• Sonuç bulunamadı

Arzu Kavramının Çeşitli Disiplinlerdeki Kullanımı

ARZU, KAPİTALİZM VE İKTİDAR İLİŞKİSİ

1.1. Arzu Kavramının Çeşitli Disiplinlerdeki Kullanımı

GeliĢmekte olan yeni üretim teknolojileri (özellikle de bilgisayara dayalı üretim sistemleri kastedilmektedir) ve reklamlar sayesinde daha fazla miktarda ve çeĢitte ürünün üretilmesi, kitlelere tanıtılması mümkün olmuĢtur. Artık tek tip bir ürün üretilmemektedir (postfordizm) ve ürünler, kullanım fonksiyonlarından uzaklaĢmıĢ, soyut göstergelere dönüĢmüĢlerdir. Ürünler bireylerin diğer insanlardan ayırt edilmelerine (postmodernite ve göstergeye dayalı tüketim) imkân sağlamakla birlikte bunun da ötesine, onların haz ve tatmin aldıkları Ģeylere (hazza dayalı tüketim) dönüĢmüĢlerdir. Dahası onların fantezilerine ve düĢlerine (arzuya dayalı tüketim) hizmet eder hale gelmiĢlerdir.

Ġlkel topluluklardaki potlaç geleneği, o toplulukların fakirlik ya da yoksunluk düzeyinde yaĢamadıklarını (Giddens, 2000: 90), ürettikleri ürünleri acımasızca tükettiklerini ve tüketilen ürünlerin, onların sahibine prestij sağladığını ifade etmektedir.

Bu durumun günümüz toplumlarına uyarlanıĢını Baudrillard (Baudrillard, 2009: 2), postmodern teoriler bağlamında yapmıĢtır. Tüketim ve gösterge değeri ile iliĢkili bu tartıĢmalar yaklaĢık olarak 1950‘lerden (özellikle de popüler kültürün canlandığı dönemlerden) itibaren baĢlamıĢ, 1980‘lere kadar devam etmiĢtir.

80‘lerle birlikte nesnelerin gösterge değerinin yanında onların verdiği hazlar da söz konusu edilmiĢtir. Bu tartıĢmalara göre artık sadece deterjan, bulaĢık makinesi, çamaĢır makinesi alınmamaktadır. Yazıları beğenilen kiĢilerin romanlarına, zevkle dinlenen sanatçıların kliplerinin bulunduğu ve tekrar dinlenilebilen CD‘lere yönelik kitlesel bir talep söz konusudur. Yurtiçindeki ya da yurtdıĢındaki tanınmıĢ yerlere gezi amaçlı seyahatler yapılmaktadır. Elbette tarihin daha önceki dönemlerinde de yeni

28

yerleri görmek ve yeni zevkleri tatmak için geziler düzenlenmekteydi. Avrupa‘da 17.ve 18.yüzyıllarda oldukça uzun süren ve Ġtalya ile Roma‘nın ziyaret edilmesiyle son bulan geziler (Bourdieu, 2006a: 445-446) vardı. Bu yolculuklar özellikle sanat için sanat anlayıĢını, önemli olanın konu değil sunum olduğunu söyleyen estetik beğeninin oluĢmasına yol açmıĢtır ve bu anlamda da önemlidir. Ancak bu yolculukları yapanlar, Ġngiltere‘nin ve diğer geliĢmiĢ ülkelerin önde gelen burjuvaları ya da onların çocuklarıydı. Hedonik tüketimle (baĢka deyiĢle hazza dayalı tüketimle) kastedilen Ģey de iĢte bu tür haz amaçlı gezilerin ve boĢ zaman etkinliklerinin geniĢ halk kesimlerince yapılabilir hale gelmesidir. Üretim sisteminin sadece ihtiyaç mallarını değil aynı zamanda kültürel ürünleri de ürettiğini, bu anlamda üstyapısal alanı ele geçirmeye baĢladığını ifade etmek için Jameson‘ın kullandığı ―Geç Kapitalizmin Kültürel Mantığı‖nın (Jameson, 2008: 23) egemen olduğu bir dönemin, postmodernizmin de ilerisinden bahsedilmektedir. Jameson‘un kapitalizmin kültürel alana nüfuz etmeye baĢladığını belirttiği tarih 1960‘tır oysaki biz 80‘lerden dolayısıyla en azından 20 yıl sonrasından bahsediyoruz.

