• Sonuç bulunamadı

Arzu İle Kapitalizm Arasındaki İlişkinin Teorik Bir Analizi 1. Klasik Analizler

ARZU, KAPİTALİZM VE İKTİDAR İLİŞKİSİ

1.2. Arzu İle Kapitalizm Arasındaki İlişkinin Teorik Bir Analizi 1. Klasik Analizler

1.2.1.1. Adam Smith

―Bir malın değerini onun içerdiği emek miktarının belirlediğini‖, ―bir malın hem kullanım değerinin hem de değiĢim değerinin olduğunu‖, ―bir sermayenin hem sabit hem de değiĢken kısımlardan oluĢtuğunu‖ ifade eden Adam Smith, toplumun ücret alan (emekçi), rant alan (toprak sahibi) ve kâr kazanan (sermayedar) sınıflardan oluĢtuğunu belirtmiĢtir. ―Bir toplumun gereksinimlerini karĢılama tarzının onun tüm kurumlarını belirlediğini‖, ―devletin ortaya çıkmasının Ģartının mülkiyet ve devletin mülkiyetin savunucusu olduğunu" öne sürmesi açısından da Smith, salt bir kapitalizm savunusu yapmadığını kanıtlamıĢtır (Smith, 2011: 795). Ona göre bir malın değeri, üretilmesi için katlanılmıĢ olan zahmettir. Bu zahmetin somutlaĢması, o malın üretimi için harcanmıĢ olan emektir. Ġki günlük emekle üretilmiĢ olan bir çift ayakkabı, yine iki günlük emekle üretilmiĢ olan bir adet gömlekle eĢdeğerdir. Çünkü her ikisi de iki günlük emekle

46

üretilmiĢtir. Ancak dört günlük emekle üretilmiĢ olan bir kaban, 2 günlük emekle üretilmiĢ olan bir pantolonla değiĢtirilemez, değiĢtirilse de 1 kabana karĢılılık 2 adet pantolon alınır. Çünkü birisi dört günlük emekle diğeri ise 2 günlük emekle üretilmiĢtir.

Malların birbirleri ile değiĢtirilebilirliğinin yolu sadece onların üretilmeleri için gerekli olan ―emek zamanı‖ değildir. Aynı zamanda bir malın üretilmesinin ―zorluğu‖, ―emeğin güçlüğü‖ de bu değiĢimde belirleyicidir. Ayakkabı üretimi gömlek üretiminden iki kat daha zorsa, onun için katlanılacak zahmet iki kat daha fazlaysa, bu durumda 1 adet ayakkabı 1 değil, 2 adet gömleğe eĢdeğer olacaktır. Yine aynı Ģekilde kaban üretmek 3 kat daha zahmetliyse, bu durumda her bir kaban için eskiden karĢılığı olan 2 pantolon yerine 6 pantolon alınacaktır.

Bir malın ―fayda‖ yönünü ifade eden kullanım değeri ve kendisiyle baĢka malları alabilmemizi sağlayan değiĢim değeri olmak üzere iki yönü vardır. Bazı malların fayda yönü diğerleri ile karĢılaĢtırılamayacak kadar önemli olmasına rağmen onunla alabileceğimiz mal miktarı oldukça azdır. Ancak bazı malların fayda yönü oldukça sınırlıyken; kendileriyle alabileceğimiz mal miktarı fazladır. Su fayda yönünden insan hayatı açısından oldukça önemli bir iĢleve sahipken kendisi karĢılığında değiĢtirilen mal miktarı azdır. Elmas gibi insana çok yararı olmayan Ģeylerin değeri (piyasa değeri) ise yüksektir, onların karĢılığında daha çok mal değiĢtirilir.

Üretim aracı, ev, bina gibi bir anda tüketilmeyen, kendi değerini zamanla metaya bırakan sabit sermaye ve sahip olduğu değeri bir defada metaya bırakan, ücretler gibi değiĢken sermaye olmak üzere iki sermaye türü vardır. Bu sermaye tanımlaması daha birçok Ģey gibi gerek Ricardo tarafından gerekse de Marx tarafından kabul görecektir.

