• Sonuç bulunamadı

Kasılıp-Genleşme ve Kapitalizm

ARZU, KAPİTALİZM VE İKTİDAR İLİŞKİSİ

2. Arzuları Bastıran Kapitalizm

2.1. Kasılıp-Genleşme ve Kapitalizm

Ġnsanların baskı altına alınmalarının ve durumlarını her geçen gün daha da kötüleĢtiren yönetimleri arzulamalarının cinsel arzuya ket vurulmasından kaynaklandığı fikrinin analizi bu bölümün konusunu oluĢturmaktadır. Wilhelm Reich, cinsel arzunun yadsınmasının insanların özgürlüklerini yitirmelerine, onların çok daha olumsuz Ģartlar içerisinde yaĢamalarına sebep olan iktidarları arzulamalarına ve iĢ baĢına getirmelerine sebep olduğunu düĢünmektedir. Bu Ģekildeki bir akıl yürütme tarzı, halk ile iktidar

183

arasında, yönetilenler ile yönetenler arasında bir tür farkında olarak ya da olmayarak suç ortaklığı olduğunu belirtmektedir. Ne türden iktidar olursa olsun onun baĢa geçmesi ile kitlelerin onu arzulamaları arasında bir iliĢki vardır. Bu düĢüncenin kökenini ne Freud, Weber, Marx, Hegel‘de ne de Spinoza‘da fakat onlardan çok daha önce gelmiĢ olan La Boétie‘de (1530-1563) buluruz. ―Nasıl olur da çoğunluk tek bir kiĢiye boyun eğer, yalnızca boyun eğmekle kalmaz hizmet eder, yalnızca hizmet etmekle kalmaz ona hizmet etmeyi ister?‖ (La Boétie, 2011: 55; Clastres, 1992: 112). Ġnsanlar zorla ya da baskıyla, terörle, ölüm korkusuyla değil, gönüllü olarak itaat ederler. Boyun eğerler çünkü boyun eğmek isterler, kölelik içindedirler çünkü bunu arzularlar. Soylenecek ne var? Halk, bir kaderin, bir büyünün kurbanıymıĢ gibi bir tirana hizmet etmek ister (Clastres, 1992: 118).

La Boétie‘nin tezinin birinci boyutu, iktidarın tek taraflı bir iliĢki içermediğini ifade etmesi bakımından yukarıdaki söylenenlerden farklı bir Ģeyi belirtmemektedir fakat bir baĢka boyutu daha vardır, o da iktidarın insanların özgürlük içerisinde yaĢadığı durumu ortadan kaldırması, onları çok daha olumsuz Ģartlarlar içerisinde yaĢamaya mecbur etmesidir. Ġktidarın egemen olduğu toplumun katlanılmaz olmasıdır. Fakat gerçekte böyle midir? Ġktidar denilince baskıyı mı anlamak gerekir (Foucault‘nun temel eleĢtirisi)? Modern Batılı düĢünürlerin iktidara karĢı bakıĢı bu Ģekildedir ve onlar tarihe, iktidar aygıtlarının geliĢmiĢ olduğu devletli toplumlar ile devletsiz topluluklar Ģeklinde yaklaĢırlar. Devletli toplumlar insanlığın en üst geliĢim seviyesi; devletleĢmemiĢ, herhangi bir egemenlik iliĢkileri içerisine dahil olmamıĢ bu anlamda da hiçbir teĢkilatlanma göstermemiĢ topluluklar da ―inançsız, yasasız, kralsız‖ olarak kabul edilirler (Clastres, 1992: 63). Böylesi bir anlayıĢın Avrupa merkezli bir antropolojik anlayıĢtan kaynaklandığını, kendi ölçüleriyle diğer toplumları vahĢi ya da uygar olarak gören bir bakıĢ açısından doğduğunu belirten Clastres‘e göre ilkel toplumlarda iktidar hiç de baskı rolünü icra etmemiĢtir.

