• Sonuç bulunamadı

3. İÇE DÖNÜK BAĞLAM: BEYAZ KÜP

3.1 KAVRAMSAL OLARAK BEYAZ KÜP

İdealize edilmiş bir mekân olarak beyaz küpün beyaz rengin verdiği gücün etkisiyle izleyiciye kendisini dış dünyadan soyutlanmış kapalı bir kutu içinde hissettirdiği ifade edilmektedir. O’Doherty (2013, s.30);

İdeal galeri mekânı, sanat yapıtının “sanat” olarak algılanışına engel oluşturan her türlü öğeyi dışlayan mekândır. Yapıt, yapıt olarak değerlendirilmesi sürecinde kendi dışındaki herhangi bir şeye dikkat çekecek her türlü etkenden soyutlanmıştır. Galeri mekânı bu yönüyle, belli değerler üzerine inşa edilen, birtakım kapalı sistem mekanizmalara benzer. Biraz kilise kutsiyeti, biraz mahkeme salonu resmiyeti, biraz deney laboratuvarı gizemiyle şık bir tasarım buluştuğunda, benzersiz bir estetik mekân ortaya çıkar.

Bu yaklaşıma göre; beyaz küp bağlamı otoriter olarak o kadar güçlü bir şekilde hissedilmektedir ki, bu mekânda sergilenen yapıtı da ancak o sonsuzluğun içinde var etmektedir. Çünkü bu yapıtlar sadece bu bağlamın içinde “sanat” olarak algılanmaktadır. Başka bir deyişle beyaz küp bağlamı içerisindeki her nesneye sanat statüsü kazandırmaktadır (O’Doherty 2013).

Sergilenen yapıtların modernizm dönemine ait olduğu bilinse de, sanat mekânında sonsuzluğun ve dış dünya ile temasın engellenmesinin etkisiyle zaman kavramının yok olduğu ifade edilmiştir. Mekândaki zamansızlık sergilenen soyut resimler ile aynı bağlamda algılanmakta ve hissedilmektedir. Bu resimlerdeki zamansızlık ve mekânsızlık tıpkı “gerçek” mekânda hissedilen sonsuzluğun bir temsili gibidir. Grunenberg’e (2012) göre, “[…] beyaz duvarları basit yapıları, araçların yalınlığını, ifade netliğini ve ideallerin saflığını vurgulayan bir sanatın teşhiri için uygun bir bağlam oluşturmuştur.” Bu noktada sanat mekânının bağlamı olarak beyaz küp, geleneksel sanat yapıtlarının “çerçeve” içine alınması gibi, modern sanat galerisini de “çerçeve” içine almaktadır (O’Doherty 2013). Beyaz küp, zamansızlık ve mekânsızlık hissi veren bir mekânın sonsuzluğunu çerçeve içine alarak sınırlandırmaktadır. Bu da beyaz küpün mekândaki otoritesinin varlığını güçlü bir şekilde hissettirmektedir. Marcel Duchamp bu tabiri “mekânı kutulamak” olarak ifade etmektedir (O’Doherty 2013). Antmen (2013) ise, modern sanat galerisini sanatın kabuğu, beyaz küpü ise sanatı sarmalayan olarak tanımlamaktadır. Beyaz küp bağlamı

28

için yapılan bu tanımlamalar, her ne kadar izleyicinin sınırsız bir mekânsal deneyimini kastetse de onu sarmalayan bir mekânın varlığını kabul etmektedir.

Beyaz küpün özelliklerini taşıyan bir sanat mekânını modern sanat galerisi olarak ele almak mümkündür ancak bunun tam tersi her zaman mümkün olmayabilir. Bir başka deyişle, her modern sanat galerisi beyaz küp olarak ifade edilmeyebilir. Burada önemli olan beyaz küpün mekânsal ve kavramsal özelliklerinin sanat mekânına ne derece yansıdığıdır.

3.1.1 Soyut Yapıt ve Soyut Mekân

Beyaz küp kavramını benimsemiş ilk müze olarak New York Modern Sanat Müzesi (MOMA) ön plana çıkmaktadır. 1929 yılında açıldığında, MOMA’nın sergileme yaklaşımı, kurucu müdür olan Alfred H. Barr, J.,’nin modern sanatı mekânsal “soyut” lama yaklaşımı ile özdeşleşmiştir (Grunenberg 2012). Dolayısıyla modern sanat müzesi de soyut bir mekân olmalı ve içerisinde sanat haricinde hiçbir şeye – kavrama, gerçekliğe, gündelik yaşama, vb. – yer verilmemelidir (O’Doherty 2013).