Marx‘ın kapitalizmde görmüĢ olduğu sömürünün kökeni de yine bu sabit sermaye ile değiĢken sermaye arasındaki farktan kaynaklanacaktır. Sabit sermayenin, ölü emeğin değiĢken sermaye üzerinde, canlı emek üzerinde tahakküm kurması ve ölü emeğin canlı emeği sömürmesi, onun karĢılığını vermemesi kapitalizmin en temel iĢleyiĢ mekanizması olacaktır.

Topluluğun ilkel halinde, daha mülkiyet hakkının geliĢmediği dönemlerde bir metanın üretilmesi için gerekli olan bütün Ģeyler, insanın harcadığı emek miktarından oluĢmaktaydı. Bir malın üretilmesine katılan Ģey yalnızca insan emeğiydi. Ancak zamanla toprak mülkiyet haline gelince, onun sahibinin alacağı rant da metanın

47

üretimine girer olmuĢtur. Emeğin kendisinden kırpılan ikinci Ģey ise sahip oldukları belli bir sermaye miktarı ile yatırıma yönelen ve bu yatırımı sürdürmek için emekçi kullanan giriĢimcilerin kârıdır. Topluluğun ileriki aĢamalarında bir metanın üretimine katılan Ģeyler de emek, toprak ve sermaye yani ücret, rant ve kâr olmuĢtur. Aynı Ģekilde geçimini aldığı ücretlerle sağlayan emekçiler, ranttan gelir elde eden toprak sahibi sınıflar ve son olarak da kâr elde etme gayreti güden sermayedarlar olmak üzere üç temel toplumsal sınıf doğmuĢtur. Esasında Smith‘in yaptığı bu ayrım verimli emek ile verimsiz emek arasında önemle ayrım yapan fizyokratların görüĢlerine dayanmaktadır.

Onlar, ücretleriyle geçinenleri ve topraktan elde ettikleri rantlar sayesinde yaĢayanları verimli sınıflar olarak kabul etmiĢlerdir. Sermayedarları ise üretim boyunca kattıkları değeri tüketmeleri sebebiyle verimsiz bir grup olarak görmüĢlerdir. Ancak Smith, bu sınıflardan birisini (emekçileri ya da rant alan toprak sahiplerini) değil, onların hepsini üretken olarak kabul etmesi sebebiyle fizyokratlardan ayrılmıĢtır. Her ne kadar Smith ile kendisinden önce gelen fizyokratlar arasında bu tür bir ayrım söz konusu olsa da onların birleĢtikleri nokta, toplumun üç temel sınıfa bölünmesidir ve bu da Marx‘ın

―sınıfların kendisinden önce burjuva iktisatçıları tarafından bulunmuĢtur‖ (Marx, 2009:

163) görüĢünü teyid etmektedir. Marx‘a göre sınıf kavramı modern toplumun anlaĢılması açısından elzemdir. Emekçi, toprak sahibi ve burjuva olmak üzere üç sınıf vardır. Onun söylediğine göre kendisinin katkısı, toplumun sınıflara bölünmesinin temelinde yatan Ģeyin ekonomik temelli olduğunu göstermiĢ olmasıdır. Ancak bu durum zaten gerek fizyokratlarda gerekse de Smith‘te yeterince ortaya konmuĢtur. Marx‘a göre sınıf kavramının ikinci özelliği, bu sınıflar arasında önde gelen sınıfın, bütün zenginliğin kaynağı olan emekçi sınıf olmasıdır. Önde gelen sınıf, zenginliğin kaynağı olarak toprağı gören fizyokratlarda toprak sahipleri iken; bütün zenginliğin kaynağı olarak toprağı değil de emeği gören Smith için önde gelen sınıfın emekçi sınıf olduğunu kabul etmek, her ne kadar makul dursa da bu konuda ısrarcı bir tavır takınmaması sebebiyle sakıncalıdır. Sınıfın üçüncü özelliğini ise Marx, toplumdaki belli bir sınıfın (emekçilerin) kendi çıkarları ile toplumun genel çıkarını özdeĢleĢtirmesi, genel çıkarın tesis edilmesi için bir devrim gerçekleĢtirmesi ve bütün sömürü düzenini ortadan kaldırması Ģeklinde belirtmiĢtir. Bu görüĢe ne fizyokratlarda ne de Smith‘te rastlamak mümkündür ve zaten Marx‘ın özgünlüğü de buradadır.

