• Sonuç bulunamadı

1. SÜNBÜLZÂDE VEHB Î’NİN HAYATI, EDEBİ KİŞİLİĞİ VE

2.1.4 Topluluk Hayatını Oluşturan İnşâî Unsurlar

2.1.4.4 Ülke, Yer ve Şehir İsimleri

2.1.4.4.2 Şehir ve Yer İsimleri

2.1.4.4.2.1 Aden, Babil, Bağdat, Basra, Bedr, Buhara, Fener

A d e n; Yemen Demokratik Halk Cumhuriyeti’nin başkenti ve tarihi bir limanı olan Aden; kendi adını taşıyan körfezde, Arap yarımadası ile Afrika’daki Somali yarımadası arasında yer alır. Geçmişten bu yana körfezde çok kaliteli inci çıkarılmaktadır (Yeniterzi 304).

Divân’da, dürr-i ‘Aden, bahr-ı ‘Aden terkipleri ile bir kez sevgilinin dişlerinin düzgünlüğü ve güzelliğini ifade etmek için, diğer iki beyitte de edebi anlamda olmak üzere toplam üç kez inci ile birlikte kullanılmıştır. Bir şeyin muntazamlığını ifade eden “inci gibi dizmek” deyiminde olduğu gibi, beyitlerde de belâgat sahipleri şairin mücevher kıymetindeki beyitlerini görünce bu düzgün, kusursuz söyleyişi Aden incisine benzetmişlerdir.

Güher-i naẓmımı bu silk-i belāġatde görüp

Dediler dürr-i ˓Aden'dir büleġā-yı ˓Adnān 247/Kas.43-73

B â b i l; Mezopotamya’da; Bağdat’ın 88 km. güneyinde, Hille civarında ilkçağda kurulmuş; kulesi ve asma bahçeleriyle meşhur bir şehirdir. Edebiyatımızda Bâbil; genellikle çâh-ı/çeh-i Bâbil (Babil kuyusu) ve Kur’an-ı Kerim’de bildirilen Hârût ile Mârût adlı melekler nedeniyle kullanılır (Yeniterzi 306).

Hârût ile Mârût hakkında pek çok rivâyet mevcuttur. Bunlardan biri; meleklerin insanları günah işlemeleri nedeniyle eleştirip, kınadıkları, Allah’ın da “Eğer size de şehvet yetisi vermiş olsaydım aynı şekilde siz de günah işlerdiniz. İsterseniz içinizden en dindar birkaç temsilci seçin, onları yeryüzüne gönderelim ve deneyelim” demesi üzerine Hârût ile Mârût seçilerek insanlar arasına gönderilmiştir. Allah onların Allah’a ortak koşma, insan öldürme, zina ve içki içme gibi dört şeyden uzak kalmalarını emreder. Bunlar özellikle insanlar arasındaki anlaşmazlıkları çözme görevini yürütürlerdi. Bir gün aralarında anlaşmazlık olan bir karı koca çözüm yolu bulma amacıyla onlara geldiğinde her ikisi de Zühre adlı kadına âşık olurlar ve belli bir zamanda buluşmak için sözleşirler. Kadınla buluştukları anda Allah göklerin kapılarını açtırarak meleklere yeryüzüne gönderilen temsilcilerinin nasıl günahlara daldıklarını, içki ve zina gibi kötülükleri nasıl işlediklerini gösterir (Yıldırım 357).

Klasik edebiyatımızda bu rivayetlere binaen sevgilinin gamzesi ve saçları Hârût ve Mârût’a, çene çukuru çâh-ı Bâbil’e; bazen de şairin mürekkep hokkası çâh-ı Bâbil’e, kamış kaleminin içindeki lifler de başaşağı asılmış Hârût ve Mârût’un saçlarına benzetilerek üç kez kullanılmıştır.

