• Sonuç bulunamadı

2. BÖLÜM:

3.1.3. Rüya / Karabasan Süreci

Daha önce de belirtildiği gibi rüyalar, id’in isteklerini yerine getirmek için çok uygun bir ortam sağlamaktadır. Bunun en temel nedeni, uyku sırasında egonun denetimi azalmakta ve id’i yeterince kontrol edememektedir. İd’de baskılanamaz arzular ise, rüyalarda kendisini gösterebilmektedir. Ancak uyku sırasında ego tamamen devreden çıkmamakta ve belli oranda yine sınırlamalar gerçekleştirmektedir. Bunun için rüyalarda, her şey çok açıklayıcı ve net değildir.

Rüya süreci, kısa bir zamanı kapsadığı için yoğunlaştırmalardan yararlanmakta ve bu kısa sürede daha fazla arzunun gerçekleşmesini sağlamaktadır. Bu yoğunlaştırmalar sebebi ile de, rüya içeriği ilk bakışta net bir anlam ifade etmemektedir.

“Birden fazla imgenin birleşerek bir bütünlük kazanmasını sağlayan bilinçdışı etkinlik” olarak tanımlanan yoğunlaştırma Freud’a göre üç işlemde

gerçekleşmektedir: 1. bazı altkın unsurları elenmiştir. 2. rüyadaki görünür yan, altkın rüyayla ilgili bazı bütünlüklerden arda kalan parçaları içerir. 3. benzer özelliklere sahip altkın unsurlar belirgin rüyada birbirinin içinde erimiş olarak bulunur.”190

Bu açıklamaya göre, rüyada, arzunun gerçekleşmesini sağlayacak her detaya yer verilmemektedir. Ayrıca içerdiği parçalar bazen çok önemsiz ve bütünlüğün dışında kalan parçalar olabilmekte ve son olarak yoğunlaştırmanın etkisi ile farklı iki unsur tek bir nesne üzerinde birleşebilmektedir.

Rüyalar üzerine yapılan bilimsel araştırmalar sonucunda rüyaların çeşitli fiziksel dış etkenler ve iç etkenlerden etkilendiği, denenerek saptanmıştır. Rüyaların yorumlanması, rüya malzemelerinin nelerden oluştuğu ve nelerden etkilendiği üzerine çalışma yapan Freud, rüya kaynaklarını dört grupta toplamaktadır. “(1) dış (nesnel) duyusal uyarımlar; (2) iç (öznel) duyusal uyarımlar; (3) iç (organik) bedensel uyarımlar ve (4) salt ruhsal uyarım kaynakları.”191 Buna göre; birinci kaynak, rüya sırasında tamamen devre dışı bırakamadığımız duyu organlarımıza gelen uyaranların rüya içeriğini etkilemesi ve rüya kaynağı olması durumudur. Buna göre, kötü ya da güzel bir koku, parlak bir ışık, ortam ısısının değişikliği, bedenimize temas eden bir cisim ya da vücudunuzun farklı bir pozisyon alması rüyalarda benzer davranış ya da duygulanımlara karşılık gelebilir. İkici tip kaynak için ise, Freud bunun ilki kadar kolay test edilebilir olmamasının bir dezavantaj yaratmasının yanında, Wundt’dan, gözümüzün önünde olan şekilsiz parlak alanları ya da kulağımızdaki vızıltıların rüya içeriklerini etkilediğini aktarmıştır. Üçüncü tip kaynak olan iç bedensel uyarımlar için Freud, iç organlarından gelen içsel uyarımların gün boyu fark edilmemesine karşın, uyku sırasında daha belirgin olarak yüzeye çıktığını ve iç organlar ile ilgili bir problemin rüya malzemesi olduğunu savunmaktadır. Bu rüya malzemesinin temeli, daha önce bahsedilen Antik çağdaki rüyaların tedavi edici özelliğinin olduğuna inanılmasına dayanmaktadır. Son olarak dördüncü rüya kaynağı olan salt duygusal uyarımlar ise, kişinin gün içindeki meşguliyetlerinin rüyalardaki yansımaları olarak nitelendirilebilirler. Yine de bu son kaynak türünün tek başına rüya sürecini başlatabilme yetisine sahip olup olmadığı tartışma konusudur. Nitelim

