• Sonuç bulunamadı

1.3 YÖNETĠġĠM GÖSTERGELERĠ

1.3.3 Katılımcılık

YönetiĢimin ―önemli bir köĢe taĢı olan‖ katılımcılık, kamusal otoritelerden hesap sorma kabiliyetini haiz ve ifade özgürlüğüne sahip halkın, kamusal karar alım ve eylem süreçlerine bireysel veya örgütlü bir Ģekilde tam bilgi sahibi olarak katılıp aktif rol almasıdır (UNESCAP, 2010). Katılımcılık, bir baĢka açıdan, kamusal hizmetlerin baĢarı veya baĢarısızlığından etkilenen paydaĢların yönetimde söz sahibi olması Ģeklinde kısaca tanımlanabilmektedir (Göymen, 2004: 8). Aktif katılım ―halkın devletle ortak olması‖ olarak görülmekte ve vatandaĢların, karar alım sürecinde devletle müzakere yapmanın da ötesinde yüksek etkinlik göstermesidir (Aktan ve Çoban, 2006: 3). Zaten katılımcılık ilkesi -genel itibariye- halkın çeĢitli iletiĢim kanalları kullanılarak bilgilendirilmesi; danıĢma meclisleri, halk toplantıları, açık oturumlar ve anketler vasıtasıyla halktan geri bildirim alınması ve son aĢama

olarak da halkın politikaların oluĢumuna doğrudan (aktif) katılımı Ģeklinde üç aĢamada gerçekleĢmektedir (DPT, 2007: 15). Bu aĢamalar ve tanımlamalardan da anlaĢıldığı üzere katılımcılık, egemenliğin asıl sahibi olan vatandaĢlar ve egemenliği vatandaĢlar adına kullanan devlet aygıtlarının aktif olarak iletiĢim halinde olduğu kendi kendini besleyen bir döngüsel sistemdir. Özel sektörde sıkça rastlanan asıl- vekil problemini, kamu yönetiminde engellemeyi amaçlayan katılımcı uygulamalara ihtiyaç aĢağıdaki sebeplerden kaynaklanmaktadır (Kösekahya, 2003: 34):

 “Politika konularının gitgide karmaşıklaşması, politikaların birbiri ile

bağımlılığının artmasından dolayı daha geniş bir bilgi ve perspektife duyulan ihtiyaç;

 Bilgi toplumunun artan ihtiyaçlarını karşılamak ve daha iyi bir bilgi yönetimi

sağlamak;

 Vatandaşı politika oluşturma sürecine dâhil ederek, görüşlerinin dikkate

alınması yönündeki beklentilerini karşılamak ve devlete kamunun güvenini tesis etmek;

 Daha fazla şeffaflık ve hesap verebilirlik yönündeki talepleri karşılamak;  Farklı çıkarlar arasında aracılık ederek geniş bir uzlaşmaya varmak için

duyulan gereksinim.”

Katılımcı YaklaĢımın Kamu Yönetimine Katkıları

1. Katılımcı demokrasinin bir gereği olmasının yanında katılımcılık ilkesi, çeĢitli kamusal yatırım ve projelerin gerçekleĢtirilmesi sürecinde, karar alımında ve uygulanmasında halka daha fazla inisiyatif vererek, vatandaĢların projelere sahip çıkmasını ve böylece daha baĢarılı sonuçlar elde edilmesini sağlamaktadır. Çünkü ―karar alımına katılanlar kurumun almıĢ olduğu kararları kendi kararları olarak kabul ederler ve baĢarı veya baĢarısızlığı kendi hareketlerine bağlarlar‖ (Öztürk, 2002: 29-30). Diğer bir deyiĢle, vatandaĢların katılım göstermediği kararlar iyi uygulanamamakta ve uygulanamayan kararlar da önemli ve ciddi değerler oluĢturamamaktadır (Argüden, 2005). Bu nedenle, kamusal iĢlem ve kararların oluĢum sürecine vatandaĢların aktif katılımı, kamu yönetiminin halk nezdinde meĢruiyet kazanmasına önemli katkılar sağlayacaktır (Scmitz, 1983‘ten aktaran Çukurçayır, 2002: 45).