Çāh-ı Bābil'dir devātım ḫāme-i çālāk-dest

Siḥr-i Hārūt'u derūnunda anıñ pinhān bulur 148/G.18-39

B a ğ d a t/Dârü’s-Selâm/Behişt-âbâd; aşağı Mezopotamya’nın kuzey kenarında Dicle nehrinin iki tarafında yer alan ve Irak’ın başkenti olan şehirdir. Bağdat, Farsça “Allah vergisi, lütfedilmiş bahçe, hediye” anlamındadır. Cennete benzetilen şehre, İslâm âleminde cennetü’l-arz denilen dört yerden biri olduğu için Dârü’s-Selâm yani sulh ve selâmet şehri veya evi ismi verilmiştir.68

Kelime Divân’da behişt-âbâd-ı Bağdât, vâlî-i Bağdâd terkipleri ile iki beyitte kullanılmıştır. Bağdat şehri Fırat ve Dicle’nin birbirine en yakın olduğu verimli topraklar üzerinde kurulmuştur. Beyitte de bu coğrafi duruma değinilmiş ve iki

68 Bağdat maddesi, “Meydan Larousse”, İstanbul, 1971, C.II, s:50.

118

nehrin adı Bağdat topraklarını bereketlendirme özelliklerinden yararlanılarak kullanılmıştır.

Furāt u Dicle-āsā cūşiş-i eşk-i revānıñla

O şūḫuñ cennet-i kūyun behişt-ābād-ı Baġdād et 374/G.26-2

Fırat ve Dicle’nin Bağdat’a akıp oraları cennete çevirdiği gibi, âşıkta o şûh sevgilinin yaşadığı cennete benzeyen köyü kendi gözyaşlarıyla sulamaktadır.

B a s r a; Dicle ve Fırat nehirlerinin birleştiği, batıdan Suriye ve Necid’den, doğuda İran’dan gelen yolların karşılaştığı yerde, Hz. Ömer (R.A.)’ın emriyle Utbe bin Gazvan tarafından kurulan şehrin adıdır (Aybet 144). Irak’ın ikinci büyük şehridir. Emevîler ve Abbasîler döneminde büyük, zengin ve gelişmiş bir şehir olmuştur. Zamanla bu özelliklerini kaybeden Basra, 1258’de Moğollar tarafından yakılıp yıkılmıştır. Dilimize yerleşen ba’de harâbe’l-Basra (Basra harap olduktan/iş işten geçtikten sonra) deyimiyle anılır. Deyimin nasıl ortaya çıktığına dair bir rivâyet anlatılır. Basra’da fakir biri açtır, kimse bir dilim ekmek vermez. Sadece bir kasap acır, bir parça çiğ et atar önüne. Adamcağız açlıktan ölmemek için eti pişirmek ister ama kimden ateş istediyse red cevabı alır. Elini açar “Allah’ım şu eti pişirecek bir parça ateş ver” diye dua eder. Bu sözler ağzından çıkar çıkmaz Basra’da büyük bir yangın çıkar. Herkes canının, malının derdindeyken, o bir köşede etini pişirir. Daha önce ateş istediklerinden birisi adamı görür ve “Sonunda ateşi buldun” deyince, “Basra harap olduktan sonra” der (Yeniterzi 308).

Divân’da, bir beyitte, yukarıda bahsi geçen ba’de harâbü’l-Basra deyimi ile karşımıza çıkmaktadır.

Belki ma˓mūr eder vāl-i Baġdād bizi

Dest-i iḥsānı ile ba˓de ḫarābü˒l-Baṣra 540/Kas.3

Beyitte Bağdat valisi Ayas Paşa’nın Basra ve civarını fethedip, sulh ve sükûneti sağlamasına işaret edilmiştir.

