• Sonuç bulunamadı

KİTAB’UL BURHAN’IN GENEL DEĞERLENDİRİLMESİ

B. Şartlı Kesin Kıyas:

V. Bir Bitişik ve Bir Ayrık Şartlıdan Oluşan Kıyaslar

1.3.3. Kaynağı Bakımından Önermeler

Abdunnâfi İffet Efendi'nin bu konudaki görüşünü, mantık tarihinde ileri sürülen fikirleri de dikkate alarak ortaya koymak daha isabetli olur. Kıyaslarda kullanılan öncüller kaynağına göre bazı guruplara ayrılır. Farabî, onları bilinir olanlar ve bilinir olmayanlar şeklinde ayırarak, bilinir olanlann herhangi bir kıyasa başvurmaksızın tarafımızdan bilinir olduğunu söyler. Bunlar dört tanedir: Makbûlât, meşhûrât, mahsûsât ve tabiî olarak ma'kül olanlardır. Makbûlât, rıza gösterilen bir topluluktan alınıp kabul edilmiş olanlardır. Meşhûrât, insanlar arasında yaygın olarak itiraz edilmeden kullanılan her şeydir. Mahsûsât, beş duyu ile algılananlardır. Tabiî olarak ma'kül olanlar da, mesela 'bütün üçler tek sayıdır' önermesinde olduğu gibi, doğuştan beri kendisinde bulunup da nereden ve nasıl edinildiği bilinmeyen bilgilerdir. İbn Sina da doğru kabul edile n önermeler (müsellemât) adı altında inceleyerek, onların altı tane olduğunu söyler: Apaçık olan ilk doğrular (evveliyât), gözlemler (müşâhedât), deneyler (mücerrebât), sezgiler (hadsiyyât), rivayetler (mütevetirât) ve kıyaslanmış önermeler. Ebherî, İbn Sina gibi altı önerme kabul etmiş75, F. Râzî ve Gelenbevi son türü çıkarak yakîniyyâttan olan önermeleri beşe indirmiştir.809

Abdunnâfi İffet Efendi de önermelerin, bedihiyyât, meşhûrât, müsellemât, makbûlât, maznûnât ve muhayyelât olarak ayrıldığını, Ibn Sin a'nın kabul ettiği gibi burhânî kanıtlamalarda kullanılan behihiyyâta ait önermelerin altı tane olduğunu

I. Apaçık olan ilk doğrular (evveliyât): 'İki zıttın bir arada bulunması veya birlikte kaldırılması imkansızdır' ya da 'bir, ikinin yarısıdır' gibi her akl -ı selimin kesinlikle kabul etmesi gereken önermelerdir.

II. Gözlemler (müşahedât): Aklın gözlem vasıtasıyla kesin hüküm verdiği önermelerdir. 'Ateş yakıcıdır' gibi dış güçlerle algılandığı için hissedilirler (hissiyât) adını alması yanında 'açım' veya 'ağrı m var' gibi iç güçlerle algılandığı için vicdâniyyât adını alır.

III. Kıyaslanmış önermeler (gadâyâ kıyâsatihâ meahâ): Nazariyât olarak daisimlendirilir. Mesela 'dört çifttir; çünkü iki eşit parçaya ayrılmaktadır' gibi aklın gizli bir kıyas vasıtasıyla hükmettiği önermelerdir.

IV. Rivayetler (mütevâtirât): 'Bağdat vardır' gibi müşâhede edenleri dinlemek vasıtasıyla aklın gizli bir kıyasla kesin olarak hükmettiği önermelerdir.

V. Deneyler (mücerrebât): Müşahedenin tekrarı anında bir kerede hasıl olan gizli bir kıyas vasıtasıyla aklın kesin olarak verdiği hükümdür. Mesela, sakamonyanın ishal etmesi gibi.

VI.Sezgiler (hadsiyyât): Sezgi ile bir anda hasıl olan gizli bir kıyas vasıtasıyla aklın kesin olarak verdiği hükümdür. Sezgi ise ilkelerden sonuca aniden ileten melekedir.

1.3.4. Beş Sanat

Beş sanat, öncülleri, kaynaklarına göre sınıflandınlmış önermelerden elde edilen kıyaslardır. Önermeler bölümünün bütün gayesi ilmî bir önermeyi tesis ederek kanıtlamaya hazırlamak iken, kıyas bölümünün bütün gayesi de en doğru kıyası tesis edip bürhânî kıyası elde etmektir. Bununla birlikte bürhân dışında bazı kıyaslar da bulunur.

İslam mantıkçılarının beş sanat adı altında inceledikleri bu kıyasları Abdunnâfi İffet Efendi de aynen kabul eder:

1. Bürhân:

Öncülleri yakîniyâttan olan kıyaslardır. Düşüncesi bu tür kıyaslardan beslenen kimseye de filozof (hakîm) denir. Gerek kıyasın yapısı gerekse önermeler bakımından en güçlü olan ispatlama şekli bürhândır. Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, yakiniyyâta giren önermeler aklın b azen açıktan, bazen de gizli olarak kıyasla elde ettiği önermelerdir.