2. Katılımcılık ilkesi gereğince gerçekleĢtirilen kamusal ―iĢleyiĢ ve karar alma süreçleri maliyetli ve bazen uzun olmakla birlikte, son tahlilde kamusal iĢlerin, her aĢamada ortaya çıkacak denetim ve eleĢtiriler yoluyla, daha kaliteli ve düĢük maliyetle yerine getirilmesi sürecini baĢlatabilir‖ (Gündoğan, 2010: 30). Katılımcılık -halkın kamu yönetimine aktif katılımını gerçekleĢtirerek- çevre gibi dıĢsal maliyetleri olan, sürekli ve birçok yönden kontrol gerektiren sorunların kısa zamanda tespit edilmesini sağlamakta ve böylece kamuyu orta ve uzun vadede telafisi mümkün olmayan zararlara karĢı korumaktadır (Öztürk, 2002: 29).

3. Arz talep dengesinin Ģekillendirdiği tam rekabet piyasası mekanizmalarıyla belirlenemeyen kamu hizmetlerinin miktar ve çeĢitliliği, beklentileri tam olarak karĢılayabilecek Ģekilde, devlet tarafından tek taraflı olarak belirlenemeyebilir. Bu problem karĢısında katılımcı mekanizmalar -vatandaĢ ve kamu yönetimi arasında kurulan karĢılıklı iletiĢim kanalları vasıtasıyla- halkın ihtiyaçlarını tam olarak tespit edip toplumsal ihtiyaçlara zamanında cevap verme noktasında, devletin kapasitesini geliĢtirmesine imkân sağlamaktadır (Kösekahya, 2003: 43).

4. Katılımcılık ilkesi gereğince bireysel ve toplumsal hak ve menfaatlerin korunması için kamusal karar süreçlerine aktif olarak katılmak; çeĢitli seçenekler arasında tercih yapabilmek; alınacak karar ve tesis edilecek iĢlemlerin çıkar ve menfaatlerine zarar vermeyecek ölçüde oluĢmasını sağlamak; vatandaĢların kendilerini toplumsal sistemin birer parçası olarak hissetmelerini sağlamaktadır (Freitag, 1997‘den aktaran Çukurçayır, 2002: 44). Böylece, vatandaĢların örgütlü veya örgütsüz olarak toplumla bütünleĢmesi ve toplumsal dönüĢüme tesir edebileceklerine inanmaları, bireylerin veya örgütlerin marjinalleĢerek demokratik sistemin dıĢına itilmelerini, önemli ölçüde engelleyecektir (Hill, 1993‘den aktaran Çukurçayır, 2002: 44).

Yukarıda sayılan yararlarından da görüleceği üzere katılımcılık ilkesi tam olarak uygulandığında, kamusal karar alım süreçleri ve hizmetlerin ifasında vatandaĢı, ―sözü geçen bir paydaĢ‖ konumuna getirmektedir (Ergün, 2006: 71). Bu

sayede kamu yönetim yazınında yönetiĢim yaklaĢımıyla yaygınlık kazanan katılımcılık ilkesi, ideal demokrasinin gerektirdiği doğrultuda kamusal hizmetlerin halkın onayını alan meĢru bir Ģekilde etkin, tarafsız ve taleplere cevap verebilir biçimde gerçekleĢmesini sağlamaktadır.