48

Smith bir toplumun sahip olduğu ihtiyaçları karĢılama tarzının, onun bütün kurumsal örgütlenmelerinin temelini oluĢturduğunu dile getirir. Bütün kurumsal örgütlenmeler arasında ise o, herhangi bir ayrım yapmaz. Kurumları altyapı-üstyapı Ģeklinde ayırmaz. Bu bağlamda daha genel bir belirlenim söz konusudur. Marx‘ta ise bir toplumun üretim tarzı onun din, ahlak, sanat, kültür gibi üst-yapısal kurumlarını belirler.

Üretici güçler ile üretim iliĢkilerinden oluĢan, onların uyumluluğunu ifade eden toplumsal üretim tarzı yani maddi temel, üstyapısal kurumları belirler.

Devlet yönetiminin, idare mekanizmasının ortaya çıkıĢı toprağın mülkiyet edinilmesi sürecinde gerçekleĢmiĢtir. Ġlkel avcı, çobanlık, tarım ve modern olmak üzere insan birlikteliklerinin geçirmiĢ olduğu dört tarihsel toplumsal evrede ilk mülkiyet edinilmelere, çobanlık toplumu aĢamasında rastlanır. Ġlkel avcı toplumda ise bir insanın sahip olduğu bütün değer, bir iki günlük ihtiyacını giderecek metalardan oluĢur. Bu aĢamada verilecek zararlar da mallara yönelik olmaktan ziyade insana, bizzat insanın bedenine verilir. Tarihsel süreç içerisinde az sayıda koyuna ya da baĢka bir hayvan türüne sahip olan kimseler, daha çok koyuna ya da baĢka bir hayvan türüne sahip kiĢilerin alacağı ve uygulayacağı kararlara bağımlı olmanın kendilerinin de çıkarlarına olacağını anlamıĢlar (çünkü onların hem kazançları hem de zararları daha büyüktür), onlara bağımlı hale gelmiĢlerdir. ĠĢte ilk düzenleme ve idare mekanizmalarının ortaya çıkıĢı bu Ģekilde olmuĢtur. Yönetim mekanizmalarının ilk ortaya çıkıĢının amacı sahip olunan sürüleri, ilksel mülkiyeti korumaktır. Marx‘ın teorisinde ise bir insan kendi geçimi için gerekli olandan daha fazlasını ürettiğinde, kendisinin dıĢındaki bir baĢka kimsenin de yaĢayabilmesi için gerekli olan nesneleri sağladığında toplum denilen örgütlenme ortaya çıkar (Marx, 2004: 687). Bu toplumsal örgütlenmede zamanla anlaĢmazlıklar, çatıĢmalar ortaya çıkar. ÇatıĢmadan zaferle çıkanlar, egemen sınıf haline gelirler ve diğerlerini yönetmeye kalkarlar. ĠĢte modern toplumdaki devlet aygıtının, egemenlerin çıkarlarına hizmet ettiği anlayıĢı buradan kaynaklanır. Ancak buradan Smith‘in, yönetim mekanizmalarının ortaya çıkıĢının kökeninin mülkiyet iliĢkilerinde olduğunu belirtmesi sebebiyle onun adil olmayan bir yönetimi savunacağını düĢünmek doğru değildir. Yalnızca sermaye sahibi kesimlerin, sahip oldukları imkânlar sayesinde çalıĢmasalar da daha uzun bir süre varlıklarını devam ettirebileceklerini, buna karĢılık emekçi sınıfın bir gün dahi çalıĢmasa varlığını sürdüremeyeceğini söylememiĢtir. Az sayıda olduklarından bir araya gelme, toplanma imkânına daha çok sahip olan sermaye

