• Sonuç bulunamadı

Çevre ve Çevre Sorunları

İnsanoğlunun yaşamını devam ettirebilmesi dış dünyası ile kurduğu ilişkinin devamlılığına bağlıdır. İnsanı ve dış dünyasını içine alan canlı ve cansız bütün varlıkları kapsayan ortam çevre olarak isimlendirilmektedir. Dolayısı ile çevre, insanların sosyal, biyolojik ve kimyasal her türlü faaliyetlerini devam ettirdiği ortam olarak tanımlanabilir. Çevre ve insanı birbirinden ayrı düşünmek imkansızdır. Çünkü çevre etkilediğimiz, etkilendiğimiz, şekillendirdiğimiz, iç dünyamız ile yoğurduğumuz ve aynı zamanda kendimizi gerçekleştirdiğimiz, yani biz olduğumuz yerdir (Aydoğdu ve Gezer, 2006). Farklı kaynaklar çevre kavramını farklı şekillerde açıklamaktadır:

Keleş ve Hamamcı (2005), çevreyi “Canlı ve cansız varlıkların karşılıklı etkileşimlerinin bütünüdür.” şeklinde tanımlamaktadır.

“Çevre, belirli bir yaşam ortamında canlıların yaşamı üzerinde dolaylı ya da dolaysız olarak etkide bulunabilecek fiziksel, kimyasal, biyolojik ve toplumsal unsurların belirli bir zamandaki toplamı, yani organizmaların yaşamı üzerinde etkili olan faktörlerin tümüdür (Özata, 1999).”

Yıldız, Sipahioğlu ve Yılmaz (2000), çevreyi “Bir canlının çevresi, her türlü biyolojik, sosyal, kültürel ve ekonomik faaliyetlerini sürdürdüğü, yaşamanın temel koşulu olan beslenme, barınma ve üreme ihtiyaçlarını karşıladığı yerdir.” şeklinde tanımlamaktadır. Çevre, belirli bir zamanda dolaylı ya da dolaysız olarak bireyi etkileyen, ferdin maddi ve manevi gelişimini ve yaşam koşullarını belirleyen biyolojik, coğrafi ve toplumsal etkenlerin bütünüdür (Bozkurt, 2010). İnsan ile çevre arasındaki etkileşim çift yönlü olup çevrede oluşan her türlü değişim insanı etkilediği gibi insanların da yaptığı her türlü

12

faaliyet çevreyi etkilemektedir. Tarafların birinde meydana gelen olumlu değişim karşı tarafa olumlu şekilde yansırken, oluşacak olumsuz değişim ise karşı tarafı olumsuz biçimde etkileyecektir. İnsanların insanlık tarihi içerisinde çevre üzerinde gerçekleştirdiği olumsuz her türlü faaliyetin yansıması günümüzde karşımıza çıkmaktadır. Başlangıçta insan etkilerini tolere edebilen çevre artık insan etkilerini tolere edemez duruma gelmiş ve çevre sorunları denilen durum ortaya çıkmıştır.

Çevre sorunları, çevreyi oluşturan canlı ve cansız unsurlar üzerinde, insanın çeşitli faaliyetlerine bağlı olarak ortaya çıkan ve yaşamı olumsuz yönde etkileyen, bozulmaların ve sorunların tümü olarak tanımlanabilir (Yıldız vd., 2000).

Çevre sorunu veya çevre kirliliği olarak adlandırılan durum, çevreyi oluşturan ögelerin süreç içinde giderek niteliğini değiştirmesi ve değerini yitirmesiyle ortaya çıkmaktadır. İnsan aktiviteleri ile çevreye verilen zararlar, uzun zaman çevrenin kendini yenileyebilme yeteneği sayesinde fark edilmemiş ve bununla birlikte insanlarda çevrenin bu kirlenmeyi yok edebileceği kanısı yaygınlaşmıştır (Kocataş, 2012). Çevrede meydana gelen bozulmalara bağlı olarak kirlenen hava, toprak ve su canlılar için zararlı olabilecek boyutlara ulaşmakta ve birçok canlı türünün yaşam alanını kısıtlayarak azalmalarına ya da yok olmalarına neden olmaktadır (Aydoğdu ve Gezer, 2006).