1.3.4 Hukukun Üstünlüğü

YönetiĢim yaklaĢımının olmazsa olmazı kabul edilen (GümüĢ, 2009: 26) ve Anglo-Amerikan dünyada ―hukukun hükümranlığı‖ Ģeklinde ifade edilen hukukun üstünlüğü kavramı (Kalaycıoğlu, 2003: 40), ―kurumların adil olarak oluĢturulan yasal çerçeveler içinde hareket etmeleri ve kiĢilerin kendi davranıĢlarına kanunun tatbik edilebileceğini kabul etmeleri‖ demektir. Hukukun üstünlüğü kavramı, kamu yönetiminin bütün iĢ ve iĢlemlerinde, hukuku yönetilenlere güvence veren bir üst norm olarak kabul etmektedir. Kavram, bütün kamusal karar ve eylemlerin yönetilen ve yönetenler arasındaki sosyal sözleĢmeye dayanan yasal çerçevede gerçekleĢtirilmesini gerektirmektedir. Bu sayede yönetenler -kamusal otoriteyi elinde bulunduranlar- güçlerini, vatandaĢlara adil, eĢit, öngörülebilir ve -vatandaĢlarla aralarındaki sözleĢme hükmündeki- kanunların sınırladığı ölçüde kullanabilmektedirler (Karabacak, 2003: 63).

Hukukun üstünlüğü ilkesi ve beraberinde getirdiği kural ve standartların kamu yönetiminde hâkim olması, kamusal otoritenin alacağı karar ve eylemlerin öngörülebilirliğini sağlayarak vatandaĢlar için belirsizlikleri azaltmakta ve toplumun kendini güvende hissedeceği bir ortamın oluĢturulmasını sağlamaktadır. Bu ortam sayesinde kamusal paydaĢların birbirleriyle etkileĢimleri, önceden belirlenmiĢ kurallar zemininde Ģekillenmekte ve kolaylaĢmaktadır (Karabacak, 2003: 69). Zaten yönetiĢimin esas gayesi, kamusal karar ve eylemlerde vatandaĢları etkin ve etkili kılmaktır. Bu hedef de ancak kamu otoritesinin keyfi uygulamalarının olmadığı; yetkilerinin ve gücünün düzenlendiği; herkesin -yönetimi bağlayıcı nitelikteki- kanun önünde eĢit olduğu; evrensel hukukun yargı ve yönetim süreçlerinde belirleyici olduğu; halkın geleceğe dönük kararlarını daha öngörülebilir bir ortamda alabildiği bir zeminde gerçekleĢebilmektedir (Aktan ve Çoban, 2006: 18). Ayrıca, hukukun üstünlüğü ilkesinin hâkim olduğu yerlerde yatırımcılar, geleceğe dönük kâr ve risk

hesaplamalarını daha rahat ve öngörülebilir bir ortamda yapmakta; sermayenin yurtdıĢına çıkıĢı, önemli ölçüde engellenmekte ve güvenli bir liman arayıĢında olan yabancı sermaye, doğrudan yatırım Ģeklinde ekonomik büyümeyi arttırmaktadır (Karabacak, 2003: 67). Öte yandan hukukun üstünlüğü prensibinin kamu yönetiminde egemen olduğunu tam anlamıyla kabul edebilmek için aĢağıdaki Ģartların gerçekleĢtirilmesi gereklidir (Kalaycıoğlu, 2003: 40-41):

“1) Meşru siyasal otorite (yasama meclisi, il genel meclisi, belediye meclisi v.b.) tarafından üretilen, genel kabul ve saygı gören, ussal (akli) yasa, tüzük, yönetmelik v.b. kararların varlığı,

2) Böyle üretilen yasa, tüzük yönetmelik vb. kararların idare tarafından tarafsızca, herkese eşit olarak ve keyfilikten uzak bir biçimde uygulanması,

3) Bu biçimde üretilmiş olan yasa, tüzük, yönetmelik vb. karar ve kurallara uymayanların, insan haklarına halel getirilmeden soruşturulması ve kovuşturulması,

4) Bu kararlara uymayanlara olduğu kadar, onların içeriği veya uygulanmasına itirazda bulunanların karşı çıkışları hakkında, hiçbir baskı altında kalmadan, akıl, vicdan, hukuki ilke, norm ve standartlarına dayanarak, yasalar ve yüksek yargı içtihatları çerçevesinde hüküm veren, adalet dağıtan yargı organlarının bulunması, 5) Yargının, yürütme ve yasamadan tamamen bağımsız bir konuda kalabilmesi için, iktidar partilerinin, hükümetlerin, çeşitli çıkar grupların ve ideolojilerin etkilerinden korunması

