kadar aynı vezinde yazılmış beyitlerden oluşan bir nazım türü olan mesnevî şeklinde yazılmıştır. Sâʾilî, eserini Şâhnâme’nin vezni olan bahr-i mutekârib-i müsemmen-i maksûr (Feûlün/Feûlün/Feûlün/Feûl) vezninde170 yazmıştır.

Eserin kafiye düzeni ise (a-a, b-b, c-c) şeklindedir. Revi harfinin bulunduğu kafiye bazen mısra ve beyit sonunda bulunduğu gibi bazen de rediflerin bulunduğu durumlarda mısra ortasında olabilmektedir. Sâʾilî’nin tercih ettiği redifler genellikle kısa ve sade olup sayıları çok fazla olmamakla birlikte uzun rediflerin de kullanıldığı görülmektedir:

“Dilimi, lütfundan dolayı övgüyle doldur, dualarımı lütfunla kabul eyle.”

Şair, beyitleri meydana getiren unsurları, söz dizimi kurallarına ve dilin ortak beğenisine aykırı olarak kullandığı için kimi beyitlerde ibâre tertibinin sağlam olmamasından kaynaklı za’f-ı te’life yol açan ifade kusurlarına rastlanmaktadır. Tahir-ül Mevlevî, önce söylenmesi gereken kelimelerin sonraya bırakılmasını, sonra söylenecek olanların önce söylenmesini, hazf edilmesi gerekenlerin zikredilmesini, zikredilmesi gerekenlerin de hazfedilmesini bu kusurun başlıca sebeplerinden sayar.172

ِجا ت د ه ن ار ی ک ي

169 Metin, s. 179. “Sütunlar sahibi İrem’e..?” anlamındaki Kur’ân ayeti (Kur’ân, 89/Fecr-7).

170 Veyis Değirmençay, Farsça Arûz ve Kâfiye, Atatürk Üniversitesi Yayınları, Erzurum, 2005, s. 90.

171 Metin, s. 5.

172 Tahiru’l Mevlevî, Edebiyat Lügatı, nşr: Kemâl Edib Kürkçüoğlu, Enderun Kitabevi, İstanbul, 1973, s. 181.

Yukarıdaki ilk beytin ilk mısrası “yekî râ dehed” ile başlamaktadır ve ikinci mısra da ona benzer olarak “yekî râ nehed” ibâresiyle tertiplenmiştir. Ancak ilk dizedeki “şokr” ibaresine denk gelen “tersâ” tertip sırasına uygun olmadığı için za’f-i te’lif yapılmıştır. Aynı şekilde son beytin ilk mısraı “gehî” iken ikinci mısrada ona karşılık “geh ender” ibâresi seçilerek ibârelerin tertip sırası bozulmuştur. Görüldüğü gibi “gehî” ve “geh ender” ibârelerinden sonra benzer sıralanış takip edilmiştir.

İsmail Durmuş ise, bu terimi “söz diziminde kurala aykırılık” olarak tanımlar ve cümledeki öğelerin sıralanışının gramer kurallarına ve zevkiselime ters düşmeyecek şekilde dizilmesi gerektiğini ifade eder. Aksi takdirde bir cümlede düşünceler sağlam ve hayaller canlı olsa da bunların yanlış, karışık ve belirsiz bir sırayla dizilmesi durumunda ifade değerini ve etkisini kaybedeceğini hatta anlam karışıklığına yol açabileceğini belirtir.176

Kimi zaman Sâʾilî’nin, revi harfinin mahreç (seslerin çıkış yerlerinin) yakınlığı olan başka harfe dönüşmesiyle kafiye kusurlarından ikfa kusuru177 işlediği

“Tacik ve Türk kabileleri ve ulu gaziler, onun etrafında toplandı.”

Yukarıdaki beyitte yer alan “tork” ve “sotorg” kelimelerinden ilkinin son harfi k iken ikincisinin son harfi g harfinden oluşmaktadır. Saraç, divan şiirinde bu kusurun en fazla b-p şeklinde yapılan örneklerine rastlandığını ifade eder. Sâʾilî’nin beyitlerinde, uzun okunması gereken hecelerin kısa okunmasından kaynaklı aruz kusurlarından sayılan zihâfa da rastlanır. Saraç’a göre bu kusurun, metnin edebî değerini düşüren ve düşürmeyen zihâf olmak üzere iki çeşidi vardır. Saraç, Arapça ve Farsça kelimeler için geçerli olan zihâfı bir kusur olarak kabul eder.179

Kimi zaman da revi harfinin bulunduğu kafiye kelimeleri arasında farklılık söz konusudur. Bu farklılık kafiyede anlamları ayrı olan, farklı kelimelerin seçilmesiyle gerçekleşmektedir.180

176 İsmail Durmuş, “Za‘f-ı Te’lîf”, TDV, XXXXIV. Cilt, İstanbul, 2013, s. 64-65.

177 Saraç, a.g.e., s. 274.

178 Metin, s. 69.

179 Saraç, a.g.e., s. 215.

180 M. A. Yekta Saraç, Klasik Edebiyat Bilgisi, 9. baskı, Gökkubbe Yayınları, İstanbul, 2015, s. 166-167.

181 Metin, s. 13.

“İş tutmada başarılısın, nefesin gam gidericidir; ilimde payidarsın, ruhen

“İnsanların dükkânları gece gündüz açıktı; başıboşluk ve gevşeklik fazla uzun sürmüyordu.”

Yukarıdaki beyitte geçen “dokkân” kelimesi “dokân” şekline sokularak zihaf yapılmıştır. Daha önce Sâʾilî’nin öğrenim durumu hakkında elimizde bilgi olmadığına değinmiştik. Yukarıdaki aruz kusurları, bize, her ne kadar şairin öğrenim görmemiş olma ihtimalini düşündürse de bu bizce mümkün değildir. Zira bazı tezkire kitaplarında Sâʾilî’nin seri bir kâtip olduğu ve günde beş yüz adet beyit yazdığı bilgisi kaydedilmektedir.183 Bu kaynaklarda verilen bilgilerden yola çıkarak, aruz ilminin inceliklerini bilmeyen birisinin seri bir kâtip olarak zikredilmesi ve günde beş yüz adet beyit yazması bizce mümkün görünmemektedir. Dolayısıyla aruz ilmine vakıf olmak belli bir eğitimden geçmiş olmayı gerektirmektedir.

Bu nedenle Sâʾilî’nin yapmış olduğu bu aruz tasarruflarını, onun beyitler arası ahengi yakalamak yerine beytin anlamını vermek istemesiyle açıklayabiliriz. Zira eserin bütününü göz önünde bulundurduğumuzda, onun aruz ilmine vakıf bir şair olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Aşağıdaki beyit de bu ifademizi doğrular niteliktedir: ifadesinden de anlaşılacağı üzere, üzerinde çalıştığımız eser, müellif hattı olup toplam 4336 beyitten oluşmaktadır.

182 Metin, s. 97.

183 Nevâî, a.g.e., s. 182; El-Tahrânî, a.g.e., s. 427.

184 Metin, s. 1.

2.2. TÂRİḪ-İ ÂL-İ ʿOæMÂNÎ’NİN DİL VE ÜSLÛP ÖZELLİKLERİ Sâʾilî’nin şiirlerinde dil açısından dikkat çeken en önemli özellik süslü ve

2.2. TÂRİḪ-İ ÂL-İ ʿOæMÂNÎ’NİN DİL VE ÜSLÛP ÖZELLİKLERİ Sâʾilî’nin şiirlerinde dil açısından dikkat çeken en önemli özellik süslü ve