• Sonuç bulunamadı

1.4 YÖNETĠġĠMĠN MEKÂNSAL BOYUTLARI

1.4.1 Küresel YönetiĢim

Bireysel yaĢamda ve dünya düzeninde önemli değiĢimlere neden olan küreselleĢme süreci, ülkeler arasındaki sınırları önemli ölçüde zayıflatmıĢ ve ticarette, finansal piyasalarda, güvenlik ve teknolojide ülkeleri birbirine bağımlı hale getirmiĢtir. Böylece devletler, giderek artan bir biçimde, kendi sınırları içinde tek muktedir güç olma sıfatlarını kaybetmiĢler; küresel çevre, ekonomi, ticaret ve güvenlik konularının baskısı altında yalnız ve çaresiz kalmıĢlardır. Öte yandan, sürekli artan beklenti ve talepler karĢısında öz kaynakların sınırlı düzeyde kalması da ulus devletler, çok uluslu Ģirketler ve sivil toplum örgütleri üzerinde iĢbirlikleri oluĢturmaları için ikincil bir baskı unsuru oluĢturmuĢtur (Krahmann, 2003: 330).

Bu geliĢmelere paralel olarak, ulusal devletler, sivil aktörler ve uluslararası kurumlar arasındaki bağımlılığın artması küresel düzeyde yeni yönetiĢim yöntem ve araçlarının araĢtırılması üzerine yeni tartıĢmalar doğurmuĢtur (Bariletti ve Zoli, 2006: 339). Böylece, ‗küresel yönetiĢim‘ kavramı, uluslararası politik yazında yerini almıĢtır. Uluslararası arenada yaĢanan politik, ekonomik ve sosyal geliĢmeler de bu süreci desteklemiĢ ve ―1990‘lı yıllarla birlikte dünya toplumları ve devletleri daha fazla bir araya gelerek küresel tanıĢıklığın ve iĢbirliğinin temellerini atarak bugünkü küresel yönetiĢimin yapı taĢlarını oluĢturmuĢlardır‖ (Çukurçayır, 2003: 263). Bu doğrultuda, gerçekleĢtirilen uluslararası zirveler, toplantılar ve konferanslarla küresel ölçekte merkezi bir otoritenin yokluğuna dikkatleri çeken; ortak hedeflere ulaĢmak için devletler, sivil toplum örgütleri ve özel sektör arasında gereken iĢbirliği ve birlikte hareket etme ihtiyacını ortaya koyan küresel yönetiĢim kavramının (Gordenker ve Weiss, 1995: 357) gittikçe popülaritesi artmıĢtır. Küresel yönetiĢim kavramı ―devletlerin yalnız olarak çözmek için kapasitelerini aĢan dünya çapındaki

sorunların tanımlanması, anlaĢılması ve tartıĢılması için ortak çabalar‖ (Weiss, 2009: 257) veya ―resmi ve gayrı resmi kuruluĢların, mekanizmaların, devletlerin, piyasaların, vatandaĢların, uluslararası ve devlet dıĢı örgütlerin, yeryüzü üzerindeki ortak çıkarlarının konuĢulduğu, hak ve sorumluluklarının belirlendiği ve farlılıklarının uzlaĢtırıldığı karmaĢık sistem‖ (Thakur ve Langenhove, 2006: 233) olarak da değiĢik Ģekillerde tanımlanmıĢtır. Yapılan tanımlamalara göre, bugün gelinen noktada küresel yönetiĢim, ‗de jure‘ diye ifade edilen BirleĢmiĢ Milletler sistemi içinde gerçekleĢtirilen uluslararası sözleĢmelerin ötesine geçmiĢ ve böylece ‗de facto‘ diye tanımlanan, BirleĢmiĢ Milletler sistemini içermekle birlikte, ulus üstü sanayi, finans ve medya kuruluĢları ile sivil toplum örgütlerince oluĢturulan iletiĢim ağlarını da kapsayan sistemi ifade eder hale gelmiĢtir (Tehranian, 2002: 8).