6) Yukarıda sıralanan özelliklerle uyumlu çalışan yargının aldığı kararlara saygı gösterilmesi ve idare başta olmak üzere, tüm etkilenen tarafların yargı (mahkeme) kararlarına uyması ve onları tam bir tarafsızlıkla uygulaması…”

Yukarıda belirtilen ön Ģartlar, hukukun -yönetiĢim anlayıĢının gerektirdiği biçimde- kamu yönetimine egemen olmasını sağlayacaktır. Tabii ki, hukukun üstünlüğü kavramı yönetiĢimin diğer prensipleriyle karĢılıklı bağımlılık göstermektedir. Zaten her bir yönetiĢim ilkesi ―teorik açıdan her ne kadar tek baĢına ele alınabilse de uygulamada diğer ilkelerle bütün olarak değerlendirilmeye ihtiyaç duyar‖ (Karabacak, 2003: 75). Örneğin Ģeffaflığın olmadığı bir yerde ne hesap verebilirlikten ne de katılımcılıktan bahsedilebilir. Diğer taraftan da hukukun bağlayıcılığından yoksun bir kamu yönetiminde yönetiĢim prensiplerinin

hiçbirisinden bahsedilemez. Bu nedenle, hukukun üstünlüğü ilkesi, idarenin otoritesini sınırsız bir Ģekilde kullanmasını engellemekte -kamu otoritesine sınırsız üstünlük tanımamakta- ve bu paralelde yaĢamsal kararlarını verirken, bireylerin geleceğe güvenle bakmalarını sağlamaktadır.

1.3.5 Cevap Verebilirlik

KüreselleĢmenin ve hız ekonomisinin yaĢandığı bilgi çağında kamusal hizmetler, ne Ģekilde ve kim tarafından sunulursa sunulsun, kamu kuruluĢlarını bekleyen en önemli konu vatandaĢların ihtiyaçlarını ne derece belirledikleri ve beklentilere ne ölçüde cevap verebildikleridir (Acar, 2003: 49). Bu nedenle kamu yönetiminde etkili olan aktörlerin halkla aralarındaki meĢru sosyal kontratı sağlam ve canlı tutmak için vatandaĢların düĢünce ve ihtiyaçlarına duyarlı, samimi ve karĢılık verebilir olmaları gerekmektedir. Hatta, bu yüzden akademisyenler ve uygulamadaki uzmanlar, kamusal ihtiyaçların belirlenmesi, kamusal hizmetlerin geliĢtirilmesi, sunumu ve bu hizmetlerden tatmin olma derecesinin ölçülmesini sağlayan kamuoyu araĢtırmalarını, kamu kurumlarının performanslarının ölçülmesi için bir gösterge niteliğinde kabul etmiĢlerdir (Vigoda, 2002: 528). Benzer Ģekilde, örgütsel etkinliğin ölçülmesindeki yaklaĢımlardan birisi olan ―stratejik çıkar grupları yaklaĢımı‖ da örgütsel etkinliği, ilgili tüm çıkar gruplarının talep ve beklentilerinin karĢılanma seviyesiyle iliĢkilendirmiĢtir (Griffin, 2011: 87). Bu çerçevede, kamusal hizmetlerin baĢarısında önemli bir faktör olan ve aynı zamanda yönetiĢim prensiplerinden biri olan cevap verebilirlik, ―kurumların ve süreçlerin tüm paydaĢlarına makul bir zaman çerçevesinde hizmet sunmaya çalıĢması‖ Ģeklinde de tanımlanmaktadır (UNESCAP, 2010).