1980 ve sonrasında bir baĢka tüketim biçiminin egemen olmaya baĢladığı (hemen hemen hedonik tüketimle aynı zamanı, belki de ondan hemen sonrasını kastediyoruz) vurgulanmıĢtır, bu tespit tam da bizim araĢtırmamızın sınırları içerisine girmektedir. Ürünlerin tüketimi ile insanların onları arzulamaları arasında anlamlı bir iliĢkinin olup-olmadığı sorgulanmaktadır. Hazza dayalı olan tüketim tarzıyla bağlantılı olan bu yeni anlayıĢın kökeninde elbette ürünlerden ya da onların vaad ettikleri Ģeylerden elde edilen/elde edilecek olan haz vardır bununla beraber daha fazlası da söz konusudur. Ürünlerin kendilerine büyük bir istek ve heves duyulmaktadır. Bu yoğun isteğin nasıl oluĢtuğunu, oluĢturulduğunu anlamak için ilk kavramımız olan arzunun ne anlama geldiğini bilmeye ihtiyacımız var. Tarihsel süreç içerisinde arzu ile iliĢkili olarak birçok tanım yapılmıĢtır ancak onların hepsine burada değinmek zor olacağından sosyoloji, felsefe ve psikanaliz alanlarındaki arzu tanımlarına yer verilecek daha sonra bunlardan elveriĢli olanlar üzerinden bir arzu tanımlaması yapılmaya çalıĢılacaktır.

29 1.1.1. Klasik Sosyolojide Arzu

Asyatik üretim tarzından, ilkel komünal, antik köleci, feodal, kapitalist toplumdan, proleterya diktatörlüğünden ve komünizmden bahseden Marx, kapitalist toplumun da geçici bir toplumsal formasyon olduğunu, onun siyasî bir devrimle ortadan kalkacağını belirtir. Bunun nasıl olarak gerçekleĢtirileceğinin ayrıntıları bir yana kapitalist toplumun iĢleyiĢinin temel mantığı paraya, kâra, artı-değere, bencilce tutkulara dayanır.

Kapitalist koĢullar içerisinde insanın arzuladıklarını gerçekleĢtirmesinin tek Ģartı, onu elde edebilmek için gerekli olan para miktarıdır. Canınız bir yemek çekiyorsa ya da yürüyecek haliniz olmadığı için arabaya binmek istiyorsanız paranız olmalıdır ve o, yemeğinizi de önünüze koyar, arabayı da. Para isteklerinizi hayal edilmiĢ, arzu edilmiĢ durumdan alıp duyusal, gerçek hale getirir. Hayalden hayata, hayal edilmiĢ varlık durumundan gerçek varlık haline dönüĢtürür (Marx-Engels-Lenin, 1990: 112-113).

Marx, bizlere iki tür arzunun varlığından bahseder. Kaynağını yalnızca belirli bir toplum biçiminden, belirli bir üretim ve ekonomik iliĢki tarzından alan arzular, varlık koĢullarını tamamen yitirirler. Her tür iliĢki altında var olan ve farklı toplumsal iliĢkiler içinde yalnızca biçimi ve yönü değiĢen arzular için ise böyle bir Ģey söz konusu değildir, onların geliĢim gösterebilecekleri araçların sağlanması gereklidir (Marx-Engels, 2013a: 219). Çünkü bu arzular insan için oldukça önemli olan beslenme, giyinme, korunma ve cinsellikle iliĢkilidir.

Toplumun amaçlarıyla kendi hedeflerini özdeĢleĢtirmiĢ iĢçi sınıfının üretim araçlarına elkoymasının, onları toplum adına toplum için kullanmasının sonucunda komünizm doğar. Devletin hala ortadan kalkmadığı, burjuva hukuk düzeninin izlerinin tam olarak silinmediği komünizmin ilk döneminde tüketim nesnelerinin dağıtımı, herkesin topluma sunduğu emek miktarıyla orantılı olacaktır. Ġkinci ve daha yüksek aĢamasında ise herkesten yeteneğine göre emek beklenecek, herkese de ihtiyacına göre bu nesnelerin paylaĢtırılması yapılacaktır (Marx-Engels, 1989: 31, 143).

