• Sonuç bulunamadı

Kapı, Bâb, Der, Dergâh, Âsitân, Makdem, Ebvâb

1. SÜNBÜLZÂDE VEHB Î’NİN HAYATI, EDEBİ KİŞİLİĞİ VE

2.1.1 Barınma İle İlgili İnşâî Unsurlar

2.1.1.5 Yapıların Ayrılmaz Parçasını Teşkil Eden Unsurlar

2.1.1.5.8 Kapı, Bâb, Der, Dergâh, Âsitân, Makdem, Ebvâb

B â b, Kapı; bir yere girip çıkarken içinden geçilen ve açılıp kapanma düzeni olan yer; imkân, gerçekleşmesi mümkün olan şey; bir kimsenin hizmet ettiği yer; iş, iş yeri; sıkıldıkça başvurulan yer; tavla oyununda pul dizilen yer; hükümet dairesi, konağı, resmi daire mânâlarındadır (Tuğlacı 1380).

Kapı kelimesi çoğunlukla müstakil olmak üzere; Paşa kapısı, tevbe kapısı, kibârın kapısı gibi tamlamalar ile on üç beyitte kullanılmıştır. Kelime gerçek mânâsıyla kullanıldığı gibi; saray, huzur, kat, makam, meyhâne, tekke, sevgilinin kapısı gibi mânâlarla da kullanılmıştır.

Ḳapıñdan ġayrı bāba etme muḥtāc

Dilimden mā-sivāyı eyle iḫrāc 51/Mes.1-53

Beyitte kapı kelimesine tasavvufi anlam yüklenmiş, Hakk katı, Allah’ın huzuru mânâsında kullanılmıştır. Şair Allah’a; beni kapından başka kapıya muhtaç etme, dünyaya ait sevgi ve hevesleri gönlümden al, diye yakarmaktadır.

Henūz tevbe ḳapısı ḳapanmadı amma

Ḳapatdı dergeh-i meyḫāneyi naṣḥat-i şeyḫ 383/G.40-2

54 Ö.Asım Aksoy, D. Dilçin, Tarama Sözlüğü. (Ankara: TDK. Yay. 2009) C.V., s.2909.

68

Bazı beyitlerde tekke baskısı ile meyhânelerin kapılarını müşterilerine kapatmasına değinilmiştir.

Bâb Divân’da, bâb-ı ricâl, sedd-i bâb-ı hayrât, zînet-i bâb-ı hümâyûn, bâb-ı sa’âdet, bâb-ı lutf, bâb-ı selâm-ı devlet, bâb-ı ‘ulyâ, südde-i bâb, gûşe-i bâb, bâb-ı kabûl, bâb-ı kibâr, bâb-ı Hudâ, bâb-ı Halîl Pâşâ, bâb-ı Âsaf, bâb-ı vâlâ, sarîr-i bâb-ı ikbâl, bâb-ı Firdevs, feth-i bâb-ı matlab, fasl-ı bâb-ı ‘aşk, bâb-ı meftûh-ı kerem, bâb-ı ‘inâyet gibi terkipler ve müstakil kullanımları ile kırk üç kez geçmektedir.

Kapı anlamındaki bâb kelimesi daha çok soyut kelimelerle terkip oluşturacak şekilde ve hayır kapısı, iyilik kapısı, saadet kapısı vb. gibi mertebe, makam, padişah katı anlamlarıyla kullanılmıştır.

Bāb-ı luṭfu ehl-i ḥācāta küşād olsun ebed

Reşk ile baḳsın ḳapansın çeşm-i ḥussād-ı li˒ām 265/Kas.45-50 Günümüz Türkçesiyle beyitte “Lütûf kapın ihtiyaç sahiplerine her daim açık olsun, kıskanarak baksın alçak hasetçilerin gözleri kör olsun” deniyor.

Bāb-ı ˓ināyetiñ ki cihāna küşadedir Yüz sürdü ṣad niyāz ile geldi bu derbeder Miftāḥ-ı dest-i himmetiñ eylerse fetḥ-i bāb

Ṭurmaz derūn-ı ḫāne-i dilden keder gider 539/Rub.17

İyilik kapın tüm cihana açıktır, bu derbeder yüz niyâz ile (kapına) yüz sürdü, gayret anahtarı ile kapıları feth edip açarsan, gönül evimden tüm üzüntülerim gider. Kelime iki kez ve soyut anlamda kullanılmıştır.

