• Sonuç bulunamadı

KAVRAMSAL ÇERÇEVE

Belgede VII. ULUSAL SOSYOLOJİ KONGRESİ (sayfa 131-137)

ATAERKİLLİĞİN GELECEĞİNE İLİŞKİN BİR ÖNGÖRÜ DENEMESİ

KAVRAMSAL ÇERÇEVE

Toplumdaki her kişi diğer bir kişiyi, salt bireyselliği açısından değerlendirmemekte, onu içinde sınıfladığı genel tipe taşınmış, yükseltilmiş ya da indirilmiş halde görmektedir. Kişi karşısındaki kişi hakkında sadece tekilliğine ilişkin terimlerle değil, aynı zamanda genel bir kategorinin terimleriyle de düşünmektedir (Simmel, 2009: 36). Diğer yandan bu kişi, kendini de ait olduğu kategoriler içerisinde sunan biridir.Mensubu olduğu sosyal kategorilerdeki bireylerle ortaklığı yaşayan kişi, farklı kategorilerdeki bireylerle de ayrımlaşmaktadır.

“Biz kimiz?” sorusunun cevabı, kültürel, toplumsal ve siyasal olarak bir araya gelen bireyleri ortak değer, inanç ve yaşantılardan doğan aynılık ya da benzerlik duygusunda ötekilerden ayırır (Zıllıoğlu, 2008: 35). Dolayısıyla güçlü bir birliktelik duygusu aynı zamanda güçlü bir ayrımlaşmayı da beraberinde getirmektedir.Butler (2008: 56) ‘Cinsiyet Belası’ adlı eserinde Beauvoir’ın “..kadınlar erkeklerin olumsuzudur, eril kimliğin kendisini farklılaştırırken karşısına aldığı eksiktir” düşüncesine yer vererek cinsiyetin güçlü bir ayrımlaşmanın ve ayrımcılığın görüldüğü temel kategorilerden birisi olduğuna işaret eder.

Dolayısıyla kadın ve erkek cinsiyetleri biyolojik bir kategori olduğu kadar sosyal bir kategoridir. “Sosyal kategoriler, insan birlikteliklerinin diğer formları olan yığın ve gruplardan farklı olarak, üyeleri arasında ne aynı mekânda bulunma ne de etkileşimi olan, fakat herhangi bir ölçüt temelinde birleşmiş olan yapılardır” (Marshall, 1999: 392). Bu sosyal yapılardan birini inşa eden kadın ve erkek kimliği ise “toplumsal cinsiyet” kavramı ile anlamını bulmaktadır. Toplumsal cinsiyet kavramı, sosyal bir süreç olarak ilişkiselliği ve tarihselliği barındıran analitik bir kategoriye işaret eder (Köse, 2013: 40). Aynı şekilde Connell’ın savunduğu Kategorik Teoriye göre kadın ve erkeği toplumsal yapı içerisinde bir toplumsal kategori olarak belirleyen unsur, her iki cinsin de değişen tarihsel süreçte birbirleri üzerinde kurdukları iktidar ilişkileri üzerinde temellenmektedir (Connell, 1998: 70).

Cinsiyet kimliğinin yapılanması süreci kültürel, sosyal ve tarihsel bir süreç olarak açıklanabilir. Bu yapılanma süreci biyolojik bir kategori olan cinsiyete kültürel anlamlar yüklerken, sosyal açıdan toplumun belirlediği kadın ve erkek davranışları, duygu, değer ve düşünce beklentileri ile şekillenir. Tarihsel açıdan ise bu süreç, toplumsal kurumların tarihsel süreçteki evriminde tekrarlanan kadın ve erkek olma davranış biçimleriyle ilintilidir (Navaro, 1999: 28–29).Bu süreç cinsiyetin hiyerarşik yapılanması olarak toplumsal yaşamda kadın ile erkekten beklenen karakteristiklerin, beğenilerin, kişisel özelliklerin, rollerin, davranışsal kalıpların, yeteneklerin ve becerilerin aynı olmamasına -olmaması gerektiği fikrine- yol açar.