Ancak cevap verebilirlik ilkesini biraz daha detaylı olarak incelediğimizde aslında kavramın, ―kamusal hizmet sağlayıcı kurumların, kendilerinden istenen eylem ve bilgilere ne derece ‗hızlı‘ ve ‗doğru‘ Ģekilde karĢılık verdiğine iĢaret ettiğini‖ görmekteyiz. Burada hız kavramı, vatandaĢların talebiyle, bu talebin kamu kuruluĢları tarafından karĢılanması arasında geçen zamanı ifade etmektedir. Tanımda geçen ve cevap verebilirliğin ölçülmesinde kullanılan diğer bir kıstas olan ―doğruluk‖ ise, kamu hizmet sağlayıcısının istekleri ve talepleri - kamusal imkânların

tüm vatandaĢlara sosyal refah, adalet, eĢitlik, etkinlik ve hukukilik prensiplerine uygun Ģekilde- hangi kalite ve ölçüde karĢıladığını belirtmektedir. Görülmektedir ki, kamu kurumları sahip oldukları misyon, vizyon ve var oldukları atmosfer itibariyle özel sektör kuruluĢlarından farklılık göstermektedirler. Bu nedenle cevap verebilirlik ilkesi, ―vatandaĢ memnuniyeti‖ ve ―müĢteri her zaman haklıdır‖ gibi özel sektör prensipleriyle benzeĢim gösterirken diğer taraftan da kamu kuruluĢlarında yapılan hizmetlerin etik ilkeler doğrultusunda gerçekleĢtirilmesine ve toplum menfaatinin korunmasına büyük önem vermektedir (Vigoda, 2002: 529). Öte yandan, kamu kuruluĢları -cevap verebilirlik ilkesi gereğince- hizmetlerini sunarlarken aĢağıdaki yöntemleri uygulamak zorundadırlar (Vigoda, 2002: 529):

“a) Kamusal hizmetlerden yararlanan vatandaşların tutum ve duyguları, kamu kuruluşlarının karar ve eylemlerinin ne derece faydalı, toplumun genelinde kamusal imkânların adaletli dağılımını sağlayıcı, etkili, hızlı ve ihtiyaç giderici olduğunun tüketici tatmin anketleri vasıtasıyla analiz edilmesi,

b) Vatandaşlar dışındaki özel sektör ve kâr amacı gütmeyen kuruluşlar gibi paydaşların da kamusal hizmetlerin planlama, üretim, sunum ve çıktıların değerlendirilmesi süreçlerinde tutumlarının ve algılarının incelenmesi

c) Kamusal hizmetlerin hız, kalite ve doğruluk gibi önceden belirlenmiş kriterlerle karşılaştırılması (…)

d) Kamusal hizmet ve malların dağıtımının akademisyenler ve profesyonellerce ileri sürülen ahlaki ve etik kıstaslarla karşılaştırılması”

Kamu kurumlarının halkın ihtiyaçlarını giderdikleri ölçüde misyonlarına uygun hareket ettikleri dikkate alındığında, kurumların vatandaĢların taleplerine olabildiğince pozitif karĢılık vermesi, doğal olarak, bir zorunluluk haline gelmektedir. Bu nedenle kamu yönetimi, öncelikle vatandaĢların hizmet alırken karĢı karĢıya kaldıkları engelleri izale etmek ve sistemi vatandaĢların istek ve Ģikâyetlerini ulaĢtırabildikleri bir hale getirmek mecburiyetindedir. Günümüzde, var olma nedeni vatandaĢ taleplerini karĢılamak olan kamu kurumlarının vatandaĢ odaklı uygulamalar geliĢtirmesi, zamanla daha da önemli bir hale gelmektedir. ―Sunulan hizmetin ihtiyaçları karĢılama oranı‖ (Akın, 2008: 35) olarak görülen ve en önemli performans göstergelerinden biri haline gelen cevap verebilirlik ilkesi, kamu yönetimi yazınında

ve pratiğinde her geçen gün önemini daha fazla hissettirmekte ve kamu kurumlarının evirilmesi sürecinde önemli bir rol oynamaktadır.