Ġlkin olası bir yanlıĢ anlamanın önüne geçilmesi açısından, özgürlük tutkunu La Boétie‘yi Clastres‘in önemsediği ve tezlerini kabul ettiği belirtilmelidir. Clastres‘in La Boétie‘yi olumladığı yönler nelerdir? Bu, onun devlet aygıtlarının geliĢmiĢ olduğu toplumları bölünmüĢ, eĢitsiz, özgürlüklerini yitirmiĢ olarak görmesidir. Clastres bu noktada kalmaz, La Boétie‘den sonra gelen Batılı düĢünürlerin yanılgılarını göstermek

184

için ilkel topluluklar üzerinde incelemeler yapar. Onların sonuçlarına dayanarak ilkel toplulukların devletsiz değil, ―devlete karĢı topluluklar‖ olduğunu öne sürer. Ġlkel topluluklar bağımsız bir iktidarın oluĢumuna karĢı büyük bir mücadele yürütürler. Bu topluluklardaki yetiĢkinliğe geçiĢ ayinlerde gençlerin dayanıklılıklarını ölçmek için uygulanan acı verici etkinliklerin, bu amacın dıĢında bir baĢka daha anlamı daha vardır.

Herkesin bu acı verici testlerden geçmesi gerekir. Çünkü herkes birbiriyle eĢittir ve bir kimsenin bir baĢka kimseden üstün olmadığının unutulmaz bir Ģekilde hafızalara kazınması gereklidir. Onların acı çekerek öğrendikleri tek yasa ilkel toplumun yasasıdır ve bu yasa "Sen de ancak diğerleri kadar değerlisin, ne daha az ne daha çok" (Clastres, 1991: 149) demektedir. Herkesin birbiri ile eĢit olduğu, hiç kimsenin bir baĢkasından üstün olmadığı bu topluluklardaki iktidar kurumu güçle iliĢkili olmaktan ziyade bir prestij meselesidir.

Topluluk içerisinde saygı gören ve onlar tarafından sevilen bir Ģefin uzlaĢtırıcı, cömert, iyi bir hatip ve çok karılı olması Ģeklinde dört temel vasfı vardır (Clastres, 1991: 29-30). Bunlardan birincisi, topluluk içerisindeki uzlaĢmalıkların çözümüyle iliĢkilidir. Ġkincisi, Ģefin bol bol bağıĢlarda bulunması, topluluğa sahip olduklarını dağıtmasıdır. Üçüncüsü, günün belirli saatlerinde (genellikle de sabah ve akĢam olmak üzere) topluluğun devamı için atalarının nasıl yaĢadıklarını onlara öğretmesi gerekir bunun için de hitabetinin güçlü olması lazımdır. Sonuncusu ise topluluk tarafından Ģef konumunda olan kimseye verilen bir ayrıcalıktır, onun birden fazla eĢi olabilir. Bu vasıflardan özellikle sonuncusu, çok karılı olması Ģefin kendi geçiminden daha fazla bolluk üretmesine ve bunu da kendi dıĢındaki insanlara, topluluk üyelerine dağıtmasına fırsat sağlayan yegane Ģarttır. Çünkü elinde çalıĢtıracak ne bir kölesi ne ücretli iĢçisi vardır. Birden fazla sayıda eĢ sayesinde elde etmiĢ olduğu bu fazlalığı, bir bağıĢ olarak değil, bir yükümlülük olarak topluluğa dağıtır. Onun cömert olması, Ģefliği kaptırmamak için yerine getirmesi gereken zorunlu bir görevdir. Kendilerine ihsanlarda bulunamayacak bir insanı niçin Ģefleri olarak görüp saygı duysunlar? Onun yerine bir baĢkasını seçerler ve ondan çok daha fazla fayda elde edebilirler. Deyim yerindeyse ipleri elinde tutan topluluktur ve onu memnun edebilen de Ģefliği ele geçirebilir. Bir kimse Ģefliği ele geçirdiğinde ne yapabilir? Topluluk ne istiyorsa onu, daha fazlasını değil! Topluluğun arzusundan baĢka Ģeylerin, kendi bireysel arzularının peĢinde koĢarsa

185

bu durumda topluluk, Ģefin kendisini cezalandırır hatta öldürür. Topluluk savaĢ mı istiyor, Ģef de savaĢmalıdır, o da en önde. Topluluk barıĢ mı istiyor, o da barıĢ için çabalamalıdır. ġayet böyle yapmazsa, savaĢın intikamını almaya çalıĢırsa, bu durumda ceza Ģef için kaçınılmaz olur. Ne olursa olsun onun ayrılmaması gereken yol, aĢmaması gereken eĢik, topluluğun neyi arzuladığıdır.