Cinsiyet rejiminin en kritik noktası, kadınlık ve erkekliğe ilişkin bu ayrımlaşmaların nedeni olan yaygın inanç ve değerlerdir. Bunlar, kavramsal bir soyutlama olan cinsiyet rejiminin somut ilişkiler içinde nasıl göründüğünü, nasıl üretildiği ve nasıl yeniden üretildiğini anlayabilmek için ipuçları sunarlar (Bora ve Üstün, 2010: 39). Kadının eylemini, erkeğin anlam dünyası içinde tanımlayan inanç ve değerler; toplumsal cinsiyet deneyimlerini muhafaza eden kültürel denetim mekanizmaları ile etkisini gösterir (Civelek, 2013: 92). Kadınlık ve erkeklik tipolojilerini üreten ve cinsiyet rejiminin sosyalliğini ve kültürelliğini yeniden ve sürekli inşa eden mekanizmalar, toplumsal yaşam alanlarında “doğal” bir biçimde yer almaktadır. Konulan isimler, hakim renkler (kızlara pembe, erkeklere mavi) gibi doğumla başlayarak hayatın normal akışında oyunlar, oyuncaklar, okul eğitimi, aile ortamı, seçilen meslekler gibi mekanizmalarla devam eden süreçte kadın ve erkek olma halleri ‘kazanılmış’ olunur.

Kadınlar üzerindeki erkek gücünün analiz edildiği birçok araştırmada ele alınan farklı güç unsurlarına birkaç örnek vererek erkeğin kadın üzerindeki iktidarını açımlamak mümkündür. AndreaDworkin’e (1981: 15) göre erkekler fiziksel güce sahip olmaları nedeniyle kadınlar üzerindeki güçlerini sağlamlaştırırlar. Ayrıca kadınların fiziksel güç eksikliği ve erkeklerin silah, bomba, yumruk gibi güç simgelerini kullanması yoluyla kadınlar üzerinde hâkimiyet kurulur. MacKinnon'a (1989: 17) göre ise erkek, kadını cinsel bir obje olarak tanımlamak suretiyle kadın üzerinde güç ilişkisi kurar. Bu tanımlama içerisinde erkek, kadını eve hapseder. Çocuk doğurma, besleme, yetiştirme vb. birçok

119 görev kadına verilir. Böylelikle kadınların sosyal yaşama tam olarak katılmaları kısıtlanır. Ayrıca erkek ekonomik güce sahip olması nedeniyle de kadını kontrol altında tutabilmektedir. Erkekler bugün hala büyük ölçüde mesleğe girme, meslekte ilerleme ve terfi etme anlamında kadından daha avantajlı bir konumdadır (Barnett, 1998: 169).

Toparlamak gerekirse toplumsal cinsiyet, hem insanlar arası günlük etkileşimde beklentileri, değerleri, tutumları oluşturan bir süreçtir, hem de erkekleri kadınlardan üstün kılan ve bu üstünlüğü de meşrulaştıran bir tabakalaşma dizgesidir (Kayasü, 1997: 169). Toplumsal cinsiyet rejimi, erkek egemenliğinin hüküm sürdüğü ataerkil yapılanmalar tarafından destek görür.

Toplumsal cinsiyet kategorisi kadınların doğuştan değil, ataerkil kültür tarafından ikinci cins haline getirildiğini ileri sürmeyi mümkün kılan teorik bir donanım sağlamıştır (Köse, 2013: 42).Tarihsel süreç içinde oluşmuş, çeşitli biçimlerden iktidar ilişkileriyle beslenmiş ve bugüne kadar kendisini yenileyerek güçlendirmiş olan ataerki, bin yıllardır çözülemeyen kadın-erkek çelişkisinde üretilen iktidar ve şiddet kültürünün diğer iktidar biçimleriyle iç içe geçerek sosyal, siyasal, düşünsel, kültürel bir egemenlik sistemine dönüşmesi olarak tanımlanabilir. Ataerki (ya da patriyarka) cinsiyet rejimi toplumsal cinsiyet rollerini ve söylemini sürekli olarak yeniden üretmektedir (Selek, 2008: 230). Bu bağlamda ataerkillik, feminist teorilerde tartışılmıştır.