1.3.6 Etkinlik

YönetiĢim bağlamında etkinlik kavramı, toplumun ihtiyaçlarını giderirken, kaynakların çevreyi koruyarak, sürdürülebilir biçimde kullanımı (UNESCAP, 2010) olarak tanımlanmaktadır. Ancak belirtmek gerekir ki; düĢünürler etkinliğin tanımı üzerinde bir mutabakata varamamıĢlardır. Bazı düĢünürler etkinliği ―örgütün amaçlarını gerçekleĢtirme derecesi‖ olarak tanımlarken bazıları ise ―örgütün çıktılarının mümkün olan bütün yollardan (ekonomik, teknolojik, siyasal, vb.) en yüksek düzeye çıkarılması‖ olarak tanımlamıĢlardır (Dicle, 1975: 27).

Etkinlik terimi uzun yıllar verimlilikle aynı anlamda kullanılmıĢtır. Bu kullanımın arkasında yatan sebep ise -özel veya kamusal- bütün kurumların, çevrelerinden izole bir Ģekilde, sadece mal veya hizmet üretmeyi amaçladıkları varsayımıdır. Oysa özel veya kamusal tüm kurumlar, sosyal ve etik kurallara uygun bir Ģekilde iç ve dıĢ çevrenin çeĢitli beklentilerini karĢılamak mecburiyetinde olan çok amaçlı ve yaĢayan organizmalardır (Öge, 2005: 15). Bu bağlamda, verimlilik sadece ―çıktılar/girdiler‖ e bakarak kaynakların ne derece iyi kullanıldığını gösteren ve kurumun iç iĢleyiĢiyle ilgili bir kavramken; etkinlik, kurumun iç ve dıĢ çevresine iliĢkin tüm amaçlarını ne derece gerçekleĢtirildiğiyle ilgilidir (Jones, 1995‘ten aktaran Ekinci ve Yılmaz, 2002: 37). Bu bağlamda, toplumsal ihtiyaçların çevreye zarar vermeden, sürdürülebilir ve eksiksiz karĢılanmasını hedefleyen ve kesinlikle kâr amacı gütmeyen kamu kurumlarında verimlilik kavramı yerine daha geniĢ ve çatı7

bir kavram olan etkinlik kullanılmaktadır (Ekinci ve Yılmaz, 2002: 35).

7

Yapılan çalıĢmalarda örgütsel etkinliği ölçmede kullanılan kavramlar Ģunlardır (Akalın, 1992‘den aktaran Duygulu, 2003): 1- Toplam Verimlilik, 2- Prodüktivite, 3- Kâr, 4- Nitelik, 5- ĠĢ Kazaları, 6- Büyüme, 7- AĢırı Devamsızlık, 8- ĠĢten Çıkma, DeğiĢme Oranı, 9- ĠĢ Tatmini, 10- Motivasyon, 11- Gönül Gücü, 12- Denetim, 13- ÇatıĢma-Bağlılık, 14- Esneklik-Uyum, 15- Planlama ve Amaçları Belirleme, 16- Amaç Birliği, 17- Örgütsel Amaçların Belirlenmesi, 18- Rol ve Normların Uygunluğu, 19- Yöneticilerin KiĢiler Arası ĠliĢkilerde Ustalığı, 20- Yöneticilerin ĠĢteki Ustalığı, 21- Bilgi Yönetim, 22- Örgütsel ĠletiĢim, 23- Hazır Olma, 24- Çevreyi Kullanma, 25- Örgüt DıĢındakilerin Değerlendirmeleri, 26- Denge, 27- Ġnsan Kaynaklarının Değeri, 28- Katılma

Konu bir baĢka açıdan ele alındığında ise kamu yönetiminde kurumsal etkinlik, toplumsal, süresel ve yönetsel olmak üzere üç boyutta -aĢağıda açıklanan Ģekilde- irdelenebilmektedir (Yalçındağ, 1997: 3-4):

 “Toplumsal Boyut: (…) a) Yürütülen çalışmaların ve hizmetlerin (…)

toplulukların ve insanın gereksinimlerine ve beklentilerine dönük olması; b) Hizmetlerin yürütülmesinde „kamu yararı‟ ölçütünün sürekli göz önünde tutulması gerekecektir.

