• Sonuç bulunamadı

LMX, süreç içinde geliştirilirken; çeşitli teorilerin katkısı söz konusudur. VDL sürecin- den bugünkü LMX anlayışına gelirken; eşitlik kavramı devreye girerek teorinin eksik kalan kısımlarını tamamlanmıştır. Sosyal Mübadele Teorisi, ikili ilişki bir değiş tokuş süreci olduğu için; temas edilen her noktada tarafların birbirlerini etkilemelerini açıkla- maktadır. Rol Teorisi ise, bir örgüt içinde herkesin üzerine düşen roller söz konusu ol- duğundan rolün uyuşması ve bu durumu sürdürebilmek adına önem taşımaktadır.

2.3.1. Eşitlik Teorisi

Eşitlik Teorisi, Adams (1963-1965) tarafından ortaya atılmış ve çalışanların eşitlik algı- sına ve bu algılanan eşitliğin/eşitsizliğin ne gibi sonuçlar doğurabileceği üzerinde dur- muştur. Çalışan kişi, kendi çıktı/girdi oranı ile bir başka çalışanın çıktı/girdi oranını karşılaştırdığı zaman eşit olmadığı fikrine kapılıyorsa; eşitsizlik algısı devreye girmeye başlamaktadır. Bu algı, zaman içerisinde öfkeye dönüşmektedir. Duygu, maksimum seviyeye ulaştığında artık eşitsizliğin ortadan kalkabileceği düşüncesi devre dışı kal- maktadır. Adams (1965), eşitsizlik teorisini toplumsal değişim bağlamında ele alarak; karşılılık esasına göre değerlendirmiştir. Örneğin, çalışanlar işverenler arasında bir de- ğişim ilişkisi mevcuttur. Çalışanlar, işverenler için belirlenen süreler doğrultusunda ça- lışmakta ve emek vermektedirler. Buna karşın, işveren, çalışanlara çalışanların sağladığı

- 23 - değere karşılık ücret veya başka tazminat biçimleri sunmaktadırlar. Adams, (a) bu tür alışverişlerin ne zaman adil veya adil olmayacaklarını (algılanmış eşitsizlik öncüllerini) ve (b) haksız yere muamele görmüş olan çalışanların ne yapabileceklerini (algılanan eşitsizliğin sonuçları) anlamak istemiştir. Çalışanlar, yöneticilerinin ödül, maaş, prim gibi kavramlarda dağıtım sürecinde kimseye ayrıcalık tanımadan hareket etmelerini beklemektedirler aynı durum kaynaklara erişim ve yetki devri kavramları için de aynı geçerliliğe sahiptir. Çalışanlar bu gibi erişimler için belirli süreçlerin ve kuralların ol- masını, liderin de herkese karşı bu kuralları uygulamasını arzu etmektedirler. LMX için eşitlik bu yüzden önem arz etmektedir çünkü eşitsizlik algısı yerleştiği zaman çalışanlar kendilerini grup dışı görmekte ve bağ kuramamaktadırlar.

(Brockner, Greenberg, Brockner, Bortz, Davy, & Carter, 1986) (Martin & Peterson, 1987) (Huseman, Hatfield, & Miles, 1987) (Folger & Cropanzano, 1998) (Greenberg J. , 1990) (Cropanzano, Byrne, Bobocel, & Rupp, 2001) (Farh, Podsakoff, & Organ, 1990) (Graen & Uhl-Bien, 1995)

2.3.2. Sosyal Mübadele Teorisi

Sosyal Mübadele, davranış bilimlerinin dışında ekonomi ve antropoloji alanlarında da araştırılan bir kavramdır. Davranışların, toplum içinde tekrarı ile beraber, herkes tara- fından benimsenir duruma gelmesi, bu teorinin antropolojik olarak da incelenmesini sağlamaktadır. Örneğin; hediye alma kavramının, zaman içerisinde toplum kültürünün bir parçası haline gelmesi ve tekrar edilen bir davranış durumuna dönüşmesidir. Sosyal mübadele karşılılık esasına dayanan bir geçiş ve etkileşim sürecidir. Homans, Sosyal Mübadeleden bahsederken güvercin deneyini ele almaktadır. Güvercinin atılan mısır tanelerini yediğinin ve aynı eylemin tekrarlanması sonucunda bunu öğrendiğinin bahse- dildiği deneydir. Bireyler de aynı şekilde birbirlerinin davranışlarından, başka davranış- ları öğrenmekte ve değişim sürecinin devam etmesiyle birbirlerindeki davranışları güç- lendirmektedirler. Organizasyon içinde bakıldığında, Sosyal Mübadele Teorisi, bireysel olarak elde edemeyecekleri ortak amaçları gerçekleştirmek adına bir araya gelmeleri durumunu ele almaktadır. Öz ilgi ve karşılıklı bağımlılık bu etkileşim sürecinin temel

- 24 - özellikleridir. Bu mübadele durumu önceleri sadece işle ilgili durumları içermekte iken, zamanla kişisel özelliklerin ve duyguların geçişi olarak da gerçekleştiği görülmektedir. Sosyal mübadele kuramı, çalışanların motivasyonunu ve örgütsel hedeflerin başarılması ile olan ilişkisini anlamanın önemini vurgulamaktadır. Örgütsel davranışa yönelik bu tür yaklaşımlar, çalışanlar ile işverenler arasında karşılıklı yükümlülükler içerisinde belirli faaliyetleri yerine getirme motivasyonlarını içermektedir.