49

sahiplerine karĢı, emekçilerin daha fazla sayıda olmaları sebebiyle bunu gerçekleĢtirmelerinin güç olduğuna da değinmiĢtir. Sermaye sahiplerinin bir araya gelme, çıkarlarına uygun Ģekilde karar alma ve hareket etme gibi eylemleri gerçekleĢtirebilmeleri için herhangi bir engelin bulunmadığını; emekçi sınıfların bir araya gelmelerine, ortaklaĢa hareket etmesine yönelik ise birçok yasal engelin olduğunu öne sürmüĢtür.

Daha birçok örneğin ve alıntının, konunun baĢka yöne kaymasına yol açmasına imkân vermemek için yeniden emek konusuna geçmekte yarar var. Smith her ne kadar modern toplumda bir metanın üretimine üç Ģeyin katıldığını iddia etse de buradan onun, emeğin geçerli olduğu toplum olarak ilkel toplumları gösterdiğini, emeğin modern toplumda belirleyici olmadığını düĢündüğünü söylemek doğru değildir. Her toplumda ve her metada belirleyici olan emektir. Çünkü rant da, kâr da emeğe çevrilebilir. Bir insanın belli bir sermayeyi üretime yatırdığını, bunun karĢılığında da belli bir kâr elde etmiĢ olduğunu kabul edelim. BaĢlangıçtaki yatırmıĢ olduğu sermayenin, 80 günlük emeğin, üretim süreci sonucunda 100 günlük emeğe çıkmıĢ olduğunu düĢünelim.

Emekçilere 40 günlük, toprak sahibine de 30 günlük olmak üzere emek miktarını verir ve bunun karĢılığında da kendi geçimi ile diğer masraflarına karĢılık 30 günlük kalmıĢ olan ek emek miktarını alır, o da sermayedarın, giriĢimcinin kârıdır. Buradaki verilen rakamların hepsi farazidir. Kastedilen amaç, rantın ve kârın nasıl emeğe dönüĢtürülebileceklerini, onların da emekle ifade edilebileceklerini göstermektir (Smith, 2011: 54).

Emeğin belirlediği metanın burada söz konusu olan değeri doğal değeridir. Bu metanın piyasa değerini ise arz ve talep iliĢkisi belirler. Metanın arzı yeterli değilse, buna karĢılık talep yüksekse, o malı almak için çok sayıda kimse vardır. Onlar arasında bu metayı almaya yönelik bir rekabet vardır. Bu durum o metanın daha yüksek fiyatı verene satılmasına sebep olur. Aksi durumda ise talep edilen mal miktarını aĢan bir arz vardır, malını satmaya çalıĢan çok sayıda giriĢimci vardır. Onlar arasında mallarını satmaya yönelik bir rekabet vardır. Diğer satıcılara karĢı malını elden çıkarabilmek için daha düĢük fiyatı kabul etmeye yönelik bir meyil değil, zorunluluk oluĢur. Çünkü yapmıĢ olduğu masrafları karĢılamak için malını satmak, bunun için de düĢük fiyata razı olmak zorundadır. Her ne kadar bir malın fiyatı bu Ģekilde arz ve talep iliĢkilerine bağlı

50

olarak yükselip düĢse de belli bir zaman sonra bir dengeye kavuĢur, bu nokta da o metanın doğal değeri olur (Smith, 2011: 63).