190

O.A.Gürün, Psikoloji Sözlüğü, İnkılâp Kitapevi, İstanbul, 1991, s.29’dan akt. Özden, a.g.e., s.212

191

Tissié salt ruhsal rüya olmadığını, rüyaların içeriklerinin dışarıdan geldiğini savunmaktadır.192

Rüyaların, istekleri ifade biçimlerine ve rüyalarda kullanılan malzemelerinden bahsedilmesinin ardından, sinema ile rüya çözümlemesi arasındaki benzerliğe geçilebilir. Rüyaların filmler ile benzerliğinde söylenebilecek en temel nokta, rüyaların gerçekleştiği ortam ile sinema salonunun ortamındaki bezerlik olacaktır. İlya Ehrenburg’un (1931) Hollywood’a ‘düşler fabrikası’ yakıştırması da temelde bu benzerlikten kaynaklanmaktadır ve pek çok eleştirmen tarafından kolaylıkla kabul görmüştür.193 Rüya süreci, yalnız yaşanan, karanlık bir ortamda, kişinin istediği dışında gerçekleşen ve dışardan izlediği ya da bire bir yaşadığı olaylar zinciri olarak değerlendirilebilir. Sinemada film seyretme, yalnız yapılan, karanlık bir ortamda geçekleşen ve arzu doyurma ya da rahatlama işlevini yerine getiren bir eylem olarak değerlendirilirse rüya ile olan benzerliği daha net bir biçimde ortaya çıkacaktır.

Tür filmlerinde de kişi, tıpkı ego savunma mekanizmasının rüyalarda devre dışı kalması gibi, bilincini devre dışı bırakarak, duygusal anlamda filme odaklanmakta, kendini kaptırmakta, karakterler ile özdeşleşmekte ve sahip olmak istediklerini karakterler üzerinde yaşayarak tatmin olmaktadır.

“Genel olarak özdeşleşme, gösteri ve yazılı anlatı sanatlarında ortak olan bir ilişki biçimidir: Seyircinin (veya okuyucunun) dikkatini ‘yakalayara k’ kurgusal evrenin içine çeker. Seyirci bu özdeşleşme ilişkisi aracılığıyla, ekranda tanık olduğu yapıntısal olayları sanki kendisinin yaşamakta olduğu deneyimlermişçesine algılar.”194

192

Freud, a.g.e., s.79–101

Detaylı bilgi ve rüya örnekleri için bkz. Freud, 2000(b) s.79

193

Nurçay Türkoğlu, “Psikanaliz ve Sinema”, 25. Kare, Sayı: 15, Ankara, 1996, s.53

194

Abisel, “uyku halinde bilincin geriye çekilişi gibi korku filmini izlerken de entelektüel süreçlerin duygusal yoğunluğun gerisinde kalması gerekmektedir”195 diyerek, serbest özdeşleşmenin sağlanabilmesi ve filmlerin ortaya çıkış işlevinin gerçekleşmesi için olması gereken durumu ortaya koymuştur. Filmlerin gerçek olmadığı, sadece bir dünya yaratmış olması, temelde tüm mantıklı insanın verebileceği bir yanıtken, eğer bunu yadsınmayarak film izlenirse, filmden beklenen katarsis aşaması gerçeklemeyecek ve film kişide bir haz ve rahatlama sağlamayacaktır.