Ġlkel topluluklarda genel iĢlerle ilgilenen Ģef ve savaĢ zamanlarında seçilen Ģef olmak üzere iki Ģeflik kurumu bulunur (Clastres, 1991: 29). SavaĢ zamanlarındaki Ģef, elde ettiği gücü kendi menfaatine yönlendirerek topluluğu köleleĢtirmek için bir araç olarak kullanamaz. Sadece belli dönemler için seçilir, savaĢın bitmesi durumunda hiçbir Ģekilde daha önceki tutumunu devam ettiremez. SavaĢ dönemlerinde bile hiçbir Ģekilde istediğini yapamaz, yaptığı bütün Ģeyler, onu seçenler (genelde de yaĢlılar meclisi) tarafından denetlenir. KarĢımızda istediğini yapabilen, istediği gibi at koĢturan bir iktidar yoktur. Bütünüyle varlığını borçlu olduğu topluluğa karĢı çeĢitli yükümlülükleri olan ve onları da yerine getirmesi gereken bir Ģef vardır.

Clastres‘ten çok daha önce Amerikalı ilkel topluluklar üzerinde araĢtırmalar yapmıĢ olan Morgan da bu topluluklarda genel Ģeflik ve savaĢ Ģefliği olmak üzere iki tür toplumsal konum bulunduğunu, onların seçimle iĢ baĢına geldiklerini ve yine topluluk tarafından görevden uzaklaĢtırıldıklarını belirtir. Ġlkel topluluklardan günümüze kadar iktidar kurumunun soy örgütlenmesinden, kabile örgütlenmesinden, konfederasyonlardan ve son olarak da ülke toprağına dayalı, mülkiyeti korumaya yönelik bir devlet örgütlenmesinden geçtiğini belirten Morgan (Morgan, 1986: 73-74), soy örgütlenmesi ile kabile örgütlenmesi arasında fratri denilen bir ara basamaktan daha bahseder. Fakat fratri‘ler yönetimsel iĢlerle uğraĢmaktan ziyade dinsel törenlerle, Ģenliklerle ilgilenirler.

Zamanla soy içerisindeki bireylerin sayısının artması sebebiyle varlık sürdürme araçlarında (besinlerde vb. Ģeylerde) yetersizlikler baĢ gösterir ve soyu oluĢturanlardan belli bir kesim soydan ayrılır, baĢka bir yere göçer. Varlığını sürdürmek için baĢka bir yere göçmüĢ olan bu grup gelmiĢ olduğu yeni yerde hayatını idame ettirebilmek için gerekli olan kaynakları ele geçirir. Ancak bu durum kendisinin varlık sürdürme

186

araçlarıyla gelmiĢ olduğu soyun varlık sürdürme araçlarının da ayrılmasına, onların çıkarlarının farklılaĢmasına yol açar. BaĢlangıçta varlık sürdürme araçlarındaki meydana gelen farklılaĢmalar, bu farklı mekâna adapte olmak için geliĢtirmeleri gereken kalıp davranıĢların değiĢmesiyle birlikte onların dillerinde, kültürlerinde de bir ayrılmaya sebebiyet verir. Bütünüyle öncekinden ayrılmadan oluĢan bu yeni soy örgütlenmesi de zamanla nüfus artıĢı sorunuyla yüz yüze gelir ve ondan baĢka bir soy daha çıkar. Bu Ģekilde sürekli olarak farklı yerlere dağılmıĢ olan soyların bir araya gelmelerinden fratri‘ler, onların bir araya gelmelerinden kabileler, kabilelerin bir araya gelmelerinden konfederasyonlar, konfederasyonların bir araya gelmelerinden de bugünkü anlamıyla devletler oluĢur.