Postmodern feministler ataerkil sistemin varlığını ve etkinliğini sürdürmesinde lisanın rolü üzerinde durmaktadır. Yapısalcılıktan ve postyapısalcılıktan esinlenen postmodern feministler toplumda geçerli olan erkek üstünlüğüne dayanan sistemin dil yoluyla sürekli olarak etki kazandığını ve gelecek nesillere aktarıldığını ileri sürmektedirler. Bazı sıfatlar ve özellikler erkeklere ve bazıları ise kadınlara ait olmasına dikkat çekmişlerdir. Örneğin erkek yöneten, kadın yönetilen; erkek sert, kadın yumuşak; erkek kuvvetli, kadın zayıf; erkek rekabetçi, kadın uzlaşmacı; erkek bağımsız, kadın bağımlı; erkek rasyonel, kadın duygusal olarak nitelendirilir. Bu bağlamda dille ilgili kullanımların toplumda belirli iktidar durumlarının yerleşmesinde ve pekişmesinde rol oynaması açısından önemli olduğunu ifade etmek mümkündür (Demir, 1997: 111 – 112).

Radikal feminist Kate Millet' e (1970: 36-37) göre toplumda kadının ezilme nedeni ataerkilliktir. Ataerkil sistem anlayışında özel alana atıfları içeren cinsellik, kadınla özdeşleştirilmiş ve kadın özel alana tıkılmıştır. Toplumdaki eğitim kurumları, aile, bürokratik tüm kurumların ve kuruluşların da bu anlayışı ürettiği varsayılır. Bu noktada Millet, ataerkil ideolojinin kadının her yönüyle erkeğe tabi olması ve erkeğe koşulsuz hizmet etmesi rolünü savunduğunu ve ataerkilliğin yaşamın bütün alanlarına işlediğini ileri sürmüştür. Nitekim ırza geçme, dayak, sadizm, pornografi gibi uygulamalar kadınların erkeğe tabiliğini sürekli kılmak için vardır. Ataerkil bir kurum olarak aile de bu ideolojiyi besler ve sürdürmeye yardımcı olur. Bu nedenle Millet aile kurumunun, ataerkilliğin yeniden üretimi için zorunlu olduğunu varsayar.

Ataerkil bir toplumun analiz birimi ataerkil ailedir. Ataerkil ailenin reisi, sözü geçeni ve kontrolörü erkektir. Aile içinde evin yönetimi tamamıyla erkekte olduğu gibi çalışma alanı da evden ayrılarak erkeğe tahsis edilmiştir. Kapitalist sistemde üretim ilişkisi baskın olduğu için kadın içinde bulunduğu ikinci sınıf ekonomik konum nedeniyle erkek karşısında pasif bir konumda yer alır. Seccomble ekonomik düzeyde ev kadınlarının günlük ve kuşaksal bir temelde isçinin işgücünü yeniden ürettiğini, ideolojik düzeyde ise kadının kapitalist üretimin gerektirdiği egemenlik ve kulluk ilişkilerini yeniden ürettiğini ileri sürmüştür. Bu açıklamalar doğrultusunda sosyalist feministler kapitalizmin ilk olarak çekirdek aile içinde varlığını sürdürdüğüne inanırlar. (Barnett, 1998: 26-34).

Ataerkil değerlerin sosyalizasyon sürecinde gelecek nesillere aktarılmasında ailenin –özellikle annenin-büyük bir payı vardır. Ataerkil bir ailede kız çocuktan ziyade erkek çocuk makbuldür. Bu süreçte erkek çocukları baskın ve agresif olmayı öğrenirken, kız çocukları şefkatli, sevecen ve itaatkar olmayı öğrenirler. Böylece çocuk ataerkil söylemin reçetesinde yer alan tutum ve davranışları geliştirerek temel katkıyı sağlamakta zorlanmayacaktır. Bireyler ilk olarak kendi aile ortamında, zorlanarak değil, bizzat gönüllülükle ve hatta özgürce farklılıklar, imtiyazlar, iktidar ve ayrımsamanın toplumsal cinsiyetle belirlenmişliğine hizmet eden bir erkek-kadın alanına, ataerkil alana girerler (Civelek, 2013: 92, 96).