Piyasada ihtiyaç duyulan sayıda ayakkabı arzının olmadığını buna karĢılık talep edilenden fazla miktarda gömlek arzının olduğunu düĢünelim. Azalan kârları sebebiyle sermayedarlar, gömlek iĢinden çekilip ayakkabı üretimine koyulurlar. Belli bir süre sonra sunmuĢ olduğu büyük kâr oranları sebebiyle sürekli olarak kendisine birçok sermayedarı çekmiĢ bulunan ayakkabı üretimi iĢi, piyasaya daha çok sayıda ayakkabı üretmeye ve sunmaya baĢlar. Zamanla ayakkabı arzı artmaya, bu iĢteki yüksek kârlar ise azalmaya baĢlar. Ancak düĢük kâr oranları sebebiyle kendisinden önemli oranda sermaye çekilmiĢ bulunan gömlek üretimi, piyasanın ihtiyaç duyduğu miktarda mal arzı sağlayamaz. Yetersiz miktarda piyasaya sürülmüĢ olan gömleklerin bıraktıkları kârlar yükselmeye baĢlar. Sermaye bu sefer daha çok kâr bırakan gömlek üretimi iĢine koyulur. Bu Ģekilde sürekli olarak sermaye daha yüksek kârın olduğu yere yönelir.

Amaç sadece ve sadece daha çok kazanmak gibi bencilce bir hedeftir. Ancak bu bencilce hedef, bir toplumun kalkınmasına en büyük hizmet eden Ģeydir. Sermayenin kendisine yöneldiği kârlı iĢ, toplumda en çok eksikliği hissedilen metaların üretilmesini sağlar. Sermayedar bir yandan daha çok kâr elde etme imkânına kavuĢurken diğer yandan da toplumun en çok ihtiyaç duyduğu Ģeyi üretmeye yönelir, o topluma en büyük katkıyı sağlar (―piyasayı gizli bir el yönetiyor‖) (Smith, 2011: 485).

Bir malın üretilmesine katılan ücret, kâr ve ranttan (bunların birbirlerine dönüĢebilir olduğunu da hatırda tutarak), bir iĢçiye çalıĢması sebebiyle ödenecek olan ücretin hem piyasa değeri hem de doğal değeri vardır. Emeğin piyasa değeri, ihtiyaç duyulan talebe yönelik olarak emek arzının yetersiz olması ya da emek arzının bu talebi aĢmasıyla iliĢkilidir. Birinci durumda emeğin piyasa fiyatı yükselir, ikincisinde ise düĢer. Bir iĢçinin hem ailesinin hayatını devam ettirebilmesi hem de soyunu sürdürebilmesi için gerekli olan geçim araçlarının miktarı ise emeğin doğal değerini belirler. ―Emeğin doğal değeri insan varlığının geçim araçlarının miktarıyla belirlendiği‖ Ģeklindeki anlayıĢ, ne kadar miktarda geçim aracı varsa o kadar insan nüfusunun olacağı Ģeklindeki bir akıl yürütmeye yol açar. Bu ilke tam da Malthus‘un kuramının temeli haline dönüĢecek olan Ģeydir. Malthus sadece Smith değil baĢka

51

birçok kimse tarafından daha öne sürülecek olan bu görüĢün üzerinde çok daha fazla durmakla diğerlerinden ayrılacaktır.

Kârlar ise emeğin karĢılığı olan ücretler ile rantların ödenmesinden arta kalan Ģeydir. Yani ücretin ve rantın değeri ne kadar az ise kâr o kadar fazla, ücretin ve rantın değeri ne kadar fazla ise kâr o kadar azdır. Burada durmadan, kârın da bir malın doğal değeri ile piyasa değeri arasındaki iliĢkide nasıl bir hal alacağına bakalım. Bir malın piyasa değeri yetersiz arz sebebiyle yükseldiği zaman o mala diğer mallar karĢılığında ödenecek miktar daha fazla olacağından; buradan o malı oluĢturan ücrete, ranta ve kâra daha büyük bir miktar kalacağı açıktır. Aynı Ģekilde bir malın piyasa değeri arz fazlalığı yüzünden düĢecek olursa, bu mala katılmıĢ üretim faktörlerine yani ücrete, ranta ve kâra daha az miktar düĢeceği ortadadır. Bir malın doğal değeri ile ondan edinilecek olan kâr miktarını en iyi belirleyecek olan Ģey ise emeğin değerine ve ranta ödenecek miktarın azalması ya da artmasıyla iliĢkilidir. Emeğe ve ranta ödenecek miktar artarsa azalır, onlara yönelik ödenecek miktar azalırsa artar.