Korku filmlerinin, öğretici niteliği olduğu da düşünülmektedir. Korku filmleri bilinçaltına itilmiş imgeleri ortaya çıkartarak onlarla yüzleşmemizi sağlamakta ve yaşamın kötülükleriyle başa çıkmayı öğretmektedir. Filmlerin sonunda, rüyalardan farklı olarak, ortaya çıkan istekler, tekrar düzenin devamını sağlayacak şekilde sonuçlanır. “Film boyunca işlenen yasak istemler filmin sonunda bilincin bilinçaltı karşısında kazandığı zaferle birlikte yok olmaktadır. Reel yaşam karşısında geliştirilen fantazyalar filmin sonunda olumsuzlanır.”196

Burak Bakır, sanat eseri ile rüya çözümlemenin paralellik göstermesinin yanında, bunların bir ve aynı şey olmadıklarına vurgu yapmaktadır. “Bir rüyanın gerçek anlamını bulmaya yönelik “rüya çalışması” ile bir filmin temel anlam düzeyinin dışında neler söylediğini bulmaya yönelik çözümleme arasında, benzeri ya da ortak pek çok nokta bulunabilmektedir.”197

Eğer sinema izleme rüya görme ile benzerlik gösteriyor ise korku filmleri de karabasanlarla yani kâbuslarla benzerlik gösteriyor diyebiliriz. Bu düşünce bazı noktalarda farklılıklar gösterse de birçok sinemacı tarafından kabul edilmektedir. Bu anlamda “neden rüya görüyoruz?” sorusuna verilecek yanıtla “neden korku film izlemeye gidiyoruz?” sorusunun cevabıyla benzerlik gösterecektir.

195 Abisel, a.g.e., s.158 196 Özçınar, a.g.e., s.126 197

Burak Bakır, “Filmin Psikanalitik Çözümlemesinde Temel Kavramlar”, Sinemasal, Yayın Yönetmeni: Yörükhan Ünal, Sayı:7, Dokuz Eylül Yayınları, İzmir, 2002, s.51

Korku sineması ile karabasanlar benzerlik gösterse de, ayrıldığı en önemli nokta kişinin, korku filmine isteyerek gitmesinin yanında, kâbusları isteyerek görmemesi yönündedir. Ayrıca, bir korku filmi bir kâbus kadar etkili olmamaktadır çünkü temelde sağlanan özdeşleşme kâbuslarda çok daha yoğun bir şekilde sağlanmaktadır. Hatta kâbuslarda olayları yaşayan, bizzat kişinin kendisidir. Bu da durumu, daha korkunç bir hale sokmaktadır.

Ayrılan diğer bir nokta ise, rüya ile filmin yarattığı yoğunlaştırma yöntemlerinin birbirinden farklı olduğudur. Yoğunlaştırma rüya sürecinde çok daha yoğun olduğun ve bazen çok anlamsız şeyler ortaya çıkabilmektedir. İd, isteklerini gerçekleştirmek ve bunu egoya hissettirmemek için asıl arzuyu çarpıtmaktadır. Bunun yanında, benzer bir yoğunlaştırma sürecinin kullanıldığı filmlerde, yine de anlatım belli bir bütünlük ve devamlılık arz etmektedir.

Bu şekilde bakıldığında, filmlerin, kişinin ruhsal aygıtları olan id, ego ve süperegosundan yararlandığı, id’in isteklerini gerçekleştirerek seyircinin arzusunu yerine getirmekte, toplumsal normaları korumak için sansür mekanizmasını kullanarak süperegoya hizmet ettiği ve bunlar arasındaki dengeyi sağlayarak egonun işlevini yerine getirdiği söylenebilir. Aynı zamanda, kişinin savunma mekanizmalarını devreye soktuğu, isteklerini kahramana yansıttığı, korkuları ile yüzleşerek savunma mekanizmasını geliştirdiğini ve kötü olayların kahramanın başına geldiğini ve kendi başına gelmeyeceğini düşünerek kötü olan şeyleri yadsıdığı söylenebilir. Filmlerin rüya ile olan benzerliğinden dolayı da, bunun oldukça kolay bir yol ile başardığı dikkat çeken diğer noktadır. Psikanalitik anlamda verilen bu temel kavramların ardından film çözümlemesine geçilebilmektedir.