Bāb-ı firdevsi açıp Rıḍvān dedi tārḫini

Cāy-ı a˓lāsı Ḥanfe Ḫanım'ıñ oldu cinān 347/Tar.31-5

Şair, Sadrazam Ali Paşa’nın eşi Hanife Hanım’ın vefâtı için yazdığı tarihte; Hanife Hanım’ın yerinin cennet olduğunu ve Firdevs cennetinin kapısında kendisini Rıdvân adlı meleğin karşıladığını söylemektedir.

D e r; Farsça kelimelerden “içinde, -de” anlamları ile birleşik sıfatlar yapan ön ek; kapı; mağara; kes; defa; kere; cins, çeşit, tür, kısım, nevi mânâlarına gelir (Çağbayır 1167).

Kelime Divân’da yirmi dokuz beyitte; der ü revzen, der ü dîvâr, der-i ‘ilm-i ledün, der- i iclâl, der-i sultân-ı cihân, der-i lütûf, der-i ikbâl, der-i ‘iffet-me’âb, der-i devlet, der-i ‘utûfet, der-i rişvet, der-i meyhâne, der-i cahîm, der-i cânân gibi terkipler ile kullanılmıştır.

Beyitlerden, demir kapıların olduğu, padişahın huzurunda saygı göstergesi olarak önce yere eğilindiği, meyhanelerin zabıta memurları tarafından sıklıkla kapatılmaya çalışıldığı, meyhane kapılarının önünde yere hasır serili olduğu gibi bilgiler ediniyoruz.

Süvār-ı Düldül-i ẕū-Ẕü˒l-feḳār ol ṣıhr-ı mümtāzıñ

Der-i ˓ilm-i ledünn Murtażā'dır yā Resūla˒llāh 90/Mes.2-9

Murtazâ, Hz. Ali’nin lâkabıdır. Düldül, Peygamberimiz (S.A.V.)’in Hz. Ali(r.a.)’ye hediye ettiği dişi beyaz katırın adıdır ve Fars edebiyatında son derece ünlü bir karakterdir (Yıldırım 262).

Zülfükâr ise; Hz. Peygamberin Uhud Harbi günü Hz. Ali’ye hediye ettiği ünlü kılıçtır. Ucu iki çatallı ve ortası da kanın akması için oluklu bulunduğundan zülfikâr- zülfekâr adı verilmiştir (Akay 358).

Beyit, “Ben ilmin şehriyim, Ali de onun kapısıdır” hâdisini hatırlatmaktadır. Nitekim beyitte birebir bu söz kullanılmıştır:

Düldül ve Zülfükâr’ın sahibi, seçkin akraban ve Hakk katından gelen tüm bilgilerin kapısı olan Hz. Ali’dir yâ Resûlallâh.

Allāh ḳapasın oldu küşāde der-i rişvet

Hem rişvete hem mürteşi vü rāşiye la˓net 300/Kas.55/IV-7

Açık olan rüşvet kapısını Allah kapatsın, hem rüşvete, hem rüşvet alana ve hem de rüşvet verene lanet olsun. Beyitte şair, ahlâki ve sosyal bir aksaklık olan rüşvete değinmiştir.

Kelimenin gerçek mânâsıyla kullanımına şu beyti örnek olarak gösterebiliriz: Der-i meyḫāneyi şaḫne ḳapamaḳ ister imiş

Ayaġı deng alaraḳ gizli ḳapaġı atdıḳ 458/G.154-10

Beyitte, zabıta memurları tarafından meyhanelerin kapatılmaya çalışıldığı ve buna karşın insanların gizlice meyhaneye girdikleri belirtilmiştir. Ayrıca, dikkatli olmak anlamında “ayağı denk almak” deyimi kullanılmıştır.

D e r g â h; kapı, kapı mahalli, eşik demektir (Şükün 876). Tasavvufi mânâda tekke, âsitâne, zaviye demektir (Uludağ 102).