120 Ataerkil aile yapısında kurgulanan kadınlık ve erkeklik tipolojilerine bakıldığında kadınların dezavantajlı olduğu, şiddete, birçok türden ayrımcılıklara, zorluklara ve haksızlıklara karşı korunmasız olduğu görülmektedir (Bhasin, 1993: 13). Erkeklik ve kadınlığın toplumsal olarak yapılandırılmış olduğu gerçekliği üzerinde duran Cinsiyet Rol Teorisi’nde; erkekler ile kadınlar arasındaki bölünmenin, toplumsal roller arasındaki bölünme ile açıklanması mümkündür (Burke, 2000: 49). Ailenin geçimini sağlamak ve para kazanmak daha çok erkeğe baskılanırken, kadınlardan beklenen çocukların ve ailenin diğer üyelerinin bakımlarıdır ve kadınlar ancak vasıfsız işlerde çalışabilir. Çünkü kadının annelik ve eşlik rolleri ön planda olmalıdır. Kadın çalışsa da çalışmasa da sorumlulukları değişmez; yemek yapmak, bulaşık, çamaşır ve temizlik gibi ev işlerini yerine getirmekle yükümlüdür. Hatta görevlerini yerine getirmemek kadına yöneltilen şiddetin en önemli nedenlerinden biridir.

METODOLOJİ

Ataerkilliğin gelecekteki toplumsal etkisine ilişkin bir ipucu yakalayabilmek adına yürütülen bu alan araştırması, kısa vadede Türkiye geneline ilişkin bulgulara ulaştırmasa da, konuya ilişkin yapılan ve yapılacak olan diğer araştırmalarla birlikte literatüre bir katkı sağlama amacıyla gerçekleştirilmiştir. Araştırma üç temel aşama üzerine inşa edilmiştir. Bu aşamalardan ilki üniversite öğrencilerinin aile içi etkileşime, toplumsal cinsiyet rollerine ve ataerkil düşünceye ilişkin sorulara, anne baba ve çocuk üçgeninde çocuk statüsünde verdiği cevaplardır. İkinci aşama; gelecekteki ailelerin anne veya baba adayları olarak öğrencilerin benzer sorulara verdikleri cevaplarla şekillenmektedir. Diğer bir ifadeyle üniversite gençliğinin evlilik yaşamına ilişkin görüşlerine, kendilerinin bir eş olarak sorumluluklarının ve evleneceği kişiden beklentilerinin neler olduğuna değinilmektedir. Ataerkillik deneyiminin ataerkil düşünceyi doğurup doğurmadığı sorusuna cevap aranacak olan son aşamada kız ve erkek öğrenciler arasındaki tespit edilen farklılıklar üzerinden bir toplumsal cinsiyet sorgulaması yapılarak, bu farklılıkların cinsiyet ayrımcılığına etkisi tartışılacaktır.

ÖRNEKLEM

Araştırmanın örneklemini Konya İli’nde Selçuk Üniversitesi’nde öğrenim gören gençler oluşturmaktadır. Cinsiyet açısından karşılaştırma yapılabilmesi için, tesadüfi örneklem tekniği ile belirlenen kız ve erkek katılımcı sayısının birbirine yakın olmasına dikkat edilmiştir. Sağlıklı bulgulara erişebilmek için birçok sorunun boş bırakıldığı ya da tutarsız cevaplar içeren anketler çıkarılmış; üniversite öğrencilerine uygulanan 200 anketten ancak 180’i değerlendirmeye alınmıştır.

BULGULAR

Sosyo-Demografik Özellikler ve Ekonomik Yaşam Göstergeleri

Anket uygulanan 180 öğrencinin 91’i (%50,6) kız, 89’u (%49,4) erkektir. Görüldüğü üzere cinsiyet dağılımında kız ve erkek öğrencilerin oranları birbirine çok yakındır ve bazı önermeler üzerinde yapılmak istenilen karşılaştırmalar için uygundur. Yaşları 18 ile 30 arasında olan katılımcıların tümünün yaş ortalaması 21,1 (SS=1,96)’dir. Kız öğrencilerin yaş ortalaması 20,47 (SS=1,29) iken erkek öğrencilerin yaş ortalaması 21,75’tir (SS=2,30).

Anket uygulanan öğrencilerin, mensubu oldukları ailelerinin sosyo-ekonomik yapısına ilişkin sorulara verdikleri cevaplar doğrultusunda, aile yapısı ile anne ve babanın eğitim düzeyleri ve çalışma durumları hakkında bilgilere ulaşılmıştır. Buna göre; öğrencilerin %90’ının (162 kişi) anne ve babası sağ ve birliktedir. Katılımcıların %63,3’ünün (114 kişi) annesi ve %38,9’unun (70 kişi) babası ya okula gitmemiştir ya da ilkokul mezunudur. Bununla birlikte katılımcıların %88,3’ünün (158 kişi) annesi çalışmıyor iken babalarının çoğu emekli (%25,6) ve işçidir (%19,3). Annelerin babalara göre eğitim düzeyinin düşük olması ve neredeyse tamamının çalışmıyor olması; annelerin babalara maddi olarak bağımlı olduklarının bir göstergesidir. Bu oranlar ekseninde denilebilir ki; araştırma örnekleminin aile profili, toplumumuzun ataerkil aile yapısının özelliklerini taşımaktadır.