Belli bir miktarda toprağı olan ve bundan da gelir elde eden bir kimsenin alacağı rantın değerinin ücretlerin ve kârların doğal değerleri tarafından belirlendiğini söylemek, bir miktar toprak parçasına verilecek olan rantın doğal değerinden bahsetmektir. Piyasada ihtiyaç duyulan verimli toprak miktarının yetersiz olması sebebiyle o toprak parçasının değerinin yükseldiğini söylemek, topraktan elde edilen rantın piyasayla iliĢkisine değinmektir ki Smith bundan bahsetmemiĢtir. Rantın belirleyicisi, bir malın üretilmesi için gerekli olan emeğin değerinin ve kârın ödenmesinden arta kalan Ģeydir. Rant, hem ücretlerden hem de kârlardan sonra ödenecek olan Ģeydir. Ücretlerin ve kârların karĢılanmasından sonraki ödenebilecek olan miktardır. ―Yüksek ya da düĢük ücret ve kâr; yüksek ya da düĢük fiyatların nedenidir. Yüksek veya düĢük rant ise bunun sonucudur. Falan malı piyasaya getirmek için yüksek yahut düĢük ücret ve kâr ödenmesi gerektiğinden, fiyatı yüksek ya da düĢük olur. Ama, fiyatı yüksek yahut düĢük; bu ücretleri ve kârı ödemeye yetecek olandan pek fazla, pek az fazla veya yetecek kadar olduğu içindir ki, yüksek rant ya da düĢük rant getirebilir veya hiç getirmez.‖ (Smith, 2011: 162). Yine ―Norveç ile Ġskoçya‘daki en kıraç arazide, hayvanlar için bir tür çayır yetiĢir. Bu hayvanların sütü ve yavruları, onlara bakmak için gereken emeğin geçimini sağlayıp, çiftçinin yahut sürü veya davar

52

sahibinin alıĢılmıĢ kârını çıkardıktan baĢka, mülk sahibine ufak bir rant sağlamaya yeter.‖ (Smith, 2011: 163-164) Ģeklinde argüman öne süren Smith, aslında daha önce kâr konusunda öne sürdüğü Ģeyle çeliĢmektedir. Çünkü ―…toprak rantı verildikten sonra, o malı yetiĢtirmek, yapmak ve pazara ulaĢtırmakta kullanılan bütün emeğin pahası ödendikten sonra, geriye her ne kalırsa, o parça kesenkes bir kimsenin kârı olmak gerekir.‖ (Smith, 2011: 56) fikri, ücretlere ve kâra gerekli olan değerleri verildikten sonra, arta kalan bir değer varsa, onunla da rant ödenir Ģeklindeki önermesiyle taban tabana zıttır. Bu zıtlık da rantın mı yoksa kârın mı önceden ödeneceğiyle iliĢkilidir.

AĢmakta güçlük çektiğimiz bu problem, ―Rant; hiç de toprağın ıslahı için, toprak sahibinin harcadığı ya da zararsızca kabul edilebileceği miktar oranından değil, toprağı iĢleyenin vermeye katlanabileceği miktar ölçüsündedir.‖ (Smith, 2011: 162) durumunda bizi bir ayrım noktasına getirmesi sebebiyle önemlidir. Rant, sonradan ödenen bir Ģeydir ve ücretlerden ve kârlardan arta kalan imkânlarla mı mümkündür, yoksa rant toprağa yapılan iyileĢtirmeler sonucunda verilen, verimlilik oranında da artan bir Ģey midir?