30

Geleneksel toplumlarda elcil ve yazgısal intiharların, modern toplumlarda ise özellikle bencil ve kuralsızlığa dayalı intiharların yaygın olduğunu belirten Durkheim‘in (Durkheim, 2002: 295-296) boĢanma konusundaki analizleri, arzuya dair önemli ipuçları verir. Ona göre evlilik, birey ile toplum arasındaki bağı güçlendiren en önemli etkenlerden birisi iken; boĢanma ise tam tersine bireyle toplum arasındaki bağı zayıflatan önemli sebeplerin baĢında gelir. Evli olma durumunda hem erkek hem de kadın için sahip oldukları arzuların ve tutkuların bir sınırlandırılması söz konusudur.

Tek eĢli ailede erkek için belirli bir ölçüde daha yumuĢak, töleranslı olan bu durum kadın için geçerli değildir. Kadının karĢılaĢmıĢ olduğu sınırlama göreli olarak erkeğinkinden daha fazladır. BoĢanma halinde ise daha önceden eriĢmiĢ olduğu dinginliği, manevi huzuru kaybeden erkek; daha tedirgin hale gelir, etrafına ve geleceğe karĢı sürekli olarak bir güvensizlik içerisinde bulunur. Kadın için durum daha farklıdır, belki de erkeğin içinde bulunduğu halin tam karĢıtıdır. Kadının cinsel istekleri zihinsel bir niteliğe sahip olmaktan ziyade organizmasının etkisi altındadır, içgüdüseldir. Bu anlamda kadının dinginliğe ve içsel huzura eriĢebilmesi için organizmasının isteklerinin önünden gitmesi değil, onları takip etmesi yeterlidir. Organizmasının isteklerinin arkasından gitmesini belirli ölçüde sınırlandırmıĢ olan evlilikten boĢanması, onun için katlanılmaz olmaktan çıkar hatta onun için istenen bir Ģey haline gelir (Durkheim, 2002:

278-280).

Durkheim‘in arzu üzerine diğer bir analizi ise ekonomiyle iliĢkilidir. Ona göre ekonomik hayat sürekli olarak bireylerin çıkarlarını coĢturmaktadır bundan dolayı ona bir sınır çekilmesi lazımdır. Bu sınırı kim çizecektir? Dinin bu sınırı çekeceğini düĢünmek doğru değildir. Bu dünyaya önem verilmemesi gerektiğini söyleyen dinin, ekonomik çıkarların küçümsenmesini öne sürmesinden daha doğal bir Ģey olamaz.

Bireyin ekonomik çıkarı Ģeklinde görünen ―arzuların ipini salıvermek çözüme götürmediği gibi onları kısıtlamak icin baskıyı kullanmak da yeterli değildir.‖

(Durkheim, 2002: 404). Bize iki Ģey lazımdır, bunlardan birincisi maddi çıkarların önemsenmesi, ikincisi ise bunların sınırsızlığına bir engel çekilmesidir. Bu iki görevi en iyi Ģekilde yerine getirecek olan Ģey, güçlü olanları ölçülü bir Ģekilde davranmaya, güçsüzleri de isteklerini sınırsızlaĢtırmaktan alıkoymaya yarayacak meslek birlikleridir.

31

Eğer biriktirilen servetler çoğunluğun isteklerini, arzularını giderip yatıĢtıracağına tam tersine sabırsızlıkları kıĢkırtmaya yarıyorsa, servet biriktirmenin ne faydası olabilir? Bunun aksini düĢünmek, ekonomik iĢlerin kendinde bir amaç değil, bir amaca ulaĢmak için kullanılan araçlar olduklarını unutmak anlamına gelir. Ekonomik iĢler toplumsal yaĢamın organlarından biridir ve toplumsal hayat da her Ģeyden önce ahenkli bir çabalar topluluğu, akılların ve iradelerin aynı amaçta birliğidir. Ġnsanlara birazcık dinginlik, gönüllerine ve karĢılıklı alıĢveriĢlerine azıcık huzur getirmezse toplumun var olması için bir sebep olmaz. Eğer sanayi bu huzuru bozarak ve savaĢ çıkararak üretken olabiliyorsa, onun için harcanan çabalara değmez (Durkheim, 2006a:

61).