 Zaman Boyutu: (…) a) Gerekli olduğu zaman diliminde; b) Öngörülen en kısa

sürede (proje söz konusu ise, proje süresi içinde) yürütülerek tamamlanmalıdır.

 Yönetim Boyutu: (…) a) Hizmet için belli bir amaç/hedef öngörülmüş ve bu

amaç/hedef gerçekleştirilmiş olmalı; b) Hizmette, hizmetten yararlanacaklar için doyum sağlayacak kalite düzeyi gerçekleştirilebilmelidir.”

Kamu kurumları, özel sektör temsilcileri, sivil toplum örgütleri ve bireysel olarak vatandaĢların katılımını öngören holistik bir bakıĢ açısına sahip olan yönetiĢim paradigmasına göre etkinlik -asıl olarak- tek bir aktöre bağlı olmayıp, tüm paydaĢların ―çalıĢma Ģekillerine, çözüm üretmedeki hareket hızlarına‖ ve genel anlamda performanslarına bağlıdır (Soylu, 2003: 78). Buna ek olarak, ―birçok hedefi aynı anda gerçekleĢtirmeye çalıĢmaları, çıktı fiyatının piyasa mekanizmasında belirlenememesi ve niceliksel olarak değerlendirilememesi nedeniyle kamu kurumlarının etkinlik ölçümü [piyasa mekanizması içerisinde faaliyet gösteren özel sektör kuruluĢlarına göre] çok büyük zorluk göstermektedir‖ (Mandl ve diğerleri, 2008: 2). Bu nedenle kamu kurumlarında, doğrudan ölçülemeyen ve çatı bir kıstas olan etkinlik kavramının ancak verimlilik, örgüt dıĢındakilerin değerlendirmeleri ve insan kaynaklarının değeri gibi alt kıstaslar bazında incelenebilmesi mümkün olabilmektedir.

ve Yetkinin PaylaĢılması, 29- Eğitim ve GeliĢtirmeye Önem Verme Derecesi, 30- BaĢarıya Önem Verme.

1.3.7 EĢitlik

Bütün vatandaĢların konumlarına ve durumlarına göre eĢit olarak kamusal hizmetlerden yararlanması Ģeklinde ifade edilen kamu yönetiminin eĢitlik ilkesi (GöküĢ, 2010: 591), aynı Ģekilde yönetiĢim yaklaĢımınca da benimsenmiĢtir. YönetiĢim yaklaĢımına göre, bir toplumun sağlıklı bir Ģekilde yaĢamını sürdürebilmesi, onu oluĢturan tüm unsurların -özellikle de savunmasız ve dezavantajlı kesimlerin- kendilerini hayatın akıĢının dıĢında hissetmemelerine ve aynı zamanda kendilerini her türlü toplumsal karar ve iĢleyiĢe etki eden ve bunlardan etkilenen konumda kabul etmelerine bağlıdır (UNESCAP, 2010). Bu bağlamda, yönetiĢim yaklaĢımı, fırsat eĢitliği ve sosyo-ekonomik eĢitliğin bütün vatandaĢlar için nasıl sağlanabileceği, sorusuna cevap aramaktadır (Cheema, 2004: 3).