B e d r; Medine’nin güney batısında küçük bir kasabanın adıdır. Burası Hz. Peygamber (S.A.V.) zamanında sadece hayvanların sulandığı bir yer idi. Bu küçük yer, Hicret’in ikinci yılında üç yüz kişilik Müslüman ordusunun, Mekkeli müşriklerin bin kişilik ordusunu, Ramazanın on yedi veya on dokuzuncu gününde vukua gelen savaşta tamamen mağlûb ettiği, Hz. Muhammed (S.A.V.)’in nüfûzunun

tesisine ve İslâmiyet’in yayılmasına başlangıç teşkil ettiği için önem kazanmıştır. Bedr aynı zamanda dolunay mânâsına da gelir (Aybet 145).

Kelime Divân’da, bedr-i ‘âlî, şeb-i bedr, bedr-i mu’allâ, bedr-i müncelî, gazâ- yı bedr, bedr-i felek, bedr-i tamâm, bedr-i rûşen-veş, nûr-ı bedr, bedr-i ümîd gibi terkipler ile on dokuz beyitte geçmektedir. Daha çok dolunay anlamıyla kullanılmıştır.

O meh gösterdi engüşt-i hilāli

İki şaḳḳ olmasın mı bedr-i ˓āl 54/Mes.2-19

Beyitte Hz. Peygamber’in parmağıyla işaret ederek ay’ı ikiye bölme mucizesine işaret edilmiştir.

Ġazā-yı Bedr'i yād etdirdi tāb-ı berḳ-i şemşriñ

Olup ˓ayyūḳa dek pertev-feşān şevketlü ḫünkārım 351/Tar.35-4 Yüce hünkârım, kılıcından yayılan şimşeğe benzeyen ışık bedir gazasını hatırlattı herkese, o kılıçtan saçılan parlaklık göklere kadar ulaştı. Beyitte Bedir savaşına telmihte bulunulmuş ve yaşanılan savaşın şiddeti ve başarısı bu gazayı hatırlatmıştır.

B u h a r a; günümüzde Özbekistan sınırları içinde olan şehir, geçmişte bir ilim ve kültür merkeziydi. Divân’da iki beyitte geçmektedir.

Benim ol Ḫüsrev-i Şevket-nümā-yı mülk-i ma˓nā kim

Deger bir naẓm-ı şeh-beytim niçe taḫt-ı Buḫārā'yı 206/Kas.34-46 Şair, sanatındaki ustalığı ifade etmek için Buharâ’nın kültür ve sanat merkezi oluşu özelliğinden yararlanarak, mânâ yüklü beyitlerinden yalnızca bir tanesinin tüm Buhara hükümdarlığına bedel olduğunu belirtmiştir.

F e n e r; İstanbul’un Haliç kıyısındaki tarihi semtlerden biridir. Bölgede Bizans döneminden kalma pek çok tarihi eser ve kilise bulunur. Edebiyatta özellikle Rûm güzelleriyle birlikte anılır. Divân’da da bu şekilde iki beyitte geçmektedir.

Görüp ol māhı fetl aldı Fener'de Vehb

Mūm olan yanmaġa şem˓-i dil-i sūzānımdır 416/G.91-7

Vehbî, o ay yüzlü güzeli Fener’de görünce, âdeta bir mum gibi yanmaya başladı gönlü.

2.1.4.4.2.2 Ferhar, Horosan, Hoten, İstanbul, Kâf, Kandehâr

F e r h a r; Türkistan’da Hıta ile Kaşgar arasında güzelleriyle ünlü bir şehir, aynı zamanda bir puthânenin adıdır. Burada yetmiş güzel kız putlara hizmet eder, kendi dininden olmayan birinin gelip o putlara tapınmasıyla rahipler tarafından bu kızlardan biri o kişiye armağan edilirmiş. Divan şiirinde genellikle put ile birlikte ve sevgilinin güzelliğinden kinâye olarak anılır. Hıta’dan dolayı güzel koku ile de münasebet kurulur (Pala 153).

Ferhâr kelimesi Divân’da, iki beyitte müşg, güzel koku ile, bir beyitte de puthânesiyle anılmıştır.