Kâr amacının kapitalizmi doğuramayacağını, kapitalizmin doğuĢunda çalıĢmayı ibadet olarak gören ve elde edilen parayı da tanrıdan uzaklaĢtırır diye zevklere ve eğlencelere harcamayan, onu yeniden yatırıma yönlendiren Kalvinciliğin bulunduğunu bildiren Weber (2010: 79), anlamlı insan davranıĢının esasen ―amaç‖ ve ―araç‖

kategorileriyle iliĢkili olduğunu belirtir. Bizler bir Ģeyi ya ―kendi adına‖ ya da daha fazla arzulanan baĢka bir Ģeye ulaĢmanın bir aracı olarak somut anlamda arzularız.

Aracın belirli bir amaca ulaĢmak için uygun olup olmadığı sorusu, kesinlikle bilimsel analize açık bir sorudur. Mademki önemli görülen bir amaca ulaĢmak için gerekli aracı (bilgimizin mevcut sınırları içerisinde) belirleyebiliyoruz, o hâlde eriĢilebilir belirli bir aracı kullanarak belirli bir amaca ulaĢma Ģansımızı hesaplayabiliriz (Weber, 2012b: 78-79).

Weber‘in arzuya yönelik baĢka bir analizi ise ekonomiyle iliĢkilidir. Ona göre rasyonel bir ekonominin çeĢitli nitelikleri vardır. Bunlardan ilki kaynakların onları elinde bulunduranlarla elde etmek isteyenler arasında iĢbirliği yapılarak elde edilmesidir. Ġkincisi, tüm kaynakların üretim ve ulaĢım… vb. Ģeyler yoluyla sistemli dağıtımıdır. Üçüncüsü, herhangi bir nedenle bugün ya da yarın kullanımı ve denetimi ele geçirileceğine inanılan yararların sistemsel dağıtımı ve son olarak sahip olunan kaynakların marjinal fayda ilkesine göre kullanılmasıdır (Weber, 2014: 115-116).

Rasyonel bir ekonominin önem arzeden noktası bu sonuncusudur. Sahip olunan kaynakların etkin bir Ģekilde kullanılmasıdır.

32

Eğer ―ekonomi‖nin herhangi bir anlamı varsa o da birçok amaç arasından seçim yapılması, bu amacın gerçekleĢtirilebilmesi için gerekli kıt olan kaynakların (emek, toprak, sermaye vb.) verimli bir Ģekilde kullanılmasıdır. Bu anlamda her nerede olursa olsun en önemsiz ihtiyacın ya da arzunun dahi tatmin edilmesi kıt olan maddî kaynakların kullanımına bağlıdır (Weber, 2014: 106; Weber, 2012b: 92). Kıt kaynakların rasyonel bir Ģekilde kullanımı, kaynaklara göre sınırsız olan arzularımızın gerçekleĢtirilmesi açısından önemlidir. Ancak daha da önemlisi arzularımızın arasında da bir seçim yapmak, kendi baĢına istenen arzular ile bir baĢkası için istenen arasındaki ayrımın farkına varmak ve onlardan hangisi daha önemliyse onun için gerekli olan araçları (kıt kaynakları) kullanmaktır.

Marx‘ın insanın ihtiyaçları ile arzu arasında herhangi bir ayrım gözetmeyen yaklaĢımı, araĢtırdığımız kavram olan arzu ile iliĢkili doyurucu bir açıklama sunmamaktadır. Ancak onun, paranın insanın sahip olduğu arzuları gerçekleĢtirmesine, varlık bulmasına yol açtığı Ģeklindeki görüĢü önemlidir. Bu bağlamda Marx‘ın teorisinden bir baĢka Ģey daha öğreniyoruz: Arzuların gerçek değil kurgusal, bundan dolayı da düĢlerle iliĢkili oldukları. Bu tespit doğru görünmekle birlikte baĢtan söyleyelim ki Deleuze ve Guattari ikilisi, bu anlayıĢa karĢı çıkacak, arzunun son derece gerçek ve üretici bir Ģey olduğunu söyleyeceklerdir. Var olan arzuları yatıĢtırmaya değil onları daha çok azdırmaya yarıyorsa o zaman üretim sisteminin övülesi yanının olmadığını söyleyen Durkheim, üretim sistemi tarafından arzuların kıĢkırtıldığını söylemenin yanında arzuların taĢmaya, var olan sınırları aĢmaya yönelik olduğunu da belirtir. Arzular ile kıt kaynaklar arasındaki iliĢkiye dikkat çeken Weber‘in terazisinde bir yanda sınırı olmayan arzular diğer yanda sınırlı olan kaynaklar vardır. Ġnsanın arzularının sınırsız olduğunu belirten bu teori, arzunun tanımlanması bakımından Durkheim‘e yaklaĢmaktadır.