Bugün var olan çevre sorunlarının neredeyse hiçbiri birden bire ortaya çıkmamış, hemen hepsi zamanla birikimli olarak kendini hissettirmiştir. Çevre sorunlarının bugün geldiği durumu anlamak için tarihte insanlık için önem taşıyan ekonomik, sosyal, kültürel, toplumsal ve teknolojik gelişim ve değişimler incelenmelidir (Güven, 2011).

İnsanların çevre ile etkileşimleri evrende varoluşları ile başlamış ve gün geçtikçe çevre üzerindeki etkileri giderek artmıştır. İlk zamanlarında avcı-toplayıcı biçimde yaşayan insanların çevre üzerinde fazla etkisi yokken, yerleşik hayata geçerek tarımla uğraşmaya başlamaları ile çevre üzerindeki etkileri giderek artmıştır. Tarım toplumundan sanayi toplumuna geçişle insanların çevre üzerindeki etkisi hat safhaya ulaşmıştır. İnsanoğlunun çevrenin bir unsuru olduğunu unutması çevre üzerinde hakimiyet kurma çabalarının ortaya çıkmasına neden olmuştur. Özellikle sanayi devriminin gerçekleştirilmesiyle birlikte insanların sınırsız büyüme ve ilerleme istekleri çevre üzerinde hakimiyet kurma çabalarını doruğa ulaştırmıştır. Sanayi devrimi ile yerel üretimin yerini makinelerin alması ile birlikte artan hammadde arayışı insanların çevreyi düşünmeden hoyratça kullanmalarına yol açmıştır.

13

İnsanların doğaya hakim olma çabaları arttıkça her geçen gün doğa biraz daha fazla tahrip olmuştur. Yerküre’yi oluşturan atmosfer, litosfer ve hidrosferin doğal yapıları bozulmuş ve bu ortamlar yaşam ortamı olmaya çıkmaya başlamıştır. Ekosistemi oluşturan canlı ve cansız unsurlar arasındaki ilişkilerin bozulmasıyla ortaya çıkan sorunlar da giderek büyümüştür (Çepel, 1992).

Başlangıçta hava ve su kirlenmesi olarak görülen ve daha çok sanayi bölgelerinde rastlanan çevre sorunlarının, toksik atıklardan, ozon tabakasının incelmesine, doğadaki biyolojik zenginliğin yok olmasına, iklim değişikliklerine, deniz ve okyanusların kirlenmesine değin uzandığı görülmektedir. Bunların yanı sıra çevre sorunları insanların ruh sağlığını ve kültürel varlıklarını da tehdit etmektedir (Bildik, 2011).

Dünyada çevre konusunda yapılan araştırmalar, yayınlar ve gözlemler incelendiğinde üzerinde çalışılan ve çevresel sorun olarak tespit edilen durumlar aşağıda sıralanmıştır (Baykal ve Baykal, 2008):

 Nükleer kazalar

 Stratosferik ozon parçalanması, UV radyasyonunun artışı

 Genetik kaynaklar ve biyolojik çeşitlilikteki kayıplar

 Kaynaklar ve yer altı suyunun kalitesi

 Asidifikasyon

 Tehlikeli atıkların taşınımı ve depolanması

 İklim değişikliği

 Orman tahribatı

 Atıkların imhası

 Nükleer atıklar

 Kentsel hava kalitesi

 Doğal kaynakların korunması ve hassas eko sistemler

 Havada bulunan dayanıklı toksik maddeler

 Sanayi kazaları

 Denizlerin doğrudan akıtma veya boşaltma ile kirlenmeleri

 Atıkların bertarafında toprak kontaminasyonu

 Tehdit altındaki türlerin korunması

14

 Toprak ve kaynak kontaminasyonu

 Atıklar

 Habitatların yaşam zincirlerindeki kopmalar ve yıkılmalar

 Yüzeysel sularda ötrafikasyon

 Nehirler vasıtasıyla denizlere kirlilik taşınımı

 Yeryüzü ve atmosfer arasındaki su alışverişindeki değişiklikler

 Büyük nehir ve göllerin yönetimi

 Çölleşme

 İçme suyunun temini ve güçlükleri

 Turizmden kaynaklanan baskılar ve değer kayıpları

 Gıdalarda hijyenik ve kalite güvenliği

 Kentsel atıklar

 Kompleks sistemlerin kirliliklere karşı dayanıklılıklarının gittikçe zayıflaması, hassasiyetinin artması