Büt-i ferḫāra beñzer bir püser gördüm Ṣıfāhān'da

Ruḫun Şehnāme-i ḥüsn üzre taṣvr-i ˓Acem ṣandım 478/G.183-4

H o r o s a n; Farsça “hûr” güneş ile “âsân” doğan kelimelerinden meydana gelmiştir. Güneşin doğduğu memleket anlamında olup İran’ın doğusundaki geniş bir bölgenin adıdır (Aybet 136). Divân’da on beyitte zikredilmiştir. Beyitlerden bölgede Kızılbaşların yaşadığını, Şâh tarafından yönetildiklerini, Horosanlıların cesur, korkusuz insanlar olduklarını anlıyoruz.

Ricāliñ başı baġlı olduġundan emr-i şāhye

Ḫorāsānde olmuş hey˒et-i destār pç-ā-pç 379/G.33-5 Horosan’da mevki sahibi herkesin başı Şâh’ın emrine bağlıdır.

H o t e n; Çin Halk Cumhuriyeti’nin Sincan Uygur Özerk Bölgesi’nin güneybatısında bir ildir. Divân şiirinde sevgilinin saçı veya benleri ile çoğu kez siyah renkle birlikte misk/müşg, nâfe, bağır, ciğer, hûn, âhû, gazâl, Çin, Tâtâr ve Türk-i Hatâ gibi unsurlarla bir arada kullanılır. Misk ceylanının beslenmesine yönelik bir telakki ile benefşe ve sünbül, göbeğindeki karalık nedeniyle de laleden de söz edilir (Yeniterzi 313).

Divân’da yedi beyitte karşımıza çıkan kelime, beyitlerin tamamında misk ahularının çokluğu ve miskin buradan elde edilmesi gibi özelliklerinden yararlanılarak zikredilmiştir.

Var dimāġında şemm-i ḫaṭ-ı ˓anber-būyuñ

Ṣanma kim nāfe-i müşg-i Ḫoten ister ˓āşıḳ 460/G.157-2

İ s t a n b u l/Sitanbul; Osmanlı Devleti’nin asırlarca başşehri olan İstanbul, Divân’da sekiz beyitte cennet misali güzelliğiyle, güzellerinin benzersizliğiyle zikredilmiş ve Acemle, İsfahânla mukayese edilerek hepsinden üstün tutulmuştur.

Maḫdūm-ı mükerrem gibi dil-dāde bulunmaz Dilber bulunur gerçi kişi-zāde bulunmaz Ṭaşra güzelinde arama nāz u leṭāfet

Ḫūbān-ı Sitānbul gibi dünyāda bulunmaz 538/Kas.13

Bu beyitte de İstanbul güzellerinin eşi benzerinin nin dünyada bulunmadığı, taşra güzellerinde boş yere nâz ve zarafet aranmaması gerektiği belirtilmiştir.

Terk etmez idim cennet-i İstanbul'u Vehb

Bir kendim / gendüm idāre edecek ādem / Ādem olaydım 486/G.195-5

Vehbî, burada da İstanbul’un cennet kadar güzel olduğunu ve mecbur kalınmadıkça İstanbul’dan ayrılınmayacağını dile getirmiştir.

K â f; yeryüzünü baştanbaşa kuşatmış olduğuna ve Simurg’un yaşadığına inanılan meşhur dağdır. Kimileri Zümrüt’ten olduğunu ve halk arasında kıymetli kabul edilen bazı taşların şeytan tarafından oradan alınarak dünyanın muhtelif yerlerine dağıtıldığını söyler. Bazı rivâyetlerde İskender’in Kâf Dağı’na ulaşarak Simurg’la konuştuğu iddia edilse de Zülkarneyn’in Deryâ-yı Muhit’teki yolculuğunda belli bir noktadan öte geçemediği bilindiğinden bu rivâyetler muteber değildir (Ceylân, 2007:304).

