• Sonuç bulunamadı

2.4. ÇağrıĢım ve Diğer Disiplinler

2.4.5. Kelime OluĢumu

ÇağrıĢımın temelinde iliĢkilendirme vardır. Bir nesneye, olguya baktığımızda ya da onu düĢündüğümüzde aklımızda onla ilgili farklı kavramlar beliriyorsa, bu beynin iliĢkilendirme yapabilme yeteneğinden kaynaklanmaktadır. Ġnsanlığın arasındaki en önemli bağı oluĢturan kelimelerin ortaya çıkıĢında da yine iliĢkilendirme vardır. Ġnsanlar arasındaki iletiĢim, vazgeçilemez bir ihtiyaçtır ve bu ihtiyacın giderilmesinde gerekli olan kelimeler çağrıĢım sonucu ortaya çıkmıĢtır. Ġnsanlık dil oluĢturmuĢtur, bu oluĢumda da doğadan esinlenmiĢ; yani doğadan duyduğu seslere benzer sesler oluĢturmuĢ ve daha sonra da bu sesleri geliĢtirmiĢtir. Ġnsanlık, kelimeleri dolayısıyla da dili doğayla iliĢkilendirerek ortaya çıkarmıĢtır.

“Bir çocuğun “yemek yemek” ve yemeğin kendisi için mama demesi, çiğneme hareketinin ses hâline geliĢinden baĢka bir Ģey değildir. Yalın olarak veya mama Ģeklinde ikilenerek (tekrarlanarak) dünyanın pek çok dillerinde “anne”yi ifade eden “ma” hecesinin, aslında (meme) emme hareketinin sese dönüĢmesi olduğu, haklı olarak düĢünülmüĢtür (Porzig

2003: 16). Eski çağlarda bazen bir dildeki sesin, seda çıkaran bir Ģeyle tabii iliĢkisi olmuĢtur; ancak bu iliĢki zamanla görülemez hâle gelmiĢtir (Porzig 2003: 15).

Platon‟un Kratylos diyalogunda da adlar ile onların adlandırdıkları Ģeyler arasında doğal bir bağ olması gerektiği savunulmaktadır. Platona göre iki tür ad vardır: doğayı taklit yoluyla edinilen ilk adlar ve onlara birtakım müdahaleler yapılarak oluĢturulan ikinci adlar. Birinci adlar (prota onomatu) varlıkların özlerinin harf ve hecelerle yapılmıĢ taklitleridir. Platon burada tıpkı isimler gibi harflerin de bir özü olduğunu, harflerin doğayı sembolize ettiğini anlatır. Örneğin “r” (rho) hareketi ifade etmek için var olan bir harftir. “rein” (akmak), “tromos” (titreme), “trekhein” (koĢmak) fiillerindeki hareket anlamını hep “r” sesi sağlamaktadır. “i” (lota) ise hafif ve her Ģeyin arasından kolayca geçebilen ince Ģeyleri anlatmak için kullanılır. “ienai” (gitmek, acele etmek), “hiestai” (acele ettirmek, atılmak) fiillerindeki anlamı sağlayan da “i “ sesidir. “Psukhron” (soğuk), “zeon” (kaynar), “seiesthai” (depreĢmek, sarsılmak), “seismos” (sarsıntı) gibi kavramlar ise güçlü bir nefes verilerek söylenen “ph” (phi), “ps” (psi), “s” (sigma) ve “z” (zeta) gibi harflerle taklit edilirler. Diğer yandan “d” ve “t” harflerinin dile set çekme, dayatma etkisi “bağlama” anlamı için “desmos” “durdurma” anlamı için de “statis” kullanılarak belirtilmektedir. Dilin özellikle “l” harfinde kayarcasına hareket ettiğini fark eden ad (yasa) koyucu; pürüzsüz, kaygan anlamını “leion” kaymak fiilini “olisthanein” yağlı anlamını “liparon” bulaĢkan kavramını da “kolôdes” olarak adlandırır ve aynı cinsten bütün öteki kavramları da bu benzetmeden yararlanarak adlandırır. Ġkinci adlar ise ilk adlar gibi adlandırdıkları varlıkların özlerini gösterir, sembolleĢtirirler; ancak bunu ilk adların en az ikisinin yan yana gelmesiyle ya da ilk adlardan harfler çıkarılarak, adları oluĢturan seslerin yerleri değiĢtirilerek ya da onlara harfler eklenerek oluĢturulur (Platon, 2000: 98-99).