 Dayanıklı organik bileşiklerin canlılarda birikimi

 Enerji ihtiyacının giderilmesi ve üretim sırasında ortaya çıkması muhtemel riskler ve kirliliklere karşı güvenliğin sağlanması

 Toprak erozyonu

 Biyoteknoloji riskleri

 Yüzeysel suların mikrobiyolojik kirlenmesi

 Denizlerde petrol döküntülerinin çevre kirliliğine yol açan tabaka ve alanları

 Deniz seviyesi yükselmesi

 Toprakların aşırı ve yoğun kullanımı

 Yeni araştırmalar sonucunda olduğu gibi değişen ekolojik dengelerin gereği olarak da yeni organizelerin literatüre katılması

 Endüstriyel hammaddelerde açık

 Deniz kıyılarındaki erozyon

 Doğal radyoaktivite

 Tarım alanlarındaki kayıplar

 Biyocoğrafik kuşaklardaki değişmeler

 Sulak alanların kurutulması

15

 Dalga boyu 10-8 metreden uzun olan radyasyonlar

 Toplum hekimliği

 Peyzaj değişikliği

 Gürültü

 İş sağlığı

 Kültürel miras kaybı

 Sismik faaliyetler, volkanlar

 Zararlı böcekler ve çekirgeler

 Sıcak su kirliliği

Çevre sorunlarından bazılarına aşağıda kısaca değinilmiştir:

Nüfus Artışı ve Mekan Sorunu

Avcı-toplayıcı ve tarım toplumlarında doğum oranları çok yüksek olduğu halde, ölüm oranları da bir o kadar fazla olduğundan nüfus artışı fazla olmamaktaydı. Ancak sanayi toplumuna geçildiği dönemlerde ölüm oranlarında azalma meydana gelirken doğum oranları yine yüksek kalmıştır. Dolayısıyla asıl nüfus artışı tarım toplumundan sanayi toplumuna geçişle birlikte yaşanmıştır. İyileşen sağlık hizmetleri ve artan refah düzeyi de bu artışta etkili olmuştur. Kentleşme olgusunun yayıldığı dünyada fazla nüfus artışı sebebiyle birçok sorun yaşanmaya başlamıştır. İçme suyu bulma zorluğu, beslenme, üretilen atıkların depolanması ve yok edilmesi, çevresel kaynakların aşırı kullanımı ve bunların yanı sıra barınma sorunları görünmeye başlamıştır. Mekan sorunu yalnızca artan nüfus için barınma alanını değil, aynı zamanda artan insan ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla kurulan sanayi tesislerini de kapsamaktadır (Bozkurt, 2010).

Su Kirliliği

Su kirliliği, sularda insan etkisi sonucu ortaya çıkan ve kullanımlarını kısıtlayan ya da tamamen engelleyen ve ekolojik dengeleri bozan kalite değişimleri şeklinde tanımlanabilir. Evsel ve endüstriyel atıkların arıtılmadan su kaynaklarına boşaltılması, tarımda üretim verimliliği veya koruma amacıyla kullanılan gübre ve ilaçların su ortamlarına taşınmaları su kirliliğine neden olmaktadır (Kocataş, 2012). Zehirli gazlar, organik maddeler, tuzlar, inorganik maddeler, deterjanlar, ağır metaller, radyoaktif kirleticiler, mikroorganizmalar,

16

askıdaki katı maddeler, yağlar, petrol ve türevleri gibi birçok durum su kirliliğinin nedenleri arasında sayılabilir.