Divân’da on altı beyitte adı geçen bu dağ daha çok, Simurg, Anka, Hümâ gibi mitolojik kuşlar ile birlikte ele alınmıştır.

Klâsik Türk şiirinin en gözde kuşlarından olan Anka kuşuna Zümrüdüanka da denir. Buna sebep yaşadığı yer olan Kaf Dağının yeşil zümrütten olduğu inancıdır. Rivayetlere göre Kaf Dağının tepesinde direkleri abanoz, sandal ve öd ağacından yapılmış köşk benzeri bir yuvada yaşayan ve dişi olduğuna inanılan Anka kuşu çok yüksekten uçar, cüssesi çok iri olup uçtuğu zaman hava kararır ve yağmuru mercan olan bir buluta benzer. Uçarken sel sesine

veya gök gürültüsüne benzer sesler çıkarır. Ayrıca çok parlaktır, bakan gözler kamaşır. İnsanlar gibi düşünür ve konuşur. Çok geniş bilgi ve hünerlere sahiptir; kendisine başvuran hükümdar ve kahramanlara akıl hocalığı yapar. Simurgun da otuz kuş büyüklüğünde olduğuna ya da üzerinde otuz kuşun renklerini ve özelliklerini bulundurduğuna inanılır. Otuz kuş olarak ele alınan Simurg çokluğu ifade eder, oysa varlığın birden çok olması vehmî ve hayalidir. Anka gibi çokluğun da gerçekte adı var ve kendisi yoktur. Anka- Simurg ardındaki mitolojik rivayet zenginliği ile Divân şiirinde pek çok kez anılmıştır.69

Divân’da da Kaf Dağı bu mitolojik kuşlar ile birlikte, daha çok hayâl ürünü olması özelliğiyle ele alınmıştır.

Öyle bir ˓Anḳā-yı Ḳāf-ı ˓uzlete taḥsn kim

Lafẓı var dünyāda ammā kendisi ma˓nāda yoḳ 461/G.159-3 Nām-ı ˓Anḳā gūşe-gr-i Ḳāf iken pervāz eder

Āşiyān-ı ˓uzlet-i evc iştihārımdır benim 483/G.190-2

K a n d e h â r; İskender’in kurduğuna inanılan, bugün Afganistan sınırları içinde kalan bir şehirdir. Divân’da iki beyitte kand (şeker) kelimesi ile birlikte cinaslı bir kullanım ile geçmektedir.

Ġubār-ı pāyıñ içün Iṣfahān'dadır naẓarı

Ümd-i ḳand-i lebiñ ile Ḳandehār'a gider 392/G.55-2

2.1.4.4.2.3 Kâşân, Kerbela, Keşmîr, Kirmân, Nişabur

K â ş â n; Türk-İslâm sanatının zirveye ulaşan eski, önemli ve en renkli iç ve dış mimari süsleme unsuru çinidir. İlk çinilerin Orta Asya’da Kâşân’da imal edildiği kazılardan ve kaynaklardan anlaşılmaktadır. Şehre izafeten bu sırlı çinilere Kâşî denmiştir. Kâşân, akrepleriyle meşhur bir şehirdir. Talihinin akrep burcunda ve Mirrih’in tesiri altında olduğu için akreplerinin çok, insanlarının da savaşçı olduğu söylenir. Kâşân’da işlenen savaş âletleri de fevkalâde makbuldür (Yeniterzi 319).

Divân’da iki beyitte kullanılan Kâşân, sadece şehir olarak anılmıştır.

69

Ömür Ceylan, Kuşlar Divânı Osmanlı Şiir Kuşları. (İstanbul: Kapı Yayınları, 2007) 33. 123

Ḫudāvendā seniñ füsḥat-sarāy-ı mülküñe nisbet

Hemān Māzenderān zindāndır Kāşān kâşane 108/Kas.7-62

Osmanlı sarayını metheden şair, Mâzenderân ve Kâşân (İran’ın otuz bir eyaletinden biri) ile kıyaslayarak Osmanlı sarayına göre oraların zindan gibi olduğu belirtilmiştir.