Kelime, dergâh-ı Hakk, takdim-i dergâh, Ka’be-i dergâh, dergâh-ı Süleymân, bende-i naçiz-ı dergâh, ‘abd-i dergâh, hacer-i es’ad-i dergâh, hâk-i dergâh, dergâh-ı felek-câh, dergâh-ı insâf, şemse-i dergâh, pîş-i dergâh, derbân-ı dergâh, tavf-ı dergâh, dergâh-ı eltâf, dergâh-ı ikbâl terkipleri ve müstakil kullanımları ile toplam otuz yedi beyitte geçmektedir.

Kelime pek çok beyitte huzur, Hakk katı, padişah makamı anlamıyla kullanılmıştır. Aşağıdaki beyitte de dergâh kelimesi bu anlamda kullanılmış ve Varadin Meydan Savaşı’na telmihte bulunularak, İslâm askerlerinin din gayretiyle cihat ederek Varadin’e vardığı haberinin Hünkâr’ın huzuruna ulaştığı ifade edilmiştir.

Varadin'e varır din ġayretiyle ˓asker-i İslām

Gelir dergāhıña böyle ḫaber şevketlü ḫünkārım 125/Kas.12-24

Dergâh, Kâ’be için de kullanılmış ve hâc farizalarından biri olan ihrâma bürünme ifade edilmiştir. İhrâm, hacıların Kâ’be’yi tavaf için örtünmeye mecbur oldukları dikişsiz çarşaftır.

İḫrāma girip zümre-i ḥuccāc-ı kirāmıñ

Ta˓ẓm ile yüz sürdügü dergāh içün olsun 102/Kas.2-2

İhrâma girme şerefine nail olan hacı zümresinin, saygı ile eğilmesi, yüz sürmeye çalışması Kâ’be içindir.

 s i t â n; eşik; ayakkabılık; tekke, dergâh; girecek, barınılacak, dinlenilecek, yatılacak yer; başlangıç anlamlarına gelir (Çağbayır 317). Daha ziyade, âsitâne şekliyle, devlet kapısı; başkent; dergâh; mecâzen İstanbul anlamlarına gelmektedir (Parlatır 107).

Kelime, gubâr-ı âsitân, âsitân-ı himem, cârûb-ı âsitân, devlet-hâne-i çarh- âsitân, hâk-i pâk-i âsitân, âsitân-ı âsumân-bünyân, revâk-ı âsitân, pâsbân-ı âsitân,

mu’allâ-âsitân-ı rif’at terkipleri ve müstakil kullanımları ile yirmi dört beyitte karşımıza çıkmaktadır.

Dü-˓ālemden ġınā verdi baña sermāye-i ˓aşḳıñ

Ġubār-ı āsitānıñ kmyādır yā Resūla˒llāh 90/Kas.2-11

Beyitte günümüz Türkçesiyle, “âşkının sermâyesi dünya ve ahirette manevî olarak beni zenginleştirdi, eşiğinin tozu dahi kimyadır yâ Resûlallâh” denilerek; âsitân ayak basılan yer, eşik mânâsında kullanılmıştır.

Pādişāhım devletiñde çarḫa etmem ser-fürū

Āsitānıñda ḳuluñ her müşkilin āsān eder 147/G.18-31

Bu beyitte de; “padişahımın devletinde feleğin sıkıntılarına baş eğmem, O padişah ki eşiğinde kulunun her türlü güç işini kolaylaştırır” denilerek, kelime padişahın huzuru anlamıyla kullanılmıştır.

M a k d e m: gelme, geliş; Osmanlılarda kalyoncuların giydiği başlık (üzerine ucu saçaklı bir pûşi/sargı sarılırdı) (Tuğlacı 1832).

Kelime Divân’da, makdem-i şâh-ı kerîm ü kâmrân, makdem-i hurşîd, makdem-i sadr-ı meşihat, makdem-i hayr ve şeref-i makdem-i mahdum terkipleri ile on bir beyitte karşımıza çıkmaktadır.

E b v â b da Arapça bâb kelimesinin çoğulu olarak kapılar, kısımlar; kitap bölümleri anlamına gelmektedir (Çağbayır 1356). Divân’da dört beyitte ebvâb-ı esâfîl, devr-i ebvâb, bâbü’l-ebvâb, ebvâb-ı dîger terkipleri ile gerçek anlamında kullanılmıştır.

Ġınā erbābı gezsin derbeder ebvāb-ı dgerde

Der-i ˓iffet-me˒ābıñda gedālar pek muvaḳḳardır 232/Kar.41-40

Benzer Belgeler