• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 3: TÜRKİYE’DE MEMUR SENDİKACILIĞINDA KESK ÖRNEĞİ

3.1. Kamu Emekçileri Tarihi

3.1.1. Cumhuriyetten 1965’e Kadar Örgütlenme

Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de kamu emekçilerinin örgütlenmesi ve sendikalaşması işçilerden daha sonra başlamıştır.

1. Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı döneminde nitelikli insan gücünü oluşturanların bir bölümü savaşlar sırasında ölmüş, bir bölümünü oluşturan Ermeni ve Rumlar ülkeden ayrılmıştı. Bu nedenle nitelikli işgücüne olan gereksinim artmıştı.

Bu koşullarda nitelikli işgücüne sahip olanlara maddi ve manevi ayrıcalık tanınmıştır. Bu dönemdeki memurlar kulüpleri, yardım sandıkları ve kooperatifleri ile kendilerini diğer çalışanlardan ayırmışlardı. Bunun yanında çalışma süreleri, yıllık izin süreleri, ücretlerinin düzeyi, iş güvencesi ve sosyal güvenlik bakımından itibarlı ve ayrıcalıklı idiler. Örneğin; 1931 yılında memurların faal nüfus içindeki oranı yüzde 1.2 iken, milli gelirden aldıkları pay yüzde 7.1’dir.

Diğer yandan 2. Dünya Savaşı yıllarında piyasada zor bulunan ve karaborsada bulunan kimi mallar memurlara düşük fiyatla veriliyor ya da dağıtılıyordu. Nitelikli ve az bulunan emeğe sahip bu kesim örgütlenme gereksinimi duymadan önemli haklar elde ettiler. Bu nedenle de siyasal iktidarların yanında yer aldılar ve işçilerle diğer emekçi kesimlerden iyice ayrışarak, onların hedefi durumuna geldiler (Çelik, 1977: 84).

1950 öncesi memurlar sahip oldukları ayrıcalığında etkisiyle işveren gibi davranıyorlardı. Diğer yandan bu ekonomik ayrıcalık bazı bürokratların sermaye birikimine bile yol açmış, memuriyetten özel kesime geçenler olmuştur. Ülkemizde memurlar öncelikle tüketim kooperatifleri ve memur dernekleri kurdular. İlk memur sendikası, 1908 yılında II. Meşruiyetin ilanından sonra birden yaygınlaşan sendikalaşma ve grev hareketleri döneminde olmuştur.

1926 yılında kabul edilen 788 Sayılı Memurin Muhakematı Hakkındaki Kanun’da veya başka bir yasada ve hukuksal düzenlemede memurların sendikalaşmasını yasaklayan bir

hüküm olmamasına karşın, her hangi bir sendikal örgütlülük yaratılmamıştır (Ünsal, 1999: 67).

Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş dönemlerinden başlayarak devletin “memur” statüsünde çalışanlara tanıdığı ayrıcalıklı durum ve 1950’lere kadar devletin memurlara sağladığı olanaklarla birlikte memurlar devletle özdeşleşmişti.

1923–50 döneminde bilinen tek grev Samsun, Adana ve Trabzon telgraf memurlarının 1925 yılında maaşlarının arttırılması talebi ile yaptıkları grevdir. Grevciler İstiklal Mahkemesine verilmiş, yargılama sonucunda Adana’dakilerin tümü beraat ederken, Samsun’dan 5 ve Trabzon’dan 1 telgrafçı cezalandırılmış, diğerleri beraat etmiştir (Koç ve Koç, 2009: 321).

II. Dünya savaşından sonra ve özellikle 1950’den sonra memurlar bu ayrıcalıklı konumlarını giderek yitirmeye başladılar. Bu yıllarda okumuş insan sayısı arttı ve okumuşluk bir özellik olmaktan çıktı. Memurların ayrıcalığı olan sosyal güvenlik gibi haklar işçilere de yaygınlaştırıldı. Burjuvazinin gelişimine paralel olarak ekonomik gücü elinde bulunduran, burjuvazinin siyasal iktidar üzerindeki egemenliğin artması, memurların eski itibarlarının azalması nedenlerindendir (Günel, 1996: 54).

Demokrat Parti döneminde genel olarak memurların toplumsal itibarı ve gerçek gelirleri gerilemiştir. Ancak bu yıllarda büyük miktarda yatırım yapıldığından teknik insan gücüne gereksinim artmıştı. Bu nedenle DP iktidarı teknik personele bazı ayrıcalıklar tanımayı sürdürdü ve bunun için teknik personel kararnamesi çıkardı.

Ancak 70’li yıllarda bu statüde ortadan kalktı ve kamuda çalışan işçilerin gerçek gelirleri memurların gerçek gelirlerini aştı.