K e r b e l â; Bağdat’ın güneybatısında bulunan Kerbelâ, Hz. Peygamber’in torunu Hz. Hüseyin’in şehit edildiği ve türbesinin bulunduğu yerdir.

Divân’da bir beyitte, Hz. Hasan Ve Hz. Hüseyin’in Peygamberimizin iki nadide torunu olmasının yanında, Kerbelâ toprağının kutsiyetine de değinilmiştir.

Ḥasan ẕātında aḥsen hem Ḥüseyn ol sıbṭ-ı müstaḥsen

Ṭarāvet-baḫş-ı ḫāk-i Kerbelā'dır yā Resūla˒llāh 90/Kas.2-10

K e ş m î r; Hindistan, Pakistan ve Çin sınırında, Himalayalar’ın eteğinde dağlık bir bölgedir. Şiirimizde daha çok güzelleri, gülü, Kaşmir denilen Tibet keçilerinin yünü ile örülen şalları ile meşhurdur (Yeniterzi 320).

Divân’da, sevgilinin yanağındaki misk kokuları saçan benine fedâ edilen bir şehir olarak iki beyitte kullanılmıştır.

Baḫş eyledim Īrān'ı ben ḫāl-i ruḫ-ı cānāneye

Şrāz u Keşmr ü Ḫoten olsun fedā bir daneye 509/Kas.229-1

K i r m â n; İrân’ın güney merkezinde bir eyalet ve şehrin adıdır. Edebiyatımızda kimyonu ile meşhurdur. Ayrıca geçmişte savaş âletleri yapımıyla, özellikle kılıçlarıyla ünlenmiştir (Yeniterzi 320).

Divân’da bir beyitte, sadece semt adı olarak kullanılmıştır. Düşer teb-lerze bm ü dehşetinden ehl-i Tebrz'e

Bıraḳsañ germ-i ḫışmıñdan āteş semt-i Kirmān'a 108/Kas.7-61 Hiddetinin ateşini Kirmân semtine bıraksan, Tebriz halkı korku ve dehşetten sıtmaya tutulanlar gibi titrer.

N i ş â b û r; Horasan’ın tarihteki dört başkentinden biri olan, günümüzde İran’ın kuzeydoğusunda yer alan şehir, depremleri ve Firuze kaynakları ile meşhurdur (Yeniterzi 324).

Divân’da bir beyitte bahar tasviri için kullanılmış, Türkistan’ın bir şehri olan Nevşâd’dan başlayıp Nişâbûr ve Çin’e kadar her yerin yeşerdiği, baharın geldiği anlatılmıştır.

Bāġ eder zemn-i Nişābūr u Çn'e dek

Nevşād'dan edip sefer-i nevbahār gül 214/Kas.37-6

2.1.4.4.2.4 Sıfahan/İsfahan, Şam, Şirâz, Tebriz

S ı f a h a n; Safevîlerin başkenti olan şehrin adı şiirimizde birçok özellikle anılır. Öncelikle en güzel, kaliteli sürme Isfahân’da çıkarılır. Şehir İran’ın ordugâhı olarak tanınmıştır. Bu yüzden İspehân, Sipâhân adlarıyla anılır. İsfahân, çok süslü ve mamur olduğu için şehir güzelliğini temsil eder. Bu sebeple “İsfahân nısf-ı cihân” olarak anılır. Geçmişte İsfahân’da yapılmış büyük saraylar ve güzel bahçelerin bulunduğu yere “Çâr-bâğ” deniyordu (Yeniterzi 317).