Soy içerisindeki insanlar tarafından seçilmiĢ olan Ģefler, bir araya gelerek oluĢturmuĢ oldukları kabilelerdeki Ģefleri, kabile Ģefleri konfederasyondaki Ģefleri, konfederasyon Ģefleri de bir araya gelerek oluĢturmuĢ oldukları devletin Ģeflerini seçerler.15 Konfederasyonlar ayrı ayrı yaĢayan kabilelerden oluĢurlar; bu kabilelerin bir araya gelmeleri, aynı mekân içerisinde yaĢamaya, bütünleĢmeye baĢlamalarıyla birlikte ise devlet mekanizması ortaya çıkar. Kabilelerin bir araya gelebilmeleri için yeterli miktardaki varlık sürdürme araçlarının bulunması, yeterli miktardaki varlık sürdürme araçlarının mümkün olabilmesi için büyük miktarda üretimin gerçekleĢtirilebilir olması lazımdır. Büyük miktardaki üretimin oluĢabilmesi için de tarıma dayalı üretime geçilmesi gereklidir. Daha önceden avcılık ve balıkçılıkla geçinen, bundan dolayı çok geniĢ bir alana yayılmıĢ olan çok sayıdaki insanın aynı yerde, daha küçük bir alan içerisinde yaĢayabilir hale gelmesi tarım sayesinde mümkün olmuĢtur. Onların ihtiyaçlarının giderilmesi ve iĢlerinin halledilebilmesi için yaĢadıkları yerlerin köy, bucak, ilçe ya da daha büyük birimler halinde belirmesiyle de ülke toprağına bağlı yönetim olan devlet örgütlenmesi ortaya çıkmıĢtır.

Daha öncesinden (Morgan‘a göre Barbarlığın Orta Dönemi) hayvan sürülerinin evcilleĢtirilmesiyle, sürülerin yetiĢtirilmesiyle sınırlı miktarda oluĢmaya baĢlamıĢ olan birikim, demirin eritilmesinin bulunmasıyla (Barbarlığın Üst Dönemi) daha çok

15 Morgan‘ın (1986: 371) konfederasyonlar aĢamasına halkın sorunları dile getirmesine müsaade edilen bir meclisi ve bugünkü Ģekliyle kral, yönetici, hükümdar anlamlarına gelen genel bir komutanlık‘ı dahil ettiği de ifade edilmelidir.

187

artmıĢtır. Demirin eritilmesi ve araç-gereç olarak geniĢ topraklar üzerinde kullanılmasıyla toprağın, bu toprağı iĢleyecek olan kölelerin, toprağın üzerine yapılan evin mülkiyeti Ģeklinde büyük çapta birikim mümkün hale gelmiĢtir (Morgan, 1986:

106-107). Zamanla elde edilen büyük miktardaki bu birikimin kadın tarafına değil, erkek tarafından akrabalara kalması yaygınlık kazanmıĢtır. Fakat sonra erkek tarafından olan akrabaların hepsine değil, erkeğin kendisinin çocuklarına miras kalır olmuĢtur.

Miras hakkındaki bu değiĢim, tarihsel süreç içerisinde ailenin büyük bir dönüĢüm geçirmesine yol açmıĢtır.

KandaĢlığa (I), kandaĢlığa ya da soysal hısımlığa (II) dayalı ailelerden, iki çiftin bir araya gelmesine ve onların çiftleĢmesine dayanan fakat bir baĢkasını dıĢlamayan Syndysman (III)‘dan, kölelerin ve çocukların, hizmetlilerin yaĢadığı ataerkil aile türünden (IV), bir baĢkasını dıĢlayan, tek çatı altında çiftlerin yaĢadığı tekeĢli aileye (V) doğru bir geçiĢ olmuĢtur (Morgan, 1986: 100). Ne kandaĢlığa dayanan Malaya ailesinde ne de kandaĢlığa olduğu kadar soysal yakınlığa bağlı olan Punaluan ailesinde soya dayalı örgütlenme yoktur, o, bunlardan sonra ortaya çıkmıĢtır. Ġlkel soy örgütlenmesi anaerkildir, hayvan sürülerinin yetiĢtirilmeye baĢlanmasıyla, birikimin, maddi zenginliğin, mülkiyetin oluĢmasıyla birlikte de ataerkil aileye doğru bir değiĢim söz konusudur. Uzunca bir süre varlığını korumuĢ olan anaerkil soya dayalı örgütlenmeden ataerkil soya dayalı bir örgütlenmeye bununla da kalmayıp devletin oluĢumuna yol açan Ģey mülkiyettir.

