• Sonuç bulunamadı

2.1. Para Arzının İçselleşme Sürecini Etkileyen Faktörler

2.1.8. Para İkamesi ve Para Arzının Kontrolüne Dayalı İstikrar Programları

2.2.3.2. Kasım 2000 Likidite Krizi

Türkiye Kasım 2000’de yüzde 27 ‘lere ulaşmış TÜFE enflasyonuyla ,

GSMH’nın yüzde 4’ünü geçmiş cari işlemler aracılığıyla artan ithalat giderleri ve dış borçlarla, azalan ihracat gelirlerine karşılık yabancı sermaye girişinin sağlanamadığı bir konumdaydı ve develüasyon beklentisi artmıştı. Sonuçta yabancı fon yöneticileri plansmanlarını tasfiye etmeye başlamış ve kredileri kesmişlerdir. Böylece yaklaşık 4 milyar 800 milyon dolarlık portföy yatırımları ülkeden çıkmış ve develüasyon beklentileri içindeki bankalar açık pozisyonlarını kapatmak telaşıyla döviz taleplerini artırmışlar ve piyasada likidite sıkıntısı başlamıştır. Merkez bankası artan likidite ihtiyacına karşılık IMF programı çerçevesinde belirlenen döviz rezervlerini minimum seviyede tutmak ve parasal tabanı net dış varlıklardaki artış oranında yükseltmek hedefleri uyarınca piyasa likidite vermemiştir. Merkez bankasının para ve kur programı gereği müdahale edememesi nedeniyle bankaların gecelik piyasalarda fonlama yapma imkânının daralması bankaların kırılganlıklarını arttırmıştır(Güloğlu, 2001: 6).

Bankacılık sektörü özellikle kamu bankaları, Kasım 2000 ve Şubat 2001 krizlerinden önce mali yapılarının bozulmasına yol açacak faaliyetler sergilemişlerdir. Kamu bankalarının tarım ile küçük ve orta boy işletmeleri destekleme politikaları nedeniyle oluşan zararların zamanında geri ödenmemesi, banka istihdamındaki aşırı artış ve şubeleşme gibi sorunlar, bankaların mali yapılarını önemli derecede bozmuştur. Bunun yanında, kaynakların verimli kullanılmaması artan kaynak ihtiyacının kısa dönemli ve yüksek maliyetli fonlardan sağlanmasına yol açmıştır. Bu politikalar her iki kriz öncesi dönemde mali sistemin kırılganlığını artıran önemli faktörler olmuştur(Kansu, 2004: 178).

Özel bankaların da kamu bankaları gibi 2000 yılı istikrar programı uygulanmaya başlandığında mali yapıları zayıftı. Dış faktör olarak Rusya Krizi de özel bankaların takipteki alacaklarında önemli artışlara neden olmuştu. 2000 yılı programının uygulanmasıyla birlikte ekonomik canlanmanın yaşanması, özel bankaların kârlılıklarını artırırken, sabit kurun sürdürüleceği beklentisiyle pozisyon almaları faiz ve kur risklerinin 2000 yılının ikinci yarısında önemli boyutlara ulaşmasına yol açmıştır.

İstikrar programı uygulanmadan önce 5 banka TMSF’ye devredilmişti. Ancak bu önlem, bankacılık sistemini güçlendirmek için yeterli olmamıştır. Programla birlikte bankacılık sistemiyle ilgili olarak alınan diğer bir önlem, programın uygulanması aşamasında meydana gelebilecek likidite ihtiyacının karşılanabilmesi için bankaların zorunlu karşılık oranlarında indirime gidilmesiydi. Bu önlemle bankalarda likidite sıkışıklığının engellenmesi hedeflenmiştir. Ancak bu önlemler, Kasım ayında bir bankada başlayan ve mali sistemde de sıkıntı yaratan likidite sıkışıklığının giderilmesi için yeterli olmamıştır(Kansu, 2004: 178).

Bankacılık kesimi reformları tamamlanmamış olduğundan, bankaların genel olarak bilançolarındaki devlet tahvillerinin çok olması ve faiz riski taşımaları, diğer yandan açık pozisyonların yüksek ve döviz fazlalarının yetersiz olması ve faiz riski taşımaları, diğer yandan açık pozisyonlarını yüksek ve döviz fazlalıklarının yetersiz olması nedeniyle 22 Kasım‘da başlayarak, bankacılık kesiminde bir likidite talebi

doğmuştur. Programa uygun olarak, Merkez Bankası piyasaya likit sürememiş ve Aralık 2000 başında faiz oranları yüzde 2000 ‘lere yükselmiş, beraberinde devalüasyon beklentisini getirmiştir. Bu gelişmeden sonra TCMB piyasaya likidite vermek için net iç varlıklarını yükseltmek zorunda kalmış, bir başka değişle programın net iç varlık sınırlaması terk edilmiştir. Ekonomide likidite sıkıntısının reel sektörde olağanüstü bir daralma ile sonuçlanmaması ve spekülatif çalkantılara karşı konulacak acil durum çıkışı öngörülmemiş olması programın krize yol açan eksikliğidir.