Hava Kirliliği

Hava kirliliği, havanın doğal ve beşeri faaliyetler sonucu atmosfere karışan katı, sıvı ve gaz halinde bulunabilen kirleticilerin etkisiyle, doğal özelliğini kaybederek, insan ve diğer canlılar ile cansız varlıkları olumsuz yönde etkileyen duruma gelmesi şeklinde tanımlanabilir. Su kirliliği nedenleri arasında; orman yangınları, volkanizma, toz fırtınaları, bitki örtüsü, okyanus dalgaları, rafineler, fabrikalar, enerji tesisleri, taşıtlar ve ısınma sonucu açığa çıkan gazlar gibi birçok unsur sayılabilir (Yıldız vd., 2000).

Toprak Kirliliği

Toprak kirliliği, doğal ve yapay yollarla toprağın fiziksel, kimyasal ve biyolojik özelliklerin bozulması olarak tanımlanmaktadır (Aydoğdu ve Gezer, 2006). Toprak kirliliğinin nedenleri arasında; erozyon, tarımsal ilaçlar, endüstriyel atıklar, tarım alanlarının yanlış sulanması, yanlış gübreleme, yanlış yapılaşma ve kentsel atıklar şeklindeki etkenler yer almaktadır.

Radyoaktif Kirlenme

Radyoaktif kirlenme, radyoaktif maddelerin hava, su ve kara ortamlarına karışması ile ortaya çıkmaktadır. Doğal ve yapay radyoaktif maddeler radyoaktif kirlenmeye yol açmaktadır.

Gürültü Kirliliği

Canlıların fizyolojik fonksiyonlarını olumsuz yönde etkileyen, insanların psikolojik dengelerini bozan, iş yapabilme gücünü azaltan istenmeyen sesler gürültü olarak adlandırılmaktadır. Endüstrileşme, çarpık kentleşme, hızlı nüfus artışı ve gelişen teknoloji ile artan makineleşme gürültüyü önemli bir çevre sorunu haline getirmiştir (Yıldız vd., 2000).

17 Canlı Türlerinin Yok Olması Sorunu

Yerküre’mizde milyonlarca tür canlı yaşamını sürdürmektedir. Geçmişte bazı canlı türleri doğal sebeplerde yeryüzünden silinmiştir. Ancak bugün yok olma tehdidine maruz kalan birçok canlı türü insan etkileri nedeniyle bu duruma düşmüştür. Aşırı avlanma, doğal yaşam ortamlarının tahrip edilmesi, gelir elde etmek amacıyla hayvanların öldürülmesi, zararlı türlerle mücadele ederken diğer türlere verilen zararlar ve çeşitli salgın hastalıklar nedeniyle hayvan katli yapılması, tarım veya yerleşim alanı oluşturmak için yok edilen orman alanları gibi birçok sebepten ötürü canlı türleri yok olma tehdidi altındadır.

İklim Değişikliği ve Küresel Isınma

Dünya sıcaklığının artması, buzulların erimesine, deniz seviyesinin yükselmesine ve değişken hava durumlarına yol açmakta ve bu durumun tarım ürünlerini etkileyeceği düşünülmektedir. Yapılan araştırmalar 1906 ile 2005 yılları arasında Dünya sıcaklığında 0,74 ᵒC ± 0,18 ᵒC artış gözlenmiştir ve sıcaklığın 21. yüzyılda 1,1 ᵒC ile 6,4 ᵒC arasında artması beklenmektedir. 1961–2003 yılları arasında deniz seviyesinde 1,8 mm artış meydana gelirken, 1993–2003 yılları arasında ise 3,1 mm artış gözlenmiştir. Yapılan araştırmalar iklim değişikliğinin en temel nedeninin insanlar olduğunu göstermektedir (IPCC, 2007).

İnsanlar çevre üzerindeki olumsuz etkilerini ancak 20. yüzyılın ikinci yarısından sonra algılamaya başlamışlardır. Bu yüzyılda yaşanan hızlı nüfus artışı, aşırı kentleşme, endüstrileşme ve bunlara bağlı olarak artan doğal kaynak kullanımı ve tüketimi gelişmişlik düzeyine bakılmaksızın tüm dünya ülkelerini etkisi altına almıştır (Kocataş, 2012). Üstelik çevre sorunları yalnızca insanların maddi ve ruh sağlığını tehdit etmekle kalmayıp medeniyet ve kültürel varlıkları da tehdit etmektedir (Özdemir, 2001).