BirleĢmiĢ Milletler, eĢitlik ilkesini ―tüm kadın ve erkeklerin mevcut refah ve mutluluklarını muhafaza etme veya geliĢtirme fırsatlarına sahip olmaları‖ biçiminde tanımlarken, ‗tüm kadın ve erkekler‘ ifadesini kullanarak eĢitlik kavramının sosyal sınıf, dil, din, ırk ve cinsiyet gibi sınıflandırmalar gözetilmeksizin toplumun bütün kesimlerini kapsadığını vurgulamaktadır. Ancak tanımda kullanılan -genelde de eĢitlik ilkesinin benimsediği- eĢitlik kavramı herkes arasında bir ‗mutlak eĢitlik‘ demek değildir. Burada vurgulanmak istenen düĢünce, kamusal otorite tarafından tüm vatandaĢlara -ne olursa olsun- aynı imkânların sunulması değil, vatandaĢların sağlık ve eğitim gibi temel insani ihtiyaçları karĢılandıktan sonra, kendi koĢulları içerisinde daha iyi olanaklara ulaĢmalarının sağlanması, eĢit fırsatlara kavuĢturulması ve karar mekanizmalarına eĢit katılımlarının önünün açılmasıdır (AĢkın, 2003: 108). BaĢka bir ifadeyle, eĢitlik ilkesi yönetiĢim yaklaĢımı çerçevesinde bir yandan hukukun üstünlüğü ilkesine iĢlerlik kazandırıp tüm vatandaĢların kanun önünde eĢit Ģekilde iĢlem görmesini garantiye alırken; diğer taraftan, dıĢlanmıĢ ve dezavantajlı kimselerin temel kamusal hizmetlerden faydalanıp, diğer vatandaĢlarla rekabet edebilecekleri fırsatlar elde etmelerinin yolunu açmak için kamusal olanaklardan ―eĢit pay alamayan kesimleri gözetici, pozitif ayırımcı politikalar‖ (Göymen, 2004: 5) oluĢturmayı içermektedir. Pozitif ayırımcılığı kapsayan ve sosyal içerme politikalarıyla Ģekillenen eĢitlik ilkesi, kamu yönetiminin iyileĢmesi adına salt bir çözüm reçetesi sunamamakla birlikte hukukun üstünlüğü, katılımcılık ve cevap

verebilirlik gibi diğer yönetiĢim ilkeleriyle etkileĢim halinde kamu yönetiminin yönetiĢim yaklaĢımı çerçevesinde Ģekillenmesine katkı sağlamaktadır.

1.3.8 Stratejik Vizyon

KüreselleĢme, biliĢim çağı ve hız ekonomisi gibi adlandırmalarla tanımlanmaya çalıĢılan baĢ döndürücü geliĢmeler ve belirsizlik ortamında sürekli değiĢen içsel ve çevresel Ģartlara karĢın, özel sektör ve sivil toplum örgütleri ile birlikte kamu kuruluĢları da varlık gayelerine -misyonlarına- ve gelecekte varmak istedikleri duruma -vizyonlarına- uygun olarak stratejik planlamalar yapmak zorundadırlar. Günümüzde, özel ve kamusal tüm kurumlar bu planları uygulamayı ve uygulama sonuçlarını denetlemeyi, geliĢtirmeyi -kısaca stratejik yönetimi- bir mecburiyet olarak görmektedirler.

Stratejik yönetim, kurumların çevresel tehdit ve fırsatlar ile beraber kendi güçlü ve zayıf yönlerini iyi analiz ederek, tüm finansal ve insan kaynağını en iyi Ģekilde yöneltmeyi; vardığı sonuçlar itibariyle kendini sürekli denetime tabi tutmayı ve aldığı geri dönüĢümlerle yeniden bir durum değerlendirmesi yapma süreçlerini kapsamaktadır. Stratejik yönetimin kamu kurumlarında tam olarak iĢleyebilmesi ancak kurumların toplum kalkınması ve iyi yönetiĢim düzleminde hareket ederek; tarihi, kültürel ve karmaĢık sosyal zemini iyi anlayarak; uzun vadeli ve geniĢ bir bakıĢ açısına sahip olmasıyla mümkündür (UNDP, 1997: 15). Bu bağlamda kamu yönetimleri, öncelikle ―yönetim faaliyetini eyleyen ya da bundan etkilenen bütün tarafların yakın, orta ve uzun vadeli ihtiyaç, beklenti ve önceliklerini ortaya çıkaran katılım, iletiĢim ve etkileĢim süreçlerini‖ (Gündoğan, 2007: 153) iyi iĢleterek, stratejik bir vizyon oluĢturmalı ve bu ortak vizyon doğrultusunda hareket etmelidirler. Bu sürecin en önemli faydası kamu yönetiminin ―kendi varlık nedenini sorgulaması ve ortaya koymasıdır‖ (AĢgın, 2008: 11).

Sonuç olarak kamu yönetimlerinin dahi rekabet ortamından kendilerini