Katılımcıların yarısının (%53,9) uzun süre ikamet ettikleri bölge, öğrenim gördükleri Konya İli’nin yer aldığı İç Anadolu Bölgesi’dir. Ayrıca katılımcılardan sadece 25 kişinin (%13,9) uzun süre ikamet ettiği yerleşim birimi köy ya da kasaba olmuştur. Diğer bir ifadeyle öğrencilerin büyük bir çoğunluğu en uzun zamanını ilçe ve il merkezlerinde geçirmiştir.

121 Öğrencilerin aile desteği, burslar ve kredilerden sağladıkları aylık toplam gelirleri kapsamında aylık ortalama harcamaları açık uçlu olarak sorulmuş ve örneklemin aylık ortalama harcaması yaklaşık olarak 508 TL (SS=290,80)olarak tespit edilmiştir. Öğrencilerin ailelerinin aylık gelirlerinin ortalaması ise yaklaşık 2334 TL’dir (SS=1497,73). Standart sapma değerlerinden anlaşıldığı üzere örneklemi oluşturan öğrenciler arasındaki gelir düzeyleri arasında dikkate değer bir farklılık mevcuttur.

Ataerkilliğin Geleceğine İlişkin Öngörüler

Örneklemi oluşturan üniversite öğrencilerinin ailelerindeki ataerkil değerlerin etkinliğini anlayabilmek ve aile üyeleri arasındaki sosyal etkileşim örüntülerine ilişkin nüansları yakalayabilmek amacıyla anket formunda yer alan önermeler aşağıdaki tabloda sunulmaktadır. Öğrencilerden kendi görüşleri çerçevesinde her önerme için en uygun gördükleri beşli likert ölçeğindeki ifadelerden birisini seçmeleri istenmiştir. Bu ifadeler 1’den 5’e doğru bir sıralamayla katılımın giderek yükseldiğini gösteren puanlara sahiptir (1-Kesinlikle katılmıyorum, 2-Katılmıyorum, 3-Ne katılıyorum ne katılmıyorum, 4-Katılıyorum, 5-Tamamen Katılıyorum). Bu nedenle tabloda yer alan ortalama değerler, 1 ile 5 puan arasında tespit edilen katılım düzeyleri olarak düşünülmelidir.

Tablo.1. Ataerkil Gerçeklik

Kız Ort.

Erkek

Ort. GenelOrt. SS

Evi temizleme işi annemindir. 4,26 4,21 4,24 1,059

Evin reisi babamdır. 3,82 4,54 4,18 1,047

Yemek yapmak annemin görevidir. 4,08 4,21 4,14 ,992

Evin tamirat ve onarım işleri babama aittir. 3,92 4,27 4,09 1,161

Aile gelirinin nasıl değerlendirileceğini planlamak babamın

görevidir. 3,33 3,98 3,65 1,305

Annem ile babam arasında yaşanan tartışmalarda alttan alan

annemdir. 2,96 3,38 3,17 1,033

Annem babamdan izinsiz dışarı çıkamaz. 2,03 2,88 2,45 1,313

Babam annemin arkadaşlarıyla görüşmesini denetler. 2,05 2,82 2,43 1,238 Babam annemin harcamalarını ayrıntılı bir şekilde kontrol eder. 2,12 2,70 2,41 1,213 Annemin ailesiyle görüşmesi babamın isteğine bağlıdır. 1,65 2,34 1,99 1,255