Çevre ve çevre sorunlarına gereken ilgi gösterilerek ulusal ve uluslar arası otoriteler tarafından kısa ve uzun vadeli planlar hazırlanmaz, insanlara benimsetilmezse; insanlar alışkanlıklarına devam eder ve fosil yakıtlar ile petrokimya ürünlerini, pestisitleri kullanırlarsa; ormanlar yok edilir ve yeni ormanlar yetiştirilmezse; teknolojik gelişmelerde çevre ön planda tutulmazsa; küresel ısınma, ozon deliğinin büyümesi gibi sorunlar devam ederse Yerküre yakın gelecekte çok büyük felaketlerle yüz yüze gelebilir (Alım, 2006).

18 Çevre Bilinci

Günümüzde çevrede oluşan kirlilik ve tüm dünya ülkelerinin karşılaştığı sorunlar anayasal ve kanunsal değişikliklerle önlenebilecek boyutun ötesine geçmiş durumdadır. Böyle ciddi ve çok büyük bir tehditle karşı karşıya gelen dünya ülkeleri çevre sorunlarını tam manası ile fark etmiş ve bu sorunların giderilmesine yönelik önlemler almaya mecbur bırakmıştır (Kavruk, 2002). Bu hususta yapılabilecek en güzel eylem bireylere verilecek etkili bir eğitimle çevre bilinci ve duyarlılığı kazandırmaktır.

Çevre bilinci düşünsel, duygusal ve davranışsal boyutlara sahiptir. Yani çevre bilinci, çevreyle ilgili kararları, ilkeleri, yorumları içeren düşüncelerden, bu düşüncelerin yaşama aktarılması olan davranışlardan ve bütün bunlarla ilgili olarak çeşitli duygulardan oluşmaktadır (Türküm, 2006).

Çevre bilgisine sahip ve çevreye karşı olumlu tutumlar gösterdiği halde çevreyi koruma yönünde çaba sarf etmeyen bireylerin bilgilerinin ve tutumlarının bir anlamı yoktur ve bu bireylere çevre bilinci olmayan bireyler denir (Erten, Bamberg, Graf ve Klee, 2000).

Çevre korumacılık fikrinin 18. yüzyılın sonlarında kırsala dönüş çağrıları ile başladığı söylenebilir. Ancak I. ve özellikle II. Dünya Savaşı sonrasında, savaşın neden olduğu çevre tahribatından dolayı çevre korumada daha ciddi adımlar atılmıştır (Yıldız vd., 2000). Çevresel sorunların önlenmesi amacıyla ilk kez 1913 yılında Bern Konferansı düzenlenmiş bunu 1923 yılında Paris ve Londra’da düzenlenen konferanslar izlemiştir. Daha sonrasında doğanın ve kültür varlıklarının korunması temaları ile birçok devletlerarası toplantı gerçekleştirilmiştir (Bildik, 2011).

Özellikle 1960’larda başlayan yoğun araştırma ve değerlendirmelerle çok büyük çevresel sorunların yaşandığı ve bunlara bağlı yapılan tahminlerle gelecekte çok daha büyük ve küresel boyutta çevre sorunlarının yaşanacağı belirtilmiştir. Bunun yanı sıra doğayı korumacı bir ekolojik dünya görüşü benimsenmiştir (Yıldız vd., 2000).