Ġlk adların ortaya çıkıĢında kullanılan seslerin mutlaka doğaları gereği objelere benzer olmaları gerekir, tıpkı resim sanatının tablolar meydana getirmek için taklit ettiği objelerin renklerine benzer boyaların olması gibi. GüneĢi resmederken beyaz rengini kullanmayız; çünkü beyaz güneĢin değil bulutların yansıttığı bir renktir. GüneĢin ifadesinde kullanılabilecek boyanın rengi sarıdır. Platon, ilk adların oluĢumunda adların temsillerden oluĢması gerektiğini ve onları temsil edecekleri objelere mümkün olduğunca çok benzemelerini sağlamanın kelime oluĢumunda en iyi yol olduğunu söylemektedir (Platon, 2000: 113).

Günümüzde “yansıma sözcükler” olarak nitelendirilen kelimelerin oluĢumuna baktığımızda yine doğadaki seslerin taklit edilerek o sese benzer sesler yaratıldığını görürüz. Bu durum dünyadaki her dil için geçerlidir, hepsi doğadaki sesleri taklit ederek benzerlik

iliĢkisi kurmuĢ ve yeni kelimeler türetmiĢtir. Türkçede köpeğin “havlamasına” “hav hav” derken Ġngilizcede “bark bark”, Yunancada “gav gav”, Katalancada “bup bup”, Hintçede “bho bho” denmesi gibi örnekler yansıma sözcüklerin her yerde çıkıĢ noktasının aynı olduğunu ama söyleniĢ ve ağız özelliklerine göre farklı değiĢimler yarattığını göstermektedir. Bununla ilgili olarak Platon, kelime oluĢturanların yani yasa koyucuların -bu yasa koyucuları her objenin doğal adını görebilen ve harflere, hecelere onların Ģeklini verebilen özel kimseler olarak tanımlamaktadır- hepsinin aynı hecelerle iĢ görmemesini demircilere benzetir. Her demirci aynı amaç için aynı aleti yaparken, aynı demir üzerinde çalıĢmaz; önemli olan ona aynı Ģekli vermektir. Aynı Ģekil verildiği sürece ister burada, ister baĢka bir ülkede olsun o alet yine de iĢ görür (Platon, 2000: 21).

ÇağrıĢım kökenli bir sözcük olan “uğuldamak” rüzgarın çıkardığı “uğğğ” sesinden yola çıkılarak oluĢturulmuĢtur. “Uğuldamak sözcüğünü duyduğumuzda Türkçeyi bilmesek bile sesin verdiği histen kelimenin anlamını tahmin edebiliriz. Ġngilizcedeki blast (püskürtmek, patlamak, bombalamak), crash (çarpmak) flash (yanıp sönmek, birden parlamak), bang (hızla çarpmak, gürültü yapmak, patlamak) kelimelerini duyduğumuzda anlamın hızlı, çarpıcı bir izlenim verdiğini; Almancadaki “kribbeln” (karıncalanmak, kaĢınmak) “flirren” (titremek, parıldayıp sönmek; vırıldamak) sözcüğünü duyduğumuzda da kelimenin ses yapısından anlamın hareketli, titrek bir izlenim verdiğini anlarız. Porzig bunu sinestezi (duyum ikiliği) ile açıklar. Sinestezi; bilincin dıĢtan bir uyarı ile bir duyum alanında algıladığı duyulara çoğu zaman böyle bir sebebi olmayan baĢka bir duyum alanındaki duyulara eĢlik etmesidir. “Tonları görme” ve “renkleri duyma” olarak bilinen olaylar, bu genel görüntünün en uç örnekleridir. Böylece titreyen ıĢığın sebep olduğu uyarma ve dokunma duyusunun hızla tekrarlanan hafif temaslar sonucu uyarılması ile aynı anda, kulak yoluyla da izlenimlere sahip oluruz. Tonlardan baĢka fenomenleri de dilin seslerine aktarma imkanı vardır. Bu yüzden sese aktarmalardan bahsederiz (Porzig, 2003: 15). Sese aktarmalarda çağrıĢımdan etkilenildiği gibi ad aktarmalarında da oluĢ yine çağrıĢımlar üzerine kuruludur. Doğadan çağrıĢım iliĢkisiyle alınan ve anlamlandırılan sesler yine bu iliĢki kurularak farklı ama birbirleriyle bağlantılı baĢka anlamları da karĢılamaya baĢlar. Aktarmalar, bu oluĢuma en güzel örnektir.

Benzer Belgeler