(Lawler & Thye , 1999) (Emerson, 1976) (Homans, 1958)

Şekil 2: Duyguların değişim sürecine girdiği yer (Lawler & Thye , 1999)

2.3.3. Rol Teorisi

Rol teorisi, toplumsal davranışın en önemli özelliklerinden biridir; insanların sosyal kimliklerine ve durumlarına bağlı olarak farklı ve öngörülebilir davranmaları gerçeğidir. Teori, hayatı bir tiyatro oyunu metaforuyla ele almakta; bireyleri oyuncular ve durumla- rı da yazılı senaryolar gibi görmektedir. Dolayısıyla üç boyut üzerinde yoğunlaşmakta- dır; sosyal davranışların karakteristikleri, sosyal katılımcılar tarafından üstlenilen kim- likler ve herkes tarafından anlaşılan beklentiler… Rol teorilerinin birçoğunda beklenti- lerin rollerin yaratıcısı olduğu savunulmaktadır. Bu beklentilerin de tecrübeyle oluştuğu ve bireylerin de sahip oldukları beklentilerin farkında oldukları ileri sürülmektedir. Bu durumda birey, düşünceli ve sosyal anlamda farkındalığı olan bir aktördür. Rol teorisi, bireylerin oynamaları gereken rollerin belirli olduğunun altını çizmekte ve roller arası uyumsuzluk yaşanmasının bireyi güç duruma düşüreceğine vurgu yapmaktadır. LMX karşılılık esasına dayandığından rollerin birbirleriyle uyumlu olmasına dikkat edilmeli- dir. Verdiği emek sonucu rol farklılıklarının etkisini hafifletemeyen bir çalışan tüken-

Mübadele Durumu Mübadele Süreci Mübadele Sonuçları

Duygu Normları (Beklentiler)

Güç/Statü Koşulları

- 25 - mişlik sendromuna kadar gidebilecektir. Böyle bir iç çelişkinin yaşanmaması için lider- lerin örgüte yönelik sosyal bir kimlik yaratarak tüm çalışanların bu kimliği benimseme- lerini sağlamaları gerekmektedir.

(Biddle, 1986) (Graen & Uhl-Bien, 1995) (Maslach, 1978) (Ashforth & Mael, 1989)

Rol teorisi, odak noktalarına göre farklı boyutlara ayrılmaktadır.

İşlevsel Rol Teorisi

İstikrarlı bir sosyal sistem içerisinde; toplumsal pozisyonları işgal eden kişilerin, karak- teristik davranışlarına odaklanmaktadır. Roller, bu davranışları belirleyen ve açıklayan ortak, normatif beklentiler olarak düşünülmektedirler. Sosyal sistemdeki normalar aktörlere öğretilmiştir, kendi davranışları için normlara uymakta, diğerlerini de uymaya teşvik etmektedirler.

Sembolik Etkileşimci Rol Teorisi

Bu teoride, bireysel aktörlerin rolleri; sosyal etkileşim yoluyla rollerin evrimi ve top- lumsal aktörlerin kendilerinin ve diğerlerinin davranışlarını anlamaları ve yorumlamala- rı için kullanılan çeşitli bilişsel kavramlar vurgulanmaktadır. Pek çok sembolik etkile- şimci, norm kavramını tartışırken ve paylaşılan normların toplumsal konumlarla ilişkili olduğunu varsaymakla birlikte; normların yalnızca rollerin ayrıntılarının işlenebileceği geniş bir emir kümesi sağladığını düşünmektedir. Dolayısıyla gerçek rollerin normlar, tutumlar, bağlamsal talepler, müzakere ve aktörlerin anlaştığı durumun gelişen tanımını yansıttığı varsayılmaktadır. Bu vurguların bir sonucu olarak, sembolik etkileşimciler, kayıt dışı etkileşimdeki rolleri anlamamıza önemli katkılar sağlamış ve araştırmaları, roller, rol alma, duygular, stres ve benlik kavramı arasındaki ilişkileri kapsayan anlayış- ları barındırmaktadır.