Bu dönemlere kadar kamu çalışanlarının sendikalaşmamasının en önemli nedeni kendilerine tanınan ayrıcalıklardır (KESK, 2010).

3.1.2. 1965–71 Döneminde Sendikal Örgütlenme

Ülkemizde “memur”, “sözleşmeli personel” adı altında istihdam edilen kamu emekçileri cumhuriyet tarihi boyunca 1960’lara kadar cemiyet, birlik ve dernek şeklinde örgütlenmişlerdir. Sendikal örgütlenmesinin birinci dönemi ise 1961 Anayasası’nın tanıdığı örgütlenme hakkının hayata geçirilmesiyle başlamıştır. 1961 Anayasası’nın 46.

maddesi, “İşçi niteliği taşımayan kamu hizmeti görevlilerinin de” önceden izin olmaksızın, sendikalar ve sendika birlikleri kurma hakkını kabul emiştir. Bu çerçevede “Devlet Personeli Sendikaları Kanunu” 08.06.1965 yılında 624 Sayılı Yasa ile çıkarılmıştır ( KESK, 2001: 25).

624 Sayılı Kanun, kamu çalışanlarına grev ve toplu sözleşme hakkı tanımamakta, yalnızca örgütlenme hakkını tanımaktadır. Kanun, sendikaların üyeleri adına toplu sigorta sözleşmeleri yapabileceğini ve çeşitli konularda görüş bildirileceğini belirtmiştir. Bu kanun sonrasında 658 sendika kurulmuş ve kamu emekçilerinin yarıya yakını bu sendikalara üye olmuştur.

Bu dönemde faaliyette bulunan sendikal örgütlenmelerden, eğitim emekçilerinin örgütlendiği Türkiye Öğretmenler Sendikası (TÖS) dışında hiç bir örgütlülük günümüze yansıyan, tarihte derin izler bırakacak bir sendikal birikim ve mücadele deneyimi taşıyamamıştır (Koç ve Koç, 2009: 334).

12 Mart 1971 darbesi sonucu kamu emekçilerinin sendikal örgütlenmesi yasaklanmış ve mevcut sendikalar kapatılmıştır. Daha sonra kamu emekçileri çeşitli dernekler bünyesinde örgütlenmelerini devam ettirmişlerdir.

12 Eylül askeri darbesi öncesi dernek çatıları altında çalışmalarını yürüten kamu emekçileri, o dönemlerde de demokrasi mücadelesinde etkin olarak yer almışlar ve demokratik toplumsal muhalefetin önemli bir bileşeni olmuşlardır.

3.1.3. 1980 Sonrası Örgütlenme

12 Eylül 1980 askeri darbesi ile toplumun diğer emekçi ve sistemin muhalif kesimleri gibi kamu emekçileri de ekonomik, sosyal ve siyasal hak kayıplarına uğratılmış, zora, şiddete ve sindirmeye dayalı baskı altında tutularak örgütsüzleştirme politikalarına maruz kalmışlardır. 1985 yılında bilim insanlarının kamu emekçilerinin sendikal örgütlenmelerinin ve sendika kurmalarının önünde Anayasal bir engel olmadığı, Uluslararası Sözleşmelerin ve 1982 Anayasası’nın 90. maddesinin kamu emekçilerine sendikal örgütlenme hakkı tanıdığı yönünde yapılan yorumlar ve açılımlar kamu emekçilerinde yankısını bulmuş, sendikal örgütlenme çalışmalarının yönlendirilmesine katkısı olmuştur. 1980 sonlarında kamu emekçileri bir taraftan yaratmış olduğu derneklerle sendikal örgütlenme faaliyetlerini yürütürken, diğer taraftan da eylem ve

güç birlikleri oluşturarak kendi ekonomik ve sosyal haklarına sahip çıkma temelinde eylemli bir sürece girmişlerdir.

Kamu emekçileri 1987 yılından itibaren mesleki örgütlenmelerde sendikalaşmayı tartışmaya başladılar. Bunun için Sendika Yürütme Komisyonları (SYK) oluşturdular. SYK’ların önderliğinde telgraf çekme eylemleri, yemek boykotları, kitlesel basın açıklamaları, paneller, kapalı salon toplantıları gibi etkinliklerde bulundular. Bu dönemde nasıl bir sendika sorusunda yanıtlanmaya çalışıldı. Genel yönelim, işkolu temelinde örgütlenmiş, grevli toplu sözleşmeli bir sendika üzerine görüş birliğine varan bir sonuca ulaşılmıştı (Koç ve Koç, 2009: 347).