İşte bu tür önermelerle yapılan kıyasların, kurallara uyduğu sürece, sonuçları da zorunluluk taşır. Mesela:

Her değişken mümkündür.

Evren değişkendir.

O halde evren mümkündür.

Bu kıyas, en mükemmel olan birinci şekle göre düzenlenmiş ve öncülleri de müşâhedâttan alınmış olduğu için bürhânî bir kıyası oluşturur. Sonucu zorunluluk taşır. Abdunnâfi İffet Efendi'ye göre, akıl ile sonuç arasındaki ispatlamanın aracı olan parça, eğer zihnen ve hâricen sonucun illeti olursa, limmî bürhân olur. Mesela, gece vakti, ateşin varlığının dumanın illeti olması gibi. Eğer -şeyi bilmek sonucu bilmenin illeti olması bakımından- sadece zihnen olursa innî bürhân olur. Mesela, gündüz, dumanın varlığının ateşin illeti olması gibi.

2. Cedel:

Bazı öncülleri meşhûrât veya müsellemâttan olan kıyastır. Cedeli kullanan kimseye de mücadeleci (mücâdil) denilir. Mesele: Her zulüm kötüdür.

Bu fiil kötüdür, çünkü o bir zulümdür.

3. Hitabet:

Öncülleri makbülât ve maznûnâttan olan kıyastır. İkna edici olduğundan dolayı bu kanıtlamaya iknâî denilir. Hitabeti kullanan kimseye de hatîb ya da vâiz denir. Mesela:

Bütün hırsızlardan sakınmak gerekir.

Bu adam dolaşıp durduğu için ondan sakınmak gerekir çünkü o bir hırsızdır.

4. Şiir:

Şiir, Ibn Sina'nın da belirttiği gibi, öncülleri muhayyelâttan olan önermelerdir.

Şiiri kullanan kimseye şâir denir.

5. Safsata:

Öncülleri vehmiyyâttan olan kıyas da safsata olarak isimlendirilir. Mesela:

Her varolan bir yerde ve bir y öndedir.

Zorunlu varlık bir yerde ve bir yöndedir, çünkü o bir var olandır.

Ayrıca bozuk kıyas, kesin olarak kıyasın ya madde ya şekil ya da her ikisi cihetinden bozuk olur. Delil getirilen kıyasın bozukluğu biliniyorsa bu kıyasa mugâlata denir. Onu yapan kimseye hakîmin tam karşıtı olarak sofustai denilir. Cedelin karşısındaki olan kıyasa da müşâgabeli kıyas denir.824

SONUÇ

Felsefî görüşlerini incelemeye çalıştığımız Abdunnâfi İffet Efendi, mantık anlayışı bakımından müteahhirûn geleneği içerisinde yer alır. Bununla birlikte, müteahhirûn mantığı, nasıl ki mütekaddimûn mantığından farklılık arz ediyorsa, 19. yüzyıl mantığı da bazı izahlar ve sınıflandırmalar itibarıyla 13. ve 14. yüzyıl müteahhirûn mantığından farklılıklar arz etmektedir. İşte bu farklılıklar Abdunnâfi İffet Efendi'nin mantık görüşlerinde de bulunur. Zatînin guruplanması, tariflerin hakikî ve tenbîhî olarak ayrılması, tekilin (şahsî) önerme nicelemelerine dahil olması gibi konularında erken dönem müteahhirûn geleneğinden ayrılır. Ayrıca, düşünürümüzün, mantık sahasında Rönesans sonrası Batıda meydana gelen gelişmeler hakkında önemli derecede birikimi vardır.

Çünkü o, Batılı mantıkçıların görüşlerini sadece nakletmekle kalmamış, çoğu kere de eleştirmiştir. Abdunnâfi İffet Efendi'nin Klasik Mantık'a en önemli katkısı da burada yatar.

Hem İslam mantığını, hem de dönemin Batı mantığını çok iyi bilen düşünürümüz, İslam mantığı açısından Batı mantık teorilerini eleştirdiği bilinen kişilerin ilki durumundad ır.

Gerçi bu eleştiriler sınırlıdır, ama Müslüman bir mantıkçının Batı mantığına hakim olması ve onu, İslam mantık teorilerine göre yargılaması bakımından örnek teşkil etmektedir.

Abdunnâfi İffet Efendi, Avrupa'da Fen Bilimleri sahasında meydana gelen gelişmelerden haberdar olmasına rağmen, cisim konusunda Meşşai filozofların çizgisini takip etmiştir. 19. yüzyılda Batı'da, hemen bütün bilim alanlarında kabul edilmiş olan atomculuğu reddederek, madde ne kadar bölünürse bölünsün türe ait tabiatını yitirmeyeceğini, sonsuz bölünmenin ise ancak zihnî tahlil düzeyinde farazî bir tasarım olabileceğini kabul etmiştir. Abdunnâfi İffet Efendi'nin atomculuktan uzak durması, İlk Çağdan beri atomculuğun, genelde mekanist, determinist ve materyalist, dolayısıyla da ateist bir karakter arz etmiş olmasından kaynaklanmış olmalıdır.