1960’lı yıllarda ve 1970’li yılların başında gönüllü kuruluşların ve bunların üyelerinin sayılarında artış meydana gelmiştir. Ülkelerin konuya duyduğu ilgi neticesinde 1972 yılında Stockholm Konferansı düzenlenmiştir. Konferans sayesinde çevre bilincinin geliştirilmesi gerektiği tüm dünyaya yayılmış, çıkarları çatışan ülkeler bir araya gelmiş ve kamuoyunun gündeminde çevre sorunları yer almıştır. Bu konferans ile çevre konusu ilk kez uluslar arası alanda geniş bir katılımla tartışılmış, çevre hakkı gündeme gelmiş, bunun

19

sonucunda birçok ülkenin anayasasında çevre ile ilgili maddeler yer almıştır, Birleşmiş Milletler bünyesinde Çevre ve Kalkınma Programı (UNEP) kurulmuştur (Bozkurt, 2010). Çevreye zarar vermeden kalkınma sağlanabilmesinin “sürekli ve dengeli kalkınma” ile gerçekleşeceğini belirten “Ortak Geleceğimiz” adlı Brundland raporu 1987 yılında yayınlanmıştır. Çevre sorunlarının diğer sorunlardan ayrılamayacağı, bu sorunların Dünya’daki bütün canlıları tehdit ettiği, doğanın hızla tahrip edilmesi sonucu kalkınmanın bir süre sonra duracağı, sürdürülebilir kalkınmanın ancak bütün ülkelerin ortak çabaları ile gerçekleştirilebileceği gibi konulara değinilmiştir (Yıldız vd., 2000).

1992 yılında Rio’da yapılan Birleşmiş Milletler Çevre Kalkınma Konferansı’nda yayınlanan eylem planında 40 ana başlık altında fakirlikle savaş, nüfus politikası, ekoloji ve çevre, enerji, iklim, ziraatçılık ve teknolojik gelişmeler gibi öneriler sunulmuştur (Keleş, 2007).

2002 yılında Güney Afrika’da yapılan toplantıda çevre kirliliği, iklim değişikliği, küresel ısınma, hızlı nüfus artışı, sağlık, beslenme ve su kıtlığı gibi konular tartışılarak bir eylem planı hazırlanmıştır.

2005–2014 yılları arası Birleşmiş Milletler tarafından sürdürülebilir kalkınma uygulamalarını eğitimle birleştirmeyi hedefleyerek sürdürülebilir kalkınma için eğitimin on yılı olarak ilan edilmiştir (Young, 2009).

Toplumlarda çevre uyanışıyla uluslar arası boyutta çevre bilincinin temelleri atılmaya çalışılırken Türkiye’de de çevre hususunda önemli adımlar atılmaya başlanmıştır.

Türkiye hızlı nüfus artışı haricindeki çevre sorunlarıyla diğer ülkelere göre daha geç tanışmıştır. Dolayısıyla çevre koruma fikri, çevre anlayışı ve çevre bilinci bu sürece paralel olarak gelişmiştir. Göçebe olarak yaşamını sürdüren ilk Türk toplumları yaşamlarını çevre ile uyumlu bir biçimde sürdürmekte, hatta dağ, akarsu vb. doğal varlıkları kutsal sayarak farkında olmadan çevrenin korunmasına katkıda bulunmuşlardır. Osmanlı döneminde Fatih Sultan Mehmet’in Haliç’in erozyonla dolarak bozulmasını önlemek için Kağıthane deresinin havzasında bina yapılmasını, tarla açılmasını, hayvan otlatılmasını yasaklaması çevre korumacılığının en güzel örneklerindendir. Yine 1913 yılındaki talimatnamede köy kurulacak alanın yakınlarında bataklık ve nehir olmaması, havasının temiz olması gibi kriterlerin yer alması çevreye verilen önemi göstermektedir (Yıldız vd., 2000).

20

Tarihinde bu derece çevre duyarlılığı yatan bir milletin soyundan gelen Türkiye’de aykırı bir durumun olması beklenemezdi. Türkiye’de çevre-toplum ilişkileri değerlendirildiğinde, küçümsenemez ölçüde bir çevresel duyarlılığın ve çevresel hareketin oluşmakta olduğu söylenebilir. Gelişmekte olan toplumlarda öncelik daima endüstrileşme, ekonomik kalkınma ve refah olurken Türkiye’nin endüstrileşmesi aşamasında çevre, çevresel duyarlılık ve bilinç olguları farkına varılmış ve tanınan, yerel ve küresel düzeyde izlenmesi ve dikkate alınması gerek küresel olgular durumuna gelmiştir. Türkiye’yi diğer gelişmiş ülkelerden ayıran fark; gelişmiş ülkelerin endüstrileşmeleri aşamasında, çevre olgusunun bugünkü kadar önemli bir faktör olarak bilinip tanınmamış olmasıdır (Tuna, 2006).