Sanırız cevap, daha çok birinci yönündedir. Smith cam yapmaya, sabun yapmaya, daha birçok iĢe yarayan alkali tuzunu çıkaran bir çeĢit deniz ürünü olan çöğen otundan bahseder. Bu ot Büyük Britanya‘nın birçok yerinde, Ġskoçya‘da günde iki kez denizin kapladığı kayalarda, yalnız suyun yükseliĢ hizası altında kalan yerlerde yetiĢir. Onların üremesi hiçbir zaman insan emeği ile olmaz. Ancak mülkü çöğenli otlarla dolu olan bir kıyı ile çevrelenmiĢ mal sahibi, bunun için rant ister. Fakat daha önce değinilmiĢ olan Norveç ile Ġskoçya‘daki kıraç arazilerde yetiĢtiğini iddia ettiği otlarla iliĢkili olarak da Smith, ―Rant, otlağın iyiliği oranında artar. Aynı geniĢlikteki toprak hem daha çok hayvan besler hem de küçük bir alanda toplandıkları için, bu hayvanlara bakıp mahsullerini devĢirmek üzere daha az emeğe ihtiyaç olur. Toprak sahibi, mahsulünün artması ve bu mahsulle beslenmesi gereken emeğin azalması sayesinde iki türlü kazanç sağlamıĢ olur‖ (Smith, 2011: 163-164) der.

Belki de bu sorunu aĢabilmenin yolu tek bir bakıĢ açısının zorladığı dar görüĢten vazgeçip, daha geniĢ bir perspektife yönelmekten geçer. Yani rantı hem üreticinin ücretleri ve kârları ödedikten sonra elinde kalan bir Ģey varsa onunla ödenen bir miktar olarak hem de daha sonradan insan emeği ile verimliliği arttırılan bir olgu olarak görmeliyiz.

53

Rantın bir baĢka belirleyicisi vardır, o da rantın kendisinden elde edildiği toprağın konumudur. Kent civarındaki bir toprakla aynı verimliliğe, berekete sahip ücra bir yerde bulunan topraktan birincisi daha fazla rant getirir. Ġki toprağın iĢlenmesi için gerekli olan emek miktarı aynıdır. Fakat ücra bir köĢedeki mahsulün kente, kentteki pazara getirilebilmesi için daha fazla emeğe, dolayısıyla daha çok geçim araçlarına ihtiyaç vardır. Bu durumda ücra köĢedeki toprağı ekip biçmek her ne kadar kârlı görünse de bu kârın önemli bir kısmı o malın piyasa ulaĢtırılmasında tüketilir. Kente yakın çevredeki toprağın iĢlenmesinden elde edilen gelirin önemli bir kısmı, ücra toprağın değeri ile bu yakında bulunan toprağın değer farkından ötürü, toprak sahibinin eline daha fazla rant olarak geçer.

Benzeri Ģekilde bir kentin yakınında bulunan ve bundan dolayı daha iyi ulaĢım imkânına sahip olan bir maden ocağı ile uzak bir yerde bulunan maden ocağının getireceği rant aynı değildir. Yakın çevrede bulunan fakat yeterince verimli olmayan bir maden ocağı, iĢletilmesi durumunda gerekli olan ücretleri, kârları ve rant‘ı karĢılayamayacağı için çoğunlukla baĢıboĢ bırakılır. Uzak bir yerde bulunan, iyi yollara sahip olmayan bir maden ocağı da çoğunlukla iĢletilmez. O zaman bir maden ocağının

Benzeri Ģekilde bir kentin yakınında bulunan ve bundan dolayı daha iyi ulaĢım imkânına sahip olan bir maden ocağı ile uzak bir yerde bulunan maden ocağının getireceği rant aynı değildir. Yakın çevrede bulunan fakat yeterince verimli olmayan bir maden ocağı, iĢletilmesi durumunda gerekli olan ücretleri, kârları ve rant‘ı karĢılayamayacağı için çoğunlukla baĢıboĢ bırakılır. Uzak bir yerde bulunan, iyi yollara sahip olmayan bir maden ocağı da çoğunlukla iĢletilmez. O zaman bir maden ocağının

Benzer Belgeler