Abdunnâfi İffet Efendi'nin İslam meşşai filozoflarının ay merkezli alem

Bununla birlikte, onun, güneş merkezli alem görüşünü kabul etmiş olması ve zaman hakkındaki düşüncesi dikkate alınırsa, suduru kabul etmediği sonucu çıkarılabilir.

Kötülük problemi konusunda, İbn Sina'dan sonra bütün İsla m düşünürleri tarafından kabul gören çizgide yer alan Abdunnâfi İffet Efendi, metafizik kötülüğün varlığını kabul etmez. Varlıklarda mevcut olan ahlâkî ve fizikî kötülük ise nisbî, arızîdir.

Netice olarak, Abdunnâfi İffet Efendi, sistem kurmuş bir filozof olmasa da bütün ömrünü felsefî ilimlere adayan bir kişidir. O, yaşadığı müddetçe bir yandan felsefî ilimleri öğretmek ile meşgul olurken, diğer taraftan da bu sahada birçok eser vücuda getirmiştir.

Bu sebeple, yaşadığı dönemin ilim ve fikir hayatına önemli katkıda bulunmuştur.

BİBLİYOGRAFYA

Akkanat Hasan, Kadı Siraceddin el -Ürmevî ve Metâliıı'l -Envâr, (Basılmamış doktoratezi, C.I-m, Ankara2006)

Aristo, Birinci Çözümlemeler, Çev. Ali Houshiary, Ankara 1994.

Aristo, Analitikler, Çev. A. H. Atademir, 1967.

Mehmet Ali, "Türk Mantıkçıları", D.İ.F.M., S.10, İstanbul 1928, s.49 -64.

Bayrakdar, Mehmet, "Türk Düşünce Tarihi Yazmanın Zorlukları", Türk Yurdu, Türk Düşüncesi Özel Sayısı, C.XI, S.44, Ankara 1991, s.36 -37.

Bingöl, Abdülkuddüs, Gelenbevi'nin Mantık Anlayışı, İstanbul 1993.

Bolay, M. Naci, Farabi ve îbn Sina'da Kavram Anlayışı, İstanbul 1990.

Bolay, M. Naci, İbn Sina Mantığında Önermeler, İstanbul 1994.

Fahreddin Râzî, Lübâbü 'l-İşârât, Tah. Şeyh Abdülhâfız Said Atiyye, Mısır 1335.

Fahreddin Râzî, Mebâhisü'l-Meşrikıyye, Tah. Muhammed M. el -Bağdâdî, C.II, Beyrut 1990.

Fahreddin Râzî, Şerhu'l-lşârât, Mantık, Yeni Cami, nr.1302.

Fahreddin Râzî, Şerhu 'l-İşârâtt ve 't-Tembihât, Matbaai Amire 1290.

Faik Reşad, Eslaf, Haz. Şemsettin Kutlu (Tercüman 1001 Temel Eser).

Farabî, İsagoci, Tah. M. Dunlop, İslamic Philosophy, C.XI, Frankfurt, 1999.

Farabî, Mantığa Başlangıç, Tah. ve Çev. M. T. Küyel, Farabi'nin Bazı Mantık Eserleri içinde, Ankara 1990

Gökberk, Macit, Felsefe Tarihi, İstanbul 1996.

Gölcük, Şerafettin -Yurdagür, Metin, Gelenbevi", DİA, C.XIII, İstanbul 1996, s.

552-555.

Halaçoğlu, Yusuf - Aydın, M. Akif, "Cevdet Paşa", D.İA, C.VII, İstanbul 1993.

İbn Sina, Şifâ, Fizik, Çev. M. Macit, F. Özpilavcı, C.I, İstanbul 2004.

İbn Sina, Şifâ, Kitabü 'l-Kıyas, Tah. Said Zayed, Kahire 1964.

İbn Sina, Şifâ, Mantığa Giriş, Çev. Ömer Türker, İstanbul 2006 Kazvinî, Risaletü 'ş-Şemsiyye fi Kavâidi 'l-Mantıkıyye, İstanbul 1327.

Öner, Necati, İnsan Hürriyeti, Ankara 1995 Öner, Necati, Klasik Mantık, Ankara, 1974.

Öner, Necati, Tanzimattan Sonra Türkiyede Ilim ve Mantık Anlayışı, Ankara 1991.

Öner, Necati, Klasik Mantık, Ankara, 1974.

ÖZGEÇMİŞ

1977 yılında Elazığ’da dünyaya geldim, ilköğrenimimi 60. Yıl İlköğretim Okulunda, orta öğretimimi Elazığ İmam Hatip Lisesinde tamamladım.

1997 yılında Fırat Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde yüksek öğrenimime başlayarak 2002 yılında başarı ile tamamladıktan sonra 2004 yılında Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Felsefe ve Din Bilimleri Anadabilim Dalı “İslam Felsefesi” alanında yüksek lisansa başladım ve halen devam etmekteyim, şuanda Elazığ Milli Eğ itim Müdürlüğü Dumlupınar İlköğretim Okulu’nda Din Kültür ve Ahlak Bilgisi öğretmeni olarak görev yapmaktayım.