Anaerkil soya dayalı bir örgütlenmede daha özgürce bir hayatın olduğunu belirten Malinowski, Trobriandlılar‘da yapmıĢ olduğu araĢtırmalara dayanarak bu topluluklarda çocukların kendi aralarında cinsel içerikli oyunlar oynamalarına, gençlerin bekâr evleri olan yerlerde cinsel deneyimlerini yaĢamalarına yönelik herhangi bir olumsuz tutumun ebeveynler tarafından takınılmadığını belirtir (Malinowski, 1989: 18).

Çocuk cinselliğine yönelik hoĢgörü gösteren ilkel topluluklarda herhangi bir baskı olmadığı gibi herhangi bir ayıplama, aĢağılama da söz konusu değildir.

Cinselliklerini özgür bir Ģekilde yaĢayan bu insanlar arasında, onun bastırılmasından kaynaklanan ve psikanalizin savunmuĢ olduğu türden bir cinsel

188

durgunluğa rastlamak mümkün değildir. Cinsel geliĢimin kesintiye uğramadan geliĢtiği bu topluluklarda ne nevrotik kiĢiliklere ne de eĢcinselliğe rastlanır. Bastırılan bir Ģey olmadığından dolayı nevrozlar geliĢmez, karĢı cinse yönelmek engellenmediğinden eĢcinsellik de ortaya çıkmaz. EĢcinsellik, sonradan gelmiĢ olan batılı din adamlarının inĢa ettiği eğitim kurumlarının yapısından ve onların cinselliği engellemeye yönelik faaliyetlerinden doğmuĢtur. Bir yerli için eĢcinselliğin anlaĢılır bir tarafı yoktur ve iyi bir gözle bakılmaz.

Psikanalizin bahsettiği türden ilkel ve despot bir babaya rastlamak da mümkün değildir ve doğan bir çocuk, kendisini doğuranın bir parçası olduğundan, ondan ayrılmıĢ bulunduğundan annenin soyuna bağlı kabul edilir. Babanın durumu ilkellerde çok daha farklıdır, o iyi bir dosttur, Ģayet kendisini sevdirmek istiyorsa, çocukları için fedakârlıklarda bulunması gereklidir. Buna karĢılık bizim bildiğimiz anlamdaki babanın yerini, ilkel topluluklarda soyun iĢleyiĢini ve onun kurallarını öğreten dayı alır;

sürtüĢme de çocukla dayı arasında gerçekleĢir.

Ġlkel topluluklarda evlenen kimselere yapılan geçim yardımı vardır. Evlenen bir kızın erkek kardeĢinin ve genel anlamıyla da ailesinin, evlenen kızın yeni ailesine geçim yardımında bulunması gereklidir (Malinowski, 1992: 78). Bu durum, kızın asıl ailesinin sahip olduğu mülkiyetin baĢka kimselerin eline geçmesine sebep olur. BaĢlangıçta kız kardeĢine yardım etmiĢ olan adamın oğlu, babasının kız kardeĢinin kızıyla evlenirse, babasının kız kardeĢine yapmıĢ olduğu yardım geri döner ve bu durum iyi evlilik olarak kabul edilir. Yapılan yardımın geri dönmesini sağlamayan evlilik türleri ise iyi görülmez. Bir evliliğin iyi olması ya da olmaması, yapılan yardımın geri dönmesi ya da dönmemesiyle iliĢkilidir.

Sıradan evliliklerde yapılan yardım çok büyük olmadığından, bunlar önemli olarak görülmez. Fakat topluluk içerisinde Ģef olan kimse ve onun çocukları için geçim yardımı çok önemlidir. Ġlkel topluluklarda Ģeflik kurumu, bu pozisyonu dolduran kiĢiye birden fazla kadın alma hakkı tanır. Her aldığı eĢine karĢılık Ģef, kadının erkek kardeĢlerinden ya da aile üyelerinden geçim yardımı alır, elinde büyük miktarda birikim oluĢur. Sahip olduğu zenginliği doğru bir Ģekilde kullanabilmek, geri dönüĢü olmayacak

Benzer Belgeler