1.1.2. Felsefi Teorilerde Arzu

DüĢünce tarihinde arzu kavramının istek, haz ya da zevk gibi kavramlarla benzer anlamlarda kullanıldığı görülmüĢtür (bunların birbirlerinden nasıl ayrı olduklarına

33

ileride değinilecektir). Bu anlamda araĢtırdığımız konu hakkında geçmiĢtekilerin deneyimlerini takip edebilmek için onların ifade ettiği Ģekliyle kavramlar kullanılmıĢtır.

Ahlakı bir bilgi kategorisi haline getirmeye çalıĢan Sokrates‘in insanlık tarihinde bu kadar büyük bir ün yapmasının kökeninde onun yaĢantısının, söyledikleriyle (bios-logos uyumu) tutarlı olması yatmıĢtır. Sokrates söylediği Ģeylere uygun bir Ģekilde hayatını düzenlemiĢtir. Onun söylediği Ģeyler ise insanın hazlarında ve zevklerinde ölçülü olmasıdır. ―DüĢünmüyor musun ki, özgür olmak yerine kısa sürede köle olacaksın, zararlı zevkler uğruna çok para harcayacaksın, doğru düzgün bir Ģeyle ilgilenmek için hiç zamanın olmayacak ve ancak delilerin ulaĢtığı Ģeylerle uğraĢmak zorunda kalacaksın.‖ (Ksenophon, 1994: 11-12)

Sokrates‘in öğrencisi ve Kirene okulunun kurucusu olan Aristippos ise hocasının söylediklerinin tam tersini söylemekte ve iyinin-kötünün ölçüsünün zevk, neĢe ve acı olduğunu belirtmektedir. ―… Nitekim ben hizmetkârlarımdan bol bol erzak hazırlamalarını, ama bunların hiçbirine dokunmamalarını istiyorum, devlet de yöneticilerinden olabildiğince çok iyilik bekler, ama kendilerinin bütün bunlardan uzak durması gerektiğini düĢünür. Böylece ben bir sürü iĢ yüklenmek ve kendilerini baĢkalarının hizmetine sunmak isteyenleri bu Ģekilde eğitip yönetimin baĢına getirebilirim; ama kendimi en kolay ve en zevkli yoldan yaĢamak isteyenlerin sınıfına sokuyorum.‖ (Ksenophon, 1994: 9-10)

Platon‘a göre insan ruhunun akıl, öfke ve arzu ile iliĢkili üç yönü vardır. Ġnsanı yönetmesi gereken akıldır ve ona (akla), insan ruhunun öfkeye ve arzuya meyleden yönleri itaat ederse erdemli insan, bu insanların bir araya gelmesinden de erdemli toplum oluĢur. Arzusal yönün nesneleri ise baĢka Ģeylerle birlikte temel olarak açlık ve susuzluktur. Gerek açlık gerekse de susuzluk olsun bir Ģeyi arzulamak, insanın içinin onu çekmesinden, elde etmek istemesinden doğar. Aynı Ģekilde onları istememek, dilememek ise bahsedilen Ģeyleri itmek, kendimizden uzaklaĢtırmakla iliĢkilidir (Platon, 2010a: 437c-d). Platon‘un Şölen adlı metninde arzu baĢka bir Ģekilde (eksik olan bir Ģeyi arzulamak) daha tanımlanır, psikanalizdeki tanımlar kısmında bu yaklaĢıma da yer vereceğiz.