- 26 -

Yapısal Rol Teorisi

Bu teori, sosyal yapıya ve bu yapı içindeki sosyal statüleri temsil eden insanların davra- nışlarına odaklanmaktadır. Bu tür kavramlar, sosyal ağlar, akrabalık ilişkileri, rol setleri, değişim ilişkileri, sosyal sistem biçimlerinin karşılaştırılması ve ekonomik davranışların analizi gibi sosyal tartışmalara yönlendirmektedir.

Örgütsel Rol Teorisi

Organizasyonlarda rollerin belirlenmiş sosyal konumlarla ilişkili olduğu ve normatif beklentiler tarafından üretildiği varsayılmaktadır, ancak normlar bireyler arasında farklı- lık gösterebilmekte ve hem örgütlerin resmi taleplerini hem de kayıt dışı grupların bas- kılarını yansıtabilmektedir. Normlar için çoklu kaynaklar göz önüne alındığında, birey- ler genellikle rol çatışmalarına maruz kalmakta ve davranışları için antitetik normlara uymaları gerekir. Böyle rol çatışmaları gerginlik yaratmakta, dolayısıyla bireyin mutlu olabilmesi ve organizasyonun gelişebilmesi için çözülmelidir.

(Biddle, 1986)

2.3.4. Sosyal Kimlik Teorisi

Sosyal Kimlik Teorisine göre, insanlar örgüt üyeliği, dini aidiyet, cinsiyet ve yaş gibi kendilerini ve başkalarını çeşitli sosyal kategorilere ayırma eğilimindedirler. Kategori- ler, üyeler tarafından özetlenen prototipik özelliklerle tanımlanmaktadır. Sosyal sınıf- landırma iki fonksiyona hizmet etmektedir. Birincisi, bilişsel olarak, toplumsal çevreyi parçalara ayırmakta ve bireyi başkalarını tanımlayacak sistematik bir araçla donatmak- tadır. Bir kişiye, sınıflandırıldığı kategorinin tipik özellikleri verilmektedir. İkincisi, sosyal sınıflandırma, bireyin kendisini ya da toplumsal ortamı tanımlamasını sağlamak- tadır. Sosyal Kimlik Teorisine göre benlik kavramı, kendine özgü özellikleri (örneğin, bedensel özellikler, yetenekler, psikolojik özellikler, çıkarlar) ve kişisel grup sınıflan- dırmalarını kapsayan bir sosyal kimliği içeren kişisel bir kimlikten oluşmaktadır. Dola-

- 27 - yısıyla, toplumsal tanımlama, bazı insan topluluğuna ait veya birliğe aidiyet algısıdır. Kendini grubun / grupların gerçek veya sembolik bir üyesi olarak algılamakta ve grubun kaderini kendisininkiyle özdeşleştirmektedir. Bu nedenle, toplumsal tanımlama, ben, kimliğiyle ilgili kısmi bir cevap vermektedir. (Ashforth & Mael, 1989)

Sosyal Kimlik Teorisi geliştirilirken; özlük kavramının iki farklı boyutu üzerinde du- rulmuştur. Bunlar: Kişisel Kimlik ve Sosyal Kimliktir. Kişisel kimlik Yetkinlik, yete- nek, sosyallik gibi spesifik başlıklar içermektedir. Sosyal kimlik ise, bireyin değer ve duyguyla bağlı olduğu ve üyesi olduğu gruptaki durumundan ve bilgisinden türemiştir. Sosyal kimliğe göre, birey kendisini ve gruptaki diğer üyeleri aynı sosyal kategori için- de değerlendirmektedir. Kişisel kimlikte insanlar kendilerini birey olarak ifade ederken, sosyal kimlikte bireyler ait oldukları grupla ifade etmektedirler. Sosyal kimlik kavramı, kişilerarası alanı ve sosyal rolleri anlama konusunda da referans oluşturmaktadır. Başka araştırmacılar kişisel ve sosyal kimlik kategorilerine kolektif kimlik kategorisini ilave etmektedirler. Bu kimlik türü, topluma ait olma ve toplumda paylaşılan değerleri içer- mektedir. Kimlik kavramı, kurumlar açısından piyasada farklılık yaratmak adına önem taşımaktadır. Çünkü sahip olduğu, koordinasyon, iletişim ve öğrenmeyi sadece fiziksel olarak inşa etmemeli aynı zamanda mental olarak kurgulayıp kimlik haline dönüştürme- lidir. Bireyin sosyal hayattaki bilgisi, ancak bir kimlik tarafından yönetildiği zaman ekonomik değer üretecektir. Kurumlar çalışanlarına kimlik yaratırken iki etki söz konu- su olmaktadır. Birincisi, bireylerin davranışlarını ve karar verme süreçlerini koordine eden kurallar koyulmaktadır. İkinci olarak da, değerlerin ve yakın zamanlı beklentilerin oluşturulmasında süreç belirlenmektedir.

(Kogut & Zander, 1996) (Luhtanen & Crocker, 1992)

Benzer Belgeler