Yapıtın soyut sanat ile bağdaştırılması Barr’ın, Bauhaus’un modernizm prensiplerini esas alması ile doğrudan ilişkilidir (Artun 2014 ve Klonk 2009). 1930’lu yıllarda Almanya’dan Amerika’ya gelen Bauhaus’un önemli üyeleri (Walter Gropius, Marcel Breuer, Alexander Schawinski, Josef Albers gibi) Barr üzerinde modernizm ve soyut sanata dair etkiler bırakmışlardır. MOMA’nın bu olguların getirdiği dürtüyle kurulduğu göz önünde bulundurulduğunda modernizmin Amerika için daha doğrusu Amerikan sanat müzeleri için önemli olduğu çıkarımı yapılabilir. Romantizm (romantism) ve realizm (realism) akımlarını kapsayan geçmiş dönemdeki sanat; gerçeklikten uzakta, sanatçıların iç dünyasını yansıtan ve zamansızlık içeren modernizm akımına yerini bırakarak sanatta yeni ifade biçimleri oluşturmuştur. Bu ifade biçimleri kapsamında, soyut sanatın en belirgin akımlarından olan dışavurumculukda (expressionism) kullanılan baskın renkler (mavi-kırmızı-sarı ve bunların karışımları) beyaz duvarlar üzerinde ön plana çıkmaktadır (Klonk 2009). Bu akımı savunan sanatçılar, soyut sanata olan yönelimleri ile hayal gücüne dayalı bir sanat ortaya çıkarmışlardır. Soyut sanat, sanatçıların çağın sorunlarına

29

ve topluma gösterdiği tepki sonucu iç dünyalarına ve bilinçaltlarına yönelmeleri ile gelişmiştir (Turani 1997). Sanatın manzara, gerçeklik ve ışık-gölge konularından uzaklaşıp sanatçının bilinçaltından süzülen düşünceler ile gerçekleşmesi fikri ortaya atılmıştır (O’Doherty 2013). Gerçeklik kavramının olmadığı ve gölgesiz yüzeylerin bulunduğu beyaz küp bağlamını içeren sanat mekânının bu yönüyle soyut bir mekân olduğu söylenebilir.

3.1.2 Beyazlık Kavramı

Beyaz yüzeyler beyaz küp bağlamının oluşturduğu bir sanat mekânında çoğunlukla duvarları temsil eder. 19. yüzyıl geleneksel müzeciliğindeki yeşil veya kırmızı renkli duvarların amaçladığı kontrastlık yaratma isteğine yakın bir yaklaşımla, yapıtlara arka fon oluşturmakta ve hem geri planda kalıp yapıtı öne çıkartmakta hem de otoriter bir şekilde mekânda hâkimiyetini hissettirmektedir. Dışavurucumcu resimlerin algılanmasını kolaylaştıracak kontrast etki için de beyaz renk tercih edilmiştir.

Arka plan rengi ne kadar açık olursa, bu yapıtlar o kadar ön plana çıkmaktadır. Ön plan- arka plan ilişkisi, Kazimir Malevich’in Suprematism teorisine dayanmaktadır. Malevich’e göre, Suprematism’de resim sanatındaki nesnesizlik evresi beyaz evre olarak tanımlanmaktadır. Çalışmalarında beyazın sonsuzluğunun, gerçekliğin ötesinde mutlak bir manevi alanı sembolize ettiği vurgulanmaktadır (Klonk 2009). Bu yaklaşımda beyazlığın maneviyatı ve saflığı sembolize etmesi, sanat mekânlarında tercih edilen bir durum haline gelmiştir.

Beyaz renk yalnızca duvar yüzeylerinde değil tavanda da tercih edilmiştir. Ayrıca heykellerin sergilendiği kaideler de beyaz renktedir. Mekâna bakıldığında genel olarak beyaz renk algılandığından, hâkim bir beyazlık kavramından söz edilebilir. Bu rengin tercih edilme nedenlerinden birisi de tarafsızlığı simgelemesidir. Bu yönüyle, görünmezlik sağlasa da, mekânın bütününde algılanan beyazlık bir yandan da görünür olmakta ve günümüze kadar varlığını sürdürmektedir.

30