34

Aristoteles her eylemin ve tercihin, her sanatın ve araĢtırmanın arzuladığı bir Ģey olduğunu ve bunun da ―iyi‖ olduğunu öne sürer. ―Ġyi bir eylem, iyi bir araĢtırma nedir?‖

diye sorduğumuzda bunun cevabını, ―onların amaçlarını gerçekleĢtirmesidir‖ Ģeklinde alırız. Tek bir amaç yoktur ve bütün amaçlar içerisindeki amaç, en önde gelen Ģey ise en çok arzu edilendir ve bu da mutluluktur. ―En çok mutluluğun böyle bir Ģey olduğu düĢünülüyor, çünkü onu hiçbir zaman baĢka bir Ģey için değil, hep kendisi için tercih ediyoruz; ama onuru, hazzı, usu ve her erdemi kendileri için tercih ediyoruz (çünkü hiçbir yere götürmese bile onların her birini yine tercih ederdik) hem de mutluluk uğruna, onlar aracılığıyla mutlu olacağımızı düĢündüğümüz için tercih ediyoruz.‖

(Aristoteles, 1988: 1097a20-b5)

Ġnsanın hazlarına uygun bir Ģekilde yaĢaması gerektiğini ama hazdan anlaĢılması gerekenin bir tür acının yokluğu, dinginlik hali olduğunu belirten Epiküros, arzuların bazılarının doğal ve zorunlu, bazılarının doğal ama zorunlu olmadığını, bazılarının ise ne doğal ne de zorunlu olduğunu sadece boĢ hayallerden oluĢtuğunu dile getirir (Epiküros, 2014: 43). Ġkincisinin üçüncüsünden (ne doğal ne de zorunlu olan arzulardan) kalır yanı yoktur, onların her ikisi de zorunlu olmayan boĢ kuruntulardır.

Ġnsanın hedeflemesi gereken hem doğal hem de yerine getirilmesi zorunlu olanlardır.

Antik Yunan‘da hazların kullanımıyla iliĢkili araĢtırma yapmıĢ olan Foucault dört temel ilke saptamıĢtır (Foucault, 2003a: 146), bunlardan ilki de aphrodisia‘dır. Bu kuram doğanın insana belli bir haz alma yetisi kazandırdığını, haz almanın kendisinin ise baĢlı baĢına kötü bir Ģey olmadığını ifade eder. Hazların kullanımında sorunların ortaya çıkmasının sebebi, aĢırılıklar, aĢırıya kaçmalardır ve bunun için de chresis (ikinci ilke), ölçülülük gereklidir. Hazların kullanımında iki aĢırı uçtan, hem onu bir amaç haline getirmekten hem de bütünüyle yadsımaktan kaçınılmalıdır. Ġfrat ile tefrit arasında ifade edilen chresis‘ten daha değerli olan Ģey hazlarla mücadele etmek, onlara karĢı üstünlük elde etmektir (enkreteia-üçüncü ilke). Kaçınmadan daha üstün olan mücadele etmenin amacı kendilik kaygısı‘dır (dördüncü ilke), bireyin kendi bedeni üzerinde denetim kurmasıdır. Sadece kendi bedeninde denetimi sağlamıĢ olan bir erkek baĢkaları karĢısında örnek olabilir, övülebilir ve toplumun yönetiminde yer alabilir.

35

Doğru olanın insanın sahip olduğu akıl ya da edinmiĢ olduğu bilgi değil de onun yaratıcısının emir ve yasakları olduğunu vurgulamıĢ olan Ortaçağda arzu, insanın duyuları vasıtasıyla maddî olana, dünyevî olana yönelik bir eğilimini ifade etmesi sebebiyle hoĢ görülmemiĢtir. Birinci olarak arzulamak geçiciliği, fâniliği ifade eder ancak insanın yapması gereken Ģey tam da kalıcılığı, değiĢmez olanı benimsemektir.