Sıfahân Divân’da on dokuz beyitte, nihâvend ü sıfâhân, mülk-i Sıfâhân, ‘Irâk u Isfahân, bî-bedel-i Isfahân, sevâd-ı Isfahân gibi terkipler ve müstakil kullanımları ile daha çok sürmesinin meşhur olması yönünden yararlanılarak zikredilmiştir.

Ḫāk-pāyıñ gibi bir sürme Ṣıfāhān'da daḫi

Hele ben görmedim ey merdüm-i çeşm-i dü-cihān 246/Kas.43-57 Beyitte, âşığın iki cihanda da gözbebeği olan kıymetli sevgilisinin yollarındaki toprak gibi sürme Sıfâhân’da dahi yoktur, denilmiştir.

Geçip Lāhūr u māhūru ˓Acem'de söyledim vaṣfıñ

Nihāvend ü ˓Irāḳ u Iṣfahān'da naġme-sencānı 106/Kas.7-39

Türk mûsikîsinin en eski birleşik makamlarından birinin adı da İsfahân’dır. Bu yüzden çok defa tevriyeli kullanılmıştır.

Ş â m; Suriye’nin başkenti Şâm dünyadaki en eski yerleşim merkezlerinden biridir. Emevîlerin başkenti olan bu tarihi şehir geçmişte önemli bir kültür ve ticaret merkezi idi. Divân şiirinde Şâm, Farsçadaki akşam ve karanlık anlamındaki “şâm”

kelimesiyle tevriyeli kullanılır, genellikle sevgilinin saçları ile ilgi kurulur (Yeniterzi 325).

Divân’da çoğunlukla akşam, karanlık mânâsıyla tevriyeli olarak on beş beyitte geçmektedir.

Zülf-i şebbūyuñ hevāsıyla eden ˓azm-i sefer

Tā ṣabāḥ-ı ḥaşre dek olsun muḳm-i mülk-i Şām 264/Kas.45-45 Şirâz; İran’ın güneyinde yer alan bölgenin önemli bir ticaret merkezi, büyük bir şehirdir. Sa’dî, Hâfız ve Örfî gibi büyük İran şairleri Şirâzlıdır. Klâsik şiirimizde bu şairler, bahçeleri ve gülleri ile meşhur şehrin bülbülleri olarak nitelendirilir. Ayrıca şehirde cam işçiliği gelişmiştir (Yeniterzi 327)

Divân’da on bir beyitte, Acem, Keşmîr, Hoten gibi bölge adları ve Hâfız, ‘Örfî, Sa’dî, Şîrâzî gibi şair adları ile birlikte ele alınmıştır.

Gitdim ibāt-ı vücūd etmek içün Şrāz'a

Eyledim ˓Örf-i feḫḫār ile ġavġā-yı süḫan 291/Kas.51-102

Beyitte Vehbî, şiirdeki ustalığını ispatlamak için Şirâz’a giderek, Kendisiyle çok övünen Şirâzlı şair Örfî ile söz kavgası (atışma) yaptığını belirtmiştir.

Bezm-i süḫande meşreb-i Ḥāfıẓ'la Vehbiyā

Bu neş˒eyi veren mey-i Şrāz'dır bana 363/G.9-7

Şair, söz, şiir meclisinde Hâfız kadar başarılı ve neşeli oluşunu Şirâz içkisine bağlamaktadır.

T e b r î z; İran’ın kuzeybatısında yer alan büyük bir şehirdir. Divân şiiri coğrafyasında Şiî inançların önemli ibr merkezi olması yanında, telli/çizgili bir çeşit kumaşı ile anılır (Yeniterzi 328).

Divân’da ehl-i Tebrîz, şehr-i Tebrîz terkipleri ile iki beyitte kullanılmıştır. Bir ˓Acem börkü giyip bāri ˓Acem şeklinde

Şehr-i Tebrz'de olsun Ḳoca Mrzā-yı süḫan 290/G.51-87

Benzer Belgeler