Bugün gelinen noktada küresel yönetiĢimin daha da derinleĢmesini sağlayan dört eğilim (trend) beraber yaĢanmaktadır. Bu eğilimlerin birincisi, devletlerin bu çalıĢmanın önceki bölümlerinde de değinilen çevre kirliliği, küresel ısınma, terör ve salgın hastalıklar gibi ülke sınırlarını aĢan küresel problemlere birlikte karĢı koyma ihtiyacının artıĢ göstermesidir. Ġkinci eğilim, ülke sınırlarını aĢan insan hakları gibi uluslararası standartların oluĢturulmasıdır. Bu standartların uygulanması ülkelerin inisiyatifine bırakılmamaktadır. Ayrıca sayısı ve gücü her geçen gün artan sivil kuruluĢlar, ülkelerin içiĢlerinde bu standartlara bağlılık derecelerini gözlemlemekte ve ulusal veya uluslararası raporlar yayımlamaktadırlar. Üçüncü eğilim, uluslararası iliĢkilerde aktörlerin sayıca artıĢ göstermesidir. Artık devletlerin haricinde bireyler, çok uluslu Ģirketler, yerel ve uluslararası sivil toplum örgütleri kendilerince önemli gördükleri politikaları uluslararası arenaya taĢımakta, gündem oluĢturmakta, raporlar yayımlamakta ve devletlerarası anlaĢmaların biçimlenmesinde etkin rol alabilmektedirler. Dördüncü ve son eğilim ise, küreselleĢmeyle adı neredeyse birlikte anılan, ülkeler arasındaki ekonomik bağımlılığın çok yüksek bir düzeye çıkmasıdır. Böylece hem bu yeni durumu yönetebilmek hem de ekonomik aktörlerin sorumluluğunu ve hesap verebilirliklerini sağlamak için ulusal ve uluslararası bağlamda yeni kural, standart ve düzenleyici kurumlara ihtiyaç doğmaktadır (Bevir, 2009: 86-87).

Bu eğilimler ve beraberlerinde getirdikleri yeni durumsal faktörler karĢısında küresel yönetiĢim, sebep olduğu aktörler arası ―güç iliĢkileri‖ ve ―eĢitsiz yapı‖ dolayısıyla eleĢtirilmiĢtir. Bu eleĢtirel bakıĢ açısı, güçlü devletlerin ve ulusüstü sivil toplum kuruluĢlarının küresel düzlemde etkisini, zayıf devletler aleyhine arttıracağını savunmaktadır (Çukurçayır, 2003: 264). Küresel yönetiĢim üzerine yapılan eleĢtirileri Yılmaz (2010: 181) aĢağıdaki sözlerle ifade etmektedir:

“Günümüzün “Post-Fordist” rekabete dayalı küresel kapitalist sistemi çerçevesinde ulus devletler giderek güç kaybetmekte, yetkilerinin bir kısmını uluslararası örgütlere devrederken, diğer yandan da kendi içlerinde yerelleşmektedirler. Burada, esasında paradoksal bir şekilde iki zıt akım („küreselleşme-yerelleşme‟) aynı amaç doğrultusunda „ulus devletin‟ altını oymaktadır; yeni ekonomik “birikim rejiminin” gereklerine uygun olarak bir taraftan sermaye sınır tanımaz bir akışkanlık yeteneği kazanmakta, devletler daha fazla yabancı yatırım çekebilmek, uluslararası rekabet şartlarına ayak uydurabilmek için „küçülerek‟ ulusal yetkilerinden vazgeçmekte, ancak diğer taraftan da önceden ulusal düzeyde kullanılan bir takım yetkiler, „yönetişim‟ paradigmasına dayalı olarak merkezi düzeyde bağımsız düzenleyici kurullara, yerelde ise küreselleşmeye ayak uydurabilecek yerel-bölgesel kalkınma ajanslarına devredilmektedir.”

Diğer taraftan, devletin ulusal ekonomi üzerindeki etkisini zayıflatmasına rağmen; küreselleĢmenin devletin toplum üzerindeki esas egemen güç olma özelliğini kaybettirmediği de savunulmaktadır. Bu bakıĢ açısına göre küresel yönetiĢim, ulus devletin gücünü zayıflatmamıĢ; birçok alanda yüklendiği rol ve görevleri değiĢtirmiĢtir. Küresel yönetiĢimde ulus devlet üç yeni rol üstlenmiĢtir. Bu rollerden birincisi küresel ekonomik sistemde ulus devletin üstlendiği roldür. Ġkincisi, küresel ve yerel yönetiĢim mekanizmalarının sorumluluklarını tanımlamak ve meĢrulaĢtırmaktır. Üçüncü ve son rol ise ulusal sınırların kontrolü ve genel asayiĢin sağlanması gibi görevleri elinde bulunduran devletin, ekonomik siyasal ve sosyal tüm aktörlere denetim ve sınırlılıklar getirmesidir (Hirst ve Thompson, 1996: 203-204).

Konu bir baĢka açıdan değerlendirildiğinde ise küresel yönetiĢimin esas iĢlevi, güç dengeleri arasında uyumun olmadığı, dengelerin güçlüden yana iĢlediği, eĢitsizlik üzerine kurulu küresel düzlemde, sivil toplum örgütleri ve özel sektör kuruluĢlarını aktif hale getirmek ve ön plana çıkarmaktır. Bu Ģekilde küresel yönetiĢim, sivil toplum ve özel sektör temsilcilerinin sahip olduğu gönüllülük ve pazarlık esaslarına dayanan yumuĢak güç vasıtasıyla, küresel sorunların ortaya çıkarılması ve çözümünde yeni kulvarlar açmakta ve ekonomik bakımdan geliĢmemiĢ toplumlar nezdinde küresel sistemin meĢruiyetini sağlamlaĢtırmaktadır (Akbey ve Saraç, 2005: 232).