1987–1990 yılları arasında 12 Eylül döneminin egemen kıldığı yasaklar psikolojisi kırılmaya ve geleneksel “memur” kültürü ve davranışını aşmayı hedefleyen çalışmalar yürütüldü. Kamu emekçileri bu dönemde sürdürülen faaliyetin merkezileşmesi ve güç birliği oluşturulması için Kamu Çalışanları Platformunu (KÇP) oluşturdular.

3.1.4. Sendikal Örgütlenme

İlk olarak 28 Mayıs 1990 yılında eğitim emekçileri EĞİTİM-İŞ’i (Eğitim İşkolu Kamu Görevlileri Sendikası) kurdu. Ardından EĞİTİM-SEN (Eğitim, Bilim ve Kültür Emekçileri Sendikası) ve TÜM BEL-SEN (Tüm Belediye Memurları Sendikası)den başlayarak çok sayıda sendika kitlesel başvurularla kurulmaya başlandı. Hakların örgütlü mücadele ile alınabileceği inancı giderek tüm kamu emekçilerinde yankı bulmaya başlamıştı (Çaralan, 1993: 38).

Yıllık hak kayıplarını telafi etmek için alanlara çıkan işçilerin 89 Bahar Eylemleri olarak bilinen eylemlilikleri bu süreci hızlandıran temel etkenlerden biridir.1990-91 yılları sendikaları kurma ve yaşatma yılları olarak tanımlanabilir. Bu dönem baskılarla ilk karşılaşılan yıllar olmuştur. Kurulan sendikaların tümü hakkında kapatma davaları açılmış, bazı yöneticiler geçici sürelerle görevden uzaklaştırılmış ve sendikalar mühürlenmeye başlamıştır. Ancak devletin bu baskısı karşısında kamu emekçileri geri adım atmamışlardır. Bir yandan hukuksal alanda girişimlerini sürdürürken, diğer yandan fiili ve meşru temelde mücadelelerine devam etmişlerdir. Sendikaların mühürleri sökülerek çalışmalar sürdürülmüştür.

Sendikaların kurulmasıyla birlikte Sendika Yürütme Komisyonlarının işlevi de bitmişti. Bunun yerine 24.02.1990 tarihinde 7 sendika Kamu Çalışanları Sendikaları Platformu’nu (KÇSP) oluşturdular. KÇSP Haziran 1992’de yapılan 79. ILO Uluslararası Çalışma Konferansına iletilmek üzere ILO Genel Direktörüne bir rapor göndererek sendikal hakları baskı altına alan uygulamalarla ilgili örnekler verdi (Koç ve Koç, 2009: 347).

20 Ekim 1991 tarihinde yapılan genel seçimlerde bütün siyasi partiler, seçim bildirgeleri ve propagandalarında “kamu çalışanlarına sendika kurma hakkı tanıyacaklarını” işlediler. Seçim sonrasında kurulan SHP-DYP Koalisyon Hükümeti programında, kamu çalışanlarının sendika kurabileceklerine dair gerekli yasal düzenlemelerin yapılacağı vaat ediliyordu.

Bu dönemde “işçi sendikalarının kamu çalışanları mücadelesine destek vermemesinin yarattığı zemin kamu çalışanları sendikalarında ayrı sendika yasası talebinin öne çıkmasına neden olmuştur.

Bu süreç yaşanırken 26 Ocak 1991 tarihinde 12 Eylül sonrasının ilk mitingi “Kamu Çalışanları Sendikal Haklar Mitingi” adıyla İstanbul’da düzenlendi. 20 Şubat 1991 tarihinde İçişleri Bakanlığı tarafından Valiliklere gönderilen bir yazıda çeşitli gerekçeler ileri sürülerek, kamu emekçilerinin sendika kurma girişimlerinin “yürürlükteki mevzuata aykırı” olduğu bildirildi. Bu genelge ile baskılar ve kurulan sendikalara yönelik baskıcı girişimler ve sendika üzerine kapatma girişimlerinin daha da arttı.

Sendikalar kuruluş için valiliklere başvurduğunda, valiler bildirimleri kabul etmemeye başlayınca, sendikacılarda PTT aracılığıyla bildirimde bulunmaya başladı. Bu şekilde yapılan engelleme girişimleri başarıya ulaşamayınca bu kez kurulu sendikaların kapatılması istemiyle davalar açılmaya başladı. Ancak tüm davalar sendikaların lehine sonuçlandı. Hükümetlerin çalışmaları engellemeye yönelik diğer bir çabası sendika genel kurullarını yaptırmama şeklinde sürdü. EĞİTİM-İŞ sendikası tarafından İçişleri Bakanlığının yasakçı genelgesinin iptaline ilişkin dava 1992 yılında kabul edilerek, önemli bir hukuksal başarı elde edildi (Koç ve Koç, 2009: 273).