Babam anneme şiddet uygular. 1,18 1,51 1,34 ,799

ATAERKİL GERÇEKLİK 2,85 3,34 3,10 ,57297

Tablodaki değerlere genel olarak bakıldığında, cinsiyete göre dikkate değer farklılıkların olmadığı görülmektedir. Aile reisinin baba olması (4,18)ve evi temizlemek (4,24), yemek yapmak (4,14) gibi ev işleri ile ilgili ifadelerin ortalamaları, katılımın en fazla olduğu ataerkil vurgulardır. Anket uygulanan gençlerin, evde son sözü söyleyenin erkek olduğu ve ev işlerinin toplumsal cinsiyete dayalı olarak eşitsiz bir şekilde bölüşüldüğü aile ortamında sosyalleştiği anlaşılmaktadır. Ataerkil aile yapısında yaygın olan değerler ve işleyişler çerçevesinde oluşturulan önermelerin toplam ortalama puanı ise, “Ataerkil Gerçeklik” başlığı altında örneklemin aile yaşamındaki ataerkillik düzeyini göstermektedir. 1 ile 5 puan sınırları içerisinde ortalamanın biraz üstünde yer alan ataerkil gerçeklik puanına (3,10) cinsiyet karşılaştırması yapıldığında, erkek öğrencilerin (3,34) kız öğrencilerden (2,85) daha yüksek bir oranda aile içi ilişkilerinin ataerkil değerlere göre düzenlendiği görülmektedir.

Tablo 2’de sunulan ifadeler araştırmaya katılanların ataerkil düşünceye ve eylemlere yatkınlığını ölçmek için oluşturulan önermelerdir. “Ataerkil gerçeklik” puanının elde edildiği gibi beşli likert ölçeği üzerinden “Ataerkil Söylem” puanına ulaşılmıştır. “Ataerkil Söylem” değeri, anket uygulanan öğrencilerin gelecekle ilgili beklentilerinin ve planlarının ne ölçüde ataerkil yapıyla uyum sağladığını göstermektedir.

122 Tablo.2. Ataerkil Söylem

Kız Ort. Erkek Ort. Genel Ort. SS

Kadın evlendiğinde mutlaka bakire olmalıdır. 3,73 4,48 4,10 1,238

Evin tamirat ve onarım işleri erkeğe aittir. 3,84 4,31 4,07 1,047

Kadınlar erkeğin soyadını taşımalıdır. 3,25 4,47 3,86 1,278

Evin reisi erkektir. 2,65 4,42 3,52 1,455

Kadın çalışsa dahi ev işlerini aksatmamalıdır. 2,92 3,92 3,42 1,200

Çocukların bakımını anne üstlenmelidir. 2,92 3,65 3,28 1,169

Aile gelirinin nasıl değerlendirileceğini planlamak erkeğin

görevidir. 2,47 3,98 3,22 1,317

Ailede evi temizleme işi kadınındır. 2,66 3,78 3,21 1,290

Bir erkek eşinin arkadaşlarıyla görüşmesini denetleyebilir ya da

kısıtlayabilir. 2,65 3,78 3,21 1,357

Erkeğin maddi gücü yeterli ise kadının çalışmasına gerek yoktur. 2,41 3,90 3,14 1,415

Yemek yapmak kadının görevidir. 2,46 3,82 3,13 1,343

Bir erkek karısının harcamalarını ayrıntılı bir şekilde kontrol

etmelidir. 2,36 3,51 2,93 1,320

Kadın kocası ile tartıştığında alttan alan taraf olmalıdır. 2,19 3,51 2,84 1,274 Ev işlerinin eşler arasında eşit olarak paylaşılmasına gerek

yoktur. 1,90 2,83 2,36 1,294

Kadın eşinden şiddet gördüğünü hiç kimseye anlatmamalıdır. 1,55 2,94 2,24 1,367 Kadın hak ediyorsa erkek şiddet uygulayabilir. 1,45 2,56 2,00 1,316 Bir erkek eşinin annesi, babası ve kardeşleriyle görüşmesini

denetleyebilir hatta engelleyebilir. 1,49 2,40 1,94 1,190

ATAERKİL SÖYLEM 2,52 3,66 3,09 ,77547

Tablodaki ortalama değerler incelendiğinde hem tek tek ifadelerin hem de tüm ifadelerin toplam ortalama puanlarında cinsiyetin etkin bir değişken olduğu görülmektedir. Ortalama değeri en yüksekten en düşüğe doğru sıralanan önermelerde cinsiyete göre farklılaşmanın en fazla olduğu ataerkil söylem evin reisinin erkek olduğuna ilişkin önermedir. Kız ve erkek öğrencilerin farklılaştığı diğer önermeler ise, aile geliri ile ilgili kararlarda ve yapılacak harcamalarda kadının geri planda olmasını içeren ifadelerdir. “Ataerkil Söylem” başlığı altında tüm önermelerin toplam ortalama değerlerine ulaşılmış; ortaya çıkan yüksek standart sapma değeri T-testinin yapılamasını gerekli kılmıştır. Analiz sonucu ataerkilliğe ilişkin ifadelere katılımın kız öğrencilere kıyasla erkek öğrencilerde yüksek olduğu bulgulanmıştır (t=-14,512; sd=178; p=,000).