―Tanrım, evrenin yaradanı! Ruhum seni bütün bu Ģeyler için yüceltiyor ama duyularım aracılığıyla bunlara bağlanmamamı sağla. Gerçekten de bu Ģeyler yok olmak amacıyla gidecekleri yere giderler, bunları seven ve bunda ısrar eden kiĢinin ruhu da çok sakıncalı arzular içinde kıvranır durur. Bunlarda huzur yoktur, sabit değildirler, akıp giderler.‖ (Augustinus, 1999: 81). Ġkinci olarak arzulamak, insanı maddi dünyanın içerisine hapseder ve onu yaratandan uzaklaĢtırır. Ancak arzulamanın nesnesi değiĢirse, arzunun hedefi maddî dünya değil de onu yaratan olursa, o zaman bu kavramın üzerindeki olumsuzluk bulutları ortadan kalkar. ―Bu kitap [Cicero‘nun Hortensius adlı eserinden bahsediliyor] zevklerimi değiĢtirdi. Dualarımı sana yöneltmemi sağladı.

Eğilim ve arzularım tamamen değiĢti. Bütün boĢ umutlarım birden benim gözümde değerlerini yitirdi. Ġnanılmaz bir coĢku ile ölümsüz bilgeliği arzulamaya baĢladım.

Ayağa kalkıp sana doğru gelmeye baĢlamıĢtım bile.‖ (Augustinus, 1999: 55)

Modern dönemin Ģafağında yer alan Hobbes istikrah, iştah ve arzu kavramlarını kullanır. İstikrah‘ın ve iştah‘ın temelde hareketi ifade ettiklerini, istikrah‘ın bir Ģeyden uzaklaĢmayı, iştah‘ın ise ona yakınlaĢmayı belirttiğini vurgular. İştah vasıtasıyla yakınlaĢtığımız bu nesnelerin alanı açlık ve susuzluk iken; onun daha genel adı olan arzu ise sadece yeme içme ile sınırlı değildir. Bütün her Ģeyi, her nesneyi arzulayabiliriz (Hobbes, 2008: 47).

Arzu ile iştah duyma arasında herhangi bir ayrım yapmayan ve iştah‘ının bilincinde olana arzulu insan dendiğini belirten Spinoza arzudan, bilincine varılan iştah‘ı anlar. Ona göre biz bir Ģeyi için çabalıyorsak, onu istiyorsak, ona iştah kabartıyorsak yani onu arzuluyorsak bunun sebebi, o Ģeyin iyi olmasından dolayı değil aksine ona iştah duyduğumuz, onu arzuladığımız için bu Ģeye iyi gözüyle bakıyoruz.

―Ama yaĢam bize defalarca göstermiĢtir ki, insan dilinden baĢka her Ģeye daha çok

36

hâkim ve baĢka her Ģeyi yapabiliyor da bir tek arzularına gem vuramıyor.‖ (Spinoza, 2012: 156)

Bilimlerin ve sanatların toplumun faydasına mı yoksa zararına mı yol açtığı üzerine kafa yoran Rousseau‘ya göre onlarla uğraĢan kimselerin ortaya koyduğu teoriler insanların doğal yönünü ortadan kaldırmıĢlar, onun yerine bencil tutkuları ve çıkarları koymuĢlardır. Bu teoriler insanların birbirleri ile mücadele etmelerine, çatıĢmalarına sebep olmuĢtur. Ġnsan için gerekli olanı ve bu anlamda faydalı olanı belirten doğal yönün yerine geçmiĢ olan bozulmuĢ doğanın yaptığı Ģey ise onun (insanın) isteğinin sınırlarını geniĢletmektir. Ġnsanı gerçekten lüzumlu olmayan Ģeyleri de ister hale getirmek, onu kölelik zincirlerine razı etmektir (Rousseau, 2011: 14).

Kökenine haz duygusunu yerleĢtirmeye çalıĢan bir arzulama yetisinin (psikolojinin yapmaya çalıĢtığı Ģey), pratik felsefenin en yüksek ilkesinin deneysel olmasına yol açacağını düĢündüğünden buna karĢı çıkan Kant‘a göre hayat, bir varlığın arzulama yetisinin yasalarına göre eylemde bulunabilmesidir. Arzulama yetisi ise

Kökenine haz duygusunu yerleĢtirmeye çalıĢan bir arzulama yetisinin (psikolojinin yapmaya çalıĢtığı Ģey), pratik felsefenin en yüksek ilkesinin deneysel olmasına yol açacağını düĢündüğünden buna karĢı çıkan Kant‘a göre hayat, bir varlığın arzulama yetisinin yasalarına göre eylemde bulunabilmesidir. Arzulama yetisi ise

Benzer Belgeler