IMF döviz atağı olarak nitelendirdiği bu gelişmeler karşısında 4 Aralık 2000 ‘de hükümete programdan vazgeçmesi için talepte bulunmuştur. Bunun nedeni IMF’nin döviz atağı olduğu için rezervlerin tükenebileceği kanısına varmış olmasıdır. Hükümet programdan vazgeçme kararı almamıştır. Bunun yanı sıra Başbakan ile Cumhurbaşkanı arasında çıkan gerginlikten sonra Şubat ayında ikinci bir kriz yaşanmış ve çok miktarda sermaye yurt dışına çıkmıştır. Bankaların açık pozisyonlarını kapama isteği nedeniyle döviz talebi artmış ve likidite sıkışıklığı ortaya çıkmış, faiz oranları tekrar çok yükselmiştir. Ciddi bir rezerv kaybı ile karşılaşmamak için TCMB döviz satmama kararı almıştır. 22 Şubatta Bakanlar Kurulu toplantısı ile kur dalgalanmaya bırakılmıştır. Buradaki en önemli sorun programın sürdürülemeyeceği ortaya çıktığında, TL’nin değerlenmesi oranında bir devalüasyon ilan edilerek yapılması yerine kurun dalgalanmaya bırakılmasıdır. Bu

şekilde piyasaya bırakılan döviz kuru belirleme süreci, en önemli fiyatın spekülasyona terk edilmiş olması sonucunu doğurmuştur(Yentürk, 2005: 70).

Programın hedeflerinden sapmaya başlaması, planlanan reformlar ve özelleştirmelerin gecikmesi programın kredibilitesini olumsuz yönde etkilemiştir. Programın devam etmesini sağlayan sıcak para girişinin yavaşlaması ve hatta, Kasım 2000 tarihi itibariyle tersine dönmesi, programın sonuna gelindiğinin ilk sinyallerini vermektedir. Bankacılık sektöründeki zayıf ve riskli yapının bu programı taşıyamayacağı kısa sürede anlaşılmış ve Kasım 2000’de Demirbank’la başlayan bankacılık ve likidite krizi, ancak IMF’den alınan yeni desteklerle atlatılabilmiştir. Ancak Şubat 2001’de aslında krizin atlatılmadığı sadece ertelendiği görülmüş, politik

bir krizin yarattığı çalkantı ile istikrar programı tamamen terk edilmiş ve kur dalgalanmaya bırakılarak devalüe edilmiştir.

Yapılan devalüasyon ekonomide büyük çalkantılara yol açmıştır. Özellikle program süresince ekonominin dış borç stokunun oldukça yüksek seviyelere çıkması, ekonomiyi iyice kırılgan hale getirmiş, yüksek fiili dolarizasyon durumu döviz cinsinden borcu olan çok sayıda birey ve kurumu finansal sıkıntıya sokmuştur. Krizle beraber yurtdışına ve ekonomi dışına çıkan para, krizin arkasından ekonomiyi ciddi likidite sorununa sokmuş ve faizler inanılmaz yüksek rakamlara ulaşmıştır. Krizden en büyük yarayı ciddi kur ve faiz riskleri taşıyan finans sektörü almıştır. Özel sektörün taşıdığı kur riski ve finansal piyasalardaki çöküş, 2001 krizinin 1994 krizine göre daha kalıcı ve etkili olmasına neden olmuştur(Müslümov ve diğerleri, 2002, Bölüm 8).

2001 yılı Şubat ayında dalgalı kur sistemine geçilmesiyle birlikte döviz kurlarının gelecekte alacakları değerlere ilişkin belirsizlik artmış, bunun üzerine vadeli işlem sözleşmelerinin işlem göreceği piyasanın açılması çalışmaları hızlandırılmıştır. Bu doğrultuda ,15 Ağustos 2001 tarihinde, TL/Dolar vadeli işlem sözleşmeleri borsa salonu ortamında işleme açılmıştır. Bu gelişmeleri takiben 19 Ekim 2001 tarihinde Türkiye’nin ilk özel borsa kuruluşu olarak Vadeli İşlem ve Opsiyon Borsası A.Ş kurulmuştur. Bu kuruluşun amacı, fiyat ve faizlerin dalgalı seyrettiği bir ortamda işletmelerin risklerini etkin bir şekilde yönetmelerine imkan sağlayacak araçları sunmaktır.