Türkiye’de 1960’lı yıllar çevre sorunlarının gündeme gelmesi, ülkenin planlı döneme geçmesi, çevre politikalarının oluşmaya başlaması ve gelişmesi açısından önemlidir. 1960’larda başlayan “beş yıllık kalkınma planları” ulusal çevre politikalarının oluşması ve gelişmesi bakımından incelenmesi gereken temel belgeler arasındadır. İlk iki kalkınma planında çevre sorunları ve çözümlerine dair hiçbir politika, hedef ve ilkeye rastlanmazken “Üçüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı (1973-1977)” ile birlikte çevre sorunlarına yönelik politika belirleme yönünde ilk adımlar atılmış olup, ayrıca çevre örgütlenmesi ve çevre tüzesinin oluşturulması yönünde de tartışmalar başlamıştır (Torunoğlu, 2013).

Türkiye 1972 yılında Stockholm’de yapılan Dünya Çevre Konferansı’na bildiri ile katılmıştır. 1978 yılında Başbakanlık Çevre Müsteşarlığı kurulmuş ve 1983 yılında 2872 sayılı Çevre Kanunu çıkartılmıştır (Kocataş, 2012).

1982 anayasası çevre konusunda doğrudan düzenleme yapan ilk Türk Anayasası’dır. Özellikle çevre kanununa kaynaklık yapan 56. Madde’de “herkes sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir” denilmektedir. Çevre Kanunu’nun amacı 1983 yılında Resmi Gazete’de “bütün vatandaşların ortak varlığı olan çevrenin korunması, iyileştirilmesi, kırsal ve kentsel alanda arazinin ve doğal kaynakların en uygun şekilde kullanılması ve korunması, su, toprak ve hava kirlenmesinin önlenmesi, ülkenin bitki ve hayvan varlığı ile doğal ve tarihsel zenginliklerinin korunarak, bugünkü ve gelecek kuşakların sağlık, uygarlık ve yaşam düzeyinin geliştirilmesi ile güvence altına alınması için yapılacak düzenlemeleri ve alınacak önlemleri ekonomik ve sosyal kalkınma hedefleriyle uyumlu olarak belirli hukuki ve teknik esaslara göre düzenlemek” şeklinde belirtilmiştir (Tecer, 2007).

21

1987 yılında yayınlanan “ortak geleceğimiz” adlı raporda, kalkınmanın çevreye zarar vermeden gerçekleşmesini sağlamak amacıyla “Sürekli ve Dengeli Kalkınma İlkesi”nin benimsenmesi gerektiği belirtilmiştir (Yıldız vd., 2000).

Ağustos 1991’de Çevre Bakanlığı kurulmuş ve 1992 yılında Türk Çevre Mevzuatı yayınlanmıştır.

Çevre Kuruluşları

1960-1970’li yıllarda çevreci hareketlerin gelişme ürünlerinden biri olarak çevreci grupların sayıca artması, çevre bilincinin gelişmesi ve çevre sorunlarıyla mücadelede önemli bir aşamayı simgelemektedir. Bu yıllarda İngiltere, Amerika, Kanada, Almanya gibi sanayileşmiş ülkelerde çok sayıda çevreci grup kurulduğu gibi kurulmuş olan örgütler daha da güçlenmiş ve üye sayıları artmıştır (Bozkurt, 2010).

Uluslararası Çevre Kuruluşları

Çevrenin korunmasını ve geliştirilmesini görev edinen uluslar arası çevre kuruluşlarının bazılarından aşağıda bahsedilmiştir.

Dünya Doğayı Koruma Vakfı (WWF)

Dünya Doğayı Koruma Vakfı (World Wide Fund for Nature- WWF), doğanın zarar görmesini durdurmayı ve verilen zararları onarmayı amaçlayan uluslar arası bir sivil

Benzer Belgeler