Ortaya konulan “ataerkil aile” ile “ataerkil söylem” değişkenleri arasında anlamlı, pozitif, 0,560 kuvvetinde bir ilişki olduğu tespit edilmiştir. Ancak orta şiddetli bu ilişkiyi neden-sonuç ilişkisi olarak değerlendirmek, yapılan korelasyon analizinin hatalı yorumlanmasına yol açar. Diyebiliriz ki; örneklem kapsamındaki gençlerin aile yapısı ne kadar çok ataerkil özellikler barındırıyorsa, evlilik hakkındaki görüşleri ve kabulleri de o kadar çok ataerkilliğin ömrünü uzatmaktadır. Bir toplumun ataerkil kültürünün en küçük birimi ataerkil aile ortamında sosyalleşmek, gelecekte kurulacak ataerkil ailelerin aktörlerinin oyuna hazırlanma sürecidir. Aile üyelerinin ev içi rollerinde olduğu gibi ev dışı rollerinde de etkin olan ataerkil düşünce sistemi; kadını ev içinde özel alana sıkıştırılmış bedenler görünümünde, annelik ve eşlik psikolojisi ile gönüllü bir razı oluş ve vicdani bir rahatlık sağlayarak varlığını idame ettirmektedir. Öğrencilere “Ailenizin evliliği gibi bir evlilik ister misiniz?” sorusu ile amaçlanan da bu razı oluşun ve gönüllülüğün hangi seviyede olduğunu ortaya çıkarmaktı. Cevaplar doğrultusunda yüksek bir seviyede olduğu söylenebilir. Soruyu cevaplayanların yarısı (%51,1 / 92 kişi) bir çocuk gözlemi ile ailelerinde deneyimlediği gibi bir evlilik istemektedir. Örneklemin sadece %18,3’ü (33 kişi) böyle bir evlilik istememektedir. Geriye kalanlar ise kararsız olanlardır. ‘Evet’

123 cevabı verenlerin çoğunun erkek (?60,7 / 54 kişi), ‘hayır’ cevabını verenlerin çoğunun ise kız olması (%60,6 / 20 kişi), toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin taraflarından beklenen sonuçlar olmuştur.

Örneklem kapsamındaki kız öğrencilerin neredeyse tamamının (%93,4) annesi ya kendisinden düşük derecede bir eğitim görmüş ya da hiç eğitim alamamıştır. 91 kız öğrenciden sadece 6’sının annesi üniversite mezunu iken, hiçbir anne yüksek lisans / doktora eğitimi almamıştır. Dolayısıyla kız öğrencilerin eğitim seviyesinin annelerine göre daha yüksek olduğunu ve daha fazla çalışma imkanına sahip olduklarını belirtmek mümkündür. “Sizce evli bir kadın çalışmalı mı?” sorusuna verilen cevapların dağılımı da kız öğrencilerin üniversiteden mezun olduktan sonra bir meslek sahibi olmak istediklerini göstermektedir. 86 kız öğrenci (%94,5) evliliğe rağmen (!) çalışmayı isterken, erkek öğrencilerin neredeyse yarısı (%41,6 / 37 kişi) evli kadınların çalışmamasının doğru olduğuna inanmaktadır. Cinsiyete göre anlamlı bir farklılık içerdiği kanıtlanan, hem ev işlerinin dağılımı hem de hane halkı üyeleri arasındaki kontrol ve güç ilişkisi ile ilgili önermelerden oluşan “ataerkil söylem” puanı gibi evli kadının çalışması fikrine ilişkin bu oranlar da ataerkil toplum yapısının kadını özel alana – ev içi alana hapsediciliğinin bir yansıması olmuştur. Doğup büyüdükleri aile ortamından ziyade evlilik yaşamına ilişkin görüşlerinde cinsiyetlerine göre farklılaşan gençlerin ataerkillikle ilişkisi, aşağıdaki tabloda karşılaştırmalara daha açık bir şekilde sunulmaktadır.

Belgede VII. ULUSAL SOSYOLOJİ KONGRESİ (sayfa 131-137)